Bu yazı 16-29 Temmuz tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır. Aşağıdaki başlıklara tıklayarak yazının ilgili bölümlerine ulaşabilir, bölüm sonlarından tekrar başa dönebilirsiniz.

İç Politika başlığı altında Mattia Ahmet Minguzzi cinayeti ve suça sürüklenen çocuklar, İBB’ye dönük operasyonlar ve halk mitingleri, ve barış sürecinde meclis komisyonuyla birlikte gelinen yeni aşama ele alınıyor.

Dış politika bölümünün odağında Suriye’de süregiden siyasi istikrarsızlık, ABD’nin Suriye’nin geleceğine dair takındığı belirsiz tutum, ve İsrail’in Gazze’deki katliamları ve yarattığı açlık ve sefalet koşulları ele alınıyor.

Ekonomi başlığı altında artan gelir adaletsizliği ve devletin kamu işçileriyle yaptığı ücret pazarlığında dayatılan sefalet koşullarına değiniliyor.

Ekoloji başlığı altında Türkiye’yi Haziran sonundan beri esir alan orman yangınlarına, deprem davalarına ve geçtiğimiz ay meclisten geçen iklim kanunuyla ilgili değerlendirmelere yer veriyoruz.

İÇ POLİTİKA

Bu dönemki gündem tartışmamızın iç politika bölümünde suça sürüklenen çocuklar konusunu, İBB ve CHP’ye yönelik operasyonları ve Kürt meselesinin çözüm sürecindeki gelişmeleri ele aldık.

Suça Sürüklenen Çocuklar

15 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi’nin kendisiyle aynı yaşta olan iki çocuk tarafından öldürülmesinin ardından, faillerin 18 yaşından küçük olması nedeniyle cezalarda indirime gidilecek olması kamuoyunda bir tartışma yaratmıştı. Minguzzi’nin ailesi bu duruma tepki göstermiş ve sanıkların çocuk indirimi almadan en ağır şekilde cezalandırılmasını talep etmişti. Annesi Yasemin Minguzzi’nin infaz yasasında değişiklik talebiyle Bakırköy Meydanı’ndaki oturma eylemiyle birlikte Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, çocuk yargılamalarına ilişkin bir çalışma yapıldığını açıkladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da hem çocukları suça sürükleyenler hem de ailelerin bu konudaki sorumluluğuna ilişkin adım atılması yönünde talimat verdiği kamuoyuna yansıdı. Çocukların yetişkinler gibi yargılanmasını talep eden ve kamuoyunda tanınan popüler figürlerin de destek verdiği bu kampanyaya hak temelli mücadelelere verdiği destekleriyle tanınan CHP milletvekili Mahmut Tanal da dahil oldu.  Bu gelişmeler karşısında 62 demokratik kitle örgütü, çocukların yetişkin gibi yargılanması yönündeki taleplere karşı ortak bir açıklama yayımladı. Cezaların artırılması ve çocukların yetişkin gibi yargılanması taleplerinin çocuk haklarına ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunun hatırlatıldığı bu açıklamada, suça sürüklenen çocuklar için onarıcı ve koruyucu bir adalet sisteminin hayata geçirilmesi gerektiği vurgulandı.

Çocuk suçluluğunun önlenememesi öncelikle çocukları korumakla sorumlu olan devletin çocukların ve toplumun güvenliğini sağlama görevini yerine getirmediğini gösteriyor. Suç örgütlerinin pek çok olayda çocukları kullandığı bilinirken bu örgütlerin üzerine gitmek yerine çocukları yetişkin gibi yargılamanın önünün açılması kabul edilir bir durum değil. Minguzzi ailesinin yaşadığı acının yanında çetelerin tehdidi altında olduğu da biliniyor. Bu nedenle devletin asıl olarak suç örgütlerinin üzerine gitmesi gerekiyor. Suçu engellemenin yolu çocukları yetişkin gibi yargılamaktan değil, çocukları suça sürükleyen örgütlerle, çetelerle, ekonomik ve toplumsal koşullarla mücadele etmekten geçiyor.

