Bu yazı 18- 31 Temmuz Haber Akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İç Politika

Bu dönem başta Ayasofya’nın ibadete açılması ve beraberinde İstanbul Sözleşmesi aleyhine söylemlerde ifadesini bulan “Türk-İslamcı” ajitasyonların yoğunlaştığı, iktidar bloku içindeki sorunların gündemleştiği, CHP kurultayı, “Aksaçlılar bildirisi” ve “Korkmuyoruz” bildirisi gibi gelişmelerin yaşandığı bir dönem oldu.

Türk-İslamcı ajitasyon ve yönelimler

Ayasofya’nın ibadete açılması, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının tesadüfen bir araya gelmediği açık. Hatta yer yer Hilafet söylemleri ve Galatasaray Lisesi’ne yönelik sözlü saldırılar da bu döneme denk geldi. Bu dönemde Türk-İslam sentezci bileşenler içinde radikal kesim ve çevrelerin bir fırsat yakalayıp “bu fırsat bir daha elimize geçmez” endişesiyle bir atağa geçtiklerini söyleyebiliriz. Konuyu değerlendirmeden önce yaşananları özetlemeye ve ilişkilendirmeye çalışalım:

Ayasofya

Danıştay 10. Dairesi’nin camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını 10 Temmuz’da iptal etmesinin ardından Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Diyanet’e devredilen Ayasofya’da ilk namaz 24 Temmuz Cuma günü kılındı. Ayasofya’da 86 yıl sonra ilk kez kılınan namaza 350 bin kişi katıldı; MHP lideri Devlet Bahçeli ile birlikte Fatih Sultan Mehmet Han’ın türbesini ziyaret ettikten sonra Ayasofya’ya gelen Erdoğan Kur’an-ı Kerim okudu; Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Osmanlı’daki kılıç geleneğini devam ettirerek minberde kılıçla hutbe okudu. Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanı Ümit Dündar ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Adnan Özbal, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın[1] arkasında saf tuttu.

Ayasofya’nın ibadete açılmasında olayın kendisinden daha fazla tartışma yaratan konu ise Cuma hutbesini okurken minbere elinde fetih sembolü olan kılıçla çıkan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’ü hedef alarak “Fatih Sultan Mehmet burayı kıyamete kadar cami olarak kalması için vakfetmiştir. Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar” sözleri oldu.  Yurttaşlar, sivil toplum kuruluşları, hukukçular, yazarlar, ilahiyatçılar ve siyasi partiler “Atatürk’e lanet okuyan” Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın derhal görevden alınmasını ve hakkında Cumhuriyet savcılarının harekete geçmesini istediler. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tepkisini “O koltuğu sadece ve sadece kirletiyorsunuz” sözleriyle dile getirdi. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray, avukatı Murat Ergün aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hakkında suç duyurusunda bulundu. Genel Başkan Meral Akşener de “Tarihte Atatürk’e düşman olup da Türk’e dost olan çıkmamıştır. Yazıklar olsun size” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Anlaşılan o ki Ali Erbaş “Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar” cümlesini sarf etmeseydi muhalefet cephesinde bir sorun görülmeyecekti. Zira Ayasofya konusunda  muhalefetin etkili bir duruş sergilemediği görüldü.

“Lanet” meselesinde dengeyi, benzeri başka konularda da yaptığı şekilde Türk-İslam sentezini koruma adına davranan MHP lideri Devlet Bahçeli kurmaya çalıştı. Ayasofya’nın siluetinden esinlenilen kendi tasarımı olan bir yüzük yaptıran Bahçeli “Sözleri bağlamından koparıldı” diyerek bir yandan Erbaş’ı korurken, öte yandan da kendince sınırlara işaret etti: “Diyanet İşleri Başkanı’nın Cuma Hutbesi esnasında Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerif’in minberinde yaptığı değerlendirmeleri bağlamından koparıp Atatürk’e lanet şeklinde tavzih ve tevil edenler bu ülkeye en büyük kötülük yapan sorumsuzlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi, ilk Cumhurbaşkanımız, istiklal mücadelemizin lideri ve Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, bu topraklarda lanet okuyacak bir hayasız ve hamiyetsiz henüz anasından doğmamıştır.” Bahçeli’nin bu yaklaşımı “Erbaş’a sarı kart” olarak da yorumlandı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sözcüsü İbrahim Kalın “Atatürk’e laf uzatma söz konusu değil” şeklinde açıklamada bulundu.

İstanbul Sözleşmesi tartışması

Önceki dönemin önemli gündemleri arasında yer alan “İstanbul Sözleşmesi” tartışmaları bu dönem çok daha yaygınlık kazandı ve özellikle ay sonuna doğru Abdurrahman Dilipak’ın çıkışı sonrası kritik bir noktaya geldi.

23 Temmuz’da Türkiye Düşünce Platformu adlı tarikatçı kuruluş tarafından sunulan İstanbul Sözleşmesi raporu ortaya çıktı. Raporun detaylarını gazeteci Murat Yetkin, kendi web sitesindeki yazıda yayımladı.

Birçok tarikat ve kuruluş daha önce sözleşmeden çekilinmesi yönünde görüş belirtmişti. Hatta Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili, “Cinsiyeti ortadan kaldırmak istiyor. Cinsiyeti nasıl ortadan kaldıracaksın? Erkek erkek, kadın kadındır” diyerek bu eğilime destek verdi.

Başta (aşağıda yer verdiğimiz) kadın hareketinin direnişi, beraberinde muhalif kuruluşların açıklamaları ve sosyal medyadaki genel toplumsal tepki sayesinde, sonrasında da TÜSİAD, Koç, Sabancı, Borusan, Eker gibi önemli grupların “İstanbul Sözleşmesi’ne uyulsun” çağrıları ve Pınar Gültekin cinayetine duyulan tepkinin etkisiyle konuya yaklaşım değişmeye başladı.

Ana akım muhalefet de konuya tavır geliştirmiş, hatta Meral Akşener oldukça kesin açıklamalarda bulunmuştu. İktidarın Ayasofya konusunda bulduğu rahatlığı bu kez bulamadığı anlaşılıyordu. Üstelik AKP içinde de tartışma devam ediyordu. KADEM baskılar karşısında önemli ölçüde geri atmış ve sözleşmeyi eleştiren açıklamalar yaptıysa da “çekilme” yönünde görüş belirtmemişti. Bahçeli AKP’nin kaldırmayı planladığı İstanbul Sözleşmesi için de devreye girdi ve “Bu sözleşmeye ihtiyaç olup olmadığını, ne getirip ne götüreceğini objektif kriterler çerçevesinde ele almalıyız. Kadın cinayetini engelleyemezsek hepimiz sosyal maliyeti yüksek bir çığın altında kalırız” ifadesini kullanarak önemli bir uyarıda bulundu. Bahçeli’nin bu açıklaması İstanbul Sözleşmesi’nden yana tavır koyduğu şeklinde değerlendirildi. Öyle ki bu uyarıyla birlikte AKP içinde imza çekmek yerine itirazları içeren şerh veya niyet mektubu yazılması yönünde “orta yol” eğilimleri belirmeye başladı. Yine de AK Parti’de “Bu sözleşmeyle ilgili bir değişiklik yapılmadan Türkiye rahatlamayacak” görüşü devam eti. Hükümete yakınlığıyla bilinen kadın örgütü Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması yerine ‘rahatsızlık yaratan’ maddelerde hukuki düzenleme yapılmasını önerdi.

Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın, İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlara “fahişeler” diyerek hakaret etmesi sonrası konunun rengi ciddi bir değişime uğradı. Önce AKP Genel Sekreteri Fatih Şahin, “AK Parti olarak Abdurrahman Dilipak’a dava açmaya hazırlanıyoruz.” açıklamasını yaptı. Dilipak ise bu açıklama ile ilgili, “İlginç bir dava olacak. Gerçekten açacaklarından emin değilim” yorumuyla tepkiyi çok da ciddiye almayan bir tavır sergiledi. Dilipak’a AKP’nin kurucularından Ayşe Böhürler sosyal medya hesabı üzerinden sert tepki gösterdi.

Ancak artık alenen hakaret edilmesiyle, KADEM tutumunu değiştirdi. 31 Temmuz Cuma günü İnternet sitelerine koydukları uzun bir açıklama ile sadece İstanbul Sözleşmesini değil, bu saldırgan tutumun asıl hedefi olan 6284 sayılı kanunu da savundu. Bu açıklama sonrası “Belki de Dilipak gibilerinin saldırganlığı sayesinde Sözleşme kurtulacak” yorumu yapıldı.

Önümüzdeki dönem konunun kısa vadede belki erteleneceğini, (bunda en büyük pay sahibinin muhalif kadın örgütlerinin direnişinin olduğu söylenebilir) ama malum kesimler tarafından özellikle “geyliği teşvik ettiği” gerekçesiyle sözleşmenin hedef alınmaya devam edilmesini bekleyebiliriz. Öte yandan KADEM’in de ne kadar direnebileceği bir soru işareti.

Başta Ayasofya’nın ibadete açılması olmak üzere son dönemde artan Türk-İslamcı hamle ve söylemlerin bir tesadüf olmadığı kesin. Daha bir yıl önce Erdoğan’a Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda “daha bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim” dedirten Ayasofya çağrılarının neden şimdi uygulamaya alındığı sorusu temel soru olarak beliriyor. Üstelik bu sürecin doğrudan bir hükümet kararnamesiyle yapılabilecekken Danıştay gibi bir yüksek yargı kurumu devreye sokularak yönetilmesi de ayrıca önemli.

Türk-İslamcı iktidarın amacının ne olduğu anlaşılabilir. Orhan Pamuk’un ifadesiyle “Bu, basitçe, ‘Kemal Atatürk’ün laikliğine artık saygı duymuyoruz’ demek anlamına geliyor. ‘Popüler olmak istiyoruz, popülist olmak istiyoruz’ diyorlar”. Zira Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle bu “bir neslin hayali”… Genç kuşaklarda ne kadar karşılık bulduğu (şimdilik bulmadığı görünüyor) ise büyük bir soru işareti. Nitekim bu hamle başörtüsü sorunu gibi toplumsal karşılığı olan bir konuda değişimi temsil etmekten ziyade tarihsel / simgesel bir dönüşümü temsil ediyor. Öte yandan Türkiye’nin Ortadoğu ve Libya’da selefi grupların hamiliğini gözettiği konjonktüre de uygun bir hamle olduğu söylenebilir. Diyanet işlerinin Arap devletlerine gönderdiği mektupta “86 yıllık fetret dönemi sona ermiştir” yazdığını hatırlayalım.

Bu konudaki asıl meselelerden biri seküler kesimleri temsil eden ana muhalefetin, CHP’de temsil edilen “aman iktidarın ekmeğine yağ sürmeyelim, kutuplaştırma tuzağına düşmeyelim, dine karşıymış gibi bir görüntü vermeyelim” zihniyetinden sıyrılamamış olması. Prensipte ve uygulama şekline (Danıştay kararı) ciddi bir itiraz geliştirmemesi.

“Neden şimdi?” sorusuna ilişkin olarak net ve tek bir cevap oluşturmak şu aşamada zor görünüyor. İlgili kararın bir bakıma “can havliyle” (son koz kullanılıyormuşçasına), bir yandan iktidarın meşruiyetini sağlamakta zorlandığı, diğer yandan da yeni kurulan partilerin yavaş ta olsa yükselişe geçtiği bir konjonktürde gelmiş olması ve “erkene alınmış” izlenimi vermesi bir ipucu sağlayabilir. Yeterince etkili bir muhalefet olmamasına karşın Erdoğan’ın “Başkanlığı”nda simgelenen yeni rejimin sadece militarist ve Türk-İslamcı ajitasyonla kendisini inşa edemediğini söyleyebiliriz. Rejimin kültürel ayakta sorun yaşadığı, sisteme “Evet” demiş %50 ötesindeki kesimden rıza devşiremediği, kadın hareketinin de ciddi bir duvar ördüğü görülüyor. Ekonomi ayağında da ciddi sorunlar yaşandığı ortada. Artan işsizlik ve yoksullaşmanın AKP’nin oy tabanını eritmeye başladığı gözlemleniyor. Bu çerçevede rejim kendi tabanını konsolide etme adına Ayasofya adımını atmış olabilir. İstanbul sözleşmesine karşı yürütülen söylem, Ayasofya’nın açılışındaki kılıçlı “lanet”li hutbe, kısmen de hilafet tartışmalarına bakılırsa özellikle tarikat destekli ve Necip Fazıl’ın “büyük doğu” ekolüne yakın görünen söylemlere sahip kesimlerin belki de “şimdi yapamazsak başka zaman hiç yapamayabiliriz” endişesiyle ya da “fırsatı kaçırmayalım” motivasyonuyla dozu artırdığını söyleyebiliriz. MHP’de temsil edilen eğilimin de zaman zaman durumu dengelemeye çalışan, zaman zaman da “ayar veren” bir role büründüğü iddia edilebilir. Bir tür “ümmetçi-turancı kızıl elmacılık” diyebileceğimiz bu yönelimlerin geçici (ve popülist) bir eğilim mi olduğu yoksa iktidar bloğunun daha uzun vadeli yeni bir kurgusunun bir parçasını mı oluşturduğunu izlemek gerekiyor. Kısa veya uzun vadeli, ne olursa olsun, en önemlisi de bu yönelimin koronavirüs ve ekonomik krizin etkileriyle boğuşan toplumda karşılığı olup olmadığı. 2000’li yılların başında kısmen de olsa “özgürlük” vaat eden ve geniş bir yelpazeden oy alan AKP’nin, giderek derinleşen ekonomik kriz ortamında bu yelpazeyi ne ölçüde koruyabileceği ve iktidar bloğunun birlikteliğini nereye kadar sürdürebileceği başka bir soru işareti.

