Bu yazı 30 Temmuz – 12 Ağustos 2025 tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır. Aşağıdaki başlıklara tıklayarak yazının ilgili bölümlerine ulaşabilir, bölüm sonlarından tekrar başa dönebilirsiniz.
İç Politika: Barış Gündemi, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu; CHP’ye Yönelik Baskılar ve Eylemlilik; Yargı ve İnfaz Sistemindeki Tartışmalar ve Diğer Gündemler ele alınıyor.
Ekonomi: Erdoğan kamu işyerlerindeki grevleri erteledi, Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü imzalandı; 6 Milyon memur ve memur emeklisi için hükümet çok düşük ücret zammı teklif etti; İşçi eylemleri, direnişler; Ekonomik veriler ve Enflasyon verisi yer alınıyor.
Dış politika: Suriye’deki gelişmeler, Rojava’da Ortak Tutum Konferansı yapıldı; HTŞ, Paris görüşmelerinden çekildi; Süveyda’da durum, Dürziler özyönetim yönünde adımlar atıyor; Rusya Suriye’ye geri mi dönüyor?; Gazze’de açlık krizi ve Netanyahu’nun Gazze kentini işgal planı; Trump ve Putin Alaska’daki toplantısı; Azerbaycan-Ermenistan barışı ve Zengezur koridoru ile Trump’ın Washington’da ilan ettiği kamu güvenliği acil durumu tartışılıyor.
Ekoloji: ABD’de orman yangınları ve FEMA’nın Trump yönetimi altındaki durumu, BP’nin Kuzey Denizi’ndeki petrol sahasını yeniden işletmeye açma kararı ve Cenevre’de devam eden Küresel Plastik Anlaşması (INC-5.2) görüşmeleri ele alınıyor.
Türkiye siyaseti, son dönemde birbiriyle çelişkili duran ama aynı derecede güçlü eğilimlerin mücadele alanına dönüştü. Bir yanda, barışa dönük tarihi bir adımın heyecanı; diğer yanda, bu adımı engellemek veya kontrol altına almak istercesine artan bir siyasi baskı ve tüm bunların altında, devlet aygıtının temelini oluşturan kurumların derinlerde yaşadığı sistematik bir çürüme… Bu üç dinamik, ülkenin geleceğini şekillendirecek bir mücadelenin ana unsurları gibi duruyor.
Barış Gündemi: Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu
TBMM bünyesinde kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”, çalışmalarına başladı. İYİ Parti’nin üye vermediği komisyondaki İYİ Parti kontenjanı CHP, AKP ve DEM Parti arasında paylaşıldı. Komisyonun kuruluşu ve ilk çalışmaları, alışılagelmiş siyasi kısır döngülerin dışına çıkılabileceğine dair nadir işaretler verdi. Numan Kurtulmuş’un beklenenden yapıcı olan açılış konuşması ve usül kurallarının oybirliğiyle belirlenmesi, hatta İşçi Partili üye Ahmet Şık’ın “AKP’yi ilk kez bu kadar yapıcı davranırken gördüm” itirafı, komisyona dair umutvar olunabileceğini gösterdi. Demokrasi kavramının komisyon adında yer almasının da CHP’nin ve DEM’in ısrarıyla sağlandığını belirtelim. Güvenlik bürokrasisinin katıldığı toplantı için gizlilik kararının oy birliğiyle alındığı, ancak sonraki toplantıların şeffaf olacağı belirtildi.
Bu umut verici başlangıcın önünde engeller de yok değil. Komisyonun yasayla kurulmamış olması, doğrudan yasa teklifi hazırlama yetkisinden yoksun olması pratik bir handikap. Mümtaz’er Türköne gibi isimlerin, sürecin “tepeden inme” ve sivil toplumu dışlayıcı şekilde yürütülmesi yönündeki eleştirileri, sürecin meşruiyetine dair önemli bir uyarı. Oysa Barış Anneleri ile asker ve polis aileleri gibi doğrudan mağduriyeti temsil eden grupların bu sürecin asli unsurları haline gelmesi, barışın toplumsal karşılığını güçlendirmek açısından hayati öneme sahip. MHP ve DEM Parti’nin ayrı ayrı başlattığı toplum buluşmaları ise, tabanda bir diyalog arayışının sinyallerini veriyor. Sözcü gazetesinin komisyona yönelik karalama kampanyası ise, statükodan yana olanların barışa direnme çabasını gösteriyor.