İBB’ye dönük operasyonlar ve halk mitingleri

İBB’ye ve diğer CHP belediyelerine dönük operasyonlar bu iki haftada da devam etti.  İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İBB’ye yönelik rüşvet ve ihaleye fesat iddialarıyla başlattığı soruşturma kapsamında 8. operasyonda 17 kişi gözaltına alındı. 8 kişi tutuklanırken 9’u hakkında adli kontrol takibi uygulandı. Bu operasyonun ardından gelişen 9. dalgada İETT yöneticilerinin de aralarında olduğu 25 kişi hakkında da gözaltı kararı verildi. 5 kişi tutuklanırken 20 kişiye adli kontrol tedbiri uygulandı. Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik rüşvet soruşturması kapsamında ise 3 kişi gözaltına alındı.

Hakkında yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alındıktan sonra ev hapsi ile serbest bırakılan ve görevinden uzaklaştırılan Abdurrahman Tutdere’nin yerine Adıyaman Belediyesi’nde başkanvekili seçimi yapıldı. CHP’nin adayı Ufuk Bayır’ın kazandığı seçimde AKP ve YRP’li belediye meclis üyesi birer kişi Bayır’a oy verdi.

Lenfoma şüphesiyle ameliyat edilen Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık hakkında Adli Tıp raporu açıklandı. Adli Tıp’ın Çalık hakkında tüm sağlık kontrolleri ve tetkiklerin tekrardan yapılması yönündeki kararına avukatları tepki gösterdi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Murat Çalık’a yapılanların işkence olduğunu söyleyerek Adalet Bakanlığı’nı göreve çağırdı. Türk Tabipleri Birliği Bilim Kurulu da Çalık’ın sağlık sorunları nedeniyle cezaevinde kalmasının uygun olmadığını ve yapılan muamelelerin yaşam hakkı ihlallerine neden olabileceğini söyleyerek acil önlem çağrısı yaptı.

Ekrem İmamoğlu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’i tehdit ettiği iddiasıyla yargılandığı davada üçüncü kez hâkim karşısına çıktı. Yaptığı siyasi savunmada, hem CHP operasyonları ve yargılamalardaki hukuksuz işleyişleri deşifre etti hem de Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Mahkeme heyeti Ekrem İmamoğlu’na hedef gösterme suçundan beraat kararı verirken, tehdit suçundan 2 ay 15 gün, kamu görevlisine hakaret suçundan 1 yıl 5 ay hapis cezası verdi. Bu durumda cezanın onanması halinde Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak getirilmiş olacak. Bununla birlikte İstanbul Üniversitesi Ekrem İmamoğlu’nun yüksek lisans diplomasını da iptal etti. Bunun gerekçesi olarak Ekrem İmamoğlu’nun lisans mezuniyet koşulunu sağlayamadığı ve öğrencilik statüsüne girişte yer alan koşullardaki eksiklik gösterildi.

İktidarın bu operasyonları durduracağına dair hiçbir belirti görünmüyor, tam tersine her geçen gün yeni isimler operasyonlara dahil ediliyor. Özgür Özel başkanlığındaki CHP “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” mitinglerine devam ediyor. Bu iki haftada Trabzon, İstanbul Bakırköy ve Şile de kitlesel halk mitingleri gerçekleştirildi. Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu’nun arkasından çekilme, mitinglere son verme yönündeki iktidar kanadından gelen baskıların devam ettiğini ancak Ekrem İmamoğlu’na sahip çıkacaklarını söyledi. Ekrem İmamoğlu’na cumhurbaşkanı adaylığının engellenmesi için hapis cezası verilmesi ve yüksek lisans diplomasının iptali karşısında CHP, düzenlediği kitlesel miting ile Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi’nin ilkini Ankara’da açtı.

Özgür Özel, İBB soruşturmasında görev yapan savcılardan birinin makamındaki beyaz Toros maketine tepki gösterdi. Bununla birlikte beyaz Toros maketini eleştiren Avukat Eren Doğru hakkında ev hapsi kararı verildi. Savcıyla ilgili paylaşımları nedeniyle gazeteci Oğuz Bakır da gözaltına alındı ve ev hapsinde tutulması talep edildi. Gazetecilik meslek örgütleri bu duruma karşı çıkarken Cumartesi Anneleri de Galatasaray Meydanı’ndaki 1060. hafta buluşmasında, faili meçhul cinayetlerin ve cezasızlığın sembolü haline gelen beyaz Toros maketinin bir savcının makam odasında bulunmasına tepki gösterdi.