İktidar bloğundaki sorunlar

Bu dönem içinde gündeme gelen Yaş kararları, Prof. Dr. Ali Köse’nin ”bir FETÖ gitti bin FETÖ geliyor” yorumuyla alevlenen FETÖ tartışmaları, Türk Tarih Kurumu başkanının istifası, Süleyman Soylu – Mehmet Metiner arasındaki gerilim, Yusuf Kaplan’ın gıda yasası eleştirisi (tasarının ertelenmesi), Mehmet Barlas’ın Fahrettin Koca’yı hedef alması, MHP’li Cemal Enginyurt’un ihracıyla sonuçlanan süreç, yüksek yargıda AYM’nin aldığı bazı kararlar iktidar bloğu içindeki çekişmelerin örnekleri oldu.

YAŞ Kararları

YAŞ kararları kapsamında, Orgeneral Metin Temel ile 2. Kolordu Komutanı Zekai Aksakallı kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk edildi. Şurada Jandarma Genel Komutanlığı’ndan da aralarında 15 Temmuz darbe girişimine direnmiş komutanların yer aldığı isimlerin emekli edildiği de iddia edildi.

2017’de Özel Kuvvetler Komutanı olan Korgeneral Zekai Aksakallı 2. Kolordu Komutanlığı’na atanmış bu atama çok tartışılmıştı. Metin Temel de 2018 yılı sonunda komutanlıktan alınarak pasif bir göreve getirilmişti. Bugün ise iki komutanın emekli edilmesinin neredeyse hiç ses getirmemesi, başka bir deyişle herkesin susması oldukça manidar. Bu konuda ileriki günlerde çıkabilecek haberlerin takip edilmesi faydalı olacaktır.[2]

Yüksek yargı uygulamaları

Son birkaç yıldır Anayasa Mahkemesi (AYM) seviyesinde devletin temel kırmızı çizgilerindeki tavrını bir yana bırakacak olursak Danıştay’ın aksine zaman zaman iktidar aleyhine hukuki kararlar verilebildiği gözleniyordu. Bu dönemde gündeme gelen önemli kararların bazılarında AYM’nin tavrının bir nebze daha iktidarın beklentileri doğrultusunda çıktığı gözlemlendi:

  • AYM infaz yasasının ‘şekil yönünden’ iptalinin istendiği başvuruyu reddetti. Karar yedi oya karşı dokuz ayla reddedildi. Esastan yapılan başvuru ise daha sonra gündeme alınacak.
  • AYM, çoklu baro ve bekçilik düzenlemesinin yürütmelerini durdurma istemlerini reddetti.
  • Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, eve zorla girerek 13 yaşındaki kız çocuğuna istismarda bulunmak isteyen sanığa verilen 6 yıllık cezayı fazla buldu. Hazırlanan tebliğnamede, ‘sanığın nitelikli cinsel saldırıda bulunacağına ilişkin bir beyanda bulunmadığı’ gerekçesiyle verilen cezadan indirim istendi.
  • AYM, milletvekillikleri düşürülen HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğulları hakkında yapılan başvuruları, ‘yetkisizlik’ gerekçesiyle reddetti.
  • Belediye başkanlarına ait olan belediye şirketlerine yönetici atama yetkisini meclise devreden, Ticaret Bakanlığı genelgesinin yürütmesinin durdurulması talebi, Danıştay tarafından reddedildi.

Öte yandan bazı hukuki kararların da alındığı gözlendi:

  • Anayasa Mahkemesi aralarında KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in de bulunduğu, KESK ve Genel İş üyesi 19 kişinin başvurusuna dair kararında başvurucuların sendika toplantılarının terör örgütü üyeliği için delil olarak sayılmasının, Anayasada tanınan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlali ettiği kararı vererek yargılamanın yeniden yapılmasına hükmetti.
  • Anayasa Mahkemesi, nitelikli cinsel saldırı sonucu hamile kalan kadının gebeliğin sonlandırılması talebinin reddedilmesi ve sürüncemede bırakılmasını hak ihlali saydı.
  • 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması kapsamında hareket eden sivillere hukuki, mali ve cezai koruma getiren düzenlemenin iptal talebi AYM’de reddedildi. Boğaziçi Köprüsünde teslim olmuş askerlere yönelik sivillerin hukuk dışı eylemleri için yargı yolu açıldı 

CHP Kurultayı

İktidarın Türk-İslamcı propagandayı artırdığı ortamda ana muhalefet ise 37. olağan büyük kurultayını yapıyordu. Önemli belediyelerin kazanılması sonucu tabanın büyük ilgi gösterdiği kurultayın beklenen canlılıkta geçmediğini, örneğin parti içi farklı eğilimlerin alternatif aday çıkaracak kadar örgütlenemediği, çekişmenin ise daha ziyade Parti Meclisi üyelikleri seçimlerinde yaşandığı gözlemlendi. Özetle “İktidar yürüyüşü” denemeyecek bir kurultay süreci yaşandı diyebiliriz. En göze çarpan noktanın kurultay sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununu çözeceğiz” mesajı olduğunu söyleyebiliriz. CHP’de hazırlandığı iddia edilen yeni “Kürt Raporu”nun içeriğinin ve bu çerçevede etkili bir gündem oluşturup oluşturamayacağının takip edilmesi gerekiyor.

 Kurultaydan not düşülebilecek bazı başlıklar:

  • Kemal Kılıçdaroğlu tek genel başkan adayı oldu.
  • Genel başkan aday adaylarından İlhan Cihaner, “Çıkışımız Sol’dadır”, “Türkiye’nin rejim değişikliğinin müsebbibi milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına oy verenlerdir” ifadeleriyle ve “Kürt seçmen” vurgusuyla dikkat çekti.
  • Diğer aday adayı Tolga Yarman da sert açıklamalarda bulundu: “Rejimin değişmesine çanak tuttuk”.
  • İzmir BŞB Başkanı Tunç Soyer’den ‘sosyal demokrasi’ vurgusu
  • Parti Meclisi seçiminde en yüksek oyu, 982 oyla Faik Öztrak aldı. Akif Hamzaçebi, Ünal Çeviköz, Sezgin Tanrıkulu, Cemal Canpolat, Aykut Erdoğdu ve Tuncay Özkan PM’ye giremedi. Gürsel Erol, Eren Erdem, Müslim Sarı, Gaye Usluer ve Gökhan Günaydın, Kılıçdaroğlu’nun anahtar listesini delerek PM’ye girmeye hak kazandı.
  • Alternatif listenin İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve ekibi tarafından hazırlandığı iddia edildi.
  • CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun, “CHP Parti Meclisi’ne Tuncay Özkan ve Yıldırım Kaya’nın seçilmemesi için elinden geleni yaptığını söylediği” iddiası, tartışmalara neden oldu. Kaftancıoğlu’nun Genel Merkez tarafından uyarıldığı öğrenildi.