Her ne kadar oluşumunda sivil toplum kuruluşları dışlanmış olsa bile komisyon ile Türkiye’de devlet yetkililerinin “ateşkes” ve “çözüm süreci” tartışmalarını dar bir bürokratik kadro ile sınırlı tutup geniş sivil toplum katılımını engelleme eğiliminin kırılmasına yönelik bir şans elde edildiği söylenebilir.
CHP’ye Yönelik Baskılar ve Eylemlilik
Komisyondaki diyalog ruhuna tezat oluşturan bir diğer gelişme, CHP’ye yönelik siyasi- hukuki operasyonların tazelenen hızı oldu. İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve yürütmenin durdurulması talebi reddedildi. İstanbul ve Antalya Büyükşehir Belediyeleri’ne yönelik “yolsuzluk” soruşturmaları kapsamında yeni gözaltılar yapıldı. İktidarın dava süreçlerine yaklaşımı, yargının bir müdahale aracı olarak kullanıldığı tanıdık bir yöntemi hatırlattı. FETÖ’nün savcılarının yürüttüğü soruşturmalar döneminde de sıkça başvurulan, iddianame yazılmadan sürdürülen, her türlü iddianın dosyaya dâhil edildiği bu strateji, hukukun bir sindirme aracına dönüştürüldüğünü gösteriyor.
Baskıların bir diğer boyutu ise daha dolaylı ve kişisel. Özellikle ilçe belediye başkanlarına yönelik “ya yargılanacaksın ya da iktidara teslim olacaksın” şeklinde özetlenebilecek açık tehditler ve rüşvet benzeri teklifler, siyasi ahlakın ne denli aşındığını gösteriyor. Bu durum, iktidar blokunun, barış sürecini kendi kontrolleri altında ve muhalefeti zayıf düşürerek yönetmek istediği şeklinde de yorumlanabilir.
Ancak CHP, bu baskılara teslim olmak yerine hem meclisteki komisyona aktif katılımı hem de sokaktaki mitingler üzerinden etkili bir direnç hattı örüyor. Özgür Özel’in Tokat ve İstanbul mitinglerindeki doğal ve etkileyici performansı, İmamoğlu’nun sürece doğrudan desteği parti içindeki ulusalcı kanadın sesini de bastırarak, barış sürecini sahiplenen bir söylemin tabanda karşılık bulduğunu gösterdi. İmamoğlu ve Özel’in barış sürecini sahiplenmeleriyle, iktidarın CHP’yi süreçten dışlama stratejisini büyük oranda boşa çıkardıkları söylenebilir.
Özel’in “Turbun büyüğü” metaforuyla yaptığı ve AKP’nin kuruluş yıldönümü kutlamaları öncesinde AKP’yi çökertecek iddialara işaret eden açıklaması ise, iktidarın operasyonlarını yürüttüğü bir dönemde kendi proaktif hamlelerini yapma stratejisinin parçası oldu.
Yargı ve İnfaz Sistemindeki Tartışmalar
Bu süreçte yargının tarafsızlığı ve insan haklarına duyarlılığı bir kez daha sorgulanır hale geldi. Hasta tutukluların infazlarının ertelenmemesi, özellikle Murat Çalık örneğinde olduğu gibi, insani olmaktan uzak, adeta bir “düşman hukuku” uygulaması olarak karşımıza çıkıyor. Anayasa Mahkemesi’nin Tayfun Kahraman lehine verdiği hak ihlali kararının uygulanıp uygulanmayacağı ise belirsizliğini koruyor. Daha da vahimi, İmamoğlu ve Ayşe Barım davalarında lehte karar veren hakimlerin görev yerlerinin değiştirildiği iddiaları, yargıda iktidarın çizgisine yakın durmayanların nasıl bir baskıyla karşı karşıya kaldığını gözler önüne seriyor.
Devlet Bahçeli’nin “adli tatil bitimine kadar (5 Eylül) bu işler bitsin” açıklamasının ertesi günü yeni operasyonların yapılması, iktidar bloğu içindeki farklı kanatların veya Erdoğan’ın “oyun bozucu” stratejisinin bir yansıması olarak okunabilir. Bu, barış sürecinin önündeki en büyük tehlikelerden biridir: Devlet içindeki güç odaklarının birbiriyle çelişen ajandaları, her an süreci sekteye uğratabilir.
Diğer Gündemler
Tüm bu siyasi manevraların altında, devletin temel işleyişine nüfuz etmiş derin bir yozlaşma yatıyor. Son dönemde iyice su yüzüne çıkan sahte diploma ve usulsüz atama skandalları, artık neredeyse sistemin bir parçası haline gelmiş durumda. Skandal, bireysel diploma sahteciliğinden çıkıp e-Devlet üzerinden e-imza kullanılarak yapılan kitlesel usulsüz atamalara evrildi. Rektörlük, profesörlük gibi en üst düzey atamalarda bile herhangi bir denetim mekanizmasının işlemiyor oluşu, devlet aygıtının “çöktüğü” yönündeki endişeleri haklı çıkarıyor.
