9 Ağustos’ta duyurulan yeni Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) İklim Değerlendirme Raporu, nihayet küresel ısınmanın ardındaki nedenin insan kaynaklı emisyonlar olduğunu ve sıcaklığın 1,5 derece eşiğini geçmesini engellemek için zamanımızın kalmadığını en kesin terimlerle ortaya koydu. Hemen eyleme geçemezsek yüzyılın ortasında 2 dereceyi rahatça geçebiliriz.

Bununla birlikte, IPCC raporu gezegenin beklendiğinden daha hızlı ısındığının altını çizse de doğrudan fosil yakıtlarına değinmiyor ve söz konusu teknolojiler henüz başlangıç aşamasıda olsalar da küresel ısınmayı denetim altına alabilmek için gerekli bir araç olarak karbon gidermeye [carbon removal][i] vurgu yapıyor.

Truthout için yaptığımız bu özel söyleşide, dünyanın en önemli akademisyenlerinden ve önde gelen aktivistlerinden Noam Chomsky ile dünyanın önde gelen ilerici iktisatçılarından Robert Pollin IPCC raporuna dair kendi değerlendirmelerini sunuyorlar. Chomsky ve Pollin, İklim Krizi ve Küresel Yeşil Yeni Düzen: Gezegeni Kurtarmanın Politik Ekonomisi (Verso, 2020)[ii] adlı kitabın ortak yazarlarıdır.

C.J. Polychroniou: Noam, küresel ısınmanın fiziksel temellerini ele alan yeni IPCC değerlendirme raporu, aşırı ısı dalgaları ve gerek ABD gerekse dünyanın pek çok yerinde büyük yangıların yaşandığı bir dönemde duyuruldu. Rapor birçok bakımdan iklim krizine dair önceden bildiklerimizi pekiştiriyor. Raporun ne ifade ettiği ve onu onaylayan tarafların bir iklim felaketinden kaçınmak için gerekli önlemleri alıp almayacakları konusunda ne düşünüyorsun?

Noam Chomsky: IPCC raporu iç karartıcı. Rapordaki pek çok şey senin de dediğin gibi daha önceden bildiklerimizi pekiştiriyor. Fakat, en azından benim için, vurgudaki kayma çok rahatsız ediciydi. Bilhassa karbon giderme bölümü için doğru bu. Kendi uzman olmayan görüşümü söylemek yerine, MIT Technology Review’de “Birleşmiş Milletler Raporu Pek Varolduğu Söylenemeyecek Karbon Giderme Teknolojilerine Umut Bağlıyor” başlığıyla yayımlanan değerlendirmeyi alıntılayacağım:

“[IPCC raporu] çok büyük miktarda karbon dioksiti atmosferden uzaklaştırmanın küresel ısınmanın en büyük tehlikelerinin önlenmesinde esas olacağına ilişkin çarpıcı bir hatırlatmada bulunuyor. Fakat aynı zamanda bunun için gerekli teknolojilerin ortada olmadığını ve konuşlandırılmalarının çok güç olacağını da vurguluyor. … Buna karşın, ne kadar sıcak olacağı, emisyonları ne kadar hızlı şekilde keseceğimize ve havadan karbon dioksiti emmenin yolarını ne kadar çabuk geliştireceğimize bağlı.”

Bu doğruysa, ki kuşkulanmak için bir neden görmüyorum, tahammül edilebilir bir dünyaya dair umutlar “ortada olmayan ve konuşlandırılması çok güç” teknolojilere bağlı demektir. Bu korkunç derece çetin sorunla baş edebilmek eşgüdümlü bir uluslararası çaba gerektiriyor; (hakkındaki düşünceniz ne olursa olsun) John F. Kennedy’nin aya gitme projesini kat kat aşıyor ve çok daha önemli. Bu görevi özel sektöre bırakmak felakete davetiye çıkarmak olur. Bunun pek çok gerekçesi var ve bunlar arasında The New York Times’ın bir haberinin ortaya koyduğu gerekçe de var: “Riskler var. Fikrin bizatihi kendisi sanayiye tehlikeli alışkanlıkları korumak için bir bahane sunabilir … Bazı uzmanlar, şirketlerin, bugün emisyonları çok ciddi şekilde azaltmaktan kaçınmak amacıyla ileriki bir tarihte karbon giderme konusundaki belirsiz vaadinin arkasına saklanabileceği uyarısında bulunuyor. “Yeşil göz boyama”[iii] sürekli başvurulan bir hile.

