Dr. Okan Ö. Cinemre

Öncelikle davetiniz için teşekkür ediyorum. İlk paneldeki kadın-erkek konuşmacı eşitsizliğini bu oturumdaki tek erkek olarak benimle telafi ettiğiniz için düzenleyici arkadaşlarımı kutluyorum. Bunu benim için birinci ayrıcalıklı durum olarak kabul ediyorum. İkincisi, sanıyorum katılımcı ya da konuşmacı olan herkes İstanbul’da yaşıyor değil mi? Var mı dışarıdan gelen? 800 kilometre yoldan gelen tek kişi ben olduğum için galiba azıcık uzun konuşabilirim. Üçüncü olarak sormak istediğim şey, burada sosyal bilimler veya sanat alanında uğraş gösteren veya okuyanlar haricinde benim gibi pozitif bilim alanında olan kimse var mı? Bir kişi mi var? Çok mutlu oldum. Şimdi bu üç sebep konuşma süremi uzatma şansım olur umarım.

Sabahki panelde, amatör sanatı kavramsallaştırma kısmında da değinmiştik; bazı şeyleri soyut anlamda konuştuğumuzda ayakları yere basmıyor. Bu panel işte o ayağı yere bastıracak deneyimleri içeriyor. O nedenle de çok değerli. Tabi burada uzun uzun tartışılacak çok temel bazı sorular var ama açılış konuşmasında bir söz vardı. Ben onu hemen not ettim. Seyirci ile doğrudan ilişki kuran kitlesiyle iç içe geçen aydın organik aydındır dendi. Önemli bir tanımlama. Ben de kitlesiyle iç içe geçen bir yapıyı anlatacağım sizlere.

Biz sanatı ne için yapıyoruz sorusuyla yola çıkıyoruz ve bunun üzerinden birçok tartışma yürüyor. Amatör sanat nasıl tanımlanır, profesyonel sanat meslek mi değil mi? Onlarca şeyi tartışabiliyoruz. Buradan bir gelir elde ediyor muyuz, etmiyor muyuz, hangisi amatör hangisi değil, bunun ayrımı hala bir standarda oturtulabilmiş değil. Çünkü çoklu değişken verileri olan bir alan burası. Yani nereye kadar ne amatördür? Mesela 30 yıllık bir oyuncu da çok amatör bir ruhla ve içselleştirerek mesleğini yapıyor olabilir mi? Bir kuruş para almadan çalışan insan? Evet, o da amatör tanımına konabilir. Ama gerçekten üzerinde konuşulması ve tartışılması gereken bir şey. Bu toplantıda dikkatimizden kaçmış olan veya belki de ilinti kurmakta zorlandığımız bir alan var arkadaşlar. Ben işin biraz o tarafındayım aynı zamanda. Beyin ve sanatın birlikteliğinden, zihin ve bilinç oluşumundan bahsetmek istiyorum.