Genelkurmay Başkanı’nın değişmesi de benzer bir gizem perdesiyle örtülü. Henüz görev süresi dolmayan bir komutanın yerine atama yapılması pek olağan olmamakla birlikte bu değişimin Hulusi Akar dönemindeki gerilimler ve yeni ismin iktidarla yakınlığı bağlamında okunması, ordunun siyasete eklemlenmesine dair soru işaretlerini artırıyor.
Rezan Epözdemir dosyası ise, yargı-siyaset-medya üçgenindeki kirli ilişkiler ağını gözler önüne serdi. FETÖ dönemindeki “cemaat borsası”nı andıran bu ilişkiler, iktidara yakınlığıyla bilinen avukatların, savcı ve hakimlerle kurduğu şüpheli bağlantıları ortaya koydu. Mehmet Uçum’un bu dosyayla ilişkisinin olduğu iddiaları ve Akın Gürlek’e yönelik baskıların, AKP içindeki farklı grupların birbirleriyle çatışmasının bir örneği olduğu yorumu yapıldı. Bu durum siyasi ahlak krizinin ne denli derin olduğunu kanıtlıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın son dönemdeki hutbe ve fetvaları ise, yozlaşmanın toplumsal ve ahlaki boyutunu gösteriyor. Kadınların kıyafetlerini hedef alan, tatil yapmayı dahi “gayri-İslami” olarak yaftalayan hutbeler, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve muhafazakâr tahakkümü körüklüyor. “Rüşvet ve iltimasla kazanılan paranın helal olduğu” yönündeki skandal fetva ise, dini, iktidarın yolsuzluklarını meşrulaştırmak için kullandığı bir araca dönüştürme çabası olarak okunabilir. Berrin Sönmez’in başını açarak yaptığı sessiz ama güçlü protesto, bu cendereye karşı vicdanlı bir duruşun ifadesi oldu. Bu hutbe ve fetvaların, AKP’nin muhafazakar kesimi konsolide edecek başka bir şey bulamadığı için kullandığı pragmatik bir politika olduğu görülüyor. Bu durum aynı zamanda, faşist bir rejimin kendi kodlarını açığa çıkarması olarak da değerlendirilebilir.
Türkiye, tarihi bir kavşakta duruyor. Bir yol, diyalog, demokrasi ve barış umuduna çıkıyor. Diğer yol ise, operasyonlar, yargısal baskılar, yozlaşma ve toplumsal gerilimlerle dolu, içe kapanmacı ve otoriter bir geleceğe uzanıyor. İktidarın, barış sürecini kontrol altında tutmak için aynı anda hem diyalog masasına oturup hem de muhalefeti sindirme politikası sürdürülebilir görünmüyor. Aksi takdirde, umutla başlayan her adım, eski çatışmaların ve çürümüşlüğün gölgesinde kalma riski taşıyor. Türkiye’nin geleceği, bu iki eğilim arasındaki mücadelenin sonucunda şekillenecek gibi duruyor.
Erdoğan kamu işyerlerindeki grevleri erteledi, Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü imzalandı
Türkiye Maden İşçileri Sendikası’nın 1 Ağustos’ta başlatacağını duyurduğu grev, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla 60 gün süreyle ertelendi. Kararda gerekçe olarak grevin “Milli güvenliği bozucu nitelikte” olması gösterildi. Türk-İş ve Hak-İş sendikaları da grev yasağına karşı direnişçi bir tutum geliştirmek yerine Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü imzaladılar. Protokole göre kamu işçisinin ücretine 2025 ilk 6 ay için yüzde 24, ikinci 6 ay için yüzde 11 zam ve günlük 50 lira seyyanen zam; 2026 ilk 6 ay için yüzde 10, 2026 ikinci 6 ay için yüzde 6 zam yapılacak.
6 Milyon memur ve memur emeklisi için hükümet çok düşük ücret zammı teklif etti
Bu sırada hükümet tarafı ile memur sendikaları arasında memurların ve memur emeklilerinin ücret zamlarını belirleyecek görüşmeler başladı. Hükümet 2026 yılının ilk altı ayı için yüzde 10, ikinci altı ayı için ise yüzde 6 teklif sundu. 2027 yılının ilk altı ayı için yüzde 4, ikinci altı ayı ise yüzde 4 zam teklif etti. Memur-Sen Genel Başkanı Yalçın ise, “Bu yüzden bu ciddiyetsiz talebi reddediyoruz” dedi.
