Bu değerlendirme yazılırken linkte bulunan haber akışı esas alınmıştır.

İç Politika

Hiranur Vakfı ve Çocuk İstismarı

İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızını 6 yaşında evlendirdiği ve 6 yaşında evlendirilen çocuğun yıllarca istismara uğradığı, gazeteci Timur Soykan tarafından ortaya çıkarıldı. 6 yaşında bir çocuğun başına gelenler kamuoyunda büyük bir tepkiyle karşılandı. Ülkenin birçok şehrinde protestolar gerçekleştirildi. Olayın belki de en çarpıcı yanlarından birinin, istismara uğrayan kadının, başına gelenleri ses kayıtları ve belgelerle ispatlayarak mahkemeye başvurması ve dava açılmasını sağlaması olduğu söylenebilir. Buna rağmen, olayın bir komplo olduğu, şikayetçi kadının akıl sağlığının yerinde olmadığı gibi iddialar hemen devreye sokuldu. Ancak kanıtlar o kadar netti ki bu çabalar işe yaramadı. Uzun süren sessizlikten sonra önce İsmailağa cemaati sorumluluğu Yusuf Ziya Gümüşel’e atarak olayın münferit olduğunu söyledi ardından da Erdoğan olayı kınadığını açıkladı. Tarikat ve iktidar arasında perde arkasında bir takım pazarlıklar döndüğü ve bir uzlaşmaya varıldığı kuşkusunu destekleyen bir suskunluğun ardından İstekli ve Yusuf Ziya Gümüşel göz altına alınarak tutuklandı.

İslami camianın entelektüellerinin çok büyük bir bölümünün sessizliğini koruduğu görülüyor. Konuyu çekinmeden tartışanlar ise zaten İslami camiadan dışlanmış olanlar. Konu üzerinde konuşmaktan çekinmeyen İslamcı aydınların da belirttiği gibi, bu konuyu konuşmak aslında İslam fıkhının en tartışmalı meselelerinden birini gündeme almayı gerektiriyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı ilmihaller de bile, evlilik yaşının buluğ çağına erişme dönemi olduğu yazıyor. Sünni fıkhı, buluğ çağına gelen (yani 12-13 yaşları) çocukların evlendirilebileceğini söylüyor. Dolayısıyla da bu konuyu çekinmeden tartışmanın tek yolu, Sünni fıkıh geleneğini eleştirmek ve reddetmekten geçiyor. Bu nedenle zaten İslami camiadan dışlanmış birkaç kişi dışında İslamcı çevrelerde konu tartışılmadı ve ele alınmadı.

Tarikat çevreleri ise hiç çekinmeden bu uygulamayı savunduklarını dile getirdiler. Durum böyle olunca, 6 yaşında evlendirilmese bile bu çevrelerin hâkim olduğu cemaatlerde bulunan binlerce çocuğun 12-13 yaşlarında evlendirildiği gerçeğini de görmek gerekiyor. Okul çağında olmasına rağmen okula gönderilmeyen yüz binlerce çocuğun nerede olduğu ve devletin en temel görevlerinden biriyken bu çocukların nerede olduğunu araştırmadığı gerçeğiyse karşımızda duran bir başka önemli mesele. Ancak meselenin bu yönünün neredeyse hiç tartışılmadığını da kaydetmek gerekiyor. Bunu yapması beklenen muhalefet partilerinin de konunun bu yönüyle ilgili güçlü çıkışlar yaptığını söylemek çok zor.

Konunun tartışılmayan ya da görmezden gelinen bir başka yönüyse Türkiye’deki tarikatların, bugün itibariyle eriştikleri büyük siyasi ve ekonomik gücün boyutları oldu. Özellikle 1980 darbesinden sonra önü açılan, zamanla büyüyen ve AKP döneminde holdingleşen bu tarikatlar artık Türkiye siyasetinin belirleyici öznelerinden biri haline gelmiş durumdalar. Kendi holdingleri, medreseleri, Kur’an kursları, okulları, yurtları olan bu tarikatlar neredeyse hiçbir denetime tabi tutulmadan faaliyet yürütebiliyorlar. Ara ara patlayan skandallar ise çok kısa bir sürede örtbas ediliyor. Bu tarikatların faaliyetlerinin ciddi bir denetime tabi olması gerektiği, tarikatların Türkiye siyasetindeki ve ekonomisindeki yeri yine tartışılmadı. Bunu tartışması beklenen muhalefetin, neredeyse ısrarla tartışmadan uzak durması, aslında tarikatların güçlerini gösteren bir durum olarak ele alınabilir.

