Abdullah Öcalan, PKK’nin 12. Kongresi’ne gönderdiği, giriş bölümü ve yedi maddeden oluşan perspektifiyle; tarihsel, felsefi, teorik ve politik açılardan yeni döneme ilişkin kapsamlı bir belge sunmuştur. Serxwebûn gazetesinin 521. ve son sayısında yayımlanan bu belge, 25 Nisan tarihinde Öcalan tarafından kaleme alınmıştır. Metnin ana temasını, “Kürt varlığında ve sorunsallığında bir dönemin sonu, yeni dönemin eşiğinde olmak” şeklinde tanımlayan Öcalan, “Bu başlıkların her biri derinlikli analizler gerektirir” diyerek yaklaşımının tartışmaya açık olduğunu vurgular. Bu çerçevede, örgütlü Kürt yapılanmasının bu yaklaşımı hem kadrolarına hem de halka mal etmesi gerektiğini ifade eder.

Öcalan, PKK’nin “Kürt varlığını kanıtlama ve özgürlüğün kapısını aralama hareketi” olduğunu belirterek, örgütün tarihsel misyonunu tamamladığını ve bundan sonra farklı bir örgütlenme modeliyle devam etmesi gerektiğini savunur.

Şeyh Sait’in “Hani savcı bey vaat etmiştin, birlikte bir ziyafet çekecektik. Kuzulu muzulu ne oldu?” ve Seyit Rıza’nın “Ben sizinle baş edemedim, bu bana ders olsun; ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” sözlerine atıfta bulunan Öcalan hem Nakşi hem de Alevi geleneğinin, Kürt inkâr siyasetinde ideolojik araçlara dönüştürüldüğünü ileri sürer. “Kapitalist modernite ve ulus-devletçilik gelişirken, Kürt inkârının temelleri bu iki kavramla atıldı” şeklindeki açıklamasıyla, bu tarihsel figürlerin ve geleneklerin Kürt hareketine karşı manipülatif biçimde kullanıldığını ima eder. Bu durum, Türk-İslam sentezi ile ulusalcı-milliyetçi yaklaşımların, iki dini gelenek aracılığıyla Kürt karşıtı bir politika üretmesine olanak sağladığı biçiminde okunabilir.

Her ne kadar Öcalan bu konuda ayrıntıya girmese de, Dersim ve Bingöl örnekleri üzerinden “Kürt geleneksel varlığı yok ediliyor aslında, özü bu; ama hâlâ izleri çok çarpıcı” diyerek meseleye dikkat çeker. Bu bağlamda, Alevilik ve Nakşibendilik tezlerinin, PKK’ye karşı birer devlet politikası olarak nasıl işlev gördüğünün tarihsel olarak incelenmesi gerektiğini belirtir. Kürt haklarına ilişkin taleplerin, bu devlet yaklaşımlarıyla araçsallaştırıldığına ve yönlendirildiğine dikkat çeker. Öcalan, Kürt halk mücadelesinin büyümesi ya da sönümlenmesi açısından, “Türk-İslam” ve “Ulusalcı-İslam” vurgularının nasıl ideolojik araçlar olarak kullanıldığını analiz etmemiz gerektiğini savunur.

Öcalan’a göre Kadı Muhammed, Mustafa Barzani, Kasımlo ve Celal Talabani’nin temsil ettiği dönem, geleneksel feodal yapılar ile kapitalistleşme eğilimlerinin iç içe geçtiği, milliyetçi yönelimlerin belirginleştiği ve yarı burjuva karakterlerin öne çıktığı bir geçiş evresidir. Bu figürler Kürt ulus-devleti idealine yaklaşsalar da, kalıcı ve bağımsız bir siyasal yapı inşa edememişlerdir. Özellikle 1992 sonrasında kurumsallaşan Kürt federe yapılar —parlamento, silahlı güçler ve benzeri kurumlar— Kürt milliyetçiliğiyle bütünleşmiş olsa da Öcalan’a göre bunlar ideolojik ve pratik düzeyde yapay, geçici ve karşı-devrimci araçlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle devrimci Kürt hareketini tasfiye etme amacıyla öne sürüldüklerini savunan Öcalan, bu süreci şu sözlerle tanımlar: “…yani Kürt milliyetçiliği, Kürt sermayesi —biz ilkel komprador burjuvazi diyoruz— geçici, yapay, karşı-devrim öğeleri olarak, tasfiye aracı olarak dayatılan aygıtlar oluşumu. Hem ideolojik içeriği böyle hem pratikleşmesi böyle.”