Hükümetin önce kamu işçilerine, ardından memur ve memur emeklilerine yönelik izlediği çok düşük ücret zammı politikası, Mehmet Şimşek yönetiminin izlediği, işçi ve memurlara “gerçekleşen değil hedeflenen enflasyona göre zam yapılması” politikasını yansıtıyor. İşçiler ve memurlar arasında örgütlü bulunan sendikaların hükümet yanlısı tutumları ve olağanüstü pasifliği, “vahşi kapitalizmin ücret politikası” olarak niteleyebileceğimiz bu politikanın uygulanmasını sağlıyor. Çalışanlar arasında mevcut sendikalara yönelik tepkilerin boyutları ve yeni sendikal arayışlar önümüzdeki dönemde izlenmesi gereken önemli bir başlık. Prof. Aziz Çelik aynı yöntemin yakında gündeme gelecek metal işkolunu kapsayan MESS sözleşmelerinde de gündeme geleceğini savunuyor.
İşçi eylemleri, direnişler
İşçilere çok düşük oranda zam yapılması politikası kamu sektörüyle sınırlı değil. Özel sektör de çok düşük zam oranlarıyla toplu iş şözleşmelerini bitirme peşinde. Bu sefalet ücreti politikası birçok yerde işçi eylemlerine ve direnişlere yol açıyor. Çiğli Organize Sanayi Bölgesi içinde çok sayıda fabrikası bulunan Norm Holding, Temmuz dönemi zam oranını yüzde 10 olarak açıkladı. Zam oranını kabul edilebilir bulmayan işçiler iki gün boyunca 30 dakika ile 1 saat arasında değişen sürelerde iş durdurdu. Kayseri’de üretim yapan, 2 bin işçinin çalıştığı Hak İş’e bağlı Öziplik-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu Yataş’ta işçiler yüzde 40 zam talebiyle iş bıraktı. Yataş işçileri “sendika istifa”, “yönetim istifa” sloganlarıyla sendikalarına da tepki gösterdi. Samsun Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteren SAMPA Otomotiv’de çalışan işçiler ise, yaklaşık beş aydır maaşlarını alamadıkları için dün gece itibarıyla iş bırakma eylemi başlattı. İşçiler, ”yönetim tarafından uygulanan baskı, keyfi işten çıkarmalar ve süregelen belirsizlik” nedeniyle seslerini duyurmak istediklerini ifade ettiler.
Ekonomik veriler: Geniş tanımlı işsizlik yüzde 32,9’a ulaştı; yoksulluk sınırı 86 bin TL oldu
DİSK Araştırma Merkezi TÜİK’in Haziran 2025 Hanehalkı İşgücü Araştırması verilerinden yola çıkarak hazırladığı “İşsizliğin Görünümü Raporu”nu yayımladı. Rapora göre, mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı 13 milyon 383 bine ulaştı. Bu sayı, yüzde 32,9 oranında geniş tanımlı işsizliğe karşılık geliyor. Türk-İş ise temmuz ayına ait açlık ve yoksulluk sınırı verilerini açıkladı. Verilere göre, Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin yalnızca gıda harcamaları için yapması gereken asgari harcama tutarı 26 bin 413 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 86 bin 36 TL’ye yükseldi.
Enflasyon verisi
TUİK hayatın gerçekleriyle bağdaşmayan ve çok düşük ücret zammı politikasına “istatistiki” zemin sağlayan enflasyon verileri açıklamaya devam ediyor. TUİK’e göre, Temmuz’da aylık enflasyon yüzde 2,06 olarak gerçekleşirken yıllık enflasyon yüzde 33,52 oldu. Bağımsız akademisyenlerin oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) ise aylık enflasyon artışını yüzde 3,75 olarak, yıllık enflasyonu ise yüzde 65,15 olarak hesapladı.
Suriye’de gelişmeler
Rojava’da Ortak Tutum Konferansı yapıldı; HTŞ, Paris görüşmelerinden çekildi
Kısaca hafızamızı tazeleyecek olursak, bir önceki dönemde HTŞ, Dürzilerin yaşadığı Süveyda’yı ele geçirmek üzere bir operasyon başlatmış, ancak İsrail’in, genelkurmay başkanlığı dahil Şam’da önemli kurumları bombalamasıyla geri çekilmek zorunda kalmıştı. HTŞ’nin katilamlara başvurarak Suveyda’yı ele geçirme planı, HTŞ yönetimi altında Suriye’nin istikrara kavuşmasının mümkün olamayacağını gözler önüne sermiş, SDG’nin pozisyonunu göreli olarak güçlendirmişti. Bunlar yaşanırken, HTŞ Dürzilerle ilgili gelişmeleri öne sürerek SDG’nin merkezi hükümete entegrasyonunun ele alındığı, ABD ve Fransa’nın himayesinde yapılan Paris görüşmelerine katılmayacağını duyurmuştu. Bunun üzerine gözler bir sonraki Paris toplantısına çevrilmişti.
