Bercuhi Berberyan

Konuşmama rahmetli eşim Arto Berberyan’ın amatörlük tanımını yaptığı sözleriyle başlamak istiyorum. Arto Berberyan derdi ki; “Amatör olanların icra ettikleri sanat dalında çok daha dikkatli ve kusursuz olmaları gerekir. Zira amatörlük adam sendecilikten ve uydurukçuluktan doğacak hataları kabul etmek değildir.” Biz bu sözleri kendimize düstur edindik ve yıllarca bu şekilde çalıştık.

Bu anlayışı kitabımın ön sözüne de koyduk. BGST yayınlarından çıkan ‘İster Ağla İster Gül Sahne Tozu Anılarım’ isimli kitabımda, çalıştığımız amatör tiyatro yıllarını toparlayıp anlattım. Bu kitabı bugünkü konuşmam için yanıma kaynak olarak aldım. Unuttuğum bir şey olursa oradan bakacağım. Başka bir konuşma notu hazırlamadım. Sonuç olarak ben ruhu her daim amatör olan bir insanım. Her konuyu amatörce yapan emekli bir öğretmenim, iyi ki ruhum böyle. Çünkü amatörler yüreklerini avuçlarında tutarlar, daima yürekleriyle iş yaparlar, inanırlar ve inandıkları şeye, eğer iyi sunuyorlarsa, sizleri de inandırırlar. Ben büyük bölümü ana sınıfları olmak üzere, 20 yıl ilk okul öğretmenliği yaptım. Küçük çocuklarla başladım ve benim sınıfımdan geçen çocukların birçoğu bir sanat dalında ilerlediler. Birçoğuyla hala görüşüyorum. Hatta bazılarıyla aynı sahneyi paylaştığım da oldu. Resim de yapıyorum, amatörce yapıyorum. Kitap da yazıyorum, amatörce yazıyorum.

Amatörce ne demek? Para kazanmamak demek. Bu kelimenin acemilikle bir tutulmasından nefret ediyorum. Aman canım amatörce bir işti denmesinden nefret ediyorum. Acemilik başka bir şey, amatörlük başka bir şey. Biz para almıyoruz çünkü amacımız para kazanmak değil. Amacımız yaptığımız şeyi güzel yapmak ve hissettiğimiz şeyleri aksettirebilmek. Bana bir gün bir dostum “Sen amatörce yaşıyorsun galiba.” dedi. Evet, amatörce yaşıyorum, günübirlik. O yüzden de bu konuşmam için not almadım.

Ben amatörlüğü diğer sanat dallarını bir kenara bırakarak tiyatro özelinde ele almak istiyorum. 1970’lerden beri tiyatro hayatımın içinde yer alıyor. Ermenilerin genlerden gelen bir tiyatro eğilimi olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki tiyatro hareketi de biliyorsunuz Ermenilerin öncülüğünde başlamıştı. Tiyatro Ermenilerin alanıydı.  Hatta sahneye çıkabilmek için Ermeni taklidi yapanlar bile olurdu. Öğrencilik yıllarımdan itibaren derneklerde öyle nitelikli amatör oyunlar izlerdik ki… Bana çok sık sorulan bir soru da Ermenice oyun yapılıp yapılmadığı. Çok önceleri, ben çok gençken hatta çocukken yapıldığını hatırlıyorum. Her biri kontrolden geçiyordu. Biz oyunlarımızı hazırlayıp emniyete sunardık. Hepsi bir bir incelenirdi. Kumpanyayı yönettiğim yıllarda oyunların çevirisini ben yapardım. Aynı zamanda Türkçe harflerle Ermeniceleri de yazardım ki başka bir şey çevirdim sanılmasın.

Berberyan Kumpanyası’na 1970’lerde başladık biz. Bundan 10 yıl öncesine kadar da sürdürüyorduk. Kitabımda, az önce de baktım,175 tane oyun hakkında yazmışım. Burada bunların hepsini anlatmam elbette mümkün değil. Benim tiyatroya bulaşmam eşim sayesinde oldu. Rahmetli eşim Arto Berberyan çok önemli bir tiyatro insanıydı. Türk tiyatrosunda da yıllarca çalıştı. Aslında dekor/kostüm mezunuydu, ama ruhu tiyatrocu olduğu için, tiyatroyu da o zaman çok faal olan derneklerde amatörce sürdürdü. Hem yönettiği hem yazdığı hem de dekorlarını yaptığı oyunlar vardır.