Öte yandan ekonomideki sorunların arttığı ve iktidarın sözünü ettiğimiz “Türk-İslamcı” popülizmin dozunu artırdığı bir dönemde TÜSİAD’ın HDP de dahil muhalefet partilerini ziyareti dikkat çekti.

Toplumsal muhalefet

17 Temmuz’da önde gelen sanatçılardan oluşan Sanatçılar Girişimi “Korkmuyoruz” başlığıyla bir bildiri yayımladı. Türkiye’nin başta yönetim şekli, demokrasi, haksızlıklar, adalet, ekonomik ve toplumsal sorunlara değinilen, içinde bulunduğumuz karanlık dönem açısından önemli bir çıkış sayılabilecek bildiride Kürt sorununa yer verilmedi. Somut bir talep ve eylem çağrısı içermeyen bildirinin sonuç kısmında “iktidar güçlerini başta düşünceyi açıklama özgürlüğü olmak üzere evrensel insan haklarına, ülkenin insan ve doğa kaynaklarına saygılı olmaya önemle davet ediyor, muhalefetteki güçleri de daha kararlı, daha cesur ve daha etkin olmaya çağırıyoruz.” ifadeleri yer aldı.

21 Temmuz’da Türkiye’nin önde gelen isimlerinden oluşan 101 kişi “Aksaçlılar sesleniyor” başlığıyla gençlere çağrıda bulunan bir açıklama yayımladı. “Haklarımızı talep etme zamanıdır” vurgusu yapan ve kendilerini “Farklı kesimlerden, farklı geçmişlerden, farklı siyasetlerden gelen; uzun yılları arkasında bırakmış biz aksaçlılar…” olarak tanımlayan imzacılar “Yarının aydınlığı sizlerin ellerinde. Ve biz aksaçlılar o aydınlığı yaşarken görmek istiyoruz” şeklinde gençliğe seslendiler. “Vatandaşın mal ve can güvenliğini tehdit eden, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan, yurttaşlık haklarımızı yok eden, meslekî örgütlenmemizi iktidara tâbi kılan, haber alma hakkımızı kısıtlayan, ifade özgürlüğünü budayan yasa ve uygulamalar tepemize art arda balyoz gibi indiriliyor. Yayılmacı, fetihçi heveslerle; ‘yurtta barış, dünyada barış’ ilkesinin yerini yedi düvelle savaş, çatışma, düşmanlaşma alıyor. En önemlisi: cephelere bölünüyoruz. Aramıza nifak sokuluyor ki, dindarı laiki, sünnisi alevisi, sağcısı solcusu, Türkü Kürdü, genci yaşlısı bu gidişata ‘dur’ demesin.” Tespiti yapılan ve farklı görüşlerin birlikteliğine vurgu yapılan bildirinin sonuç kısmında ise şu çağrı yapıldı: “Çözüm; bütün muhalefet güçlerinin, kendi çizgilerini, kendi varlıklarını koruyarak temel ilkelerde buluşacakları demokrasi ittifakını gecikmeden kurmaktır.”

Döneme damgasını vuran toplumsal hareket isi kadın hareketi oldu. AKP ve İslami çevrelerde başlayan İstanbul Sözleşmesi’nden çeklinsin söylemleri üzerine kadınlar “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sloganıyla ayağa kalktı. Yer yer sokak gösterilerinin yapıldığı birçok ilde kadınlar tepkilerini değişik yollarla gösterdiler. İşyerlerinde de kadınların bildiri okuduğu görüldü. Yaşam hakları için mücadele eden kadınlar hükümete “Sözleşmeyi uygula” çağrısında bulundu.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından yapılan açıklamada ise iktidara yakınlığıyla bilinen medya kuruluşlarının sözleşmeyle ilgili yaratmak istediği ‘olumsuz’ algının gerçekdışı olduğuna değinildi. AKP’nin, kadına şiddetle mücadelede kritik bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla ilgili çalışma yürüttüğü yönündeki haberlere bir tepki de Twitter hesabından “İstanbul Sözleşmesi, Türkiye ve dünya kadınlarına verilmiş bir söz, güçlü bir taahhüttür. Bu sözden caymayalım” açıklaması yapan TÜSİAD’dan geldi.

ABD’li bazı ünlü isimler de “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” kampanyasına destek verdi.

Baskı ve hak ihlalleri

Tüm bu gelişmeler yaşanırken, rejimin uzun süredir sürdürdüğü baskı politikasının devam ettiğini ve iktidarın bu tutumda kararlılığını sürdürdüğünü görüyoruz. Yazımızın kapsadığı 18 – 31 Temmuz aralığındaki göze çarpan örnekleri şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Batman belediye başkanı Mehmet Demir tutuklandı.
  • Suruç Katliamı’nda yaşamını kaydedenleri anmak için Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’nde toplanan Suruç Aileleri İnisiyatifi üyelerine müdahale eden polis, yaşamını yitirenlerin fotoğraflarını parçaladı, mezarlık ziyaretini engelledi. Müdahaleye rağmen yaşamını yitirenler anıldı. İstanbul ve Ankara’daki anmalara da polis müdahale etti.
  • Eylemlerinin 800. haftası nedeniyle Galatasaray Meydanı’na karanfil bırakmak isteyen Cumartesi Anneleri’ne saldıran polis Maside Ocak, Hasan Karakoç ve Yaşar Aktaş’ı gözaltına aldı.
  • Ölüm orucunu sürdüren ve muayene için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na götürülen avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç, Adli Tıp uzmanlarının her “Hapishanede kalmaları uygun değildir” raporuna rağmen tahliye edilmedi. 10 baro başkanı, meslektaşlarının taleplerinin bir an önce yerine getirilmesi için çağrıda bulundu.
  • İzmir ve Anıtkabir’de Lozan anmaları yasaklandı.
  • İstanbul Sözleşmesi tartışmalarına karşı buluşmalar düzenlemek isteyen kadınlar engellendi.
  • Balıkesir’de çok sayıda kadın gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında ESP Eş Genel Başkanı, HDP İlçe Eşbaşkanı, SKM ve SKM MYK üyeleri bulunuyor.
  • Cudi Dağı’nda çıkan yangına zamanında müdahale edilmedi.
  • Yozgat’ın Çekerek ilçesinde çalışan Kürt işçiler saldırıya uğradı. Saldırının ardından kaymakamlık tarafından “can güvenliğinizi sağlayamayız” denilen işçiler jandarma eskortluğunda Yozgat’ı terk etmek zorunda kaldı.