Üçüncü dönem olarak adlandırdığı kesitte ise Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Süleyman Mouni kardeşler, Siraç, Cigerxwîn ve Aram Tigran gibi figürlere değinir. Bu kişilerin modern ve dürüst olduklarını, işbirlikçi olmadıklarını ve karşı güçlerin iradesiyle hareket etmediklerini ifade eder. Ancak sürgün ve baskı gibi koşullar nedeniyle etkilerinin sınırlı kaldığını ve daha çok bireysel düzeyde varlık gösterdiklerini belirtir.

Dördüncü ve en önemli analizinde ise tartışmayı kendi dönemi olan “Apo gerçekliği”ne taşır. Öcalan, bütün tarihsel süreçlerde, politik dönüşümlerde ve devletle yapılan görüşmelerde tarihsel perspektifi esas alarak kendi hareketine güçlü bir özeleştiri geleneğiyle yaklaşır. Her yeni politik manevra ve hamlede tarihsel ve modern okumaları referans alır.

Bu döneme dair en kritik soruyu kendi kadrolarına yöneltir: “Kendinizi bir çözümsüzlük olarak dayatmakta ısrar ediyorsunuz. Neden?” Ve ardından ekler: “Evet, burada bir anın tekrarı var, yaratım değeri fazla yok. Bir sıçrama yapmak gerekiyor. Bir eşik atlamak gerekiyor.”

Bu ifadelerle, Devlet Bahçeli’nin önerisinin Kürt hareketi için bir değişim ve dönüşüm fırsatına çevrilebileceğini ima eder. Hem PKK hem de devlet açısından çözümsüzlüğe dönüşen savaşın, barış denemesi olarak değerlendirilmesini önerir.

Öcalan, bu metninde ve önceki yazılarında devlete mutlak güven duymadığını açıkça ortaya koyar. “Deneme” ve “fırsat” kelimeleri bu bağlamda özellikle dikkat çekicidir. Ancak bu fırsatın, tıkanmış Kürt hareketi için bir “yeni başlangıç”a dönüşmesi gerektiğini vurgular. Bu başlangıcın yalnızca Türkiye’deki Kürtleri değil, bölgedeki diğer Kürt topluluklarını ve halkları da etkileyebilecek bir potansiyel taşıdığını belirtir.

Bu bağlamda yedi başlık altında bir perspektif ve hareket planı sunar: 1-Doğa ve toplum 2-Toplumsal doğa ve sorumluluk 3-Tarihsel toplumda devlet ve komün ikilemi 4-Modernite 5-Kürt ve Kürdistanî gerçeklik 6-PKK ve fesih 7-Yeni dönem, yeni perspektifler

Her bir başlık, yoğun teorik içerik ve tarihsel vurgular taşısa da Öcalan’ın mesajı özetle şudur: “Demokratik modernite” anlayışı temelinde, PKK’nin savaşçı karakteri terk edilerek, demokratik siyaset ve toplumsal sözleşmeye dayalı yeni bir evreye geçilmelidir.

Kürt toplumu artık sadece “ezilen” değildir; birçok alanda güçlenmiş ve dönüşüme açık bir seviyeye ulaşmıştır. Yeni dönemde, bu toplumun demokratik bir öznellik kazanması için dogmatik yaklaşımlardan uzaklaşması gerektiği vurgulanmaktadır.

PKK’nin yerine, esnek, demokratik ve barışçıl yöntemlerle çalışan bir yapının oluşturulması gerektiği ifade edilmektedir. Bu yapı, “demokratik ulus”, “komünal örgütlenme” ve “yerel-demokratik” ilkelerle tanımlanmaktadır. Öcalan bu önermeleri daha önce de dile getirmiştir; ancak mevcut yapıların dönüşüme karşı direnci nedeniyle bu metin, yalnızca PKK’ye değil, Kürt hareketine ve küresel sol harekete yönelik ideolojik bir yeniden yapılanma çağrısı da içermektedir.

Devletin PKK’yi eşit bir aktör olarak görmediği ve Kürtleri oyalamaya çalıştığı yönündeki eleştiriler, Öcalan’ın içsel dönüşüm çağrısının göz ardı edilme riskini doğurmaktadır. “Demokratik ulus/komünal toplum” modeli, çözümün merkezi bir müzakere sürecinden çok, toplumun kendi kendini örgütlemesiyle mümkün olabileceğini ileri sürer.

Son dönem gelişmeleri ve baskılar ışığında değerlendirildiğinde, “devletin süreci araçsallaştırdığı, çözüm iradesine sahip olmadığı ve demokratikleşmeden çok güvenlikçi yaklaşımları öncelediği” yönündeki eleştiriler yabana atılamaz. Öte yandan, antidemokratik uygulamalara maruz kalan İmamoğlu ve CHP’nin, çözüm sürecine dair iyi niyet beyanlarının ötesine geçemedikleri -ki gerçekten ağır baskılarla karşı karşıyalar- somut bir yaklaşım geliştiremedikleri de dikkat çekmektedir. Dahası, CHP’ye yakın ana akım medyada zaman zaman Kürt hareketine karşı ırkçılığa varan söylemlerin sürdüğü gözlemlenmektedir.