Paris toplantısından kısa süre önce Rojava’da farklı etnik ve dinsel grupların temsilcilerinin katıldığı “Ortak Tutum Konferansı” düzenlendi. Konferansta, önemli Arap ve Kürt aşiret şeyhleri, Süryani-Asuri-Keldanilerin, Ermenilerin, Türkmenlerin, Çerkezlerin ve Alevilerin temsilcileri hazır bulundu; Dürzilerin dini önderi El Hicri ise mesaj gönderdi. Konferasın sonuç bildirgesinde özetle, Alevi ve Dürzi katliamlarının insanlık suçu olarak görülmesi; Suriye’deki etnik ve dinsel çeşitliliğin siyasi ve idari kurumsallaşmaya yansıtılması; yeni anayasanın ademi merkeziyetçiliği ve demokrasiyi, esas alması ve Suriye’nin yeniden inşası için bütün bileşenlerin katılımıyla bir Suriye Ulusal Konferansı düzenlenmesi talepleri yer aldı.
HTŞ, Ortak Tutum Konferansı’nı “ulusal birliğe aykırı” ve “10 Mart Mutabakatı’nın ihlali” olarak değerlendirerek Paris görüşmelerinden çekildiğini duyurdu. HTŞ’nin bu kararı, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın HTŞ yetkilileriyle görüşmesinden yarım saat sonra alması dikkat çekti.
Son dönemdeki gelişmelere, özellikle HTŞ’nin başarısız Süveyda operasyonundan sonra Türkiye’den askeri yardım istemesine bakıldığında, HTŞ’nin merkezi iktidar konumunu sürdürebilmek için Türkiye ile artan bir yakınlaşma içine girdiği, Türkiye’nin de Kürtleri denetim altına alma kaygısıyla bu işbirliğine hazır olduğu söylenebilir. HTŞ’nin Türkiye’ye gittikçe daha fazla angaje olması, ABD ve Fransa’dan uzaklaştığı yorumlarına yol açıyor. Bu durum, HTŞ ile SDG arasındaki 10 Mart Mutabakatı’nın somut bir uzlaşmaya dönüşmesini engelleyebilir, iç çatışmalara ve Suriye’ye dönük dış müdahalelere yol açabilir.
Süveyda’da durum, Dürziler özyönetim yönünde adımlar atıyor
Şam geçici yönetimine bağlı silahlı grupların Süveyda’ya yönelik saldırıları devam ediyor. Bu saldırılarda siviller hayatını kaybederken, yargısız infazlar yapıldığı öne sürülüyor.
Bu gelişmeler yaşanırken, Dürziler öz-yönetim kurmaya doğru güçlü bir adım attılar. Dürzi direnişini oluşturan üç grubun birleşmesi bu açıdan önemli bir aşama oldu. Süveyda’daki Dürzi Muvahhidin Tarikatı’nın ruhani liderliği, kentin yönetimini devralmak üzere üst düzey yargıç ve avukatlardan oluşan Yüksek Hukuk Komitesi kurdu. Komite, geçici yürütme ofisi ve iç güvenlik güçleri için yeni atamalar yaptı. Dürzilerin özyönetime dönük kurumlar oluştururken Rojava’yı örnek aldığı öne sürülüyor.
Rusya Suriye’ye geri mi dönüyor?
Bu arada Rus kuvvetlerinin uçak filosunu yenileyip askeri tesislerini genişleterek Kamışlı havaalanındaki varlığını güçlendirmesi dikkat çekti. Rus güçleri, Esad yönetiminin devrilmesinden bu yana ilk kez Kamışlı’nın doğu kırsalında SDG’ye ait bir araç eşliğinde devriye gerçekleştirdiler.
Son dönemde HTŞ yönetimiyle Rusya arasında bir yakınlaşama yaşanıyor. Söz konusu yakınlaşma, HTŞ yönetiminin İsrail’e karşı bir denge oluşturma hamlesi olarak yorumlanıyor. Rusya’nın bölgeye geri dönüşünün ABD ve İsrail ile nasıl bir uzlaşmanın sonucu olduğu ve dengeleri nasıl etkileyeceği önümüzdeki süreçte daha iyi görülebilecek.