Çözüm sürecinde yeni aşama

Çözüm sürecinde TBMM çatısında kurulacak komisyon bu iki haftanın gündeminde yer aldı. Komisyonun yapısı ve işleyişi kadar CHP’nin komisyonda yer alıp almayacağı da tartışılan konular arasındaydı.

DEM Parti İmralı Heyeti, PKK’nin silah bırakma törenin ardından çözüm sürecine ilişkin Meclis’te kurulması planlanan komisyon için parti ziyaretlerine başladı. Ardından Abdullah Öcalan ile yedinci görüşmeyi gerçekleştirdi. Yapılan açıklamada, silahların imha edilme töreniyle ilgili olarak, Öcalan’ıntörenin gerçekleştirilme biçimini, sergilenen irade, inanç ve barış kararlılığını çok değerli bulduğu” ifade edildi. Öcalan’ın, “komisyon çalışmasının kapsamlı ve kapsayıcı bir yöntemle barış ve demokrasi adına önemli katkılar sunmasını beklediği” vurgulandı.

DEM Parti ile benzer bir şekilde CHP de komisyonun sadece silahsızlanmaya odaklanmaması gerektiğini, barışın ancak kayyım uygulamasının olmadığı ve demokratikleşme adımlarının atıldığı bir ortamda mümkün olacağını savunuyor. Özgür Özel, komisyonda eşit temsil olması gerektiğini, eşit temsil olmayacaksa da komisyonun nitelikli çoğunlukla karar alması gerektiğini ve bu koşullar sağlanırsa CHP’nin komisyonda yer alacağını söyledi. CHP içindeki ve tabanındaki çözüm süreci karşıtları, CHP’nin komisyona katılmaması için parti üzerinde ve kamuoyunda baskı oluşturmaya çalışsa da CHP’nin komisyona katılma kararı, Kürt meselesinin çözümünde inisiyatif alması açısından oldukça önemli bir yerde duruyor.  Ayrıca CHP’nin nitelikli çoğunlukta ısrar etmesi DEM Parti’nin de komisyon içinde elini güçlendirecek bir tutum olarak değerlendirilebilir.

TBMM’deki komisyonda AKP 21, CHP 10, DEM Parti ve MHP 4’er, İYİ Parti ve Yeni Yol 3’er milletvekili ile temsil edilecek. İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu komisyonda yer almayacaklarını, sürece ilişkin itirazlarını mitingler düzenleyerek dile getireceklerini belirtti.  İYİ Parti’nin ilk mitingi 3 Ağustos’ta Bursa’da, “Birinci Vazifen” adıyla düzenlenecek.

Bu dönemde öne çıkan açıklamalardan biri Devlet Bahçeli’den geldi: Bahçeli’nin milletvekilleriyle gerçekleştirdiği toplantıda “Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi olsun” sözleri kamuoyunda “Türkiye Lübnanlaşıyor mu?” tartışmalarını beraberinde getirdi. Bahçeli ise siyasi sorumlulukların etnik ve mezhepsel ayrıma göre dağıtıldığı Lübnan modeli tartışmasına ve sözlerini haberleştiren İsmail Saymaz’a tepki gösterdi. Türkiye Devletinin birliğinin artık sadece Türklük üzerinden kurulamayacağı, bu açıklamayla Aleviliği ve Kürtlüğü de Türklüğün altına dahil ederek dahil ederek bölgedeki varlığını kurmaya çalıştığı iddia edilebilir.