Öcalan’ın metni, süreci “mutlak güvene” dayalı bir çerçevede değil, denemeye değer bir fırsat olarak değerlendirme çağrısı içermektedir. Bu nedenle çözüm süreci, yalnızca güncel baskı ortamına indirgenmeden, tarihsel bağlamı ve ideolojik çerçevesi içinde ele alınmalıdır. Öcalan, süreci, devletten gelecek yüksek beklentilere dayandırmamış, daha çok Kürt hareketi içinde yeni bir örgütlenme modeli ve mücadele biçimi oluşturulması gerektiğini savunmuştur. Bu yönüyle çözüm süreci, devletin taktiksel adımlarından ziyade Kürt hareketinin dönüşüm iradesine işaret etmektedir.

Komünalizm perspektifi, çözüm sürecini devlet merkezli bir müzakere süreci olarak değil, toplumun kendi kendini yeniden inşa ettiği bir zemin olarak tarif eder. Öcalan’ın temel yaklaşımı “devletten ne koparabilirim” ekseninden çok-ki bu, dışarıya pazarlıksız süreç şeklinde yansıtılsa bile devletle hiçbir pazarlık yapmadığı anlamına gelmez-, “toplumun kendini nasıl yeniden kurabileceği” sorusuna odaklanmaktadır. Nitekim şu ifadeleri, bu yaklaşımı açık biçimde ortaya koyar:

“Özgürlük çözümü başarıldı mı? Hayır. Kürt varlığı kanıtlandı, ideolojik ve örgütsel bilince kavuştu fakat özgürleşme adımında tıkanma yaşandı.” “Bununla birlikte Kürtlerde gerçeklikten müthiş bir kaçış var. Unutmayalım, hâlen bu kaçışı yaşıyorsunuz. Kürtlük olgusu sizde bir kaçış halindedir.”

Dolayısıyla Öcalan, çözüm sürecini yalnızca Türk devleti ile Kürt siyasi hareketi arasındaki uzun süreli çatışmanın barışçıl çözümüne dair politik bir öneri olarak değil, aynı zamanda Kürt hareketinin kendini yeniden anlamlandırma ve örgütleme fırsatı olarak görür. Komünal toplum anlayışı; yerel demokrasiye dayalı özyönetimi, doğayla uyumlu ekolojik yaşamı, kapitalist sisteme karşı kolektif ve kooperatif ekonomiyi, kadın özgürlüğünü merkeze alan toplumsal cinsiyet eşitliğini, devletin resmî ideolojisine karşı çok dilli ve eleştirel halk eğitimini, kültürel üretim ve tarihsel belleği canlı tutan sanat çalışmalarını, merkezi hukuk yerine toplumsal uzlaşmaya dayalı adalet mekanizmalarını ve bireyi değil toplumu esas alan ahlaki-politik yaşamı kapsar. Bu alanlar bir bütün olarak halkın kendini örgütleyerek özgür, eşit ve dayanışmacı bir yaşam kurmasını hedefleyen alternatif bir toplumsal sistemin temel bileşenleridir. Bu nedenle süreci basit bir “al-ver” ilişkisine indirgemek yanıltıcıdır. Önerilen model, halkın özneleşmesine ve kendi örgütsel formlarını inşa etmesine dayanmaktadır.

Bu çerçevede çözüm sürecini yalnızca devletin iradesine ya da İmamoğlu’na yönelik baskılara bağlayarak “buradan bir şey çıkmaz” sonucuna ulaşmak indirgemeci olacaktır. Öcalan, bu dönüşümün gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin bütün olarak demokratik kazanımlar elde edeceğini çeşitli vesilelerle ifade etmiştir. Kürtlerin demokrasi ve eşitlik talepleri yalnızca gündelik gelişmelere değil, tarihsel bir derinliğe ve felsefi arka plana sahiptir.

Demokrasi mücadelesinde ortaklaşma elbette önemlidir ancak bu ortaklık, başta Kürtler olmak üzere tüm ezilen kesimleri kapsayan bir söylem ve eylem hattı temelinde gerçekleşmelidir. İmamoğlu’nun tutukluluğu, barış süreci, cezaevindeki binlerce tutuklu, kayyım uygulamaları ve diğer antidemokratik pratikler; bir bütünün parçaları olarak birlikte değerlendirilmeli, birbirinin önüne veya arkasına konulmamalıdır.

