Cüneyt Yalaz

Bu sene odağına Amatör Sanat temasını alan Ömer Faruk Kurhan Kültür ve Sanat Buluşmaları’nın ikincisine hoş geldiniz. Bir etkinliğin ikinci kez yapılması o konuda bir ısrarı, kararlılığı göstermesi açısından değerlidir; kurumsallaşma ve kalıcılaşma potansiyeli taşıdığını gösterir. Bu buluşmaların uzun yıllar devam edeceğini ve Ömer’in ortaya attığı sorular, yanıtlar ve kavramlar ışığında değişen dünyaya ve kültür/sanat evrenine yönelik yeni yanıtlar arayacağını umuyorum.

Öncelikle amatör teriminin toplumda algılanışındaki düaliteye değinmek istiyorum. Latince Amare (sevmek) kökünden geldiği üzere bir şeyi sevdiği için yapan, heveskar olarak mı algılayacağız yoksa baştan savma yapılan işlerin eyleyicisi bir acemi olarak mı? Gündelik dilde çok da farkında olmaksızın her iki anlamda da kullanırız amatör terimini. Ama söz konusu olan “amatör sanat” terimi olduğunda terime yüklediğimiz anlam dünyaya bakışımızın da bir yansımasıdır. İçinde yaşadığımız sistem amatör sanatı pejoratif bir manaya hapsetmek istese de, o yine de kısıtlarının yanı sıra sahip olduğu imkanlarla sanatın toplum tabanına yayılmasının bir aracı olma potansiyeline sahiptir.

Amatör sanatın kısıtlarına ve imkanlarına kısaca değinmek isterim. Eminim ki gün boyu yapılacak konuşmalarda bu kısıtlamalar ve imkanlar daha detaylı bir biçimde tartışılacaktır.

Amatörün en önemli engellerinden biri zaman kısıtıdır. Sonuçta yaşamının merkezini başka bir meşgale işgal ettiği için sınırlı bir zaman ve çok zaman da sınırlı bir enerjiye sahiptir. İcra ettiği sanatın gerektirdiği zaman ve enerjiyi toparlamak çoğu zaman amatörün en önemli yoksunluğudur. Buna bazen acemilik ve donanım eksikliği de eşlik edecektir. İlgilendiği sanat dalının akademik ya da kurumsal bir eğitimini almadığını varsayarsak, sanatsal üretim esnasında yaşayacağı sıkıntılar bezdirici olabilir. Dahası sistemik olarak da dışlanır amatör. Her şeyi alınıp satılabilir bir meta haline getirmeye koşullanmış bu sistem, bir işi parasal karşılık beklemeksizin yapan amatörü bir arıza olarak algılar çok zaman: Ya kendi kendini yiyip bitireceği bir çepere hapsedilmesi ya da sistem-karşıtı niteliğinden arındırılıp sistem içine asimile edilmesi icap eder.

Yine de bütün bu kısıtlamaların panzehiri şu ya da bu ölçüde mevcuttur. Gerek BÜO’da 90’lı yıllarda kurduğumuz, çalışma alanına sahip çıkan mekanizmalar, gerekse Ömer’in sendikal bölgede yaptığı tiyatro çalışmaları ve son yıllarda “Minimum Tiyatro” başlığı altında formüle ettiği anlayış bu kısıtlamaların nasıl aşılabileceğine hatta kısıtlamaların nasıl avantaja çevrilebileceğine dair berrak bir fikir verebilir.

Öte yandan amatör sanatın imkanlarını konuşmaya başladığımızda çok daha geniş bir alana giriş yapmış oluruz. Kapitalist üretim ilişkilerinden görece azade olan amatör sanat alanının ilk bakışta dezavantajmış gibi görünebilecek bu niteliği, onun en büyük avantajıdır aynı zamanda.

Politik açıdan bakıldığında bağımsız olma potansiyeli taşıyan amatör sanat alanı sözünü esirgememe özgürlüğüne sahiptir. Sınırları kalın çizgilerle belirlenmiş bir sektör içinde devinmediği için sistem karşıtı bir duruşu üstlenme imkanına sahiptir.