Biz sanatı bir politik argüman olarak kullanıyoruz veya topluma bilinç aktarımını yaygınlaştırmak için bir araç olaraktan kullanıyoruz. Kendi keyfimiz ve eğlencemiz için de kullanıyoruz ama aslında özünde biz bir bilinç, bir zihin oluşturmak için kullanıyoruz. Yani ilkel toplumlardan günümüze kadar bizimle sanat. Düm tek tek ritmiyle başlayan yol, bugün Diler’in o vurmalı enstrümanlarla muhteşem işler yaratmasına kadar gidiyor. Dolayısıyla toplumsal, sosyal bilinç oluşması ve oluşturulması da bir nörolojik süreç. Yani biz burada ne yaparsak yapalım, ne eylersek eyleyelim sanat aracılığıyla toplumu bir günde, üç günde, beş günde dönüştürme şansımız olmayacak. 1900’lü yıllarda da amatör sanat yapanlar vardı. Cumhuriyetin kurulduğunda da amatör sanat yapanlar vardı, hala da var. Az önce hocam anlattı doksanlardan bugüne getirdi. Yani bu gerçekten çok uzun bir süreç ve hala devam ediyor. İnsanın sanata bir bilinç oluşturmak için ihtiyacı var. Temel neden bu işte; mimesis yani yani taklit etmek, dramatizasyon yani öykünmek. Ayna nöronlar ile yeni nöronal bağlantılar oluşturmak. Önemli bir şey bu insan olabilmek için. Sadece lafta olan, teoride kalan bir şey değil bu. Günümüzde beyindeki aktif alanlar fonksiyonel MR görüntüleme ile de gösteriliyor. Ben bir beyin cerrahıyım. Ameliyatlar yapıyorum, beyne dokunuyorum, onu görüyorum. Bunun fonksiyonlarıyla ilgileniyorum ama öte taraftan da yıllardır sahnede de bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Dolayısıyla bu ikisi arasında bir ilintinin kurulması gerekiyor. Hani tanımlama anlamında belki net karşılamayabilir ama manevi ya da ruhsal dünya ile maddi yani bizim bildiğimiz o bilimsel metodolojinin oluşturduğu bilimsel bilginin oluşturduğu yılların süzülerek ve kuşaktan kuşağa aktararak getirdiği beynin fonksiyonları içinde bir yerde bu bizim yaptığımız. Bunu her bireyin yapmasına ihtiyacımız var. O nedenle sanat herkesin deneyimleyebileceği bir şey olarak amatör kalmalı. Bu şekilde sanat, hayatının bir bölümünde her insanın uğraşabileceği bir nesne olarak orada duruyor. Biz bunu ne için, ne amaçla kullanacaksak kendimiz seçiyoruz. Tercihlerimize amatör profesyonel gibi ayrımlar yapıp bunu anlamaya, teorize etmeye çalışıyoruz.

Şimdi bakış açısının belirleyiciliğine geleceğim ama önce biraz kişisel deneyimlerimden bahsetmekte fayda var. Üniversite yıllarında aynı buradaki birçok genç arkadaşım gibi tanıştım tiyatroyla. Az önce sahnede oyunu izlerken gerçekten çok duygulandım. Çünkü kendimi bir an bu sahnede gördüm. Ben Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesi’nde okudum, olanakların son derece kısıtlı olduğu bir şehirdi. Tam ‘80 sonrası dönem, yoğun bir baskı ortamı. Bugün bir baskı var ama çok ciddi fiziki bir baskının da olduğu, hatta giderek gericileştirilen, giderek politik ayrımları keskinleştirilen ve nihayetinde Madımak olaylarına varan sürecin yaşandığı bir şehirde öğrenciydim. Bu ortamda bir şeyler yapmak için buluşmuş insanlarla beraberdik. Anadolu Sanat Ortamı (ASO) diye bir kurum vardı. Amatör bir gruptu bu ve yaklaşık 7 yıl önce Sivas Deneme Tiyatrosu olarak kurulmuştu. Sonrasında ASO olarak devam etti. Buradaki insanların hemen hemen hepsi amatördü. Hatta tiyatro ve oyunculuk bölümlerinden olan kimse yoktu. Kentte yaşayan insanlardı ve bir kısımda öğrenciydi. Oyun çalışırdık. Oyun çıkma aşamasında kapı bir açılır, bir bakarız Harun gelmiş. Sanayide bir yedek parçacı dükkânı var. İsteğiniz var mı? Oyun çıkarıyormuşsunuz eksikler var mı? Diye gelir sorar. Biz bir liste veririz gider. Ondan sonra Ahmet abi gelir mesaiden çıkmıştır. Demiryollarında işçi. Oyun çalışıyormuşsunuz kardeşim karnınız acıktı mı, borcumuz falan var mı diye sorar. Masrafları karşılar, borçları kapatır. Adem Abi gelir ve götürülecek, getirilecek bir şey var mı diye sorar, çünkü arabası olan tek kişi odur. O zaman Sivas’taki Anadolu Sanat Ortamı, halk oyunları, müzik, halk müziği, tiyatro gibi sanatsal etkinliklerin yanında kente dair sunumların olduğu bir yerdi. Bugün anlatacağım Baküs fikri zihnimde hep bir yerlerde duran ASO’yu yeniden var etme arzusundan çıkmıştır. En azından ismen ve mekân olarak olmasa dahi, başka bir yerde, başka bir kentte, bu evrende bir yerde o ruhun yaşaması gerekiyor diye düşündüm. Sonrasında benzer deneyimleri Ankara’da asistanlığım sürecinde de yaşadık. Genç Anadolu Çevresini kurduk. Libya Caddesi’nde bir apartman altında yer tuttuk. Orada benzer çalışmalar yaptık. Sonra Mamak Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nu oluşturduk. Dikimevi’ndeki eski konservatuvar binası ki, nice insanlar mezun olmuştur, orası nikâh salonuydu. Benim gibi birkaç kafası çatlak arkadaşla beraber oraları temizledik, düzenledik, sahne haline getirdik ve üretmeye başladık. Mesela, “ekmek arası tiyatro” yapıyorduk, belediye işçileri öğle arası yemek yerken biz yemekhaneye gidiyorduk doğaçlama gösteriler yapıyorduk. Yarım saat boyunca onlar yemeklerini yerken biz de orada oyun oynuyorduk. Bunlara ihtiyacımız var. Bu sürecin neresinden tutarsak her zaman insanlık için ve biz sanatçılar için bir kazançtır. Eğer karşındakini tanımazsan ve tanımlamazsan somut bir ilişki kurup dokunmazsan, onunla bir temas kurmazsan yani hayatı dramatize etmezsen bir diğerini anlama diye bir şeyimiz olamaz.