Yazının başına dönebilirsiniz

DIŞ POLİTİKA

Suriye

Süveyda bölgesinde yaşayan bazı Dürzi gruplarla Arap aşiretleri arasında yaşanan olayları durdurmak için bölgeye giden HTŞ’li cihatçıların, Dürzi halkına dönük katliamlara başlaması Suriye’de yeni bir dönemin de başlangıcı oldu. İsrail’in ilk başlarda tepkisiz kalması, “Dürziler satıldı” yorumlarına yol açtı ancak İsrail’in müdahalesi gecikmedi. Dürzilerin direnişi ve İsrail’in müdahalesi sonucunda HTŞ, Süveyda bölgesinden çekilerek dış bölgelere konuşlandı. Olayların ardından Türkiye, İsrail’in müdahalesi sonrasında, Suriye hükümetinin kendilerinden resmi olarak destek talep ettiğini açıkladı. ABD, Suriye ve İsrail’in bir anlaşmaya vardığını ve Türkiye’nin de bu anlaşmayı onayladığını duyurdu. Süveyda’da Dürzilerin özerklik ilan edeceği konuşuluyor. Yaşanan bu çatışmalar süresince binin üzerinde insanın katledildiği belirtiliyor. Bu olay HTŞ’nin Suriye’de istikrar sağlama konusunda ne kadar güvenilmez olduğunu bir kez daha ortaya koydu. İsrail’in Suriye’de HTŞ kontrolünde güçlü bir merkezi devlet kurulmasına karşı olduğu biliniyor. ABD’nin Suriye özel temsilcisi Tom Barrack İsrail’in bunu istemediğini açıkça dile getirdi. Dürzileri katledip bölgeyi kontrol altına aldıktan sonra yönünü Kürtlere çevirmek istediği anlaşılan HTŞ ve Colani hükümeti ise bu olayların ardından kontrolü kaybetme korkusu yaşıyor. Türkiye’den istenen yardım da bunun göstergesi olarak yorumlanıyor.

SDG’nin Suriye merkezi yönetimine entegrasyonu konusu hala belirsizlikler içerisinde tartışılıyor. HTŞ ve Türkiye’nin entegrasyondan anladığı ve istediği, SDG’nin lağvedilerek Suriye merkez ordusuna katılması ve Rojava yönetiminin dağıtılması. Ancak SDG, entegrasyonu kabul etse de HTŞ ve Türkiye’nin planını reddediyor. Rojava yönetimi, ademi merkeziyetçi bir yapı içinde, SDG’nin bir blok olarak Suriye ordusuna katılmasını ve kendi bölgelerinin güvenliğinden sorumlu olmasını istiyor. HTŞ’li cihatçıların, Süveyda’da Dürzi halkına yaptığı katliam, SDG’nin, “silah bırakırsak katlediliriz” görüşünü meşrulaştırmış durumda. Bu nedenle Süveyda olaylarından sonra SDG’nin eli güçlendi yorumları yapılıyor. Türkiye ise SDG’yi açık bir şekilde tehdit ederek, Süveyda’dan uzak durmasını ve Davud koridoru gibi girişimlere kalkışmaması gerektiğini aksi taktirde müdahale edeceğini bizzat Dışişleri Bakanı aracılığıyla belirtti. ABD’nin tavrı ise belirsizliğini koruyor. Geçen haftalarda Tom Barrack’ın yaptığı açıklamalarla, ABD’nin Türkiye tarafından ileri sürülen planı desteklediği görüşü oluştuysa da sonrasında farklı açıklamalar karşımıza çıktı. Sonuç olarak ABD, kararı Suriye’deki bileşenlerin vereceğini söyledi. Ancak Süveyda’da Dürzilere yapılan katliamlar da gösterdi ki HTŞ’nin ve Şam’da kurulan hükümetin Suriye’de istikrar sağlaması çok zor. “SDG’nin silah bırakması Kürtler açısından bir intihar olur” değerlendirmeleri çokça dile getiriliyor. Dolayısıyla entegrasyon meselesi pek çok karmaşık konuyu içeriyor ve yakın zamanda çözülecek gibi görünmüyor. Suriye’de şu anda yaşanan durum çok kritik bir eşiğe gelindiğini gösteriyor. Bu aşamada, tüm Suriye halklarını kapsayacak yeni bir anlaşmaya varılmazsa, iç savaşın yeniden başlayabileceği konuşuluyor.