Gazze’de açlık krizi ve Netanyahu’nun Gazze kentini işgal planı
Gazze Sağlık Bakanlığı Genel Müdürü Munir el-Burş, Gazze Şeridi’nde açlık nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısının 217’ye çıktığını, ölenlerin arasında 100 çocuğun bulunduğunu duyurdu.
Öte yandan İsrail Güvenlik Kabinesi, Netanyahu hükümetinin Gazze kentini işgal planını onayladı. Plana göre, Hamas’ın silahsızlandırılması, tüm rehinelerin canlı veya ölü olarak iadesi, Gazze Şeridi’nde İsrail’in güvenlik kontrolünün sağlanması ve Gazze’de Hamas ile Filistin Özerk Yönetimi’ne bağlı olmayan bir sivil idarenin kurulması hususları benimsendi. Gazze kentinin işgali halinde yaklaşık bir milyon Filistinlinin yeniden göç etmek zorunda kalacağı öngörülüyor.
Gazze’nin işgal planının kabul edilmesi özellikle Avrupa ülkeleri arasında önemli tepkilere neden oldu. Kitlesel gösterilerin yanı sıra Almanya, İsrail’in Gazze’de kullanabileceği silahların satışına onay vermeyeceklerini açıkladı. BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan toplantıda ise Slovenya, Britanya, Danimarka, Fransa ve Yunanistan “İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarını genişletmeye yönelik” kararını kınayan bir açıklama yaptılar.
İsrail’in Hamas’ı silahsızlandırma ve Gazze’de tam bir askeri kontrol kurma ısrarı söz konusu işgal planına yol açarken önemli Avrupa ülkelerinin İsrail’e yaptırım ve Filistin devletini tanımaya dönük politikaları dikkat çekiyor. Buna karşın, bu adımların İsrail’i durdurmaya amaçlayan gerçekten etkili politikalara dönüşmediğini gözlemliyoruz.
Trump ve Putin Alaska’da görüşecekler
ABD Başkanı Donald Trump’ın Rusya Federasyonu Başkanı Putin ile Ukrayna savaşını görüşmek üzere 15 Ağustos’ta Alaska’da bir araya gelecekleri duyuruldu. Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy ise savaşı sona erdirecek bütün müzakerelerde Ukrayna’nın kesinkes bulunması gerektiğini söyleyerek zirveye karşı çıktı. Ukraynalı ve Avrupalı yetkililerin Washington’a bir karşı-öneri sundukları bildiriliyor. Avrupa ülkeleri Donetsk ve Luhansk bölgelerinin Rusya’ya verilmesi karşılığında savaşın sona erdirilmesine karşı çıkıyor ve kesin bir tutumla Zelenskiy’i destekliyorlar. Avrupa Parlamentosu’nun yedi üst düzey üyesi, Trump-Putin zirvesi öncesi ortak bir açıklama yaparak toprak karşılığı ateşkes önerilerini reddetti ve “saldırganlığın ödüllendirilmemesi gerektiğini” belirttiler.
Trump aracılığıyla Azerbaycan-Ermenistan barışı ve Zengezur koridoru
Azerbaycan ve Ermenistan liderleri, Beyaz Saray’da Trump’ın ev sahipliğinde barış deklarasyonuna imza attılar. Deklarasyon, Azerbaycan ile Ermenistan arasında tesis edilecek barışa yönelik yol haritasını kapsıyor. İki ülke arasında imzalanan anlaşma, Azerbaycan’ı Ermenistan üzerinden Nahçıvan’a bağlayacak olan Zengezur Koridoru’nun kurulmasını da içeriyor. Doğal kaynak açısından zengin ve stratejik bir bölgedeki koridorun geliştirilmesine ilişkin haklar 99 yıllığına ABD’ye devredildi. Anlaşmada söz konusu koridordan “Trump Uluslararası Barış ve Refah Yolu” bağlantı projesi olarak bahsedildi.