IPCC raporunun önemi her türlü makul kuşkunun ötesinde. Gerekli önlemler alınacak mı? Bu bize bağlı. “Kainatın efendileri” için kısa vadeli kazançlar yerine hayatta kalmayı tercih eden bilinçli bir toplum tarafından iyice sıkıştırılmadıkça güç sistemlerine ve onların yapacaklarına hiç güvenimiz yok.

ABD Yönetimi’nin IPCC raporuna hemen verdiği tepkinin pek cesaret verici olduğu söylenemez. Başkan Joe Biden, petrol üretimini yeterince artırmadıkları için başlıca petrol üreten ülkeleri (OPEC) azarlamak üzere ulusal güvenlik danışmanını gönderdi. Mesaj, Londra merkezli Financial Times’ta şu başlıkta özetlendi: “Biden’dan OPEC’e: Del, bebeğim del.”

Bu konuda Biden OPEC’e yeryüzünde yaşamı yok etme çağrısı yaptığı için sağcılar tarafından sert şekilde eleştirildi. MAGA ilkelerine göre, bu değerli girişimde ABD’li üreticiler önceliğe sahip olmalı.

Bob, IPCC iklim değerlendirme raporunu sen nasıl yorumluyorsun? Raporda seni şaşırtan herhangi bir şey var mı?

Robert Pollin: IPCC’nin iklim değişikliğinin fiziksel temelleri üzerine Altıncı Değerlendirme Raporu toplam 3.949 sayfa. Dolaysıyla içinde değerlendirecek çok şey var; bir ilk inceleme olarak ancak 42 sayfalık “Politika Yapıcılar için Özet” bölümünü inceleyebildim. İlk incelememde iki husus benim açımdan öne çıktı. Birincisi, IPCC’nin iklim krizinin hızla daha da ciddiyet kazandığı şeklinde ulaştığı sonuç; ikincisi ise, 2018 tarihli “1,5 Derecelik Küresel Isınma”’ raporuyla karşılaştırıldığında bile temel önlemlerin alınması yolundaki çağrısının giderek acil hale gelmesi. IPCC raporlarının örüntüsünün her zaman böyle olmadığını belirtmek önem taşıyor. Örneğin, IPCC 2014 Beşinci Değerlendirme Raporu’nda, 2007’deki Dördüncü Değerlendirme Raporu’na göre önemli ölçüde daha umutluydu. 2014’te IPCC, endüstri öncesi düzeylere göre küresel ortalama sıcaklığı 1,5 derece yerine 2,0 derecede dengelenmesi amacına odaklanmıştı. 2014’te IPCC, aşırı sıcaklık, seller, kuraklıklar, deniz seviyesinin yükselmesi ve biyo-çeşitlilik kaybı gibi iklim değişikliğinin en ciddi etkilerini sınırlandırmak üzere makul bir şansın olabilmesi için 1,5 derece hedefinin zorunlu olduğuna ikna olmamıştı. 2014 raporu, 2050 itibariyle CO2 emisyonlarını sadece yüzde 36 oranında azaltmanın, uygulanabilir bir dengelenme patikasına girmek için muhtemelen yeterli olacağı sonucuna varıyordu. Son raporda ise 1,5 derece hedefini tutturmanın zorunlu olduğu ve bu hedefi gerçekleştirmek üzere küresel CO2 emisyonlarının 2050 itibariyle sıfır olması gerektiği konusunda hiçbir belirsizlik bulunmuyor.