İsrail’in Gazze Soykırımı ve Saldırılar

İsrail’in Gazze’ye dönük saldırıları sürüyor. Her gün ölüm ve katliam haberleri geliyor. Ayrıca Gazze’ye uygulanan ambargo nedeniyle büyük bir insani dram yaşanıyor. Gazze’de kıtlık ilan edildi ve insanların açlıktan ölmeye başladıkları belirtiliyor. Özelikle pek çok çocuğun açlıktan ve yeterli beslenememekten dolayı ölme riskiyle karşı karşıya olduğu konuşuluyor. Barış görüşmeleri devam etse de şu ana kadar bir sonuç çıkmadı. Görüşmelerin, Hamas’ın silahsızlandırılması konusunda tıkandığı belirtiliyor. İsrail, Hamas’ın tüm silahlarını Batı Şeria’daki Filistin yönetimine teslim etmesini ve silahlı varlığını sonlandırmasını istiyor. Hamas ise bunu kabul etmiyor. İsrail, Gazze’deki tüm silahlı gruplar teslim olmadan saldırmaya devam edecek gibi görünüyor. Ayrıca sadece Hamas’ın değil aynı zamanda Hizbullah’ın da silahsızlandırılmasının gündemde olduğu konuşuluyor. ABD’nin Suriye özel temsilcisi Tom Barrack’ın Lübnan’a giderek Hizbullah’ın silahsızlandırılması konusunu Lübnan hükümetiyle konuşacağı belirtiliyor. Gazze’de yaşanan açlık ve ölümlere karşı Batı’da tepkiler yeniden yükselmeye başladı. 25 ülke İsrail’in saldırılarını derhal durdurması gerektiğini belirten bir çağrıda bulundu.  Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Filistin Devletini resmen tanıyacaklarını açıkladı. Benzer bir şekilde İngiltere de Gazze’ye dönük saldırıların sürmesi halinde Filistin Devletini tanıyabileceklerini söyledi. Ancak çok ciddi yaptırımlar uygulanmadığı sürece İsrail’in geri adım atması pek mümkün görünmüyor. İsrail, şu anda yaşanan durumu bir fırsat olarak görüyor ve hem Hamas’ı hem de Hizbullah’ı tamamen bitirmek istiyor.

Yazının başına dönebilirsiniz

EKONOMİ

Türkiye’de gelir adaletsizliği her geçen gün artıyor. Türkiye gelir adaletsizliğinde Avrupa birincisi olurken, dünyada da ilk 10’a girdi. BDDK’ye göre toplam mevduatın neredeyse yüzde 80’i en zengin yüzde 1’lik kesimin hesabında. Banka hesaplarının yüzde 83’ünde 10 bin lira bile yok. Durum bu kadar vahim bir noktaya sürüklenirken Yargıtay, verdiği kararla, tüketici kredisi çeken ve ödeyemeyen emeklilerin maaşlarına bankaların bloke koyabileceğine hükmetti. Açlık sınırının çok altında maaş alan ve artık temel gıda ürünlerine bile erişemeyecek duruma gelen birçok emekli, tüketici kredisi kullanarak hayatta kalmaya çalışıyor. Bu karar pek çok emekli açısından yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Ancak ne muhalefetten ne de sendikalardan, bu karara dönük geniş kapsamlı bir tepki gelmedi. Hatta muhalif kanallarda dahi bu haber yeterince ele alınmadı.

Enflasyonda küçük bir düşüş gözleniyor ancak özellikle temel gıda ürünlerindeki enflasyon düşmüyor. Bunun en büyük sebeplerinden biri, tarım ürünlerinin üretim maliyetlerinin çok yüksek olması. TÜİK Tarım ürünleri üretici fiyat endeksini, haziran ayında aylık %18, 83 yıllık bazda %50, 31 olarak açıkladı. Tarımsal üretimin maliyet enflasyonundaki bu yükselişin rekor seviyede olduğu söyleniyor. Üretim maliyetleri bu kadar yüksekken temel gıda ürünlerinde bir düşüş beklemek mümkün görünmüyor. Bu durum yoksulluğu daha da büyüten bir etki yaratıyor.