Gazeteci Fehim Taştekin Trump’ın bu hamlesinin koridoru Orta Asya Türki Cumhuriyetlere açılmak için bir sıçrama zemini olarak gören Türkiye’ye, Kafkasya’daki nüfuzunu korumak isteyen Rusya Federasyonu’na ve bölgeden tecrit edilmesiyle sonuçlanacağı gerekçesiyle koridora karşı çıkan İran’a bir darbe niteliğinde olduğunu öne sürüyor. ABD ise bölgedeki değerli minerallere erişebilmek ve Orta Asya’ya açılmak üzere önemli bir avantaj yakalamış durumda. ABD için bir diğer önemli kazanım, İran’ın Kafkasya ve Orta Asya’dan tecrit edilmesi yönünde ciddi bir adımın atılmış olması. Diğer yandan, Çin’in Kuşak ve Yol Projesi kapsamındaki önemli güzergâhlardan biri bu bölgeden geçiyor; dolayısıyla bölgede ABD’nin nüfuzunun artmasının Kuşak ve Yol Projesini de etkilemesi beklenebilir.
Trump Washington’da kamu güvenliği acil durumu ilan etti
ABD Başkanı Trump güvenliği sağlamak ve suç oranlarını düşürmek amacıyla Washington’da “kamu güvenliği acil durumu” ilan etti; Washington polisinin federal kontrol altına alınacağını ve ulusal muhafızların kente gönderileceğini duyurdu. Trump, Chicago, New York, Baltimore, Oakland ve Kaliforniya’ya da ulusal muhafızlar gönderme vaadinde bulundu. Bu şehirlerin tümü siyah belediye başkanları tarafından yönetiliyor ve önemli bir siyah nüfusa sahipler. Trump’ın bu hamlesinin ABD’de yürütme, yasama ve yargı arasındaki güç dengesini yürütme lehine bozabileceği ve federal yürütme organının yerel kolluk kuvvetleri üzerinde denetim sağlama yönünde olumsuz bir örnek teşkil edebileceği yorumları yapılıyor.
Orman Yangınları
Bu haber taraması dönemini de yangınlar ve sellerle ilgili haberlerle geçirdik. 25 yıldır iklim değişikliği üzerine haber yapan, kâr amacı gütmeyen ve bağımsız bir medya kuruluşu olan Grist, Ağustos ayında yayımladığı bir haberde afet ekonomisini tartışıyor. Yazıda Eski ABD Başkanı Joe Biden döneminde FEMA’nın (Federal Acil Durum Yönetim Ajansı) afet hazırlık girişimlerini yöneten Victoria Salinas’ın sözleri hatırlatılıyor: ‘Küresel barışın olmamasının birçok nedeni var ve bunlardan biri de savaşın kârlı olması,’ diyor Salinas. ‘Benzer şekilde, afet müdahalesi de kârlıdır. Bazıları için…’” Haberde federal hükümetin hesabına gönderme yapılıyor. Buna göre federal hükümetin kendi hesaplamalarına göre, bir felaket gerçekleşmeden önce hazırlık için harcanan her 1 dolar, ileride 6 dolar tasarruf sağlıyor. Habere göre, Trump yönetimi bu mantıklı yaklaşımı tersine çevirerek ülkenin başlıca afet hazırlık fon kaynaklarını ortadan kaldırıyor. FEMA’nın hem eyaletleri afetlere hazırlanma hem de afetler meydana geldikten sonra onlara müdahale etme kapasitesini ciddi şekilde zayıflatıyor. Bu durumun kazananlarından biri sigorta şirketleri. Artan afetlerle birlikte Amerika’da konut sigorta primlerinin 2020’den bu yana yüzde 30 arttığı görülmüş. Üstelik, bu artış ülke geneline eşit bir şekilde yayılmıyor. Mesela, en yüksek oranlar Florida gibi afete yatkın yerlerde gözlemleniyor. Afetten etkilenenlerin kendilerine yeni bir yaşam kurması ise artan inşaat ve ev maliyetleri ile giderek imkânsız hale geliyor. Afetler arttıkça ve afetlere karşı önlem almadıkça afet sonrası yapılan yardımlara ayrılan kamu bütçesi artıyor.
Artan sıcak havaların tek sonucu ise yangınlar değil. Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu’ndan araştırmacıların hazırladığı yakın tarihli bir araştırma, aşırı sıcaklar, mahsul kayıplarına bağlı yetersiz beslenme ve fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan hava kirliliği, erken doğum, bebek ve anne ölümlerinin artmasına yol açarak on milyonlarca kadın ve çocuğu, özellikle de dünyanın en yoksul bölgelerinde yaşayanları, giderek ağırlaşan fiziksel, zihinsel ve sosyal risklere maruz bıraktığını ortaya koyuyor.