Yine kadın cinayetleri

Daha önce de ülkede kadın cinayetlerinin artış eğiliminde olduğu belirtilmişti. Ancak bu dönem çarpıcı bir artış olduğu gözlemlendi. 21 Temmuz’da Muğla’da yaşanan, Cemal Metin Avcı tarafından 27 yaşındaki üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’in vahşice ama soğukkanlı bir şekilde öldürülmesi vakası konunun bu kez daha ciddi bir şekilde gündemleşmesine yol açtı. Siyasi partilerden (Örneğin Meral Akşener oldukça sert bir açıklama yaptı; Devlet Bahçeli, konuyu İstanbul Sözleşmesi ile ilişkilendirdiği yukarıda değindiğimiz açıklamayıyaptı) sivil toplum kuruluşlarına, TÜSİAD’tan çeşitli muhalif oluşumlara, geniş kesimlerden tepkiler geldi. En sert tepki de sokağa çıkan kadınlardan geldi.

Dönem içindeki not edebildiğimiz bazı diğer kadın cinayeti / şiddet örnekleri:

  • Muş’ta Evli olduğu erkeğin kardeşi tarafından tecavüze uğradığını söyleyerek şikâyetçi olan Fatma A., evli olduğu erkek Kazım Altınmakas tarafından öldürüldü. Gözaltına alınan tecavüz şüphelisi S.A. ise iki gün sonra serbest bırakıldı.
  • Batman’dan 17 yaşındaki İ.E.’yi cinsel istismara maruz bırakmakla suçlanan M.O. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından serbest bırakıldı O.’nun serbest bırakılmasına yönelik (özellikle sosyal medyada) tepkiler oldukça fazlaydı. Özellikle de uzman çavuşun “alkollüydüm” gerekçesi tepkileri artırdı.(İntihar girişiminde bulunan İ.E. 16 Temmuz’dan bu yana hastanede yaşam mücadelesi veriyor.)
  • Antalya’da tartıştığı annesi Seher Fak’ı pompalı tüfekle öldüren Berk K. (35), olayın ardından polise gidip teslim oldu.
  • Van’da F.K. (30) adlı bir kadın, tartıştığı eşi Muhammed K. tarafından vücudunun çeşitli yerlerinden defalarca bıçaklanarak ağır yaralandı.
  • Diyarbakır’da Mücella Demir (34), yaşadığı evinde silahla vurulmuş yaralı halde bulundu.

Koronavirüs

Korona virüsü ile mücadelede Türkiye’nin tercihi sonucu devreye giren erken “açılma” sürecinin olumsuz sonuçlarının giderek arttığı ve tehlikeli bir seviyeye ulaştığı görünüyor. Bir yandan açıklanan resmi veriler ve sahadan yansıyan bilgiler arasındaki uçurum artıyor. Öte yandan resmi veriler doğru kabul edilse dahi pandeminin son zamanlarda tırmanışa geçme eğiliminde olduğu görülüyor. Tam bu aşamada bakanlığın test ve veri açıklama politikasını değiştirmesi dikkat çekti.

Bakanlık bir süre önce enfekte kişilerle teması olan herkese değil, sadece semptom gösterenlere test yapılacağını açıklamış, gelen tepkiler üzerine bundan vazgeçildiğini duyurmuştu. Ancak sahadaki hekimler, test yaptırmanın güçlüğüne dikkat çekmişti. Öte yandan günlük koronavirüs tablosunda değişikliğe gidildi. Sağlık Bakanı Koca günlük tabloda bundan sonra ağır hasta sayısı ve zatürre oranının da verileceğini açıkladı. Ancak diğer yandan yoğun bakım ve entübe hasta bilgisi tablodan çıkarıldı. Bunun sebebinin 28 Temmuz’da “yoğun bakımdaki hasta sayısının” 5 Mayıs’taki seviyeye gelmiş olması olduğu iddia edildi. Bu durum açıklanan resmi rakamlara bir kez daha şüphe düşürdü.

Diğer yandan yapılan testlerin güvenirliği bir kez daha tartışmaya açıldı. Avrupa’da yapılan araştırmaya göre, Türkiye’de “yerli kit” olarak tanıtılan ve bütün hastanelerde kullanılan Koronavirüs testinin doğruluğunun yüzde 40 olduğu iddia edildi. (Türk Tabipler Birliği de yayımladığı raporda aynı konuya yer verdi) Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “”Kullanılan kitlerin duyarlılıkları yüzde 90’ların üzerinde” diyerek iddiaları reddetse de, Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’nde Korona virüsü çalışmalarıyla ilgilenen ve testi onaylayan Mikrobiyoloji Referans Laboratuvarları ve Biyolojik Ürünler Daire Başkanı Selçuk Kılıç görevden alındı.

Göze çarpan başka bir nokta da bazı bilim kurulu üyelerinin Eylül-Ekim aylarında ikinci dalgayı beklediklerini açıklamaları oldu. Bu dönemde özellikle bazı yerel kaynaklardan gelen haberlerden, aslında birinci dalganın da sönümlenmediği, ya da ikinci dalganın zaten başladığına işaret eder nitelikteydi:

  • SES Mardin Şubesi ildeki koronavirüs vaka sayısının beş binin üzerine çıktığını, 200 sağlık personelinin ise enfekte olduğunu duyurdu.
  • DTK ve DBP yaptıkları ortak açıklamada, Diyarbakır, Urfa, Mardin ve Şırnak salgının merkezi olduğunu belirttiler
  • SES Urfa Şubesi, kentte bulunan kamu hastanelerinde yoğun bakımı ünitelerinin doluluk oranının yüzde 100’e ulaştığını açıkladı.
  • CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Ankara Şehir Hastanesi ve diğer 6 hastanedeki toplam 999 yatağın tamamen dolduğunu duyurdu.

Ekonomi

Bu dönemde ekonomideki en önemli gelişme, hükümetin kredi ve faiz politikalarında zorunlu bazı değişikliklerin olabileceğinin işaretlerinin belirmesi oldu. Öte yandan döviz açığı sürdürülemez noktaya evrilirken, yoksullaşma ve ekonomik mağduriyetlerin artışı devam etti.