Son iki yılda uygulanan ekonomi politikalarının temellerinden birinin işçiye düşük ücret olduğu söylenebilir. Asgari ücrete yılda bir zam yapılacağını söyleyen iktidar, bu konuda ciddi olduğunu gösterdi ve açlık sınırının altında olan asgari ücrette herhangi bir düzenlemeye gitmedi. Yine yaklaşık 600 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu sözleşme süreci tam bir çıkmaza girmiş durumda. Devletin sunduğu teklif az bulunup tartışılırken, beklenmedik bir şey oldu ve devlet sunduğu teklifi çekerek daha düşük bir teklifle masaya geldi. Birçok iş yerinde grev kararı alındı. Erdoğan’ın grevleri yasaklayacağı konuşulurken, sorunun nasıl çözüleceği belirsizliğini koruyor. Ancak Aziz Çelik gibi uzmanların yaptıkları açıklamalardan anladığımız kadarıyla devletin niyeti, kamu işçilerini oyalamak ve sonunda olabildiğince düşük bir zam yapmak. Böylece önümüzdeki dönemde, sayıları altı milyonu bulan memur ve memur emeklilerine de çok düşük zamlar yapabilmenin önü açılacak. Kamu işçilerine yüksek zam yapılırsa memurlara da yüksek zam yapılması gerekeceğinden iktidar, kamu işçilerine olabildiğince düşük oranda zam yapmaya çalışıyor. Ayrıca iktidarın, bundan sonra, hedeflenen enflasyon oranına göre zam yapma ilkesini yerleştirmeye çalıştığı belirtiliyor. Tümüyle iktidar kontrolünde hareket eden sendikaların bu konuda büyük eylemlilikler içerisine girmesini beklemek mümkün görünmese de giderek zorlaşan hayat koşulları nedeniyle önümüzdeki dönemde işçilerin tepkileri büyüyebilir ve bir grev dalgası başlayabilir.

Yazının başına dönebilirsiniz

EKOLOJİ

Orman Yangınları

“IPCC’nin 6. Değerlendirme Raporu Türkiye’nin de bir parçası olduğu Akdeniz havzasının küresel sıcaklık artışının etkilerini yoğun bir şekilde hissedeceğini belirtiyor. Bu sıcaklıklarda artış, nemde azalma ve kuraklık demek. Tüm bun gelişmelerin olası bir sonucu ise orman yangınları. Fakat, orman yangınlarını iklim değişikliği ile ilişkilendirmek ile onları kaçınılmaz kabul etmek, sonuçlarının değiştirilemeyeceğini düşünmek farklı şeyler. Çünkü, yangını çıkaran yüksek sıcaklıklar ve kuraklık olsa bile, yangın karşısındaki çaresizlik alınmayan önlemlerle doğrudan ilgili. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 2021 yılında Manavgat’ta çıkan yangın ile iklim değişikliği arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmaya göre yangınların en temel nedenlerinden biri yerleşim yerleri ile orman alanlarının giderek birbirine yaklaşması. Araştırma aynı zamanda insan kaynaklı yangınların doğal yangınlara göre daha geniş bir alanı etkilediğini de ifade ediyor. Araştırmacılar, yangınlarla mücadelede sürdürülebilirliğin, ormanlara erişimi kısıtlamaktan ziyade, insan-yaban hayatı etkileşimine odaklanan ve yerel halkın yangın önleme sorumluluğunu üstlendiği katılımcı modellerle sağlanabileceğini savunuyorlar ve geçmişte ormanların korunmasında büyük önemi olan orman köylüleri olgusunu hatırlatıyorlar. Prof. Dr. Umur Gürsoy’un yangınlarla mücadele için hazırladığı rehber de yangınların önlenebilir olduğunu, bunun ise bütüncül, bilim temelli ve toplumsal katılımı esas alan bir hazırlık ve planlama süreciyle mümkün olacağını vurguluyor. Bu planlamanın orman içi ve bitişiğindeki köy, mezra, yayla, çiftlik ve yazlık yerleşimlerinin korunmasından, yangına dayanıklı bitki örtüsüne; rüzgârla etkinleşen köz yağmurlama sistemlerinden, evcil hayvanların tahliyesine kadar onlarca başlıkta uygulanabilir önlemler içermesini öneriyor.

