Anou Skan ile Söyleşi / Haziran 2019 Marsilya

(for English version see: https://www.art-izan.org/kultur-sanat/the-collection-of-gestures-in-exile/)

Geçtiğimiz yıl Haziran ayında Marsilya’da “Saharan Mondes Connectes” (Sahra, Birbirine Bağlı Dünyalar) sergisi kapsamında Anou Skan dans topluluğu ile bir performans gerçekleştirmiştik. Anou Skan’ın davetiyle katıldığım bu etkinlik öncesinde topluluk üyeleri Sophie Tabakov ve Laurent Soubise ile bir söyleşi yaptık. Söyleşi Anou Skan’ın 2010 yılından beri yürüttüğü Les Collectes de Geste (Jest Arşivi) projesi üzerineydi1. Anou Skan dansçı Sophie Tabakov ve Laurent Soubise tarafından 1993 yılında Lyon’da kurulan bir dans topluluğu. Topluluk, amacını dans, şiir ve müziğe yer veren ve diğer kültürlerle bağ kuran kamusal etkinlikler yaratmak olarak tarif ediyor. Çalışmalarının hem sanatsal hem de eğitici olmasını hedefleyen Anou Skan farklı sosyal sınıflardan, etnisitelerden ve yaş gruplarından kişilerle buluşuyor, gösterilerini ve atölyelerini paylaşıyor.

Faaliyetlerini Lyon’da sürdüren Anou Skan’la birlikte Marsilya’da bulunma sebebim bu projenin beşinci kez kamuyla buluşacak olan “Les collectes de geste en exil” (Sürgündeki jestler arşivi) etkinliğiydi2. Performans ve film gösteriminden oluşan etkinlik, Centre de La Vieille de Charite müzesinin IRD (Institute de Recherche pour de Developpment- Gelişim için Araştırma Enstitüsü) ile ortaklaşa düzenlediği sergi kapsamında müzenin avlusunda gerçekleşti. 17.yy’da bir düşkünler evi olarak inşa edilen Vieille Charite, Arthur Rimbaud’nun hayata veda ettiği yer olarak da biliniyor.

Sophie ve Laurent’la birlikte arşivler, jest, fasya terapi, hareket, sürgün gibi pek çok kavram arasında dolaştığımız bu söyleşiyi Notre Dame des Accoles kilisesinin hemen karşısındaki bir çay evinde gerçekleştirmiştik. Notre Dame Des Accoles’ün Marsilya limanına tepeden bakan çan kulesi de dördüncü bir karakter olarak söyleşide yer aldı, sesi ara ara kulaklarınıza çalınabilir.

Seyahat imkânlarımızın kısıtlı olduğu bu salgın günlerinde Marsilya’da yaptığımız bu sohbet umarım okuyuculara bir tebdil-i mekân hissi verecektir.

Banu Açıkdeniz: Anou Skan olarak Le Collecte de Geste (Jestler Arşivi) projesine başlarken nasıl bir fikir ve hedefle yola çıktınız?

Sophie Tabakov: 2004’te geleneksel danslar üzerine çalışmaya başladım. Bu benim için yepyeni bir alandı. Çünkü çağdaş dans alanından geliyorum. Bu alan sizi geçmişten gelen malzemeler üzerinden üretim yapmaya değil, yeni şeyler üretmeye sevk eder. İnsanların daha önce hiç gitmedikleri yerlere gitmeye… Fakat geleneksel danslar üzerine çalışmaya başladığımda şunu fark ettim: Kabul etsek de etmesek de hepimizin bir zamanlar bulunduğu bir yerler var. Ve bugün de buradan izleri taşımaya devam ediyoruz ve gelecekte de edeceğiz… En temelde bunu sahip olduğumuz jestlerle yapıyoruz. Bu jestlerin nereden geldiğini düşünmeye başladım ve şu sonuca vardım: Bunlar belki de farkında olmadığımız bir mirastan geliyorlar. Gündelik hayatımız jestlerle çevrili. Ailemizden gelen jestler, iş yaparken kullandıklarımız, kendi özgün jestlerimiz… Sonuç olarak, deyim yerindeyse bir tür jest alfabesine sahibiz. İnsanlara alfabelerini sormanın enteresan olabileceğini düşündüm. Dikkat etmeksizin içselleştirdiğimiz jestleri… Bence bu hareketler bize dil ve kültür mirasından önce geçen şeyler. Bu ailemiz tarafından bize verilen ya da çevremizdeki toplumsal ve kültürel arkaplanla edindiğimiz bir dağarcık. Ben de insanların alfabelerini öğrenme isteği duydum.

Laurent Soubise3: Jestler üzerine çalışmak benim için insanlığın en temel dışavurumunu anlamakla ilgili. Dillerden, kültürel davranış kalıplarından da öte ve hepimizde ortak olan, birlikte paylaştığımız bir şey bu. Biz de bu proje için kimsenin aynı dili konuşmadığı, aynı geçmişi deneyimlemediği, aynı ülkeden gelmediği bir mekân olan mülteci merkezlerine gitmeyi tercih ettik. Oradakilerle el kol hareketlerimiz, yüz ifadelerimiz ve dansçılıktan gelen bedensel alışkanlıklarımızla iletişim kurmaya çalışacaktık. Çok az kelimeyle ya da hiç konuşmadan ne istediğimizi anlatmalı ve onlara yol göstermeliydik.