Aynı özgürlük alanına sanatsal açıdan da sahiptir amatör sanat. Konvansiyonel/profesyonel sahnenin ekonomik ve sanatsal açıdan zorlayıcı kalıplarından azade olarak, sanatsal açıdan deneysel çalışmaların alanına dönüşebilir. Dahası çalışmaya ayrılan zamanı daha özgürce kullanma lüksüne de sahiptir. Aylar süren eğitim/araştırma çalışması yapmak, sahne üstü denemeler yapmak, yeni anlatım ve üslup denemeleri gerçekleştirmek standart profesyonel sahnenin nadiren sahip olabileceği avantajlardır. Biraz önce andığım eğitimsizlik/donanımsızlık kısıtı Ömer’in “alternatif okullaşma” olarak tanımladığı pratik sayesinde çok geniş ve öncü bir sistem-karşıtı pratikler evrenine kapı aralayabilir, ürün bazında da çok ileri ve yenilikçi ürünler ortaya çıkarabilir.

Ömer’in de sık sık vurguladığı gibi amatör sanatın en önemli imkanlarından biri sanatın demokratikleşmesi ya da kültür/sanatın tabana yayılması olarak adlandırabileceğimiz olgudur. Amatör sanat, kültür/sanatın toplumun kılcal damarlarına nüfuz etmesi, katılıma açık hale gelmesi, dezavantajlı bölgelere ya da kitlelere ulaşabilmesi bakımından hem ciddi bir potansiyele hem de kaçınamayacağı bir sorumluluğa sahiptir. Dahası üniversite, sendika, mahalle vb. yerel bir dünya içinde devinmesi onun seyircisi ile doğrudan ilişki içinde olması imkanını doğurur. Bu imkan hem sanatsal dili etkiler, hem de sanatın politik değerini yükseltir, politik olanaklar sunar. Geçen yılki açılış konuşmasında Alişan Akpınar Gramsci’nin organik aydınından bahsetmiş ve Gramsci’ye göre entelektüelin, halkla birlikte, onunla iç içe olması ve kendi sınıfının bilgisini ve kavrayışını üretmesi gerektiğini vurgulamıştı. İşte amatörün elindeki imkan da budur: kitlesiyle iç içe geçmiş bir organik aydın olma imkanı.

Ayrıca amatör sanatın gelişmediği bir yerde profesyonel sanatın da ciddi bir gelişme yaşaması beklenemez. Türkiye tiyatrosunun tarihine baktığımızda da profesyonel sahnedeki birçok atılımın amatör sahnedeki atılımlar tarafından öncellendiğini görürüz. Amatör sanat sanatsal açıdan bilinçli bir seyirci oluşturma imkanına sahiptir. Hem amatör sanat üreticileri, hem de o sanatın ulaştığı kitleler sanatsal donanım açısından gelişir, dolaylı olarak da bu profesyonel dünyanın gelişimini tetikler.

Ömer’in yazılarına baktığımızda amatör kavramının çok sık kullanılmadığını görürüz. Dönemsel olarak yürütülen çalışmanın ya da örgütlenme biçiminin niteliğine göre avangart tiyatro, alternatif tiyatro, çalışanlar tiyatrosu, “minimum tiyatro” gibi kavramlar tercih edilmiştir. Ya da çalışma alanını doğrudan tanımlayan kavramlar kullanılmıştır: feminist tiyatro, üniversite tiyatrosu, sendika tiyatrosu gibi. Ama yazılarında ve Tiyatroda Yirmi Yıl kitabına baktığımızda sık sık amatörizm diye bir olguya atıfta bulunulduğunu görürüz.

Ömer için amatörizm mücadele edilmesi gereken sistemik bir hastalıktı. Kısaca amatörizmin üç boyutuna değinmek istiyorum. Birbiriyle iç içe gelişen bu üç yön bazen birbiriyle çelişiyormuş gibi görünse de aralarında göbek bağı vardır.

Bunlardan ilki vasatlığın kabulüdür. Bu elbette sadece amatör sanata özgü bir durum değildir ama amatörizm dediğimiz olgunun temel karakteristiklerinden biridir. “Bu koşullarda ancak bu kadarı olur”, “Biz zaten amatörüz, daha iyisi mümkün değil”, “Paramız yok, mekanımız yok, kadromuz zayıf, daha iyi ne üretebiliriz ki” türünden yakınmalar amatör dünyada çokça duymaya alışık olduğumuz sözlerdir. Ömer bu türden bir vasatlığa teslim olmayı her zaman reddetmiştir; içinde bulunduğu yapıların ve çalışma alanlarının da bu vasatlığı kabullenmesini engellemiştir. Türkiye’nin AB ümitlerinin halen canlılığını koruduğu dönemde “Kopenhag kriterleri” terimi gündelik hayatımızda yaygın olarak kullanılırdı. Bizim aramızda da o dönemde türemiş bir ÖFK kriterleri terimi vardı. Bir çalışma sonrası çalışmayı değerlendirirken yarı şaka yarı ciddi “fena değil, ama ÖFK kriterleri açısından yeterli değil” derdik. Amatör sanatın biraz önce bahsettiğim imkanlarının peşinde olan sanatçılar asla vasatlığa teslim olmamayı göze almak durumundadır.