Benim sahneye çıkışım ise hasbelkader oldu diyebilirim. Baskılarla büyümüş bir genç kız olarak, benim sahneye çıkmam yıllarca yasaktı.  Bir çoğunuzun da aşina olduğunu tahmin ettiğim kardeşim Boğos Çalgıcıoğlu sahneye çıkardı ama ben çıkamazdım. Hep arkalarda kulis faresi gibi dolanırdım. Bütün oyunları ezberlerdim, sufle yapardım ama sahneye çıkamazdım. Benim sahneye ilk çıkışım 1970’lerde biraz mecburiyetten oldu. Oyunun adı Yılın Tek Günü idi. Oyunculardan biri oyuna 10 gün kala hastalandı. Kim oyuna 10 gün kala çıkıp hemen sahneye hazırlanabilir? Tabii ki ben, çünkü zaten tüm replikleri ezberlemişim. Dolayısıyla mecburiyetten çıktım, oynadım. Annem bir kerelik izin verdi, bir daha çıkmayacaksın dedi. Sonrasında nasıl olduysa, ben çıkacağım artık dedim ve Louis Fline’ın Rrumpi (Bomba) isimli oyununda da oynadım.

Arto Berberyan’la evlenmemin ardından kendisi de bir tiyatro insanı olduğu için artık sahneler bana açılmıştı. Perdeler açıldı, çok mutluyum derken 12 Eylül meselesi çıktı ve dernekler kapatıldı. Dolayısıyla bir süre hapis kaldık, fakat sonrasında 1985 itibariyle yeniden sahnelere döndük. Yıllarca Arto Berberyan’ın yönetiminde oynadık ve muhteşem oyunlar sahneledik. Az önceki konuşmalarda da bahsedilmişti bu işin yapılması için bir kaynak gerekir. Amatör resim yapıyorsanız, evinize koyarsınız, birine hediye edersiniz, parasını alırsınız ya da almazsınız. Ama tiyatro bu şekilde yapılacak bir sanat dalı değil. Bir oyunu sahneleyebilmek için maddi güç lazım. Biz bu gücü çoğu zaman o yıllarda bu işlere çok önem veren derneklerden aldık. Dernek yönetimleri tiyatrolara maddi katkı sağlarlardı. Ayrıca, bizim var olabilmemizin altında yatan en önemli şey, Arto Berberyan’ın parasıydı. Kimseye tenezzül etmezdi, tabiri caizse bastırırdı parayı yapardı. İç mimar olarak yaptığı özel işlerinden kazandığı parayı sahnelere harcardı. İşi sayesinde dekorasyon konusunda geniş bir çevresi de olduğu için bunu oyun dekorlarımızda bir avantaj olarak kullanırdı. Bu sayede biz inanılmaz oyunlar sahneledik. Dernek sahnelerine sığmadığımız oyunları da parasını ödeyip başka sahnelerde sergilediğimiz olmuştur. Örnek olarak seksenlerin sonlarında Kenterlere bir gece için 3.000 $ verdiğimizi hatırlıyorum. Bunu bu şekilde yıllarca sürdürdük. Çok güzel bir ekip kurduk. Aşağı yukarı 30 kişilik bir ekibimiz vardı. Gençlerimiz zaten o ruhla büyüdükleri için, onlar da sahneye gönüllerini koyuyorlardı. Biz o gençlere ayrıca her türlü imkanı sağlıyorduk. Onları evimizde ağırlıyorduk. Kumpanya olarak neredeyse aynı evde yaşıyorduk diyebilirim. Ben aynı zamanda öğretmenlik yapıyordum. Okuldan gelip mutfağa girip, her kapı çaldığında kaç kişi geldi diye sorduğumu anlatırım herkese, ki ona göre yemeği hazırlayabileyim. Sofralarımıza 15-20 kişi otururduk. O sofranın başında tiyatroya gönül vermiş eşimi ve beni gören gençler de aynı bizler gibi gönüllerini koyarak bu işi yaparlardı. 90’lara geldiğimizde eşimin hastalığı ortaya çıktı. 55 yaşında felç geçirdi. 60 yaşında vefat etti. Bu sene vefatının 24. yılında yine kendisini yol göstericimiz olarak anıyoruz.