Bir jestle karşılaştığımızda bir süre sonra niteliksel bir yaklaşım geliştirmeye başlarız. Hareketin derinlerinde bir şeyler vardır. Jestin niteliğine yaklaştıkça da insanlar arasındaki ilişkilerin niteliğine yaklaşırız. Her ne kadar hepimizin sahip olduğu bir şey olsa da eğer yeterince dikkat etmezsek onu kaçırabiliriz. Hep orada duruyor olmasına rağmen… Başka ifadeleri ve başka ilişki biçimlerini önemser, bunları vurgular, güçlendiririz. Halbuki jestler de ilişki kurmanın çok önemli bir yoludur.

B. A.: Atölyeye ve bir kavram olarak jeste gelmeden önce projenin nasıl kurulduğunu konuşalım istiyorum. Bu süreçte hangi kurumlarla işbirliği yaptınız? Örneğin, bildiğim kadarıyla “Saharan Mondes Connectes” isimli sergi kapsamında bugün sergileyeceğimiz bu çalışmayı daha önce Clermont-Ferrand’da tekstil çalışmalarına yer veren FITE (Festival International des Textiles Extra Ordinares) için hazırlamıştınız. Başından beri bu proje için hangi kurumlarla ortaklık yaptınız, kimler projeyi hangi aşamada desteklediler?

S. T.: Aslında bu projeyi beşinci kez gerçekleştiriyoruz. Şimdiye kadar partnerlerimiz hep kamu kurumları oldu, özel kurumlarla şimdiye kadar hiç işbirliğinde bulunmadık. İşbirliği yaptığımız ilk kurum Lyon Belediye Arşivi’ydi. Belediye arşivlerinde o şehirde yaşayanlara ait her türlü evrak, adres, fotoğraf, anı, şehir planları, eski binalarla ilgili dokümanlar vb. bulunuyor. Fransa’da her şehirde bu kamu hizmeti var, herkes faydalanabiliyor. Örneğin sokağınızın geçmişi ile ilgili bilgi mi almak istiyorsunuz, buraya başvuruyorsunuz. Biz de Lyon Belediye Arşivi’ne gidip arşiv müdürü Anne-Catherine Marin ile tanıştık, çok hoş bir hanımefendiydi. Tanıştığımızda ilk konuştuğumuz şey insanlık tarihi boyunca arşivlere nasıl muamele edildiği oldu. Hepimizin bildiği gibi savaşlarda düşmanın ilk yaptığı şey arşive gitmek ve onu yakıp yok etmek olur. Evet, ilk yaptıkları şey budur. Bu yüzden de arşivler çok önemli. Müdire hanıma arşivin her zaman bir kağıt parçası değil bazen bir insan bedeni de olabileceğini düşündüğümüzü söyledik. Kendisi de aynı fikirde olduğunu, arşivin alışılageldiği şekilde maddi bir şey olabildiği gibi bunun tersinin de mümkün olduğunu söyledi ve projemizle çok ilgilendi. Böylece bu çalışma için ilk büyük partnerimiz Lyon Belediye Arşivi oldu.

Birlikte çalıştığımız pek çok dernek oldu. Mültecilerle çalışan derneklerin yanı sıra farklı bölgelerden insanlarla, çocuklarla, öğretmenlerle çalışan dernekler… “Hayatımızın akışı içerisinde bizimle birlikte olan jestler hangileri?” sorusuyla ilgileniyorduk. Bu, duyguları ifade etmek için enteresan bir yol olabilirdi. Yazarak ya da konuşarak iletişim kurmakta zorlanan kişiler belki de bu yolla kendilerini daha iyi ifade edebilirdi. Daha sonra bu projeyle Abertville’deki “Le Grand Bivouac” festivaline katıldık. Seyahat temasına odaklanan bir festivaldi. O dönemde iletişimde olduğumuz bir Çingene topluluğu vardı. Aileler sürekli seyahat ettikleri için çocuklar da sabit bir okula gidemiyor, gezici okullara gidiyorlardı. Bu çocuklarla yemek pişirmeyle ilgili bir jest arşivi çalışması yürüttük. Farklı yemek yapma biçimlerini, hangi jestleri kullandıklarını sorduk. Ardından FITE (Festival International des Textiles Extra Ordinares-)4, yani tekstil festivali geldi. Festival, Kültür Bakanlığı’ndan destek istemişti. Fransa’da Kültür Bakanlığı’nın, tiyatro ya da sinema gibi mekânlardan yoksun olan -veya insanların bu tür aktivitelere gidemediği- bölgelerde sanatsal ortamı canlandırma gibi bir misyonu var. Eğer bir sanatçı böyle bir bölgeye/mahalleye gitmek, oraya sanatını taşımak isterse devlet bunun için bir fon sağlıyor. Fakat oraya gittiğinizde orada yaşayan insanlarla iletişim kurmayı da becermeniz gerekiyor. O bölgede bir süre yaşamanız ve orayı tanımanız önemli. Gideceğiniz yer taşrada birkaç köyün olduğu, tiyatro ya da sinema salonunun bulunmadığı bir yer olabilir. Bir hastane, bir hapishane ya da bir mülteci merkezi olabilir. Yani insanların kültürel etkinliklere gidemediği yerler... Bize nereye gitmek istediğimizi sordular. Biz de mülteci merkezlerini seçtik. Çünkü Anou Skan olarak başından beri sürgün meselesiyle ilgiliydik.