Bu yeni rapor sıfır emisyon hedefini tutturmanın ve böylelikle 1,5 derece ısınma eşiği içinde kalmanın ne kadar zor olduğunu açıklığa kavuşturuyor. Fakat güç bela da olsa uygulanabilir bir dengenleme patikasının hâlâ mümkün olduğunu kabul ediyor. İlk ve en önemli aksiyonun ne olması gerektiğine dair bir soru işareti yok: enerji üretmek için petrol, kömür ve doğal gaz yakmayı durdurmak. Karbon giderme teknolojilerine muhtemelen bütünlüklü bir dengenleme programının bir parçası olarak ihtiyaç duyulacak. Ancak burada şunu belirtmek gerekiyor ki halihazırda gayet etkin şekilde çalışan iki karbon giderme teknolojisi var: 1) ormanları yok etmeye son vermek, çünkü ağaçlar CO2 emiyor ve 2) şirketlerin kulandığı endüstriyel pratiklerin yerine organik ve onarıcı (rejeneratif) tarımı geçirmek. Şirketlerin uyguladığı tarımsal pratikler, özellikle yoğun nitrojen gübre kullanımıyla CO2 ve diğer sera gazlarını yayıyor; oysa organik ve onarıcı tarım yoluyla toprak CO2’yi emiyor. Bununla birlikte, enerji üretmek için fosil yakıtları yakmayı durdurmazsak, karbon giderme teknolojileri alanında hangi başarılar sağlanırsa sağlansın bir dengenleme patikasına geçme şansımız açıkça bulunmuyor.

Şunu da eklemek isterim ki enerji verimliliği ve temiz yenilenebilir enerji kaynakları alanlarında sıfır emisyonlu bir ekonomi kurmak için başlıca teknolojilere zaten sahibiz. Örneğin, elektrikli otomobiller ve kamu taşımacılık sistemlerinin arzını artırmak, eski ısıtma ve soğutma sistemlerinin yerine elektrikli ısı pompaları kullanmak yoluyla enerji verimliliğine yatırım yapmak tanımı gereği bütün enerji tüketicilerinin para tasarruf etmesini sağlayacaktır. Üstüne üstlük, ortalama olarak söylersek, hem güneş hem de rüzgar aracılığıyla elektrik üretme maliyeti, şu anda karbon yakalama teknolojileri kullanıp kömür yakarak elektrik üretiminin yaklaşık yarısı. Bu noktada, temiz enerji altyapısı kurmak ve bunun yanı sıra fosil yakıtların kullanımdan kaldırıldığı süre boyunca olumsuz etkilenecek işçiler ve topluluklar için adil bir geçiş sağlamak üzere büyük ölçekli yatırımlara girişmek önem taşıyor.

Küresel ısınmanın ardında insan kaynaklı karbon dioksit emisyonlarının olduğu ve IPCC raporuna göre ısınmanın öngörüldüğünden daha hızlı gerçekleştiğine ilişkin kanıtlar açıkça ortada. Çok muhtemelen ikinci gelişmeden dolayı Altıncı Değerlendirme Raporu, iklim değişikliğinin ayrıntılı bir bölgesel değerlendirmesini sunuyor ve (sanıyorum ilk defa) Noam’ın “çok rahasız edici” bulduğu karbon giderme teknolojilerine vurgu yaparak inovasyon ve teknolojiye bir bölüm ayırıyor. Küresel Yeni Yeşil Düzen’in önde gelen savunucularından biri olarak iklim değişikliği tehlikesiyle baş etmek için, en azından yakın gelecekte bölgesel iklim ve enerji planlarının ana çalışma alanı haline gelmesinde bir sorun görüyor musun?