Öcalan’ın çözüm anlayışı, devletten gelecek adımların çok ötesinde, halkın komünal bir biçimde kendini yeniden inşa etmesine dayanır. Bu anlayışın somutlaştığı örneklerden biri olarak Rojava deneyiminin incelenmesi önem arz etmektedir. Bu nedenle süreci, “kim kime kazık atacak” tarzı indirgemeci okumalara indirgenmemelidir.

Öcalan’ın komünalist perspektifi, yerel ve demokratik örgütlenmelerle yürütülecek çok yönlü bir mücadeleye işaret eder. Bu bağlamda “demokratik ulus” tahayyülü hem Türkiye içinde hem de bölgesel ölçekte geçerli olabilecek bir siyasal model olarak sunulmaktadır. Çözüm süreci, tüm Türkiye halklarının birlikte inşa edeceği özgürlükçü bir yaşam alanı olarak değerlendirilmelidir.

Bu perspektifin, hareketin kadroları tarafından ne ölçüde kavranacağı ve toplumsal alanda ne derece hayata geçirileceği; Kürt hareketinin gelecekteki yönelimini ve siyasal etkisini doğrudan belirleyecektir. Devletin veya iktidarın bazı adımlar atabileceği öngörülse de Kürt halkının temel haklarını bütüncül biçimde tanıyacağı yönünde bir beklenti gerçekçi görülmemektedir. Bu nedenle Kürt hareketinin kendi içinde yapacağı çalışmalar, halkın ayakta kalmasını ve asimilasyona karşı direnç geliştirmesini sağlayan başlıca unsurları oluşturmaktadır. Zira Öcalan’ın yaklaşımı, “topu dağa atmak” ya da “silaha yaslanmak” gibi eski anlayışların terk edilmesini öngörmektedir.

Öcalan’ın perspektifi doğrultusunda şu temel alanlardaki çalışmalar Kürt Hareketi’nin geleceği açısından hayati önem taşımaktadır.

  • Anadilin korunması ve etkin biçimde kullanılması (eleştirel, çok dilli, tarihsel ve kolektif belleği esas alan bir halk eğitimi)
  • Kültür ve sanat alanında sürekli üretimin teşvik edilmesi
  • Tarihsel bellek ve kolektif hafızanın canlı tutulması,
  • Ekolojik duyarlılık ve çevresel çalışmaların yapılması
  • Demokratik toplum yapısının benimsenmesi, karar mekanizmalarına katılımın sağlanması
  • Toplumsal dayanışma ve örgütlenme ağlarının güçlendirilmesi
  • Özerk ve demokratik yerel örgütlenmelerin -özellikle belediyecilik alanında-geliştirilmesi, tabandan yukarıya doğru örgütlenme modellerinin geliştirilmesi
  • Tarih, dil ve haklar konusunda eleştirel/alternatif bir eğitim yaklaşımının benimsenmesi
  • Kadınların siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda öncü roller üstlenmesi (Erkek egemen zihniyetin ve aile yapısının dönüşümü)
  • Kooperatifçilik, ortak üretim, ihtiyaca dayalı paylaşım modelinin geliştirilmesi
  • Türkiye ve Ortadoğu halklarıyla ortak mücadele zeminlerinin oluşturulması

Sonuç olarak, Öcalan’ın yaklaşımı, Kürtlerin temel hakları konusunda devletten beklentilerin tamamen terk edildiği anlamına gelmemekle birlikte – zira devletle görüşmeler hâlâ sürmekte ve talepler dile getirilmektedir – esas vurguyu Kürt hareketinin kendi içsel dönüşümüne yapmaktadır. Komünalist toplum inşası önerisiyle, sürecin merkezine devletin atacağı adımları değil, halkın kendi kendini örgütleme iradesini yerleştirmiştir. Bir anlamda, Kürt Hareketi’nin önüne tarihsel bir sorumluluk ve dönüşüm ödevi koymuştur. Bu çağrı, yalnızca bir barış fırsatı değil, aynı zamanda yeni bir toplumsal modelin inşasına yönelik somut bir yol haritası olarak değerlendirilmelidir.

Kaynakça:

Bookchin, M. (2005). The Ecology of Freedom: The Emergence and Dissolution of Hierarchy. AK Press.

Öcalan, A. (2012). Demokratik Uygarlık Manifestosu: Ortadoğu Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü. Aram Yayınları.

Öcalan, A. (2025). Kongre Perspektifi (12. PKK Kongresi Metni). Yeni Yaşam Gazetesi.

Artizan (2025). Çözüm Sürecini Nasıl Anlamalı? Erişim: https://www.art-izan.org/one-cikanlar/cozum-surecini-nasil-anlamali/

Yeni Yaşam Gazetesi (2025) Abdullah Öcalan’ın kongre perspektifinin tam metni, Erişim: https://yeniyasamgazetesi9.com/abdullah-ocalanin-kongre-perspektifinin-tam-metni/