Depremde anne, babasını ve yakınlarını kaybederek refakatsiz kalan ya da ailelerinin haber alamadığı çocukların durumu bir süredir Türkiye’nin gündeminde. Bu çocukların organ mafyası, insan kaçakçıları tarafından kaçırılmış olabileceği duyumları kamuoyuna yansıdı. Bir kısmının tarikat ve cemaatlere verildiği yönünde kurumlara gelen ihbarlar hem haberlere konu oldu hem de hukuki suç duyuruları yapıldı.

Çağdaş Hukukçular Derneği, İstanbul Beykoz’da depremzede çocukların tarikat ve cemaatlere verildiği yönünde bir ihbar aldı, bu konudaki delilleri toplayıp Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan da açıklama talep etti. Benzer ihbarlar alan Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği de depremde enkazdan çıkarılan çocukların yakınlarına ya da ailelerine teslim edilmediğini gündeme getirerek Antalya Adliyesi’ne çocukların kaçırılması ve hürriyetlerinden yoksun bırakılması gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. “Depremzede olan refakatsiz 60 çocuğumuz nerededir? Refakatsiz çocuklarımız, tarikat olduğu tespit edilen villalara neden yerleştirilmektedir? Bakanlık, refakatsiz depremzede çocuklarımızın kaçırılmasına göz mü yummaktadır?” diye soran dernek Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan açıklama talep etti. Bakan Derya Yanık yaptığı açıklamada 1.788 refakatsiz çocuğun 1.225’inin ailesine teslim edildiğini söyleyerek çocukların herhangi kişi ya da kuruluşa, STK’ye verilmesinin söz konusu olmadığını söyledi. Her iki derneğin suç duyurusu kabul edilmeyerek takipsizlik kararı verildi. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği başkanı Müjde Tozbey ise çocukların bilerek ve isteyerek devlet tarafından tarikatlara teslim edildiğinin ve bunun yasadışı olduğunun altını çiziyor.

DW muhabiri gazeteci Alican Uludağ bu ihbarların peşine düşerek Sakarya’da dokuz depremzede çocuğun, annelerinin yanından alınarak müftülüğe ait olan ve işletmesi İsmailağa Cemaati’ne bağlı bir vakıf tarafından yürütülen bir yatılı Kur’an kursuna verildiğini ortaya çıkardı. Alican Uludağ’ın GAİN Haber’e yaptığı açıklamaya göre AFAD, Antep’ten anneleriyle gelen 48 çocuğu Sakarya Müftülüğü’ne yönlendiriyor. Gelenler arasında 12 yaşından büyük dokuz oğlan çocuk var. Müftülük 12 yaşından büyük oğlan çocuklarının anneleri yanında olsa da diğer depremzede kadın ve kız çocuklarıyla kalmasını dînen uygun bulmuyor. Bu nedenle ‘erkek’ muamelesi gören dokuz oğlan çocuk annelerinin yanından alınarak başka bir yere yerleştiriliyor. Alican Uludağ’ın, bütün görüşme talepleri yanıtsız kalırken bu depremzede çocuklara ne olduğu bilinmiyor. Travma yaşayan çocuklar annelerinden de koparılıp belki de hapis hayatına mahkûm ediliyor.

Adıyaman’da Menzil tarikatına ait Buhara Evleri’nin sosyal medya hesaplarından verilen bilgilere göre 3.850+ yetişkin ve 1.100+ çocuk bu evlerde kalıyor. Birgün Gazetesi’nden İsmail Arı, depremzede çocukların tekbir işareti yaptığı, asker ve polisin Menzil şeyhi karşısında el pençe durduğu fotoğrafların da yer aldığı bu paylaşımları haberleştirdi. 1.100 çocuğun kaçının ailesi yanında, kaçının tek başına olduğu, bakanlığın bunu takip edip etmediği bilinmiyor. Çıkan haberler üzerine açıklama yapan Bakan Derya Yanık, haberi ihbar kabul ederek Adıyaman’da inceleme yaptıklarını, çocuklarının anne veya babalarıyla birlikte olduklarını ve devlet korunmasına ihtiyacı olan refakatsiz depremzede bir çocuğun orada bulunmadığını tespit ettiklerini açıkladı. Refakatsiz çocukları üçüncü bir şahsa vermelerinin söz konusu olmadığını tekrarlayarak haberlerin bakanlığı yıpratmak üzere kasten yapıldığını söyledi. HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu bu konuda verdiği soru önergesinde depremzede çocukların durumu üzerine detaylı sorular sordu.