Döviz sorunu

Türkiye’nin döviz rezervlerinin yetersizliği artık sürdürülemez noktaya yaklaşmış görünüyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) açıkladığı son verilere göre kamu mevduat bankalarının döviz cinsi varlıkları ve yükümlülükleri arasındaki fark 2020’de yaklaşık iki kat artarak 10 Temmuz itibarıyla 9.74 milyar doları buldu. 24 Temmuz itibarıyla üç kamu bankasının toplam döviz açığı 10 milyar 148 milyon dolara ulaştı. (İddiaya göre açığın yasal özkaynaklara oranı yüzde 30,9’a yükseldi. Financial Times’a göre Kamu bankaları dolardaki yükselişi önlemek için Temmuz ayının son haftasında 2 milyar dolar sattı.) Bunun üzerine bankaların Merkez Bankası’nda (TCMB) tutmaları gereken zorunlu karşılıklar 3 puan artırıldı. Resmi Gazete’de yayınlanan Zorunlu Karşılıklar Hakkında Tebliğ’e göre; vadesiz, ihbarlı, 1 aya kadar, 3 aya kadar, 6 aya kadar ve 1 yıla kadar vadeli mevduat/katılım fonu yabancı para yükümlülükler zorunlu karşılık oranı yüzde 19’dan yüzde 22’ye çıkarıldı. 1 yıl ve 1 yıldan uzun vadeli yabancı para yükümlülükler için zorunlu karşılık oranı ise yüzde 15’ten yüzde 18’e yükseltildi. TCMB’den yapılan açıklamada, bu kararla, piyasadan yaklaşık 9,2 milyar dolar tutarında döviz ve altın cinsinden likidite çekilmesinin beklendiği belirtildi. Söz konusu tutar, TCMB brüt rezervlerine eklenecek.

Ancak bu aksiyonlara rağmen dövizin yükselişi önlenemiyor. TL’nin döviz karşısındaki kaybı hızlanıyor. Dolar 6.97’ye çıkarken Avro 8.22 ile rekor tazeledi. Yapılan döviz satışlarıyla döviz rezervleri boşuna tüketilmiş oluyor. Türkiye’nin kısa vadeli dış borcunun 123,5 milyar dolar olduğu ileri sürülüyor. Covid-19 salgını nedeniyle başta Avrupa çoğu ülkeler Türkiye’yi seyahat edilebilir ülke listesine almadığı için, turizm gelirlerinde de hayal kırıklığı gerçekleşti. Bu koşullarda Türkiye’nin döviz ihtiyacını nasıl karşılayacağı, başka hangi beklenmedik araçlara başvuracağı merak konusu olmaya devam ediyor. Bu konuda çeşitli senaryoların konuşulduğu söyleniyor. Merkez Bankası’nın özel bankaların da döviz rezervlerinin ciddi bir kısmını SWAP yoluyla kullanmaya başladığı, Atatürk Havalimanı’nın SWAP karşılığında Katar’a satıldığı, Libya’dan 50 milyar dolar beklendiği (hatta halihazırda 4 yıllığına 8 milyar dolar yatırıldığı) gibi haberlerin yanı sıra, Türkiye’nin bir anlamda sermaye kontrolü de denebilecek şekilde vatandaşların ve şirketlerin döviz mevduatlarında para çekme sınırlaması getirebileceği dahi konuşulanlar arasında.

Canlandırılmaya zorlanan iç talebin karşılanması için gerekli olan ithalat (hammadde ve mamül maddeler) için gerekli döviz açığının nasıl kapatılacağı, ayrıca da Kasım ayında artacak olan dış borç ödeme yükünün nasıl karşılanacağı ciddi bir sorunsal oluşturmaya devam ediyor. Son umutlardan biri olan turizm gelirlerinde de beklentilerin karşılanamaması ve kısa vadede yatırım amaçlı döviz girişinin neredeyse durmuş olması sorunun daha da büyüyeceğine işaret ediyor. Bu çerçevede, hükümet politikalarında çok önemli ve radikal bir değişiklik olmazsa sonbaharda ciddi bir ekonomik (beraberinde de siyasi) bir çalkalanmanın yaşanabileceğini söyleyebiliriz.

Kredi/Faiz’de durum ve ekonomiyi canlandırma çabaları

Bilindiği üzere Türkiye son dönemde ekonominin canlanması için zoraki olarak faizlerin düşük tutulması (Merkez Bankası ve banka kredi faizlerinin enflasyonun epey altında olacak şekilde baskılanması), harcamaların teşvik edilmesine dönük politikalar uyguluyor.

Bu politikalar eşliğinde (konut kredisi faizlerinin %0,54’e, araç kredilerinin de %0,49’a varacak ölçüde piyasa koşullarının çok altında tutulması) geçtiğimiz ay (Haziran 2020) konut kredisi kullanımları rekor kırdı. Konut kredileri geçen ay yüzde 209,7 artarak 190 bin 12 ile tarihinin en yüksek haziran rakamlarına ulaştı. Kredi rakamlarının artışı konut satışı rakamlarına da yansıdı. Bu yıl konut satışları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 32 arttı. 2020 yılının ilk yarısında geçen yılın aynı dönemine göre 141 bin 374 adet daha fazla konut satıldı.

Konut satışlarına paralel olarak konut fiyatlarının da yükseldiği görüldü. Merkez Bankası verilerine göre, konut fiyat endeksi mayısta yıllık yüzde 23.14 arttı. Konut fiyatları İstanbul’da yüzde 16.9, İzmir’de yüzde 24.8, Ankara’da yüzde 24 arttı.

Öte yandan kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, emlak kredilerinde çok hızlı artış yaşandığını belirterek varlık kalitesi uyarısı yaptı ve bankaların yılın ikinci yarısında bu durumdan olumsuz etkilenebileceğini belirtti.

Bu kadar düşük kredi faizi dayatmasının sürdürülebilir olmadığı hükümet tarafından da görülmüş olacak ki Temmuz ayının son haftasında kredi faizlerinde ilan edilmiş bir artış olmasa da pratik uygulamalarda ciddi bir çarketme hali gözlemlenmeye başlandı.

23 Temmuz’da Merkez Bankası faiz kararını açıkladı ve politika faizini değiştirmeyerek 8.25 seviyesinde sabit bıraktı. 10 toplantının 9’unda faiz indiren Merkez Bankası hazirandan sonra Temmuz toplantısında da faiz indirimine ara verdiğini teyit etmiş oldu. %13’e yakın enflasyonun yaşandığı bir dönemde bu oranların devam edemeyeceği yönünde yorumlar yapıldı.

25 Temmuz’da Ziraat Bankası, Halkbank ve Vakıfbank, Honda, Hyundai, Fiat, Ford, Renault ve Toyota firmalarını, düşük faizli kredi paketinden çıkardı. Gerekçe olarak fiyat artışı yapılarak “Taşıt kredisi paketinin amacına aykırı hareket edilmesi” gösterildi.

27 Temuz’da da kamu bankaları ikinci el konut kredilerinde faizleri yükseltti, vadelerde de güncelleme yaptı. Sıfır konut kredilerinde ise değişiklik yapılmadı. Sıfır konutlarda yüzde 0.64 faiz ile 180 aya varan vade seçenekleriyle satın alma gerçekleştirilebiliyor henüz. Önümüzdeki dönemde konut kredisi faizlerinde de pratikte bir artışın görülmesi bekleniyor.

29 Temmuz’da Merkez bankasının yıl sonu enflasyon tahminini % 8,9’a yükseltmesini de ilginç bir nokta olarak eklemek durumundayız. Tam da bu sırada TÜİK’in eski Başkanı Birol Aydemir’in, “tüm kurumlar gibi TÜİK’in de inandırıcılığını kaybettiğini belirterek, paylaşılan verilerdeki çelişkilere dikkat çekmesi” ilginç haberlerden biriydi.