Politik olarak bir yerde durabilirsiniz, görüşleriniz, fikirleriniz vardır. Onlarca sayfa yazı yazabilirsiniz, bunları yayınlayabilirsiniz. Dergiler çıkarırsınız vesaire, ama bu kime, ne kadar, neyle ulaşıyor sorusu hep havada kalacaktır. Maalesef bilinç dediğimiz şey, yani beynin oluşturduğu zihin kavramını var etmek kümülatif bir süreç.  Aynen biyolojik evrim gibi, sanat aracılığıyla soyut düşüncenin evrimi için bunları yapmak, inat etmek, ısrar etmek ve çaba göstermek gerekiyor. Bu konu üzerine daha detaylı umarım yine konuşuruz.

Şimdi biraz Baküs’ten bahsedeyim. Antalya, hepinizin deniz, güneş, kum, şiş köfte ve piyazı ile bildiğiniz nadide bir kentimiz. Ben oralı değilim. Ama 23 senedir o kentte yaşıyorum ve hayatımı bu kentte devam ettirdim. Tiyatro anlamında veya kültür sanat anlamında bir kısırlığı vardı. Antalya’nın Devlet Tiyatrosu var, şehir tiyatrosu var. Seyirci alışmış ve oyunlar dolu oluyor. İkisinin de kendine özgü bir teatral bakış açısı ve yolu var. Üçüncü bir alternatife son derece yabancı ve uzaktı Antalya’nın izleyici kitlesi. Büyükşehir olmasına rağmen entelektüel anlamda veya sanatsal anlamda seçenekleri sınırlıydı. Çünkü kent hakikaten çok güzel. Canınız başka hiçbir şey yapmak istemiyor. Şimdi kim uğraşacak, oyun okuyacaksın, ekip oluşturacaksın bir sürü emek.

Kuruluş sürecinin başlangıcını kısaca anlatmam lazım. Hastanedeki birkaç hekim arkadaşımızla beraber oluşturduğumuz Akıl Yolu Düşünce Topluluğu adını verdiğimiz bir grubumuz var. Burada bilim ve felsefe toplantıları, sunumları yapıyorduk. Sonraları bu memleket nereye gidiyor, akıldan bilimden iyice uzaklaşıyor, daha fazla etkinlikler yapmamız, yaygınlaştırmamız ve özellikle gençlere ulaşmamız lazım diye düşündük. İl halk kütüphanesiyle ortak bilim şenliği yaparak bir proje oluşturduk. Bu proje kapsamında bilim insanlarının yaşamlarını radyofonik otobiyografik öyküler haline getirdik. Sonrasında bunları Evrim Ağacı sayfalarına gönderdik. Benim adımla Evrim Ağacı sayfalarında ararsanız görebilirsiniz. 25 bilim insanının otobiyografileri metin halinde ve aynı zamanda tiyatro sanatçıları tarafından seslendirilmiş durumda mevcut. Oyuncu arkadaşlarımın bilim etkinliğine verdiği katkı ve özellikle gençlerin ilgisi bir yerimiz olsun motivasyonunu doğurdu. Bir şekilde yola çıkıp bir ortak bütçe oluşturalım ve Baküs’ü kuralım diye ekibe önerdim. Sanatı ve bilimi biz bir araya getirelim istedik. Çünkü bu iki şey çok önemli. Biri metodoloji, yöntem öğretirken öbürü soyut zihnin ürünlerini farklı araçlar kullanarak sergilememizi sağlıyor. Ülkemizde giderek kaybettiğimiz bu bağlantıdır. Hani ülke çığırından çıktı, aklımızı oynatacağız diyoruz ya işte bu nedenle kaygılanıyoruz, çünkü bu iki alanı bir araya getirmekte zorlanıyoruz.