Hatırlanacağı gibi depremin ilk günlerinde de Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan depremzede çocukları evlat edinenlerle evlatlık arasında evlenme engeli olmadığına dair skandal bir açıklama gelmişti. Tüm bu gelişmeler depremzede çocukların nasıl bir tehlike altında olduğunu gösteriyor. İnsanlar gidecek bir yer bulamadıkları için cemaatlerin evlerine sığınmış durumda ise devletin ve sivil toplumun buraları yoğun bir şekilde denetlemesi gerekir. Ancak tarikat ve cemaatler deprem bölgelerinde de adeta devletin yan kolu gibi çalışıyor hatta depremin yıkımına yetişemeyen devlet yetkilileri cemaatlerden yardım istiyor, Kızılay kendi sağlaması gereken ihtiyaçları cemaatlere yönlendiriyor; depremzedelerin beslenme ihtiyacını karşılamak için Menzil Cemaati’nin Beşir Derneği, Nur Cemaati’nin Hayrat Derneği, Deniz Feneri Derneği ve İHH ile işbirliği yapıyor. Bu ilişkiler ağı içinde tarikat ve cemaatlerle temas eden depremzede çocukların neler yaşadığını bilmek daha da zorlaşıyor.

Depremin ilk gününden beri devletin de yönlendirmesiyle pek çok tarikat ve cemaat deprem bölgesine üşüştü. Bu tarikat ve cemaatlerin büyük deprem felaketi karşısında depremzedelere yardım etmeye çalıştığı, dindar insanların gönüllü olarak bu yapılara ait yerlerde kaldığı, bu nedenlerle bu yardım çalışmalarının eleştirilmemesi gerektiğini söyleyenler olabilir. Bu fazlasıyla iyi niyetli ve olası tehlikelere göz kapatan bir yaklaşımdır. Tarikat ve cemaatler, vakıf, dernek çatısı altında devletin izniyle resmi kurum olarak faaliyet yürütürlerken pek çok insan dini endoktrinasyona maruz kalıyor. Bu dernek ve vakıfların bir kısmı üzerinden Suriye’deki savaşa kaynak aktarıldığı biliniyor. Kadın ve çocuklara yönelik istismar, şiddet, taciz ve tecavüz suçlarıyla sıklıkla gündeme gelen tarikat ve cemaatler deprem bölgesinde denetimsiz bir şekilde faaliyet yürütüyorlar.

Deprem felaketi, çocuklarla ilgili yıllara yayılabilecek başka felaketleri de beraberinde getiriyor. Depremin etkilediği coğrafya Türklerin yanında Arap, Kürt, Ermeni, Alevi, Hıristiyan nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir coğrafya. Bu olaylar Dersim katliamı sonrası yaşananları da hatırlatıyor. Dersim katliamı sonrasında da binlerce çocuk refakatsiz kalmış, Türk-Sünni aileler tarafından devşirilip kültüründen uzak, hatta Kürtleri ve Alevileri düşman görecek şekilde yetiştirilmişti. Dersim katliamının ganimeti olarak el konan bu çocuklar gibi refakatsiz kalan depremzede çocuklar da aynı muameleyi mi görecek? Bu bölgeyi Kürtsüzleştirme, Alevisizleştirmeye dönük devlet politikaları uzun yıllar devam etti. Deprem sonrası dönem aynı politikaların uygulanması için kullanışlı mı görülüyor?

Tarikat ve cemaatlere bağlı vakıf ve derneklerin elinde bulunan çocuk meselesi, üzerine ciddiyetle eğilinmesi gereken bir konu. Gazetecilerin, kadın ve çocuk hakları savunucularının, sivil toplum kurumlarının sürecin takipçisi olup depremzede çocuklar için alternatifler geliştirmesi gerekiyor. Aksi halde bu yapıların çocukları devşirip, kendi dini anlayışları çerçevesinde yetiştirip kullanacaklarını tahmin etmek zor değil.