Ayın son günü ekonomiyi canlandırma politikalarındaki arayışların bitmediğini gördük. Bakan Albayrak, bazı mal ve hizmetlerin KDV oranlarında indirime gidildiğini duyurdu. İşyeri kira stopajı yüzde 20’den 10’a, kültürel faaliyetlerdeki KDV oranı yüzde 8’den 1’e indirildi. Kararın esnaf tarafından verilen hizmet ve mal satışlarını içermesi dikkat çekti. Hükümetin koronavirüs salgınından ekonomik olarak en fazla etkilenen kesimlerden biri olan küçük esnaftan olası tepkileri azaltmak üzere bu adımı attığını söyleyebiliriz.

Yoksullaşma ve mağduriyetler devam ediyor

Ekonomideki genel sorunlar devam ederken bunlardan en fazla etkilenen kesimlerin koşulları kötüleşmeye devam ediyor. Bu çerçevede bu döneme ilişkin kaydettiğimiz veri ve olgular aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

  • Ücretsiz iznin uzatılmasını içeren ‘istihdam paketi’nin 5 maddeden oluşan birinci bölümü Meclis Genel Kurulu’nda kabul edildi. Kabul edilen teklife göre, kısa çalışma ödeneğinin süresi uzatılıyor. İzne çıkarılan işçiler günde 39 TL alacak. Uzatmada yetkili AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olacak. Soma’da işten çıkarılan maden işçileri kıdem tazminatlarını alabilecek.
  • Pandemi sebebiyle alınan önlemler işçilerin aleyhine kullanılmaya başlandı. Yüksek ücretli çalışanlarını kısa çalışmaya veya ücretsiz izne ayıran bazı işverenler, çalışanlara “Düşük ücretle çalışmayı kabul edersen gel, yoksa ücretsiz izne devam et” diyor.
  • Dardanel Gıda’da salgın yayılırken işçilerin ‘kapalı devre çalışma sistemi’ adı altında fabrika sahasına kapatılarak (karantinaya alınarak) zorla çalıştırılması tepki çekti. DİSK Gıda-İş “İşçilerin bir prangası eksik” açıklaması yaparken, Av. Özveri “Karar yasalara aykırı” dedi. Alınan kararın altında CHP’li Çanakkale Belediye Başkanı’nın da imzası olduğu iddia edildi.
  • TESK Haziran ayı verilerine göre pandemi sonrası kepenk kapatan esnaf sayısı 7 bin 222 olarak gerçekleşti.
  • Haziran’da açılan AVM’lerdeki mağazaların satış yapamadığı için perakende şirketlerinin zararı katlanarak arttı.

Dış Politika

AB’den yeni koronavirüs destek paketi

Dünya gündeminde Türkiye açısında da önem arzeden önemli gelişmelerden biri, AB ülkeleri arasındaki 750 milyar Euro değerindeki paketin uzun süren görüşme ve tartışmalardan sonra ilgili ülkeler tarafından onaylanması oldu. 16 Temmuz’da başlayan görüşmelerde Avrupa Birliği liderlerinin Koronavirüs salgınına karşı üye ülkeleri desteklemek için hazırlanan 750 milyar Euro’luk teşvik paketi üzerindeki müzakerelerde 5 günü aşkın süre sonuca ulaşamadı. Zirve 2000 yılındaki 5 günlük zirve süresini aşarak tarihin en uzun AB zirvesi olarak kayda geçti. Liderler paketinin ne kadarının hibe ne kadarının düşük faizli kredilerden oluşacağına ilişkin anlaşmaya varamadılar.

Hollanda, İsveç, Danimarka ve Avusturya, (“Tutumlu dörtlü”) Koronavirüs’ten en çok etkilenen İtalya, İspanya gibi ülkelere verilecek desteğin hibenin azaltılmasını istiyordu. Bu ülkeler AB’nin öngördüğü ilk paketteki 500 milyar Euro’luk hibenin 350 milyar Euro’ya indirilmesini istemişti. Akdeniz ülkeleri ise kamu borcunun zaten çok yüksek olduğuna dikkat çekerek, salgınla kendi başlarına mücadele edecek güçlerinin olmadığı gerekçesiyle bunu reddediyordu. Hibe ve kredilerin reform şartına bağlanmasına özellikle, demokrasi ve insan hakları konusunda geri gitmekle suçlanan Macaristan ve Polonya karşı çıkıyordu…

Fransa’nın görüşmeleri sonlandırma tehditleri ve Almanya’nın ağılığını koymasıyla. Nihayetinde 21 Temmuz’da beklenen anlaşma sağlandı.

Ortaya çıkan anlaşma, “tutumlu dörtlü”ye taviz verildiğini gösteriyor. Hollanda, İsveç, Danimarka ve Avusturya’nın aldığı tek taviz, hibe tutarındaki indirim değil, aynı zamanda bu ülkeler AB bütçesine yaptıkları katkı karşılığında daha fazla geri ödeme de alacaklar. Macaristan ve Polonya’ya reformlar konusunda taviz verilmedi. AB reformları uygulamayan üye ülkelere para aktarılmasını durdurabilecek. Buna karşılık Polonya, AB üyeleri için getirilen 2050’ye kadar kömürden enerji üretimini bırakma kuralından muaf tutuldu.

Türkiye – Yunanistan gerginliği

21 Temmuz’da Türkiye’nin, NAVTEX (seyrüsefer bildirimi) yoluyla Oruç Reis gemisinin Akdeniz’de Türk kıta sahanlığının güneybatı bölgesinde, Meis Adası’nın güneyi ve doğusunda, sismik araştırmalara başlayacağını duyurmasının ardından Türkiye ile Yunanistan arasında önemli bir gerginlik yaşandı. Türkiye’nin Navtex ilanı sonrası Yunanistan Güney ve Güney Doğu Ege bölgelerine savaş gemilerini gönderdi. Fransa Türkiye’ye sert tepki gösterdi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’ye Meis Adası yakınlarında her türlü eylem planını iptal etme ve Yunanistan ile gerilimi artıracak eylemlerden uzak durma çağrısında bulundu. Almanya’dan gelen ilk açıklamada önce Türkiye uyarıldı. Ardından Merkel’in bizzat devreye girerek her iki ülkeyi de uyardığı iddia edildi. Erdoğan-Merkel görüşmesinin ardından Türkiye sondaj çalışmalarına bir ay ara verdiğini açıkladı. Hemen ardından Yunanistan’dan (Dışişleri Bakanı Dendias) “görüşmeye hazırız” açıklaması geldi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, sondaj çalışmalarının ertelendiğini duyururken “Önkoşulsuz Yunanistan’la tüm konuları konuşmaya hazırız” dedi.