İzmir Ödemiş’teki yangına dair teknik rapor ise buradaki yangının elektrik hatlarından kaynaklandığını ve sorumluluğun Menderes’teki benzer olayda olduğu gibi GDZ Elektrik’in ihmalkârlığından kaynaklandığını ortaya koyuyor. Yangınlar bağlamında mercek altına alınan kurumlar arasında Tarım ve Orman Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğü ön plana çıkıyor. CHP milletvekili Gülcan Kış, meclise yangınlarla ilgili verdiği soru önergesinde bakanlığı yöneten kadroların büyük ölçüde ormancılık ve doğa konularında uzmanlaşmamış kişilerden oluştuğunu ve liyakatsizlik ve basiretsizliğin orman yangınlarının artmasına ve doğanın tahribatına neden olduğu ifade etti. Bir diğer nokta ise Orman Genel Müdürlüğü’ndeki personel yetersizliği. Evrensel’in haberine göre Orman Genel Müdürlüğü’ndeki personel yetersizliğinin nedenlerinden biri de çalışanların 2025 yılında emekli aylıklarının yüzde 30 oranında düşeceğini duymaları üzerine emekli olmayı tercih etmiş olmaları. Haber, müdürlükteki 1650 sürekli işçinin ve 410 memurun 2024 yılında emekliye ayrıldığını söylüyor. Mehmet Şimşek programı kapsamında yürütülen tasarruf önlemleri nedeni ile ise bu kadroların yalnızca yüzde  16.63’ü doldurulabilmiş. Geri kalan boşluğun ise sınırlı sayıda sözleşmeli personel ile giderilmeye çalışıldığı ifade ediliyor. Haber 2022 yılındaki yangınlar sonrası gece görüşlü 10 helikopter alma sözü veren Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ise sözünü tutmadığını geçen süre zarfında envantere gece görüşlü helikopter katılmadığını belirtiyor. Mustafa Yalçıner de genel müdürlükteki boş kadro sayısının 29.000 olduğunu hatırlatıyor. Üstelik halihazırda yangınlara müdahale eden ekiplerin de kask, yanmaz ayakkabı, elbise, eldiven gaz maskesi gibi koruyucu kıyafetlerinin olmadığını belirtiyor. Bu şekilde yangına müdahale etmeye çalışan emekçiler ise canlarından oluyor. Tüm Bel-Sen İstanbul 6 No’lu Şube Yöneticisi Serkan Dursun itfaiyecilerin, itfaiyeciliğin resmen meslek olarak tanınmaması, itfaiye emekçilerinin aldığı düşük ve eşitsiz ücretler, yıpranma hakkının uygulanmaması, güvencesiz çalışma koşulları ve emeklilikte ciddi gelir kaybı nedeniyle birçok yasal hak kaybına uğradığını belirtiyor. Ölen itfaiyecilerin ise resmi olarak şehit sayılmadıklarını hatırlatıyor. Tartışma yaratan bir nokta ise kemer sıkma politikaları nedeni ile yangınlara müdahalede yetersiz kalan Orman Genel Müdürlüğü’nün hava araçlarına ayrılan bütçeyi düşük tutarken, kaynaklarının önemli bir kısmını faiz geliri elde etmek için kullanmış ve son yıllarda milyarlarca lira faiz kazancı elde etmiş olması. Hakkı Özdal yangınlar karşısındaki bu müdahalesizliğin ormanları madenlere açmak için elinden geleni yapan karar alıcılar ve sermayedarlar için de biçilmez kaftan olduğunu ifade ediyor. Zira yangına müdahele etmeyip, yangını kadere ve doğal felakete bağlamak bu aktörleri hem ormanı müdahaleye açmak için gereken bürokratik süreçlerden ve onların maliyetlerinden hem de toplumsal direnişle mücadele  etmekten kurtarıyor. DEM Parti milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit ise yangından etkilenen vatandaşların haklarını savunmak üzere bir kanun teklifi verdi. Kanun teklifi afet bölgesi ilanının resmileştirilmesini daha geniş bir alanı kapsamasını, kamu desteklerinin karşılıksız şekilde sağlanmasını ve yeniden inşa süreçlerinde karar alma mekanizmalarının demokratik bir yöntemle işletilmesini öneriyor. DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek, de orman yangınları ile ilgili araştırma önergesi verdi. Önerge, yangınların sonuçlarının siyasi tercihler nedeni ile derinleştiğini vurguluyor. Çiçek, yaşanan tahribatın teknik eksikliklerin ötesinde, sermaye odaklı ekonomi politikaları, özelleştirme uygulamaları, iklim krizi ve merkeziyetçi müdahalelerin gibi siyasi tercihlerle derinleştiğini vurguladı. Çiçek “ekolojik-demokratik bir yeniden yapılanma” çağrısı yaptı. Şendoğan Yazıcı ise orman tahribatı gibi suçların tesadüfi değil, “otoriter rant kapitalizmi” olarak adlandırılan ve yağmaya dayalı sermaye birikimini esas alan bir siyasi-ekonomik modelin kaçınılmaz ve rasyonel sonucu olduğunu savunuyor. 