Ekrem İmamoğlu’na Hapis Cezası

İmamoğlu kararının açıklanması ile, 6 yaşından itibaren istismara uğrayan bir çocuğun başına gelenler, tarikatların durumu, çocuk evliliklerinin devlet tarafından denetlenmemesi gibi hayati konular bir çırpıda gündem dışı kaldı. Bir hafta önce neredeyse her an konuşulan bu istismar vakası maalesef adeta hiç yaşanmamışçasına unutuluverdi. İmamoğlu kararının bu nedenle erkene çekildiği ve amaçlardan birinin de istismar vakasını unutturmak olduğu yönünde yorum yapanlar da oldu.

Ekrem İmamoğlu’na hapis cezası verilmesi ve siyaset yasağı getirilmesi kararı çok farklı açılardan ele alındı ve değerlendirildi. Öncelikle kararın hukuki bir yanının olmadığını, AKP’nin baskısıyla önce hâkimin değiştirildiğini ve sonra da AKP ile ilişkisi bulunan bir hâkimin atanarak kararın bu yönde çıkarıldığını dolayısıyla da kararın tamamen siyasi nedenlerle verildiğini not etmek gerekiyor. Dolayısıyla kararın bizzat Saray’da alınmış ve uygulanmış olduğu yolunda kuvvetli bir şüphe bulunuyor.

Bu kararın İmamoğlu’nun adaylığının önünü açtığını söyleyenler olduğu gibi amacın İmamoğlu’nun önünü kesmek olduğunu belirtenler de vardı. Ancak öyle görülüyor ki kısa vadede de olsa AKP’nin amacı İmamoğlu’nu devre dışı bırakmak ve İstanbul belediyesini ele geçirmek. Böylelikle İmamoğlu hem 2023 seçimlerinde olası bir aday olarak karşılarına çıkamayacak hem de 2024 belediye seçimlerinde aday olamayacak. Yüksek Seçim Kurulu Başkanının üstüne vazife olmamasına rağmen, seçimi kazansa bile İmamoğlu’na mazbatayı vermeyiz açıklaması, yeterince tepki çekmeyen bir skandal olarak duruyor. Bu göstergeler ışığında, kararın kısa sürede onanmasıyla, İstanbul Belediye Başkanlığının İmamoğlu’ndan alınması ve başkanlığın AKP’li bir isme geçmesi muhtemel görünüyor. Seçime giderken İstanbul Belediyesi’nin imkanlarını kullanmak AKP için önemli bir hamle olabilir.

İmamoğlu kararının ortaya çıkardığı bir başka önemli gerilim ise Altılı Masanın adayının kim olacağı konusuydu. Kılıçdaroğlu’nun, kararın açıklandığı gün Almanya’da olması, İmamoğlu ile Akşener’in Saraçhane’de verdiği fotoğraf tartışmalara yol açtı. Bu cezanın Kılıçdaroğlu’nun önünü kestiğini ve Akşener’in de zaten en başından beri Kemal Kılıçdaroğlu’nu aday olarak görmek istemediğini dile getirenler oldu. Tüm bu gelişmeler, Kılıçdaroğlu ile Akşener arasında olduğu iddia edilen gerilimin de su yüzüne çıkmasına neden oldu. İYİ Partili yöneticilerin artık açıkça Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığının risk barındırdığını söylediklerini görüyoruz.

Bu durumun birkaç yönü olduğunu görmek gerekiyor. İYİ Partili yöneticiler açıkça dile getirmeseler bile örtülü şekilde, Alevi ve Kürt bir adayı kendi tabanlarına kabul ettirmekte güçlük çekeceklerini ima ediyorlar. Ancak İYİ Parti’nin Kılıçdaroğlu karşıtlığını gerçek nedeninin farklı olduğunu dile getiren yorumlar da var: Kılıçdaroğlu son aylarda yürüttüğü çalışmalarla, başta beşli çete olmak üzere AKP döneminde zenginleşen sermaye gruplarını açıkça tehdit ediyor, açıkladıkları programlarla sosyal devlet ilkesini öne çıkarıyor ve net bir şekilde Türkiye’nin yeniden Batı ile bütünleşeceğini dile getiriyor. Halihazırda ülkeyi elinde bulunduran Türk-İslamcı müesses nizam açısından Kılıçdaroğlu  tercih edilecek bir aday değil. Seçimi muhalefetin adayı kazanacaksa bile bunun müesses nizamı tehlikeye atmayacak bir isim olması isteniyor olabilir. Türk-İslamcı devletle ilişkileri gayet iyi biline Meral Akşener’in, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkmasındaki temel gerekçenin bu olduğunu vurgulayan görüşler var.