B. A. Sophie, bu seçiminizin senin kişisel arka planınla da bir bağlantısı olabilir mi?

S. T. Tabii, kesinlikle. Babam bir mülteciydi. Fakat Laurent’ın ailesinde böyle bir durum yok. Laurent için bağlantı yaşam boyunca bizi insan yapan şeyin ne olduğuyla, yaşamla ilgili. Babamın mülteci olması beni hayatım boyunca etkiledi. Kendimi hep bir kenarda duruyormuş gibi hissettim. Yıllar önce birlikte çalıştığımız yazar Alain Glykos ile bu konuda uzun uzun sohbet etme fırsatı bulmuştuk. Alain, Anadolu’dan 1923’de gelen mültecilerdendi.

Yunan asıllı Fransız yazar Alain Glykos’un, babasının 1923 Türkiye-Yunanistan mübadelesindeki anılarından yola çıkarak hazırladığı Manolis adlı çizgi romanı.

B. A. Rum kökenli miydi?

S. T. Evet. Babasının ona ne olup bittiğini hiç anlatmadığını söylemişti. Babamın yaptığı gibi… Ona Yunanca öğretmemişti. Babamın bana Bulgarcayı öğretmediği gibi… Babasının kendisine tek bir şey aktardığını söyledi. Korkuyu… Bunu duyduğumda babamın da bana aynı şeyi verdiğini fark ettim. Korku

Sürgün konusunda hep aynı şeylerle karşılaşıyoruz. Babalar olan bitenlerden bahsetmiyor fakat ister istemez korkularını çocuklarına aktarıyorlar. Ben bu hisle büyüdüm. Kendimi rahat hissetmiyordum. Neden olduğunu bilmeden, sebebi olmayan bir korkuya sahip oluyorsunuz, böyle bir duyguya… Gördüğün gibi Laurent’ın projeye yaklaşımı daha felsefî ve evrensel bir yerden, herkes için eşitlik fikriyle ilgili. Benim yaklaşımım ise daha kişisel, duygusal bir yerden geliyor. Benim için bu çalışmalar bir yandan da bu duygularla yaratıcı bir şekilde baş etmenin bir yolu. Laurent bu noktada jest ve fasya terapi5 eğitimini buluşturan bir yorumda bulunmak istediğini söylüyor.

L. S. İnsan bir beden içinde yaşar ve beden bir sünger gibidir. Bu sünger canlı bir çevre içinde yaşamakta ve bu hayat dolu çevre aynı zamanda süngerin içinde bulunmaktadır, süngerin onun içinde bulunduğu gibi… Bizler hayatın içindeyiz fakat aynı zamanda hayat da bizim içimizde. Huzur ve sessizlik; iç ve dış çevre arasında iyi bir denge kurmaktır. Sessizlik ise ancak durağanlık içinde bulunur. Fakat bu o kadar kolay değildir. Çünkü insan denen varlık dünyaya “oluşmaya” (devenir) gelmiştir. Oluşmak, bir şeye dönüşmek onun amacıdır. Durağan olmak değil. Çünkü hayat her zaman hareketi içerir ve bu hareket aynı zamanda içimizdedir. Yaşam bir hareket olduğu için ve biz de hayatın bir parçası olarak hareket hâlinde olduğumuz için sürekli bir durağan olamama hissi içerisindeyizdir.

S. T. Fransızcada “durağan, durgun olamama” (agitation) ifadesi “endişeli olma” (être inquiet, être mal à l’aise) ifadesiyle benzerdir.

L. S. Oluşmak zorunlu bir durumdur. Dolayısıyla rahatsızlık hissi de doğal ve zorunlu bir histir. Fakat eğer kişinin eylem amacı yaşamla denge içindeyse stresten uzak bir rahatsızlık içinde bulunması mümkün hâle gelir.

(Bu sırada kilisenin hemen karşımızda yükselen kulesinden çan sesleri gelmeye başladı.)

Eğer içinde bulunduğumuz durum bize göre değilse, yani rahatsızlık hissi doğal değilse, bu his korku ve baskıya dönüşür ve sonunda bir hastalığa döner. Yani eğer hayatın hareketine uyumlu, buna akort edilmemiş bir hâldeyse…

B. A. Laurent güzel bir felsefî parantez açtın. Söylediklerinden yola çıkarak belki de “doğal rahatsızlık” diye tarif ettiğin şeyin insanlığı keşfetmeye, yaratmaya iten şey olduğunu da söyleyebiliriz. Ferahlatıcı bir bakış açısı… Uzun yıllardır fasya terapi üzerine çalışıyorsun. Bu alan ve ima ettiği felsefî yaklaşımlar üzerine de ayrıca uzun uzun sohbet etme imkânımız olur umarım. İsterseniz şimdilik bu parantezi kapatıp atölye sürecine geri dönelim. Tekstil festivali FITE için çalışmaya başlayıp ilk kez mülteci merkezine gittiğinizde ne tür bir çağrı yaptınız? Özellikle kimlerle çalışmak istiyordunuz? Kimler gönüllü oldu? Nasıl gerçekleşti? Biraz anlatır mısınız?