Pollin: İlkesel olarak, hepsi sıfır emisyon hedefini gerçekleştirmeye ciddiyetle odaklandığı ve diğer bölgelerle eşgüdüm içinde yürütüldüğü sürece bölgesel iklim ve enerji planlarında hiçbir sorun görmüyorum. O halde asıl soru, herhangi bir verili bölgesel programın iklimin dengelenmesi için gerekli koşullar açısından yeterli olup olmadığıdır. Yanıt, şu ana kadar “hayır”. Bunu ABD, Avrupa Birliği (AB) ve Çin için öngörülen iklim programlarına bakarak görebiliriz. İklim değişikliği konusunda bunlar en önemli üç bölgedir; bunun da nedeni basittir, çünkü bütün küresel CO2 emisyonlarının yüzde 54’ünden bu bölgeler sorumlu (Çin yüzde 30, ABD 15 ve AB yüzde 9).

ABD’de Biden Yönetimi elbette bir facia olan dört yıllık Trump dönemine göre büyük bir ilerlemeyi temsil ediyor. Biden göreve başladıktan kısa süre sonra emisyon azaltma hedeflerini IPCC’ye uyumlu olarak açıkladı: 2030 itibariyle yüzde 50 azaltma ve 2050’de net sıfır emisyon. Üstelik Biden’ın Mart’ta gündeme getirdiği Amerikan İş Planı, mevcut fosil yakıta dayalı egemen sistemimizin yerini alacak temiz bir enerji altyapısı kurmak üzere yılda kabaca 130 milyar dolar tahsis edecekti.

İklimin dengelenmesi  için bu düzeyde bir federal finasmanın ABD’de eşi benzeri görülmemiştir. Aynı zamanda bu finansman, yönetimin kendi emisyon azaltma hedeflerine ulaşmak için gerekli toplam finansmanın belki yüzde 25’ini sağlamış olacak. Bu durumda geriye kalan yüzde 75’in çoğunun özel sektörden gelmesi gerekiyor. Buna karşın, sıkı hükümet düzenlemeleriyle bu noktaya zorlanmadıkça özel sektörün temiz enerjiye bu düzeyde (yaklaşık yılda 400 milyar dolar) yatırım yapması gerçekçi değlidir. Böyle bir düzenleme elektrik kurumlarının diyelim CO2 emisyonlarını yüzde 5 azaltması yönünde bir direktif olabilir ve yerine getirilmemesi durumunda cezai yaptırımla karşılaşılır. Bugüne kadar Biden Yönetimi bu türden bir düzenleme önermedi. Ayrıca Kongre’de Biden’ın yasa tasarısı etrafındaki tartışmaları düşünürsek iklimin dengelenmesi için sağlanacak federal hükümet finansmanının Biden’ın başlangıçta Mart ayında önerdiği 130 milyar dolara yaklaşması bile zayıf bir ihtimal.

Benzer bir hikâye AB için de söz konusu. Açıklanan taahhütlere bakılacak olursa AB, Avrupa Yeni Düzeni diye adlandırdığı dünyanın en ihtiraslı iklim dengelenme programına sahip. Avrupa Yeşil Düzeni’ne göre, bölge 2030 itibariyle emisyonları 1990 düzeylerine oranla en az yüzde 55 azaltmayı taahhüt etti. Bu, IPCC’nin belirlediği yüzde 45’lik indirimden daha hırslı bir hedef. Bu durumda Avrupa Yeşil Düzeni, IPCC’nin uzun vadeli 2050’de net sıfır emisyonlu ekonomi hedefiyle uyuşuyor.

Aralık 2019’dan başlayarak Avrupa Komisyonu yasal önlemler alıyor ve bölgenin emisyon azaltma hedeflerini yerine getirmek için başka öneriler gündeme getiriyor. Geçen Haziran’da benimsenen en son önlem, Sonraki-Nesil-AB-İyileştirme planı. Bu plan aracılığıyla Avrupa Yeşil Düzeni’ni finanse etmek üzere 600 milyar euro tahsis edilecek. Avrupa Komisyonu harcama programını tamamlamak için 13 farklı vergi ve düzenleyici önlem içeren bir çerçeve oluşturarak söz konusu harcama taahhüdünü takip etti.