HDP’ye Yönelik Saldırılar ve AKP’nin Kürt Seçmen Stratejisi

Tüm kamuoyu yoklamaları Kürt seçmenin, önümüzdeki seçimler açısından taşıdığı kilit rolü ortaya koyuyor. Açıkça belirtmek gerekirse, Kürt seçmen hangi adaydan yana oy kullanırsa o aday Cumhurbaşkanlığını alacak gibi görünüyor. Bu nedenle AKP açısından Kürt seçmenin tercihleri meselesi hayati bir önem arz ediyor. Kürt seçmeni kazanma şansı giderek yok olan AKP’nin nasıl bir strateji izleyeceği konuşulan gündemler arasında. Burada elbette HDP’nin durumu devreye giriyor.

Son haftalarda HDP’ye yönelik tutumun sertleşerek devam etmesi, kapatılma kararının çıkartılabileceği yorumlarını güçlendirdi. Kadıköy’de HDP İlçe eş başkanı ve eski Milletvekili Ferhat Encü’nün, polis tarafından önce küfürlü sonra da fiili saldırıya uğrayarak tokatlanması, ertesi gün bunu protesto etmek isteyen HDP eş genel başkanlarının ablukaya alınarak parti binasına sokulmaması, neredeyse her gün HDP’li yöneticilere yönelik operasyonların yapılması durumu yeterince özetliyor.

AKP ne yapmak istiyor olabilir? Kürt oylarının büyük bir bölümünü kaybettiğini ve daha önemlisi bu oyların rakip adaya gidebileceğini gören AKP, büyük ihtimalle bunu önlemenin yollarını arıyor. Yani, Kürtlerin oyları bize gelmeyecekse bile karşı tarafa da gitmemeli stratejisi üzerinden hareket ediyor. Bu nedenle de iki ayaklı bir planı devreye sokmaya çalışacak gibi görünüyor. Birincisi, Altılı Masanın adayının, Kürtler’in oy vermek konusunda tereddüt yaşayacağı bir isim olmasını sağlamak ki İmamoğlu bu konuda en korktukları adaylardan biriydi. İkincisi HDP’yi kapatıp, Kürtleri legal siyaset yapma konusunda umutsuzluğa itmek ve hiç olmazsa bir grubun boykot kararı alarak seçime gitmemesini sağlamak. AKP’nin Kürt oylarını kazanma umudu azaldığı için, karşı tarafa gitmesini engellemek yolunda hamleler yapacağı öngörülebilir.

 

Ekonomi

Derinleşen Ekonomik Kriz ve Yoksulluk

Geçtiğimiz iki haftada açıklanan ekonomik veriler, Türkiye ekonomisinde 2022 yılında giderek artan kötüleşmeyi bir kez daha gözler önüne serdi. Merkez Bankası verilerine göre yıllık cari açık 43,5 milyar dolarla 2018’den bu yana en yüksek seviyesine çıktı. Bunun nedeni büyük ölçüde Türkiye’nin ihraç malları için en büyük pazar olan Avrupa’da yaşanan resesyon nedeniyle ihracattaki düşüş. Ayrıca, yüksek enflasyon ve baskılanan döviz kurları nedeniyle elinde para tutmak istemeyen tüketicilerin özellikle otomobile yönelik talebi de ithalatı artırdı. Vadesine bir yıl veya daha az kalmış dış borç 186,3 milyar dolara yükselerek, rekor kırdı. Özellikle gıda ve konuttaki fiyat artışları enflasyonu yukarı çekmeye devam ediyor. Konut fiyatları Ekim ayında Eylül’e göre yüzde 5,4, geçen yılın aynı ayına göre ise yüzde 188,2 yükseldi. Tarımda üretici fiyatları da artan girdi maliyetleri yüzünden artmaya devam ediyor. Tarım ürünleri üretici enflasyonu Kasım’da aylık bazda yüzde 7, yıllık yüzde 169 artarak yeni rekor seviyeye geldi. İlaç fiyatları yıllık bazda yüzde 135 arttı. Sağlık Bakanlığı tarafından Şubat ayında yapılması gereken fiyat güncellemesi ilaç kıtlığı baş gösterince erkene çekildi ve ilaç fiyatlarında yüzde 36.77 artış oldu.

İktidar, giderek bozulan ekonomik dengeleri düzeltecek ve ağırlaşan koşulları hafifletecek önlemler almak yerine palyatif çözümlerle seçimlere kadar ekonomiyi yüzdürmeye çalışıyor. Bu çerçevede döviz kurlarını baskılamak için 2021 başında uygulanmaya başlanan Kur Korumalı Mevduat (KKM) sisteminin süresi bir yıl daha uzatıldı. Ayrıca Türkiye’nin Rus gazında yüzde 25’ten fazla indirim talep edeceği, bu olmazsa ödemelerin 2024 yılına ertelenmesini isteyeceği ileri sürüldü.

