Bu yazıda Türkiye’nin yakın tarihine “19 Mart darbesi” olarak geçecek olayların ekonomik boyutlarını anlamaya çalışacağız. Bu olay, sadece siyasi bir müdahale değil, aynı zamanda derinleşen ekonomik krizin ve iktidarın bu krizi yönetme biçiminin de bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Mehmet Şimşek Öncesi Durum: “Nas”tan Kaosa

Hatırlanacağı üzere AKP’nin “Nas” söylemiyle yürüttüğü “faiz sebep, enflasyon sonuç”, bir başka deyişle, düşük faiz ve düşük kur politikaları ile sık sık değiştirilen Ekonomi Bakanları ve Merkez Bankası başkanları ekonomiyi hızla sürdürülemez bir hale getirmişti. Merkez Bankası rezervleri negatife düşerken, dolarizasyon ve enflasyon kontrolden çıkmıştı. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen 2018’de başlayan bu dönemde Kur Korumalı Mevduat sistemi ile zenginlere ve döviz bazlı ödeme garantili Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılan mega projelerin müteahhitlerine sabit gelirli alt ve orta sınıftan büyük bir servet transferi gerçekleşti. Emekçiler ise ucuz kredi, kur şokları ve fiyat artışları arasında sıkışıp kaldı.

Mehmet Şimşek ile Ortodoks Politikaya Dönüş

Haziran 2023 sonrası Mehmet Şimşek’in gelişiyle birlikte ekonomi “ortodoks” modellere geri döndü. Ancak bu dönüş, yalnızca sermayeyi rahatlatmak için kurgulandı. Enflasyonun gerçek dinamiklerine dokunulmadı, kamu harcamalarında tasarrufa gidilmedi. Onun yerine TÜİK’in manipülasyonlarıyla enflasyon düşük gösterilmeye devam etti. Özellikle alt ve orta gelir grubunun temel tüketim maddelerinin enflasyon hesabında ağırlığı azaltılarak, halkın yaşadığı gerçek enflasyon gizlendi.

İktidar, Türk Lirası’na yüksek faiz vererek kur korumalı mevduat gibi enstrümanlarla dövizi kontrol altında tutmaya çalıştı. Ancak bu politikayla birlikte ABD doları bazında %30-40 arası reel faiz ödenmiş oldu. Bu strateji Merkez Bankası rezervlerini geçici olarak toparladı fakat kamuya ve halka ağır bir yük bindirdi. Bu esnada maaş artışlarının hedeflenen enflasyona göre ve yılda bir kez belirlenmesine yönelik adımlar atıldı. Yılbaşında asgari ücrete 2025 için hedeflenen enflasyon oranında zam yapıldı. Ancak hedeflenen enflasyon oranı daha birkaç ay geçmeden revize edilerek çalışanlar daha da yoksullaştırıldı.

İktidarın hedefinin, bu politikalarla hazineyi doldurmak ve seçime bir yıl kala popülist politikalarla yeniden seçimi kazanmak olduğu yorumları yapılıyordu. Ancak ekonomik sıkıntılar ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler yüzünden toplumda artan hoşnutsuzluk iktidara planladığı süreyi vermeyecek gibi görünüyordu.

Sokağın tepkisi yavaş yavaş büyürken, bu tepkiler orantısız şiddet ve baskı yöntemleriyle bastırılmaya çalışıldı. Herhangi bir sokak eylemine ya da çağrısına karşı halkta korku ve kaygı yaratmak için, Gezi Parkı dönemi defterlerine geri dönüldü. Sanatçılara ve sosyal medyada etkili olan insanlara atılan tweetler bahane edilerek soruşturmalar açıldı. Sermaye de baskıdan nasibini aldı. Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Ömer Aras ve Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan kurumun 13 Şubat 2025’teki genel kurulunda, hükümetin ekonomi başta olmak üzere güncel politikalarını eleştiren ve hukukun üstünlüğüne vurgu yapan konuşmalar yapmışlardı. Bu konuşmalar ardından iki yönetici de savcılığa ifadeye götürülmüş ve haklarında yurt dışı çıkış yasağı getirilmişti.

Bu sıkışmışlık, son yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan CHP ve İstanbul’u kent uzlaşısının da desteğiyle açık farkla kazanan Ekrem İmamoğlu’nu bir umut haline getirdi. Ayrıca İmamoğlu’nun uyguladığı kent lokantaları, anne kart, kreşler gibi sosyal belediyecilik politikaları umudu pekiştirdi. CHP, Ekrem İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olarak ilan etti. Ekrem İmamoğlu hafta sonlarında il il dolaşıp mitingler yapmaya ve iktidarı eleştirmeye başladı. İktidar, İmamoğlu’nun kamuoyu yoklamalarında artan popülaritesi karşısında hem İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olarak bertaraf etmek hem de İstanbul’a çökerek büyük rant projesi Kanal İstanbul’u hayata geçirmek için çeşitli soruşturmalarla İmamoğlu’nu tam bir kuşatma altına aldı. Bir yandan yolsuzluk iddialarıyla, diğer yandan terör suçlamasıyla soruşturmalar açıldı. Ayrıca İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi hususunda da adımlar atıldı. Kuşatma sadece İmamoğlu ile de sınırlı kalmadı. Onu savunacak CHP’ye kurultayları bahane edilerek, İstanbul Barosu yönetimine de sosyal medyada yaptıkları paylaşımlarından dolayı soruşturmalar açıldı.