S. T. Bu çağrıyı yapmadan önce projemizi yazılı olarak merkezlere ilettik. Başvurduğumuz ilk merkez çok uzaktaydı ve yönetimler, merkezlerinde çalışmamız konusunda pek istekli değildi. Fakat nihayet bu merkezlerden birinden bir sorumlu çıkıp “Hmm… İlginç bir çalışmaya benziyor!” dediğinde ve başka yöneticileri de ikna ettiğinde projeye başlayabildik. Dört ayrı mekânda çalışma fırsatımız oldu.

B. A. Bazı merkezlerin çalışmayı kabul etmemesi enteresan.

S. T. Evet. Başlangıçta bu çalışma mülteci merkezlerinin kendi bünyelerinde gerçekleştirmeye gönüllü olmadıkları bir projeydi. Bu merkezler çok az sayıda aktivitenin gerçekleştiği bölgelerde yer alıyorlar. Dolayısıyla burada kalan insanların tüm gün canı sıkılıyor, sadece bekliyorlar. Çalışma izinleri de yok, beklemedeler… Birtakım aktiviteler olduğunda bunlara katılıyorlar ancak korkuları, yaşadıkları stres çok büyük ve bu durum etkinliklere de yansıyor.

(Bu sırada çan ara ara çalmaya devam etti. En sonunda her yer bir ezgi ile yankılanmaya başladı. Ses konuşmaya devam edemeyecek kadar yükseldi. O sırada, Laurent ve Sophie birbirlerine bakıp aynı anda çanın çaldığı şarkıya eşlik etmeye başladılar. Anlaşılan çan da söyleşiye katılmakta ısrarcıydı. Sophie bunun bir kilise şarkısı değil popüler bir şarkı olduğunu söyledi, Fransa’da pek karşılaşılan bir durum değilmiş.)

Bir yandan bu merkezler adlarını duyurmak için çeşitli aktiviteler düzenlemek istiyorlar. Dolayısıyla bu fikir bazılarına çok ilgi çekici gelmişti. Ardından merkezde duyuru yaptılar: “Haftaya merkezde bir etkinlik gerçekleşecek, gelin ve katılın!”. Biz de ilk merkeze giderek iki gün boyunca o bölgede kalmayı planladık. İlk gün onlara projeyi anlatıp çalışmaya başlayacak, ikinci gün de çekimlere geçecektik. Çünkü proje sonunda bir film yapmak istiyorduk. Fakat daha sonra şunu fark ettik, sabah saatleri buluşmak için hiç uygun bir zaman değildi, çünkü çoğu uykusuzluk problemi yaşıyordu.

(Çan sesleri yine yükseldi, konuşmayı zorlaştırıyordu.)

Geceleri uyuyamıyorlardı çünkü çok endişeliydiler. Çoğunda travma sonrası stres bozukluğu vardı. Geceleri uyuyamayınca sabahları uykuyla geçiyordu. İlk sabah hiç kimse gelmedi. Ancak öğlene doğru birileri gelmeye başladı. Böylece doğru zamanlamanın sabah saatleri olmadığını, daha geç bir vakitte buluşmamız gerektiğini öğrenmiş olduk. Ayrıca bizimle bir atölyeye katıldıklarında bunu yeterli buluyor ve planlanan ikinci buluşmaya gelmiyorlardı.

(Bu noktada Laurent bir süreliğine aramızdan ayrıldı ve akşam çıkacağımız sahneyi kontrol etmeye Ville de Charite’ye gitti.)

İlk gün bize muhteşem hareketler gösterdiler, harikaydı. İki hafta sonra kamerayla çekim yapmaya geldiğimizde çalıştığımız gruptan hiç kimse gelmedi. Ama başkaları, yeni katılımcılar geldiler… İşte o zaman şunu fark ettik, içinde bulundukları durumda birden her şeyi durdurmak ve tek bir etkinliğe odaklanmak onlar için ciddi bir efor gerektiriyordu. Çünkü inanılmaz stresliydiler. Çalışma boyunca sürekli “rahatlayın, başka şeyler düşünmeye çalışın” demek durumunda kalıyorduk. Onlar için epey zorlayıcıydı. Biz de yaklaşımımızı değiştirdik ve tek günlük bir çalışma yapmaya karar verdik. Aynı gün içinde insanlarla buluşacak, atölyeyi gerçekleştirecek ve ardından çekimleri yapacaktık.

Lyon’daki mülteci merkezine sonradan dans dersleri vermek için birkaç kez daha gittik. Onları dans stüdyomuza da davet ettik. Öğrencilerimizle tanıştırdık, iletişimimizi sürdürdük. Lyon’da olduğumuz için bu merkezle iletişimde kalmak mümkün oldu ama diğer merkezler epey uzaktı.