İktidar düşük kur, düşük faiz ve bol kredi ile her ne pahasına olursa olsun yüksek büyüme oranlarını devam ettirmeyi, bu yolla da seçime giderken suni bir refah ortamı yaratarak oylarını artırmayı hedefliyor. Ancak 2021’de pandemiden çıkışta gerçekleşen talep patlaması ile yakalanan %11,4’lük büyümeden sonra 2022 yılının ilk üç çeyreğinde %3,9’luk bir büyüme ile büyüme hızının ciddi ölçüde yavaşladığı görülüyor. Ekonomist Mustafa Sönmez’e göre hanehalkı tüketiminin 2021-2022 yıllarındaki seyri sürdürmesi pek mümkün görünmüyor, çünkü talep patlaması bir doygunluğa erişmiş bulunuyor. Küresel resesyon ise ihracatın azalmasına neden olacak ve son üç ayda Körfez sermayesinden sağlanan dolarlarla kurun yatay seyrinin sürdürülmesinin önümüzdeki dönemlerde ithalat talebini artırması bekleniyor. Seçime kadar yüksek maliyetlerle KKM’nin devam ettirilip muhtemelen kamu bankaları aracılığıyla sağlanacak düşük faizli kredilerle iç talebin canlı tutulmaya çalışılacağını söyleyebiliriz, ancak bu politikaların büyüme oranlarını istenilen yüksek seviyelerde tutabileceği kuşkulu. Özellikle de süregiden enflasyon ortamında düşük gelirli halk kesimlerinin ekonomik durumlarında bir iyileşme yaratmayacağı ise açık.

Grevler

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşik Metal-İş ve Özçelik-İş’in Bekaert Çelik şirketinin iki fabrikasında aldığı grev kararlarını “Millî Güvenliği Bozucu Nitelikte Görüldüğü” gerekçesiyle 60 gün ‘erteledi’. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla grevleri yasaklanan Bekaert işçileri, yasak kararını tanımadı. Fabrika içinde yürüyüş yapan Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, “Bu işyerinde grev var” pankartı açtı.

Avrupa’da da yüksek enflasyon oranları nedeniyle çalışanların geçim sıkıntılarının da giderek artması bir grev dalgasına neden oldu. Pek çok sektörde grevlerin olduğu İngiltere’de hükümet, Acil Durum Komitesi’ni toplantıya çağırdı. Komite başkanı, ‘grevleri iptal etme’ çağrısında bulundu. Belçika’da ve Fransa’da da çalışanlar, başta enerji fiyatlarındaki artış olmak üzere hayat pahalılığını protesto etmek için greve gitti. 2023 yılının tüm dünyada grevler yılı olarak tarihe geçeceğini öngörebiliriz. Türkiye’de ise seçime giderken iktidarın Bekaert grevinde olduğu gibi ne pahasına olursa olsun grevleri bastırmaya çalışacağını ve grevlerin yayılmasını önlemek için her türlü baskıyı uygulayacağını öngörmek zor değil.

 

Dış Politika

İran

İran’da molla rejiminin, üçüncü ayına giren isyanı bastırmak için şiddetin dozunu arttırdığına tanık oluyoruz. Ele aldığımız dönemde iki muhalifin idam edildiği biliniyordu ve İran İnsan Hakları Örgütü, 39 kişinin daha idam cezası ve infaz riskiyle karşı karşıya olduğunu ve protestolar başladığından beri 63’ü çocuk, 32’si kadın olmak üzere en az 469 kişinin yaşamını yitirdiğini bildirdi. Rejimin ileri gelenleri arasında, protestoculara karşı uygulanan şiddetin artırılmasının ve idamların protestoları daha da yükselteceğini dile getirenlerin pek de etkili olmadığı, başta rejimin çelik çekirdeğini oluşturan Devrim Muhafızları olmak üzere sertlik yanlılarının baskın geldiği görülüyor. Ancak şiddetin protestoları bastırmakta etkili olmadığı da açık.