Amatörizmin bir diğer yönü -ki Ömer bunu da yazılarında sıkça dile getirir- amatörlerin standart profesyonel sahne yapılarına özenmesidir. Amatörizm katılımcı çalışma alanları kurmaktan ziyade, profesyonel işbölümüne özenir. Amatör tiyatro dünyası yönetmenini arayan oyuncularla doludur. Bu yönetmen bulunduğunda da katı işbölümlerine, hiyerarşik ilişkilenmelere dayalı yapılar kuruluverir hemen. Dahası bu özenme estetik açıdan da olur: Amatörizm egemen olduğunda, biraz önce bahsettiğim gibi yeni bir dil bulma, kendine özgü anlatım biçimleri geliştirme potansiyeline sahip olan amatörün yerini profesyonel sahnenin dilinin iyi-kötü bir taklidinin peşinde koşan amatör alır.

Amatörizmin üçüncü boyutu grup narsisizmi ya da amatörlüğe dönük bir iç ajitasyondur. İkinci karakteristik ile çelişirmiş gibi görünse ikisinin bir arada olduğu durumlar sıkça vakidir. Amatör teriminin kendisine olduğundan yüce bir anlam yükleyerek kendi varlığını anlamlı hale getirmeye çalışır amatörist. Ayrıca, özeleştiriden kaçınarak grup içi bir pohpohlama kültürü geliştirmek amatörün sıkça düştüğü bir tuzaktır. Kendisini ve grubu böyle motive edeceği yanılsamasına kapılan amatör yukarıda saydığım imkanları baştan elinden kaçırmış olur.

Sanatsal mesaisinin önemli bir bölümünü amatör sanat evreninde geçiren Ömer için sistemin dayattığı ve kavramların tamamen ekonomik bir tanımına dayalı amatör/profesyonel ayrımı aşılması gereken bir ikiliktir. Alişan geçen yıl Ömer’in kamusal entelektüel yönünden bahsetmişti. Ben buna bir de avangard ya da öncü aydın olma niteliğini de eklemek istiyorum. Elbette öncü terimi de sorunlu bir terim, ama ben bu terimi yeni kavramlar üreten ve bu kavramların pratiğe dökülmesi için yeni yollar açan anlamında kullanmak istiyorum. Sistemin dayattığı ve birbiriyle çelişir görünse de birbirini besleyen ikilikler karşısında Ömer her zaman yeni bir yol, yeni bir kanal açma ve bu ikiliği boşa çıkarma donanımına, niteliğine sahip bir aydındı. Konumuz bağlamında örnek verecek olursam, “çalışanlar tiyatrosu”, “minimum tiyatro”, “tam zamanlı tiyatrocu”, “yarı profesyonel yapı”, vb. kavramların hepsi sistemin dayattığı ikiliği aşma, yeni bir yol ve yordam bulma çabasının ürünüdür.  Ve elbette bu kavramların hepsi sistem karşıtı bir pratiğin ürünü ya da kışkırtıcısıdırlar.

Sözlerimi Alişan’ın geçen yıl bıraktığı noktada tamamlamak istiyorum. Ömer’in sözleriyle “Öncü ve alternatif nitelikte bir ilişkiler ağı ve üretici süreçler örgütlemek gerçekten mümkün mü?” “Öz yönetime dayanan, öncü, bağımsız, demokratik ve alternatif okullaşmayı hedef alan aydınlanmacı üretim yapıları kurabilir miyiz?” Bu sorular bir çırpıda cevap bekleyen değil, cevaplanması için emek harcamak, mücadele etmek gereken sorular. Ömer hayatı boyunca bu sorular için mücadele etti. Onun sözleriyle bitirmek istiyorum: “Kestirmeden ve kolaycı bir şekilde vaat edilmiş topraklara ulaşmak için yola çıkanlar, zaten aldatmaya ve aldanmaya mahkumdurlar. Buna karşılık, gerçek dram sanatçılarından çatışmalı dünya kurgularından el çekmeleri ya da problem inşa etmeyi bırakmaları nasıl beklenebilir ki?”