B. A. Başka şehirlerde miydi diğer merkezler?

S. T. Evet başka şehirlerdeydi. Fransa’nın merkezinde, Lyon’dan yaklaşık dört saat uzaklıkta.

B. A. Katılımcılar hangi coğrafyalardan ya da etnik gruplardan geliyorlardı?

S. T. Çoğu Sahra altı Afrika’dan geliyordu. Yine pek çoğu Afganistan ve Pakistan’dandı. Az sayıda İran ve Irak’tan gelenler vardı. Suriye, Kosova, Ukrayna ve Gürcistan’dan da yine az sayıda kişi vardı. Çoğunun kendi ülkelerinde tedavi edilemeyen ciddi hastalıkları vardı ve tedavi arayışındaydılar. Bazılarının hayatında travmatik olaylar gerçekleşmişti. Örneğin köyleri yakılmıştı. Kosova, Gürcistan, Ukrayna’dan gelenler daha farklı durumlardaydılar. Buradan gelenler savaştan değil genellikle mafyadan ve kan davalarından kaçıyorlardı. Çoğu babası öldürülerek yetim bırakılan bir çocuğun kan davasında -bu cinayette bir rolü olmasa da- öldürülmek üzere aranan kişilerdi. Biliyorsun kan davaları bu şekilde kuşaklar boyu sürüyor. Slav ve Balkan ülkelerinden gelen pek çok insan da mafyadan kaçıyordu.

B. A. Buralarda yaşayan mülteciler merkezlere kısa süre önce mi gelmişlerdi, yoksa uzun bir süredir mi orada kalıyorlardı?

S. T. Mülteci merkezlerinde kalanlar Fransa’ya ayak bastıklarında sığınma hakkı talep etmiş olan mülteciler. Çalışma izni alıp almayacakları genellikle 10 ila 20 ay içinde netleşiyor. Bu süre boyunca bu merkezlerde kalıyorlar. Sonuç geldiğinde -olumlu ya da olumsuz- burayı terk etmek durumundalar.

B. A. Birlikte çalıştığınız kişiler arasında reddedilip ülkelerine geri gönderilenler oldu mu?

S. T. Evet, bazıları geri döndüler. Bazıları ortadan kayboldu, nerede olduklarını bilmiyoruz. Bazıları yerleşim izni aldılar, bunların çoğu Suriyeliydi. Pek çok farklı durumla karşılaştık.

B. A. Atölye süreci ile ilgili birkaç şey sormak istiyorum. Daha önce anlattıklarından hareketle, bu çalışmayı bir tür “hediyeleşme” gibi tarif edebiliriz sanırım. En azından sizin böyle kurgulamak istediğinizi, buna özen gösterdiğinizi anlıyorum. Tek taraflı, sadece almaya odaklanan değil, vermeyi de bir o kadar önemseyen bir yaklaşımınız var. Birlikte çalışacağınız kişilerle önce bir atölye gerçekleştiriyorsunuz, ardından onlardan kendilerini “jestler” ile ifade etmelerini istiyorsunuz. Anlatmak isteyenler kendi kişisel hikâyelerini de sizinle paylaşıyorlar. Öncelikle, bu çalışmayı nasıl başlatıyorsunuz, ortam nasıl kuruluyor, bunu sormak istiyorum. İkinci sorum ise, bu süreçte özellikle hangi hikâyeler ve jestler sizin için vurucuydu? Üçüncüsü jest çalışmasına ilişkin daha sanatsal bir soru: bir jesti nasıl tarif edersiniz ve detaylara ulaşmak için nasıl bir çalışma metodu izliyorsunuz? Atölye süresince bunu nasıl deneyimlediniz? Örneğin daha net bir icraya ulaşmak için muhtemelen efor, yorum (phrasing) ve artikülasyona dair bazı yönlendirmelerde bulundunuz. Bir dansçı, dans eğitmeni ve koreograf olarak bu malzeme ile nasıl haşır neşir oldunuz? Biraz uzun bir soru oldu ama istediğin yerden başlayalım.

S. T. Aslında birbiriyle bağlantılı. Bir çemberde buluşuyoruz, ne yapmak istediğimizi epey basit cümlelerle onlara anlatıyoruz. Bazıları Fransızca biliyor, özellikle Afrika’dan gelenler. Çünkü biliyorsunuz sömürgecilik nedeniyle Afrika’daki çoğu ülkenin resmî dili Fransızca. Yani bir kısmı söylenenleri anlıyor, bir kısmı anlamıyor. Ardından birer jest gösteriyoruz ve sakin, güzel bir müzik koyuyoruz; ferahlatan, iç açıcı bir müzik… Fakat meditasyon müziği değil.