İklim Vandalizmi
350.org yaptığı basın açıklamasında BP’yi iklim vandalizmi ile suçladı. Basın açıklamasında İngiltere bu yazın dördüncü sıcak hava dalgasına yaklaşırken ve Dorset ile Edinburgh’da orman yangınları devam ederken, BP’nin, Enerji Bakanı Ed Miliband’ın yeni fosil yakıt projelerini durdurma çağrısına rağmen Kuzey Denizi’ndeki Murlach petrol sahasını yeniden işletmeye açma kararı almasını kınadı. Saha, ekonomik bulunmadığı gerekçesiyle 2004’te kapatılmıştı; ancak çıkarma teknolojilerindeki ilerlemeler sayesinde yeniden kârlı hale geldi. 350.org Avrupa Takım Lideri Kate Blagojevic şunları söyledi:
“Bu, basitçe ifade etmek gerekirse, saf bir iklim vandalizmidir. BP, kâr marjlarını toplumların, ekosistemlerin ve gelecek nesillerin hayatta kalmasının önüne koyuyor. Bu projeden çıkarılacak her varil petrol, bizi iklim felaketine -daha fazla sel, daha fazla yangın, daha fazla sıcak hava dalgasına- biraz daha yaklaştırıyor. Fosil yakıt çağı sona erdi; BP’nin Kuzey Denizi’nden son damla petrolü çıkarmak için gösterdiği bu çaresiz çaba, halka ve gezegene karşı pervasız bir ihanettir.”
350.org aynı zamanda 19-21 Eylül 2025 tarihleri arasında, dünyanın dört bir yanında gerçekleşecek olan “Draw the Line” (Çizgiyi Çek) eylemini de hatırlatıyor. Eylem toplulukların adaletsizliğe, kirliliğe ve şiddete karşı; yenilenebilir enerjiye, adalete ve barışa dayalı bir gelecek için bir araya gelmeye davet ediyor. Dünyanın birçok yerinde gerçekleşecek eylemin web sitesinde şu anda Türkiye’de bir eylem çağrısı yer almıyor.
Küresel Plastik Antlaşması Görüşmeleri
Küresel plastik kirliliğiyle mücadeleyi hedefleyen UNEP Küresel Plastik Antlaşması (INC-5.2) görüşmeleri Cenevre’de yapılıyor. UNEP’in 2021 verilerine göre, dünya genelinde plastik üretimi yılda 400 milyon tona ulaştı. Ancak bunun yalnızca %12’si yakılıyor ve %9’u geri dönüştürülüyor; geri kalan büyük miktardaki atık ise okyanuslar ve nehirler dahil olmak üzere çevreyi kirletmeye devam ediyor. Bu çarpıcı rakamlar nedeniyle AB, plastiğin üretimden bertarafa kadar tüm yaşam döngüsünü ele alan ve insan sağlığı ile çevre için ciddi risk oluşturan bazı plastik ürünlerin aşamalı olarak yasaklanmasını öngören bir antlaşma için çalışıyor. Ayrıca, plastik atıkların çevreye duyarlı şekilde yönetimi konusunda da bağlayıcı hükümler talep ediyor. Görüşmeler, 14 Ağustos’a kadar sürecek. Bu toplantı, Aralık 2024’te Busan’da yapılan ve önemli ilerleme sağlansa da anlaşma ile sonuçlanmayan 5. Hükümetlerarası Müzakere Komitesi oturumunun devamı niteliğinde. Busan’da taraflar, Cenevre’deki müzakereler için temel alınacak bir metin üzerinde uzlaşmıştı. AB aynı zamanda 2040’a kadar plastik kirliliğini sona erdirmeyi hedefleyen Plastik Kirliliğini Bitirmek için Yüksek Hedef Koalisyonu’nun aktif bir üyesi. Koalisyon, 70 ülkeyi kapsıyor ve müzakerelerde iddialı hedefler benimsenmesi için çalışıyor.
Gıda Güvenliği
Hindistanlı bir kadın çiftçi kolektifi, 2025 UNDP Equator Ödülü’nü kazandı. Hindistan’ın Karnataka eyaletinde faaliyet gösteren Bibifathima Swa Sahaya Sangha SHG adlı kadın çiftçi kolektifi, doğayı koruma ve iklim değişikliğiyle mücadelede dünyadaki en prestijli topluluk ödüllerinden biri olan 2025 Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Equator Ödülü’nün on küresel kazananı arasında yer aldı. Kolektif, 30 köyde 5.000’den fazla çiftçiyi destekleyerek darı üretimini teşvik ediyor, geleneksel tohumları koruyor ve güneş enerjili makinelerle mahsulleri işliyor. Geleneksel tarım bilgeliğini modern sürdürülebilirlik yöntemleriyle harmanlayan grup, biyoçeşitliliği yeniden canlandırıyor, gıda güvenliğini artırıyor ve kadınlar ile gençler için istihdam yaratıyor.