19 Mart ve Sonrasında Yaşananlar

18 Mart 2025’te İstanbul Üniversitesi, İmamoğlu dahil 28 kişinin diplomasını hukuksuz şekilde iptal etti. Ertesi sabah, İmamoğlu ve çalışma arkadaşları yolsuzluk ve terör suçlamalarıyla gözaltına alındı. İmamoğlu’nun gözaltına alınırken çektiği video bir anda viral olurken hem gözaltılar hem de diplomanın hukuksuz iptali karşısında üniversitelerde başlayan eylemler dalga dalga tüm yurda yayıldı. İktidar bu adımları atarken öncesinde verdiği ve yukarıda bahsettiğimiz gözdağlarına güvenerek belki birkaç gösteri olacağını ama bunların da çok uzun soluklu ve kitlesel olmayacağını düşünmüş olabilir. Hatta oluşabilecek panik ortamında yaşanacak döviz krizlerinin de doldurulmuş olan Merkez Bankası rezervlerinden birkaç milyar dolar harcayarak önlenebileceğini hesaplamış olabilir. Ancak yaşanan ekonomik kriz, kayırmacılık ve hukuksuzluklar karşısında gelecekten umudunu kesmiş gençlerin itici gücünü oluşturduğu eylemler beklenmedik bir hareket ortaya çıkardı. Ayrıca gerek CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirlemek için yaptıkları ön seçim ve dayanışma sandığına ve gerekse de meydanlardan çıkan boykot çağrılarına oluşan yoğun destek ile iktidarın ciddi bir panik yaşadığı söylenebilir. Bunun sonucunda ekonomide yoğun çalkantılar yaşandı. Dolar kurundaki yükselişi kontrol altında tutmak için Merkez Bankası 55 milyar dolar civarında rezerv harcadı. Faizler arttırıldı. Ülkenin risk primi (CDS) yükseldi. Sıcak para getiren yabancı yatırımcılar kaçtı.  Emeklilere çok görülen maaş zamlarının katbekat[1] fazlası, 2 yılda rezervlere konan doların büyük bölümü neredeyse bir ayda harcandı. Eğer rezervlerin bu kadar hızlı erimesi gerekmese ve kamuoyu tepkileri bu kadar yoğun olmasaydı, diploma iptali, İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarına gözaltı ve tutuklanmaları, İmamoğlu’nun aile şirketlerine kayyum atanması hamleleri, sonrasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Barosu ve CHP’ye kayyum atamalarıyla devam edebilirdi. Öte yandan, tüm hukuk dışı ve rasyonel olmayan politikaların sebep olduğu çalkantılara karşı Ekonomi Bakanı Şimşek’in hala program sorunsuz yürüyor açıklamaları, Bakan’ın atılan adımlardan pek de rahatsız olmadığını gösteriyor.

Gelinen noktada, Nas politikalarıyla rayından çıkan ekonomiyi rayına sokacak ve en azından genel kabul gören ekonomik teorilerle mücadele edildiğini gösterecek bir figür olarak Mehmet Şimşek’in iktidarın elinde işlevsel bir araç olduğunu söylemek mümkün. Ancak 19 Mart sonrası oluşan ortamda finans kurumları ve yabancı sermayedarlar önünde inandırıcılığını yeniden tesis etmek için yaptığı ABD ziyareti ve planladığı AB ve İngiltere ziyaretleri pek işe yaramayacak gibi. Dolayısıyla onun da kızağa çekilmesi veya kenara atılması yakın olabilir. Zira iktidar ekonomiyi siyasi bir araç olarak kullanmak konusunda ısrarcı olsa da yaşananlar, kurulmaya çalışılan bu yeni rejimin ekonomik ayağının ne kadar zayıf ve sallantıda olduğunu göstermiş oldu.

Sonuç olarak 19 Mart, yalnızca bir siyasi operasyonun tarihi değil; aynı zamanda ekonomik kırılganlığın sistematik baskıyla örtülmeye çalışıldığı ya da kurulmaya çalışılan baskıcı rejimin kırılgan bir ekonomi üzerinde sallandığı bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, ne düşük faizli krediyle tüketime dayalı büyüme, ne de yüksek faizli yabancı yatırımcıya yaranma modelidir. Gerçek ihtiyaç, gelirin adil bölüşümü, sosyal devlet politikalarının uygulanması, demokratik planlama ve halkın denetimidir. İmamoğlu’na yönelik müdahale, bu ihtimalin önünü kesmeye yönelikti. Ancak halk, üniversitelerden sokaklara yayılan tepkisiyle, bu oyunu bozabileceğini gösterdi. Bu nedenle 19 Mart, hem bir karanlığın tarihi hem de yeni bir toplumsal hareketin başlangıcı olabilir.

 

[1] Eldeki kaynağın kime ve nasıl harcadığına dair tercihleri gösteren bir örnek olması açısından şu basit hesabı yapalım. Carry Trade olarak piyasaya giren paranın 30 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.  Kontrollü dolar kuru ve yüksek Türk Lirası faizi ile yüzde 30-40 bandında net faiz alan bu sıcak paranın hazineye bir yıllık maliyeti en az 350 milyar TL’dir. Türkiye’de 16 milyon emekli var. Emeklilere yapılacak 1000 tl zammın yıllık maliyeti ise 192 milyar TL’dir.