Rojava

Rojava’da Türkiye’nin düzenlemek istediği operasyona ne ABD tarafından ne de Rusya tarafından yeşil ışık yakıldığı görülüyor. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Sözcüsü John Kirby, “Suriye’deki birliklerimizi ve personelimizi ya da IŞİD’le mücadele misyonumuzu tehlikeye atacak askeri operasyonlar görmek istemiyoruz” diyerek ABD’nin tavrını net bir şekilde ortaya koydu. Eski ABD NATO Daimi Temsilcisi Douglas Lute ise, TSK’nin operasyon bölgelerinde Amerikalı personelin de bulunduğunu, YPG’nin “IŞİD’e karşı savaşta en önemli cephe müttefiki” olduğunu ve yüzüstü bırakılamayacağını ve bedeli ne olursa olsun Türkiye’nin olası harekâtını engellemeye çalışacaklarını belirtti.

Putin’in Orta Doğu Özel Temsilcisi Bogdanov ise Ankara’yı bu operasyonu gerçekleştirmemesi konusunda ikna etmeye çalışmayı sürdürdüklerini dile getirdi.

Sahadaki duruma bakıldığında ise SDG ile ABD askerilerinin ortak devriyelere başladığını görüyoruz. Pentagon Sözcüsü Tuğgeneral Ryder, “Orada yerel ortaklarla çalışma odağımız IŞİD’in yeniden yapılanmasını önlemek üzerinedir” dedi.

Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin çok istediği kara harekâtını gerçekleştirmesinin önünde önemli engeller olduğunu gösteriyor. Ancak Fehim Taştekin’e göre Türkiye, Rusya ve ABD’den eğer bir askeri harekâtı önlemek istiyorlarsa Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) Menbiç, Tel Rıfat ve Kobani’den çekilmeleri yönünde baskı yapmalarını istedi. Rusya, SDG’nin rejim ile uzlaşması ve askeri hakimiyet kurduğu alanları Suriye ordusuna bırakması için Türkiye’nin olası işgalini tehdit olarak kullanıyor. Türkiye de Kürtlerin kazanımlarını tasfiye etmek amacıyla Suriye ile yakınlaşmaya çalışıyor. Nitekim Erdoğan Türkiye, Rusya ve Suriye arasında üçlü bir diplomatik mekanizma kurulması önerdi. Ancak Suriye Türkiye’nin işgal altında tuttuğu bölgelerden çekilmesini ve İslamcı muhalif örgütlere verdiği desteği kesmesini şart koşuyor.

Bu açmazın nasıl bir seyre kavuşacağı bilinmemekle birlikte ABD’nin tavrı, ABD’nin Kürtleri Ortadoğu’da önemli bir müttefik olarak görmeye devam ettiğini gösteriyor. Özellikle de İran’daki isyan dalgasında Kürtlerin başı çekmesi güç dengelerini Kürtler lehine değiştiriyor. Buradaki rejimi yıkmak isteyen Batı açısından Kürtlerin önemi daha da artıyor.

Ukrayna İşgali

Ele aldığımız dönemde Avrupa Birliği Ukrayna’ya 18 milyar Euro’luk yardım sağlamasını içeren paketi onayladı. Ayrıca, Ukrayna’ya silah yardımı yapılmasına olanak sağlayan savunma ve güvenlik konularında kullanılan fonun 2023 için öngörülen 6 milyar avroluk bütçesini 2 milyar avro daha arttırma kararı aldı. AB’nin Rusya’ya karşı attığı bir diğer adım ise doğalgaza tavan fiyat uygulaması konusunda anlaşmak oldu. Ancak bu tavan fiyatının serbest piyasa koşullarında uygulanması pek mümkün görünmüyor. Tavan fiyat uygulamasıyla birlikte Rusya gazını Asya pazarlarına satabilir ve Avrupa’ya sıvılaştırılmış doğal gaz sevkiyatı durabilir.

Bir diğer gelişme ise AB Yüksek Temsilcisi Borrel’in Avrupa Parlamentosu’na bir mektup göndererek Putin ile Erdoğan arasındaki ilişkilerden duyduğu endişeyi, Türkiye’nin yaptırımlara dahil olmamasından duyduğu üzüntüyü dile getirmesi oldu.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky su ve elektrik hizmetinin sağlanması konusunda sıkıntılar yaşanması nedeniyle Kiev’de durumun giderek kötüye gittiğini dile getirdi.

Batı’nın politikası, Ukrayna’ya silah yardımlarını artırarak Rusya’yı askeri ve ekonomik olarak yıpratma üzerine kurulu. Ancak bu politika savaşı uzatarak Ukrayna ve Rusya halklarının çektiği acıları derinleştiriyor ve Avrupa’da hanehalklarının ekonomik durumunu kötüleştiriyor; bunun dışında bir etkisi olduğunu söylemek zor. Maalesef Ukrayna işgalinin ve savaşın kısa vadede sona erebileceğine dair bir umut ufukta görünmüyor.