Aşırı Hava Sıcaklıkları

Ülke çapındaki aşırı sıcaklar yaşlı, hasta, çocuk ve hamile kadınların yanında özellikle açık alanda ve yüksek ısıya maruz kalarak çalışan emekçileri etkiliyor. Emek Partisi Kocaeli İl Örgütü yaptığı basın açıklamasında işçilerin sorunlarını gündeme getirdi. İlk Başkanı İlhami Şahbaz kamu kurumlarının yalnızca sıcak havalara karşı uyarı yapmalarının yeterli olmadığını, emekçilerin iş sağlığı ve güvenliği için somut önlemler alınması gerektiğini vurguladı.  Şahbaz’ın önerileri arasında özellikle  tarım, inşaat-yol, maden, şehir-sokak temizliği, döküm, cam, çimento, lastik gibi ısıya maruz kalan sanayi kollarında çalışan işçiler için bilimsel verilere dayalı erken uyarı sistemleri geliştirilmeli, çalışma saatleri ve koşulları yasal olarak düzenlenip denetlenmeli, işçilere sıvı takviyesi ve dinlenme hakları sağlanmalı, işçi örgütlenmesi ve güvenceli çalışma hakkı güvence altına alınması yer alıyor.

Deprem Davaları

6 Şubat depremlerinde yıkılan binaların sorumluluları ile ilgili açılan davalar bilirkişi raporlarının hazırlanmaması nedeniyle tıkanmış durumda. Raporlar ya duruşmadan birkaç gün önce dosyaya ekleniyor ya da bir türlü mahklemeye ulaştırılamıyor. Gelen raporların da bilimsellikten uzak olduğuna dair eleştiriler var. 152 kişinin hayatını kaybettiği Palmiye Sitesi davasında ise bilirkişi raporu hazırlanmış ve kamu görevlilerinin sorumluluğuna işaret etmiş fakat kamu görevlileri için soruşturma izni 29 aydır alınamadı. Aileler dava süreçlerini adaletin gücünden çok güçlülerin adaletine şahit olunan bir deneyim olarak tasvir ediyorlar ama adaleti aramaktan yılmayacaklarını ifade ediyorlar. Bu amaçla biraraya gelen aileler Adalet Peşinde Aileler Platformu’nu kurdular.

İklim Kanunu

9 Temmuz 2025 tarihinde yürürlüğe giren iklim kanunu ile ilgili eleştirileri daha önce de belirtmiştik. Yusuf Ekici Evrensel’deki yazısında iklim kanununun doğayı ortak bir değer değil piyasa bağlamında “ölçülebilir, fiyatlandırılabilir ve işlem görebilir” bir varlık olarak yeniden tanımladığını belirtiyor. Ekici burada yasada geçen ““iklim dostu yatırımlar” vurgusuna dikkat çekiyor. Yasanın getirdiği  emisyon ticaret sistemini de eleştiren ekici, bu sistemin kirletme hakkının kendisini piyasada alınır satılır bir meta haline getirdiğini savunuyor. Yasa ile ilgili bir diğer sorunun ise Türkiye’de iklim değişikliğini derinleştiren unsurlara odaklanmaması olduğunu belirtiyor. Buna göre yasa, “kentleşme biçimleri, ulaşım sistemleri, barınma rejimi ve enerji politikaları, kıyıların yapılaşmaya açılması, tarım arazilerinin sanayiye dönüştürülmesi, ormanların enerji ve maden projeleriyle parçalanması” gibi meselelere değinmiyor. Yasanın demokratik katılım mekanizmalarını kurumsallaştırmaması ise bir diğer sorun. CHP ise iklim kanununun durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. 

Bu anlamda Uluslararası Adalet Divanı’nın Temmuz 2025’te yayımladığı görüşünü de hatırlatmakta fayda var. Karar emisyon azaltımı için yeterli önlem alınmadığı durumlarda devletlerin uluslararası hukuk çerçevesinde sorumlu tutulabileceğini belirtiyor ve böylelikle iklim davalarının da elini güçlendiriyor. Divan’ın kararı aslında, iklim politikalarının yeni yatırım fırsatları ve piyasacı bir mantık üzerinden değil de insan sağlığı, yaşam hakkı ve çevre hakkı gibi temel haklar perspektifinden kurgulanmasının  önemini vurguluyor.

Yazının başına dönebilirsiniz