Bu şehirde yaşayan, çalışan, üreten insanların düşünsel ve eylemsel birikimleriyle gelişecek bir alan yaratarak, kültürel toplumsal bellek oluşturacak mekân ihtiyacını fark ettik. Sanatsal üretim biçiminin, ortaklaşmış yaratıyla şekillenerek, deneyim aktarımına imkân sağlıyor olmasını ve çok sesli, çok renkli halk kesimlerini buluşturmaya hizmet etmesini istiyorduk. Kent halkının maddi ve manevi desteğiyle varlıklarını sürdüren bu sahnelerin yepyeni bir dayanışma kültürünün oluşmasına ciddi katkıları olacağına inanarak yola çıktık.

Baküs, Bahçelievler semtinde kuruldu. Orada bir apartmanın giriş katında Bahçeli Kültür Sanat adı, kısaltması olan Baküs’le de çok güzel örtüştü. Biliyorsunuz Diyonisos’un Roma mitolojisindeki karşılığıdır Baküs. Yaşamın simgesi, bereket, eğlence, tiyatro, yenilenme tanrısı. Amacımız bu kentte yaşayan insanlarla birlikte bir şey üretmek, toplumu bir arada tutabilecek ve bir araya getirebilecek kanallar yaratmak, akademisyenlerle öğrenciyi veya mahallede yaşayanlarla oraya dışarıdan geleni bir araya getirmekti.

Bizim normal oturma düzeninde 45 kişilik bir sahnemiz var. Tekerlekli ve hareket edebilen banklarımız, sandalyelerimiz ve küçük bir çerçeve sahnemiz var. Bu hareketli banklar bize farklı biçimde sahne kullanımı için avantaj sağlıyor. Dolayısıyla, tam bilinen anlamıyla bir black box (kara kutu) tiyatro. Bankları çevirdiğimiz zaman karşılıklı kullanabiliyoruz ve meydan sahne olabiliyor. Sanattan para kazanılır mı diyoruz ya hani, 40 kişilik bir sahnede ne kazanacaksınız? Şu an 75 liraya, 100 liraya bilet satılıyor. Buradan bir kazanç elde etmek mümkün değil. Eğer bunu gelir elde ediliyor olarak kabul edersek, amatör ve profesyonel ayrımında tartışılabilir mi mesela? Biz insanlarım birbirini dinleyeceği, anlayacağı ve buluşacağı bir yer, bir mekân oluşturmak için yola çıktık ve bu özelliğiyle Antalya’da ilk diye gururla söyleyebilirim. Gerçekten 2019 yılına kadar bu şekilde kapsamlı ve çok yönlü program yapan herhangi bir yapı veya kurum yoktu. Şu anda en az 5-6 tane benzeri kurum var.