Müzik çok önemli, onu dikkatlice seçmek gerekiyor, çünkü aslında her şeyi o başlatıyor. Örneğin Phillip Glass, Eleni Karaindrou, Jan Garbarek ve Anouar Brahem gibi isimlerin eserlerini çaldık sanırım bu atölyelerde. Daha sonra kollar üzerine çalışmaya geçiyoruz. Onlardan bizimle birlikte bu hareketleri tekrar etmelerini istiyoruz. Zamanla biraz yavaşlamalarını sağlamayı başarıyoruz. Fakat bunun tamamen doğal bir şekilde gerçekleşmesi gerekiyor. Hep birlikte kollarımızı yavaşça hareket ettirirken Laurent ve ben karşılıklı, bir ayna çalışmasındaki gibi devinmeye başlıyoruz. Sonrasında bir araya geliyor ve müzikle birlikte hareket etmeyi sürdürüyoruz. Rahat bir atmosfer yaratmayı başardığımızda ne üzerine çalıştığımızı anlamaları için bazı jestler göstermeye başlıyoruz. Örneğin Laurent günlük hayatta sürekli kullanılan bir jest ya da bir hareket örneği veriyor. Laurent bu tür birtakım gündelik jestler gösterirken ben daha soyut karşılıklar üretiyorum. Örneğin duygudan yola çıkan bir hareket… Böylece farklı yerlerden yola çıkarak jestler üretebileceklerini anlıyorlar. Ardından bir çemberde buluşuyoruz ve yavaş yavaş ne tür hareketler üzerine yoğunlaşmak istediğimiz daha anlaşılır hâle geliyor. Ancak hareketleri kendimiz için istemediğimizi, bunları kendilerine verecekleri birer ifade olarak düşündüğümüzü belirtiyoruz. Başlangıçta sadece yavaş yavaş hareket ederek başlayan devinim bir süre sonra, kendileri için anlam ifade eden önemli bir şeyin ortaya çıkmasını sağlıyor.

Grubun olayı anlayamadığı bir çalışma hiç olmadı. Her zaman gruptan bir kişi aktarmak istediklerimizi harfiyen anlıyor, grup onunla iletişime geçiyor ve bilgi tüm gruba yayılıyordu. Çalışmaya iki kişi ve bir grup olarak başlıyoruz. Ancak bir saat ya da daha az bir süre içinde bir kişi çıkıyor, -Fransızca bilsin ya da bilmesin- her şeyi eksiksiz bir şekilde anlıyor ve bu noktada biz de her şeyi akışa bırakıyoruz. Zaman ilerledikçe daha da enteresan hareketler çıkmaya başlıyor. İlk hareketler daha çok katılımcıların birbirinden kopya çektikleri hareketler oluyor. Henüz bir arayış içinde oluyorlar. Fakat zamanla epey etkili şeyler ortaya çıkıyor. Bunu hissedebiliyorsunuz çünkü ortamdaki enerji değişiyor. Katılımcıların kültürel arkaplanı ne olursa olsun ortamdaki enerji değiştiğinde gruptaki herkes bunu fark edebiliyor. Yavaş yavaş bir şeylerin ortaya çıktığını görüyorlar. Herkes kendi bulunduğu yerden/seviyeden bu enerji dalgası içinde kalıyor. Bunu deneyimlemek bizim için muhteşemdi.

Dans derslerinde katılımcılar bilinçli ve istekli bir şekilde mekâna gelip çalışmaya katılırlar. Ne olacağından haberdardırlar. Dolayısıyla genellikle katılım konusunda bir sıkıntı yaşanmaz. Birden aynı ortamın burada da yakalanabildiğini fark ediyorsunuz. Bu artık üzerine çalışabileceğiniz bir şey olduğunu gösteriyor. Katılımcıların çok enteresan eylem örneklerine tanık olduk. Örneğin savaştan kaçan Suriyeli genç bir çocuk şunu gösterdi: Çocuklar ölüyor ve ardından çiçekler olarak topraktan yeniden doğuyorlardı. Afganistan’dan kaçan bir adam ütü yapıyordu, bir eteği ütülüyordu. Bir diğeri bir bebeği besliyordu. Belki de etek ve bebeklerle ilgilendikleri için yaşadıkları ülkede kalamamışlardı. Ve bunları bir güven duygusu içinde paylaşıyorlardı. Kendini ifade etmenin verdiği o his vardır ya, icralarından sonra sanki hafiflemiş görünüyorlardı. Her biri şükran duyduğunu söylüyordu. Biz özel bir teşekkürü hak ettiğimizden değil. Öyle bir ortam oluşuyordu ki bu hareketleri yapmaktan keyif alır hâle geliyorlardı, eğleniyorlardı. Çünkü hareket eğlencelidir, beden hareket etmeyi sever. Keyif için ya da sanatsal bir sebeple, ne olursa olsun herkes bunu tadabilir.

B. A. Seni dinlerken salt hareketle iletişimin imkânlarını ve ortak bir frekans yakalandığında bunun nasıl akıcı bir hâl alabileceğini hayal edebiliyorum. Tabii deneyimin yanı sıra sizin için işin bir de sanatsal boyutu var. Bununla devam edelim. Jest çalışması teknik olarak nasıl yürüdü? Yani örneğin bir kişi bir jest taslağı ile geldiğinde bunun detaylarına nasıl ulaşıyorsunuz? Onu ortaya çıkarmak için ne tür yönlendirmeler yapıyorsunuz?