Gerilimin kısa vade için yatıştığı, en azından ertelendiği izlenimi doğmuşken 20 gün sonrasında, 30 Temmuz’da Türkiye bu kez Kıbrıs bölgesi için Navtex ilan etti ve gerilimin tekrar tırmanması olasılığı belirdi. Yunanistan’dan “Kıbrıs’ın egemenlik hakları ihlal ediliyor” tepkisi gelirken Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiades’in, tam da bu dönemde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşmesi dikkat çekti.

Libya

Libya’da Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan ve Türkiye tarafından desteklenen Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH), kritik bölge olan Sirte’ye Hafter’in kontrolündeki petrol sahalarını geri almaya dönük “yakın zamanda” bir operasyon başlayacağını duyurdu. Almanya ve Fransa’dan ise yeni uyarılar geldi. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin Ankara’nın Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerine son vermesiyle ilerleyebileceğini söyledi. Maas, “Uluslararası hukuka saygı gösterilmeli” dedi.

Öte yandan Mısır Parlamentosu, “ulusal güvenliği korumak için” yurt dışına asker gönderilmesine onay veren tezkereyi kabul etti. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ise Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne bağlı güçlerin Sirte ve Cufra kentlerine harekat düzenlemesinin “kırmızı çizgiyi geçmek” olacağını savunarak, “Sirte ve Cufra kırmızı çizgidir” demişti. Rusya ise Türkiye ile ateşkes konusunda bir anlaşmaya varmak için ek süre gerekli açıklamasında bulundu.

Libya’dan yüklü bir para girişi beklediği iddia edilen Türkiye’nin Libya ve Doğu Akdeniz hesaplarının, her an bir kaza çıkarıp bölgedeki güçler dengesinin (Rusya, Fransa, Yunanistan, Mısır, Arap Emirlikleri, Suudi Krallığı ekseni. Mısır’ın Sirte’deki “kırmızı çizgisi”, Fransa’nın Sirte açıkların getirdiği uçak gemisi, Beyrut’a gelmesi beklenen helikopter gemisi) duvarına çarpabileceği yorumları yapılıyor.

Öte yandan Doğu Akdeniz ve Libya konularında Muhalefetin etkili bir tavır geliştirmemesi de dikkat çekici nitelikte.

Suriye

Suriye’ye ilişkin olarak, Delta Crescent Energy LLC isimli ABD’li petrol şirketiyle Suriye Demokratik Güçleri’nin petrol anlaşması imzaladığı haberleri en önemli gelişme olarak kaydedilebilir. Anlaşma Deyr el Zor ve Haseke petrollerini kapsıyor. İddiaya göre bu bölge Suriye’nin hidrokarbon zenginliğinin yüzde 90’ını barındırıyor. Bugün onda birinin dahi çıkarılamadığı petrol, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin giderlerini karşılıyor.

Al Monitor’den Amberin Zaman’a göre anlaşma petrolün pazarlanması, mevcut sahalarının geliştirilmesi ve modernize edilmesini öngörüyor. Zaman, şirketin Suriye’de faaliyet göstermesi için de Hazine Bakanlığı’na bağlı Dış Varlıklar Kontrol Ofisi’nden (OFAC) lisans aldığını; ayrıca Amerikan yönetiminin özerk idareye iki modüler rafineri tedarik etmeyi taahhüt ettiğini kaydetti.

Suriye rejimi, anlaşmayı hırsızlık olarak niteleyip şiddetle kınadı.

Anlaşmanın Kürtlerle Amerikalılar arasındaki ilişkinin boyutunu değiştireceği görülüyor. Öte yandan anlaşmanın, bölgede yerleşik ve SDG’ye destek veren Arap nüfusunun bu desteğini olumsuz etkileyeceği de ileri sürülüyor.

Söz konusu anlaşmanın normalde en fazla Türkiye tarafının tepkisini çekmesi beklenir. Türkiye’nin Kobane’den başlamak üzere Kürt karşıtı koridoru Fırat’tan Dicle’ye kadar uzatma hayallerini kurduğu biliniyor. Al-Monitor’e konuşan kaynaklar, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin SDG ile yapılan petrol anlaşmasıyla ilgili Ankara’yı bilgilendirdiğini ifade etti. Ankara’nın ‘olumsuz tepki vermediği’ kaydedilirken, başka bir kaynak Rusya’nın da bilgilendirildiğini aktardı.

Anlaşmanın uygulanma şekli ve bölgedeki dengeleri nasıl etkileyeceğinin izlenmesi gerekiyor.

Öte yandan Suriye, koronavirüs, ekonomik sıkıntılar ve ABD yönetiminin Devlet Başkanı Beşar Esad’a yeni yaptırımları altında genel seçime gitti. Muhalifler seçimi “tiyatro” olarak niteleyip boykot etti.

Irak

Önceki dönem Kuzey ve Doğu Suriye’de 25 siyasi partinin içinde yer aldığı Kürt Ulusal Birliği Partileri (PYNK) ile Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS), 16 Haziran’da yaptıkları ortak açıklamayla mutabakata vardıklarını duyurmuştu.

Bir süre yavaş da olsa ilerletilmeye çalışılan “ulusal birlik” görüşmelerine ilişkin, ENKS’den 28 Temmuz günü Türkiye destekli bir hamle geldi. ENKS, Kuzey-Doğu Suriye’de birkaç Asuri’den oluşan Asuri Demokratik Örgütü ve Ehmed El Cerba’nın başında olduğu Teyar El Xed hareketi ile “Barış ve Özgürlük Cephesi” ismiyle bir oluşum kurduğunu ilan etti. ANF’den Ersin Çaksu’nun yorumuna göre, bu hamleyi Türkiye ve ABD destekliyor ve ENKS’yi, 2013 yılında PYD’ye söylediği “Siz orada savaşın ve ölün, nasıl olsa Amerika her şeyi sizden alıp bize verecek” noktasına yaklaştırıyor.

 

 

[1] Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA-C) lideri olarak hüküm giyen ancak yeniden yargılanıp beraat eden Salih Mirzabeyoğlu’nun mezarını ziyaret etmesi ve hemen bu habere erişim engeli getirilmesini de not etmemiz gerekiyor.

[2] İki komutanın da Türkiye’nin Suriye operasyonlarında ve Güneydoğu’daki operasyonlarda çok önemli görevler üstlenmiş oldukları biliniyor. 15 Temmuz kalkışması sonrası, Temel’e susturucularla suikast planlandığı ortaya çıkmıştı. Aksakallı ise, o gece kalkışmanın öncülerinden olduğu iddia edilen generallerden Semih Terzi için ‘vurun’ emrini veren Özel Kuvvetler Komutanı’ydı. İsmail Metin Temel 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi düzenlenen bir iftar yemeğinde Erdoğan’ın Muharrem İnce’ye yönelik eleştirilerini alkışlayan general olarak gündeme gelmiş; Muharrem İnce’nin “O generalin apoletlerini sökeceğim” sözlerinin hedefi olmuştu.