Peki bu aylık programlarda biz neler yaptık? Bileşenler oluşturduk. Doğa bilimleriyle uğraşan arkadaşları çağırdık. Yanımıza sinemacıları çağırdık. Farklı alanlarda uğraşan insanları davet ettik. Bu şekilde aylık programlar halinde ilgi alanlarına göre etkinlik takvimleri oluşturduk. Özellikle üniversite çevresinden genç arkadaşlarımızın gönüllü emeği ve katılımı çok yoğun olmaya başladı. Güzel sanatlarda ve konservatuvarda tiyatroda okuyan arkadaşlarla bir ekip oluşmaya başladı. Onlarla kolektif üretimle ve tam anlamıyla bağımsız bir tiyatro olabilmek için oyunlarımızı kendimiz yazmaya, yönetmeye, teknik uygulamaları kendimiz yapmaya başladık. Benim orada arkadaşlarımdan istediğim, bu 24 kanallı kumanda panelini herkes kullanmayı bilecek. Işık, ses, makyaj, dekor ne varsa ortak emek olacak. Bugün Baküs’e gittiğinizde sürekli değişen, gelişen bir iş bölümü yapılanması vardır. Hep birbirimize devrederiz. Çünkü herkes her şeyi bilir. Yani bir oyunda gişede duran kişi, öbür oyunda kantindedir. Kendi oyununda ise bir önceki oyunda oynayan arkadaşımız gişede durabilir. Yani temizliği dahil, tüm ihtiyaçlar kendi içinde kendi dinamikleriyle karşılanır. Arkadaşlarım sosyal medya üretiminden, afiş hazırlamaya, tanıtım filmleri çekmeye kadar her şeyi şu anda kendileri yapabilir hale geldiler.

Farklı etkinlikler yapmaya çalıştık. Mesela komedi sinemasını tartıştık, film gösterileri yaptık. Antalya radyosunda program yapımcısı olan arkadaşları davet ettik. Onlarla canlı radyo, müzik tarihi programlarını sahnede yaptık. Hep mikrofona konuşan kişiler ilk defa yüz yüze insanlara karşı program yaptılar. Antalya’da yapılmamış belki Türkiye’de örneği olmayan bir şey oldu. Yine kentte yaşayan insanlara kentin tarihiyle ilgili sunumlar yaptırdık. Kendi yazdığımız oyunların haricinde hazır yazılı metinli oyunlardan farklı örnekleri Antalya’ya getirmeye çalıştık. Örneğin Kürklü Merkür’ü çalıştık, biliyorsunuz önde gelen bir in-yer-face tiyatro örneğidir. Antalya’da hiç şimdiye kadar yapılmamıştı. Yine senfonideki arkadaşlarımızla oda konserleri yaptık. Sanat müziği ile ilgilenen insanların oluşturduğu gruplara konser verme olanağı sağladık. Halk müziği alanında çalışan, Antalya yöresinde derlemeler yapan Emre Dayıoğlu’nu dinledik. Oyunlarımızda, konserlerde semtimizdeki başka inisiyatiflerle, etüt merkezleriyle ve dezavantajlı gruplarla çalışan kurumlarla ortak işler yaptık. Çocuk oyunları ve çocuklarla bilim etkinlikleri, masal-öykü anlatımları düzenledik. Baküs film laboratuvarı başlığı altında sinema gösterimleri ve atölyeleri yaptık. İşçi filmleri festivalinde görev aldık ve gösterimlere salonumuzu açtık.  Bilim ve felsefe toplantılarına devam ettik. Mesela bir evrim sempozyumu yaptık. Üniversiteden beş hocamızı o küçücük mekânımızda ağırladık. Orada gün boyu her yönüyle ele aldığımız bir evrim sempozyumu yaptık. Yine Baküs sosyal kapsamında feminist gruplarla söyleşiler düzenledik. Vegan topluluklarla iş birliği ile etkinliklerimiz oldu. Farklı gruplara yer ve mekân sağladık. Belgesel gösterimleri yaptık. Sosyal medya sayfasında yaptığımız birçok etkinliği bulabilirsiniz.

Geçen sezon Yeni Tiyatro dergisi jürisi geldi. Bizi izledi ve iki oyunumuza ödül verdi. Gömücüler ve Bazı Detaylar oyunumuza yeni nesil tiyatro ödülü verildi. Deneysel tiyatro alanında farklı tarzları cesaretle deneyimleme iradesini gösteren bir tiyatro olarak ödül aldık. Bu da ayrıca gurur verici.

Son olarak Türkiye’de benim daha önce rastlamadığım kısa oyunlar festivali olarak tanımlayabileceğimiz, ‘Kısa Kısa Fest’ yaptık. Ekip olarak yazdığımız 14 kısa oyunu bir hafta boyunca Kısa Kısa Fest adı altında seyirciyle buluşturduk. Eğer önümüzdeki sene becerebilirsek bunu ulusal bir organizasyon olarak yapmaya çalışacağız.

Süremi çok aştım, beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.