S. T. Jesti bulduklarında onu korumalarını istiyoruz ve bu jesti üç defa tekrarlayacaklarını söylüyoruz. Çünkü kamera ile üç çekim yapılıyor: genel çekim, yakın çekim ve detay çekimi. Dolayısıyla aynı jesti üç kez yapmaları gerekiyor. Ya da örneğin bazılarından yüzlerindeki ifadeleri azaltmalarını istiyoruz. Bunun tiyatro olmadığını, çok fazla yüz ifadesine ihtiyaç duymadığımızı anlatıyoruz. Onun yerine ifadeyi harekete yansıtmalarını söylüyoruz. Bazen de çok hızlı icralarla karşılaşıyoruz. O zaman da biraz ağırdan almalarını rica ediyoruz. “Aynı şeyi yapın ama biraz daha yavaşlayarak” diyoruz.

B. A. Muhtemelen eylemleri gündelik hayattaki ritmiyle icra ediyorlar ve siz onlardan biraz daha yavaşlamalarını istiyorsunuz, öyle mi?

S. T. Evet, ancak bahsettiğimiz aslında dikkatlerini yoğunlaştırarak o eylemi gerçekleştirmeleri. Bizim için önemli olan bir işi yaparken yavaşlarız. Bunu anlatıyoruz onlara. İş hareketleri hariç, çünkü onların çoğu ritmik hareketler.

B. A. Bir bakıma onlara verili durumu söylüyorsunuz aslında, “çok önem verdiğiniz bir şeyi yapar gibi”. Fiziksel eylemleri de bu verili duruma göre şekilleniyor.

S. T. Evet.

B. A. Filmde ve performansta bir başka karakter daha var: Palto. Filmdeki performanslar bu paltoyu giyerek başlıyor ve çıkardıklarında sona eriyor. Gösteri esnasında da ağır kışlık paltolarla sahnedeyiz. Gösterinin içinde yer alan 12 dakikalık kesintisiz dönüş boyunca paltoyu giyiyor, çıkarıyor ve onun yarattığı ağırlık değişimleriyle oynuyoruz. Ancak bu paltolardan biri daha özel, filmde gördüğümüz, renkli ipliklerle bezeli olan… Performansta ve filmde yer alan bu objeyi nasıl anlamlandırdınız?

S. T. Palto sürgün edildiğinizde, ya da evinizi terk ettiğinizde yanınıza alamadıklarınız, arkada bıraktıklarınız… Fransızcada şöyle bir ifade vardır: “Üstünde bir gömlek kaldı.”. Yani her şeyini kaybettin. Mülksüzleşme… Paltonun üzerindeki ipliklerse bizim için buluşmalar, bıraktığımız izler… Her bir iplik arşivimiz için bize jestlerini sunan kişilerden.

(Bu noktada Laurent geliyor. Akşamki gösterinin mekân yerleşimi üzerine konuşuluyor. Sahneyi avlu içinde diyagonal bir şekilde yerleştirdiklerini öğreniyoruz. Bu Sophie için kısa süreliğine küçük bir şok yaratıyor. Kafeden ayrılıyor ve denizi görmeye, kıyıya iniyoruz. Burada biraz dinlenip öğle yemeğimiz olan sandviçlerimizi bitirdiğimizde söyleşimizin son bölümünü -deşifre ederken zorlayan ama o anda epey dinlendirici olan- dalga sesleri eşliğinde tamamlıyoruz.)

B. A. Jest üzerine bu çalışmayı tasarlarken konuyla ilgili bazı kaynaklara ya da başka sanatçıların çalışmalarına da göz attınız mı? Örneğin hareket analizi alanında kurucu bir isim olan Rudolf Laban, jest kavramına da odaklanıyor. Efor biçimlerini tarif ederek bize analiz ve yaratım için bir bakış açısı sunuyor.

L. S. Doğru, bu konu üzerine yapılmış birçok çalışma var. Ancak dans alanından bu çalışmanın bir benzerine rastlamadık henüz.

S. T. Laban iş hareketleriyle, iş yaparken kullanılan jestlerle ve iş yapmanın bu yönüyle yakından ilgiliydi. Bunu, örneğin hasat zamanı gibi, üretim dönemleriyle de ilişkili görüyordu. Çünkü böyle dönemlerde komünite çok canlıdır çünkü hareket hâlindedir. Ardından kutlama dansları gelir, beden yine hareketle beslenir.

B. A. Bu dediklerin bana geleneksel dans alanında da jestlerin önemli bir yeri olduğunu hatırlattı. Örneğin iş danslarının geleneksel dans yorumlarında… Üniversite yıllarında dans ederken ya da daha sonra Kardeş Türküler dans-müzik gösterilerinde bu tür iş hareketlerine dayanan dans sahneleri üzerine epey çalışmıştık. Hatta enteresan bir örnek olarak seninle ortak ilgi alanımız olan Yunanistan danslarından biri geliyor şu anda aklıma: Kalymnos adasından sünger avcısı dansı , “mihanikos”6.