Fakat gelin görün ki basit bütçe matematiği şöyle: Yedi yıl boyunca Sonraki-Nesil-AB-İyileştirme planı aracılığıyla tahsis edilen 600 milyar euro, yılda ortalama 85 milyar euroya denk gelecek. Bu tutar, söz konusu dönemde AB GSYH’sinin yüzde 0,6’sından daha düşük bir miktar; oysa GSYH’nin yüzde 2 ila 3’ü aralığında bir harcama düzeyi gerekiyor. ABD’de olduğu gibi AB de fosil yakıtların yakılmasına ilişkin sıkı düzenlemeler yapmadıkça geriye kalan yüzde 75’i sağlamak üzere özel sektörü harekete geçiremez. Bu türden düzenlemeler etkili olacaksa, tüketicilerin fosil enerji için ödeyecekleri faturalar ciddi şekilde artacak demektir. Zenginler dışındaki kesimlerin geçim giderlerinde kayda değer bir artış olmasını önlemek için fosil yakıtların fiyat artışının, ödemenin bir kısmının iadesiyle dengelenmesi gerekir. 2018’de Fransa’daki Sarı Yelekliler Hareketi tam da Macron’un, refah düzeyi yüksek olmayanlar için esaslı geri ödemeler içermeksizin bir karbon vergisini yasalaştırmasına karşı ortaya çıkmıştı.

Çin’in durumu, ABD ve AB’ninkinden farklı. Özellikle Çin IPCC’nin 2030 veya 2050 emisyon azaltma hedeflerini tutturmaya yönelik bir taahhütte bulunmadı. 2020 yılında Başkan Xi Jinping BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Çin’in o kadar hırslı olmayan bir hedefler kümesi taahhüt ettiğini söyledi: Emisyonlar 2030’da zirveye ulaşana kadar artmaya devam edecek ve sonra düşecek. Xi, net sıfır emisyon hedefini 2060 itibariyle, yani IPCC’nin hedefinden bir on yıl sonra yerine getirmeyi taahhüt etti.

Çin’in iklimin dengelenmesini destekleme konusunda önemli ilerlemeler kaydettiğini teslim etmeliyiz. Kritik bir örnek, Çin’in hırslı sanayi politikalarının, güneş enerjisi maliyetlerini geçen on yılda dünya çapında yüzde 80 azaltılmasının başlıca aktörü olmasıdır. Çin aynı zamanda gelişmekte olan ekonomilerde temiz enerji yatırımlarını destekleyen kredilerin başlıca tedarikçisidir. Yine de, Çin açıkladığı emisyon planlarına bağlı kalırsa, IPCC’nin hedeflerini hiçbir koşul altında gerçekleştirme şansı olmadığı gerçeğinden kaçamayız.

Kısacası, farklı nedenlerle Çin, ABD ve AB’nin daha hırslı bölgesel iklim  dengelenme programları hazırlaması gerekir. Özellikle söz konusu ekonomiler, küresel temiz enerji yatırımlarına daha yüksek düzeyde kamu yatırımı yapmayı taahhüt etmeli.

Kamu yatırımlarının artırılmasının karşı karşıya kaldığı temel kısıtlama, insanların daha yüksek vergiler ödemek istememesidir. Elbette neoliberalizm çağında servetleri ve gelirlerindeki devasa artışın keyfini çıkaran zenginler kolaylıkla daha yüksek vergiler ödeyebilir. Buna karşın, küresel temiz enerji yatırımlarını büyük ölçekte yapabilmek için gereken finansmanın büyük bölümünün vergileri yükseltmeden sağlanabileceği hâlâ doğru. Üç kanaldan kaynak elde ederek yapılabilir bu: 1) askeri bütçelerden fon transfer ederek; 2) bütün fosil yakıt teşviklerini temiz enerji teşviklerine çevirerek ve 3) ABD Merkez Bankası, Avrupa Merkez Bankası ve Çin Halk Bankası tarafından büyük miktarda yeşil tahvil satın alma programları oluşturarak. Bu türden tedbirler ABD, AB ve Çin’in bölgesel programlarını bir araya getirmek için bir temel oluşturabilir ve birlikte ele alındığında bu programlar, uygulanabilir küresel bir iklim dengeleme projesinin acil ihtiyaçlarını karşılama şansı yaratabilir.