Biz kumpanya olarak yönetmenimizin peşinden büyük bir coşkuyla giderdik. Ben kostümleri yapardım. Bütün kostümleri tek tek çizer, uygulardım. Oyun alışverişleri ve dekor çizimleriyle de ilgilenirdim. Oyundaki diyalogları da yazardım ama benim adım hiç anılmazdı. Bunun en önemli nedeni şüphesiz kadın olmamdı, ayrıca Arto Berberyan’ın her zaman önceliği vardı. Arto Berberyan felçli olduğu dönemlerde de tiyatro yönetmenliği yapıyordu. Son çalıştırdığı oyun bir dans tiyatrosuydu. Don Kişot ile bir Anadolu Ermeni efsanesinde yer alan Kaç Nazar isimli kahraman arasında bağlantı kurmaya çalıştığı bir oyundu. Bu hayali kahraman aslında çok ödlek olmasına rağmen, cesurluğuyla övünen ve halkı buna inandırmak için türlü numaralar çeken bir adamdı. Kaç Nazar, Tumanyan’ın birçok eserinde olduğu gibi mizahla anlatılan bir insanlık dersidir. Ciğeri beş para etmez kimi şanslı insanların, bazen ülke yönetecek seviyelere bile geldiğini anlatır. Biz bu hikayeyi danslarla sunuyorduk. Dans aralarında benim hem erkekleri hem de kadınları konuşturduğum ‘playback’ diyaloglar vardı. O oyunu bitiremedi sevgili Arto. Birinci perdenin sadece dans figürleri çıkmıştı ve rejiye geçilemeden kaybettik onu. Bu oyun için aylardır 20 kişilik bir ekip çalışıyordu. Neredeyse tüm dekorlar tamamlanmıştı. Ekip ne yapacağız diye bana telefon açtı. Siz provalara devam edin ben geleceğim dedim. Zaten Arto’nun felçli olduğu dönemde, onun eli kolu bendim, neyin nasıl yapılacağını çok iyi biliyor ve onun yerine yapıyordum. Arto’nun kırkı bile çıkmadan fırladım kumpanyanın başına gittim. Dernek yönetimi bir toplantı istedi. Sonuçta oyun için masraf yapılmıştı. İşleri devralacağımı söylediğimde şaşırdılar. Hiçbir ölüm, hiçbir düğün, hiçbir doğum engelleyemez oyunu, biz böyle yetiştik dedim. Bir kadının yönetimine alışkın olmadıkları için hayretle baktılar yüzüme. Ben o oyunun başarıyla çıkmasını sağladım ve ondan sonra da ekibi yönetmeye devam ettim. O gün biz kendimize Berberyan Kumpanyası dedik. Ondan önce adımız yoktu. Arto Berberyan’ın ekibiydik, artık Berberyan Kumapanyası olduk.

Berberyan Kumpanyası’nın başına geçtiğimde bir kadın olarak yaptığım şeyleri eleştirmek için ‘tekrar oyun’ yaptığımızı iddia ettiler. Bunun üzerine yeni oyunlar yazarak, kendi yazdığım oyunları yönetmeye başladım. ‘Ah Kınalı’ isimli bir oyun yazdım, belki aranızda hatırlayanlar vardır. Sürekli yenilediğim, toplum eleştirisi içeren bir oyundu. Sonrasında ‘Vah Kınalı’ isimli ikinci bir oyun daha kaleme aldım. Bu oyun amatör tiyatro tarihinde bir rekor kırarak tam 85 kere sahnelendi. Biz bıktık ve onun için gösterimden kaldırdık. Elbette en büyük anılarımız da bu oyunu sergilediğimiz dönemde olmuştur. Ben oyunda Kınalı Ada’daki Ermenilerin yaşantılarını anlattım. Hatta gerçek isimleri kullandım. İlk başta acaba birileri alınır mı diye düşündük, ama yanılmışız. Ne alınması, aksine neden beni yazmadın diyenler oldu. Oyunda geçen Mevlüt isimli bir mezeci vardı, bir de oyunda olmayan Ermeni mezeci arkadaşımız Ardaş vardı. Oyunu izlemeye gelmiyordu. Neden gelmiyorsun diye sorduğumuzda, 40 yıldır sizi besliyorum beni oyuna koymamışsınız dedi. Sen hiç üzülme hemen alırım seni oyuna dedim. Hemen üç beş cümle yazarak onu da ekledim oyuna. Oyunu izledi ve bize bir tepsi topik getirdi. Oyundan sonra hep birlikte keyif yaptık. Bu şekilde kumpanyayı bir yere kadar getirdik.

Şimdi artık ne yapıyorsunuz derseniz, maalesef ki hiçbir şey. Zira artık derneklerimiz yok oldu. Ülke genelinde tiyatroya verilen önemle cemaat içinde tiyatroya verilen önem maalesef ki aynı. Tiyatro para getiren bir şey olmadığı için yeterli desteği bulamıyor. Dernek salonlarında artık tiyatro sahneleri yok, yerlerinde gökdelenler var. Şişli’den geçerseniz orada şimdi bir gökdelen olan K Plaza’nın altında bizim derneğimiz vardı. Her şeyimiz oradaydı. Dolaplarımız, kostümlerimiz, dekorlarımız, evimiz gibiydi. 20 küsur yıl orada oyunlar sahneledik. Şimdi artık yok, başka da yok. Pangaltı Lisesinden Yetişenler Derneği profesyonel tiyatrocular yetiştirmiştir, örneğin Genco Erkallar oradan çıkmıştır. Orada da Gençler Mağazasının olduğu yerde artık bir alışveriş merkezi var, tiyatro sahnesi yok. Maalesef ki artık sahnelerimiz yok, durum budur arkadaşlar. Teşekkür ederim.