S. T. Ne tesadüf! Benim de şimdi aklımdan o dans geçmişti.

B. A. Jest, teatral dans alanı için de önemli bir kaynak. Çağımızın koreograflarından Anne Theresa de Keesmaker prodüksiyonlarında jestlerin bir ritim yapısı içindeki tekrarından faydalanarak etkili sahneler kurguladı. Pina Bausch eserlerinin çoğunda gestusa7, toplumsal bir durumun altını çizen jestlere odaklanıyordu. Ayrıca metin ve jesti bir araya getiren pek çok çağdaş örnek de sayılabilir: Sidi Larbi Cherkaoui ve Akram Khan’ın “Zero Degrees” eseri, NDT’nin oldukça etkileyici çalışması “Statement” ve fiziksel tiyatro topluluğu DV8’in “Can We Talk About This” serisi ilk akılma gelenler…

Bir jest çok sade ve basitçe icra edilebileceği gibi ritim, artikülasyon ve efor bakımından çok zengin ve ayrıntılı da olabiliyor. Hâliyle dans alanında çalışanlar için ilgi çekici bir malzeme oluşturuyor. Hazırladığınız belgeselde de katılımcıların icraları epey detaylı ve etkileyiciydi. Bu gösteri için hazırlanırken onların size bıraktığı jestlerden bazılarını öğrenmek benim için de iyi bir deneyim oldu. Sadece ellerini taklit etmeye çalıştığımda zorlandım. Teknik zorlanmanın ötesinde tavır olarak onların uzağında kaldığımı hissediyordum. Ancak yaklaşımımı değiştirdiğimde ve kendimi onların yerinde hayal etmeyi denediğimde bir şeyler ortaya çıkmaya başladı. Atölyenin yaşayan, organik bir malzeme ortaya çıkardığının bir kanıtı bu bence.

Sanırım vaktimiz doldu, söyleşiyi burada tamamlayalım mı? Sevgili Laurent ve Sophie, ikinize de çok teşekkür ediyorum.

S. T. Biz teşekkür ederiz. O zaman artık gösterimiz için Ville de Charite’ye gitmeye hazır mıyız?

Laurent & Banu. Evet!

2 Bu çalışma 2018 yılında Anou Skan’ın 25. yıldönümü için organize edilen etkinlikte de sergilenmişti:

https://www.youtube.com/watch?v=C_jRY_P4AgM

3 Söyleşiyi İngilizce gerçekleştirdik. Sophie Tabakov söyleşi boyunca Laurent Soubise ve benim için Fransızca ve İngilizce çevirileri yaptı.

4 FITE (Festival International des Textiles Extra Ordinares – Uluslararası Sıradışı Tekstil Festivali) dünyada tekstile bir sanat alanı olarak odaklanan tek festival. Fransa’da ve yurt dışında her yıl gerçekleşen festivalin yürütücüleri festivalin insan haklarını savunan bir yaklaşıma sahip olduğunu belirtiyor. Anou Skan’ın Jest Arşivi projesi de yer verdikleri objeler ve el yapımı kostümleriyle festival kapsamında ağırlanmıştı.

5 Beden üzerine çalışan Fransız araştırmacı Danis Bois’nın 80’lerde geliştirdiği bir yaklaşım olan fasya terapi bedenin bağ dokusundaki tıkanıklıkları açmaya odaklanıyor. Bois’nın fasya terapi metodunda çeşitli hareket serileriyle bedenin bölümleri birbirine bağlı şekilde hareket ettiriliyor (bkz: https://youtu.be/0qlcAwhbJH4). Bağ dokusu olarak da adlandırılan fasya, bedende hareket ile oluşan kuvvet ve enerjinin iskelet sistemine zarar vermeyecek şekilde dağılmasını sağlayan, hareket esnasında bedenin farklı bölümleri arasındaki bağlantıyı kuran ve tüm bedeni kaplayan bir ağ olarak düşünülebilir. Kas, kemik, kıkırdak ve ligamentler de bu ham maddeden oluşur. (bkz. Frey Faust, http://axissyllabus.org/resources/fascia-a-perspective)

6 Mekanik dans anlamına gelen mihanikos, Yunanistan’ın Kalimnos adasından geleneksel bir dans formu. Bir sıra hâlinde icra edilen sirto dans formu içine yerleşen bir solo danstır. Dalarak yapılan sünger toplayıcılığının sebep olduğu dekompresyon hastalığının bedende yarattığı kesikli hareket biçimi taklit edildiğinden mekanik dans olarak adlandırılır. ( bkz. https://folkdancefootnotes.org/dance/a-real-folk-dance-what-is-it/1st-generation-dances/mihanikos-sponge-diver-dance-kalymnos/)

7 Brechtyen tiyatro kuramının temel kavramlarından biri olan gestusun kelime anlamı sözle ya da hareketle ifade edilen tavırdır. Brecht gestusu toplumsal değer taşıyan jest olarak tanımlamıştır. Buradaki jest oyuncunun duruşunu, oturuşunu, ses tonunu, mimiklerini vb. de kapsar. Pina Bausch’un eserlerindeki kullanımı üzerine iki yazı için bkz. http://www.mimesis-dergi.org/2012/01/gestus-pina-bauschun-anisina-1/.