Noam, geçenlerde küresel ısınma tehdidini bir dünya savaşının patlak vermesi gibi karşılamamız gerektiğini öne sürdüm. Sence bu doğru bir benzetme mi?

Chomsky: Pek sayılmaz. Bir dünya savaşında geride şuraya buraya dağılmış, sefil koşullarda hayatta kalanlar vardır. Zamanla belirli bir sürdürülebilir varoluşu yeniden kurabilirler. Çevrenin tahrip olması çok daha ciddi. Geriye dönüşü yok.

Bundan yirmi sene önce biyolog Ernst Mayr’in akla yatkın bir argümanıyla başlayan bir kitap yazmıştım. Argüman şuydu: Evrende zeki bir yaratık keşfetme ihtimalimiz çok az. Mayr argümanını daha da geliştirmek için yüksek zekâ düzeyine sahip bir canlı ortaya çıkacak olursa büyük ihtimalle kendini yok edecek bir yol bulacaktır diyordu, ki biz de bu argümanı kanıtlamaya uğraşıyoruz.

Kitap, Bertrand Russell’ın yeryüzünde barışın olup olmayacağı üzerine düşünceleriyle kapanıyordu: “Yeryüzünün zararsız trilobitler[iv] ve kelebekler ürettiği çağlardan sonra evrim Neronlar, Cengiz Hanlar ve Hitlerler yaratan bir noktaya ilerledi. Yine de ben bunun geçici bir kâbus olduğuna; zamanla yeryüzünün yeniden yaşamı destekleyecek duruma geleceğine ve barışın geri döneceğine inanıyorum.”

Bu söyleşi açıklık sağlanması açısından hafif şekilde düzeltilmiştir.


[i] Karbon giderme (İng.carbon removal) karbon dioksiti atmosferden uzaklaştırma ve on yıllar, yüz yıllar veya bin yıllar boyunca depolama sürecidir. Bu süreç, iklim değişikliğini yavaşlatabilir, sınırlandırabilir veya hatta tersine çevirebilir.

Karbon giderme için bazı önde gelen fikirler şunlardır:

  • Çok büyük alanlarda yeni ormanlar oluşturmak (ormanlaştırma/yeniden ormanlaştırma).
  • Toprakta depolanan karbon miktarını artırmak üzere toprağı işlemeden ve zirai ilaçlar kullanmadan yapılan tarımsal ve başka uygulamalar (toprakta karbon tutma).
  • Biyo-kömür üretmek ve gömmek veya or biyo-kömürle tarlaları sürmek (biyo-kömür).
  • Biyofosillerden ve biyoenerji bitkilerinden karbon yakalamak ve ayırmak.
  • Kırılmış kayaları toprağa yayarak havadan karbon dioksit emmelerini sağlamak veya karbon dioksit açısından zengin sıvıları bu kayalara maruz bırakmak (zenginleştirilmiş mineralleştirme).
  • Karbon dioksiti doğrudan atmosferden emecek ve gömecek makineler inşa etme (doğrudan hava yakalama). ç.n.

Kaynak: https://www.american.edu/sis/centers/carbon-removal/what-it-is.cfm

[ii] Türkçesi: çev. Onur Orhangazi, Ütopya Yayınevi, 2021.

[iii] (İng. greenwashing) yeşil göz boyama, halkı bir kuruluşun ürünlerinin, amaçlarının ve politikalarının çevre dostu olduğuna ikna etmek için yeşil halkla ilişkiler (PR) ve yeşil pazarlamanın aldatıcı bir şekilde kullanıldığı bir pazarlama şeklidir. ç.n. Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Greenwashing

[iv] Paleozoik dönemde bol miktarda bulunan soyu tükenmiş bir eklem bacaklı takımı. -ç.n.