Bu yazı 4-17 Haziran tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

Değerlendirmemize konu olan dönemin iç politikadaki en sıcak konuları İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) soruşturmaları, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) üzerindeki baskılar ve “Çözüm Süreci”ne dair son adımlar oldu.

İBB Soruşturmaları ve CHP

İktidarın Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşları ile CHP’ye yönelik sürekli bir baskı ve operasyon stratejisi kesintisiz ilerlemeye devam ediyor. İçişleri Bakanlığı tarafından İstanbul’un Avcılar, Büyükçekmece ve Gaziosmanpaşa ile Adana’nın Ceyhan ve Seyhan ilçelerinde görev yapan beş belediye başkanının geçici olarak görevden uzaklaştırıldığı açıklandı. Bu gelişmenin ardından tutuklanan belediye başkanlarının yerine başkan vekilleri seçimleri yapıldı. Gaziosmanpaşa’daki seçimde meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKP adayı Eray Karadeniz’in başkan vekili seçilmesiyle, yerel seçimlerde CHP’nin kazandığı bir belediye AKP kontrolüne geçmiş oldu. Geçmiş yıllarda, bezer bir durum Erdoğan’ın İBB Başkanlığı döneminde tutuklanmasıyla yaşanmış, ancak o dönem çoğunluğu elinde bulunduran partiler siyasi nezaket gösterip Erdoğan’ın partisinden gösterilen adayı desteklemişlerdi. Oysa Gaziosmanpaşa seçimlerinde AKP bunun tam tersini yapıp, CHP’nin kazandığı bir ilçe belediyesinde kendi partisinden Eray Karadeniz’i vekil olarak seçti. Cumhurbaşlanı ise ilçe belediye başkan vekili seçilen Eray Karadeniz’i telefonla arayarak “başarısı” için  kutladı.

Aynı süreçte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yakın çalışma arkadaşlarına ve bağlı kurum yöneticilerine yönelik çeşitli adli işlemler ve tutuklamalar da kamuoyunun dikkatini çekti. Medya A.Ş. eski Genel Müdürü İpek Elif Atayman tam da bayram öncesinde, ailesine ve avukatlarına haber verilmeden Silivri’den Afyonkarahisar Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Gayri insani koşullarda nakledilen Atayman’ın cezaevindeki ranza sıkıntısı yüzünden 5 gün yerde yattığı öğrenildi. Konunun basına yansıması sonrasında Adalet Bakanlığı’nın devreye girmesiyle ranzaya alındığı söyleniyor. Benzer şekilde Reform Enstitüsü Direktörü Mehmet Ali Çalışkan ve Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık da İzmir Buca Cezaevi’ne nakledildiler. Henüz soruşturma aşamasında iken tutuklu bulunan insanların ikamet ettikleri ilden başka illere nakil edilmeleri ve tutukluluk döneminde yaşadıkları hukuksuz uygulamalar temel insan haklarını ihlal ederek yapılan bir güç gösterisine dönüştü.

İmamoğlu’na yönelik “diploma davası”nda da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Mahkemenin  İstanbul Üniversitesi’nden istediği belgeler Üniversite yönetimi tarafından gerekli sürede mahkemeye sunulmadığı gibi 30 günlük ek süre talep edildi. Üniversite’nin İmamoğlu’na ait diploma iptali ile ilgili belgeleri istenen sürede sunamaması ve ek süre istemesi, ellerinde somut dayanak olmadığı görüşünü güçlendiriyor.

CHP’ye yönelik devam eden 2023 kurultayının iptaline dair dava sürecinde gözler 30 Haziran’daki duruşmaya odaklanmışken, içerideki ayrışma ve görüşme trafiği de gündemde kalmaya devam ediyor. Kılıçdaroğlu-Özel-İmamoğlu arasındaki görüşmeler ve ardından yapılan çelişkili beyanlar, iktidara istediği alanı sağlayacakmış gibi görünüyor. Söz konusu kurultayla ilgili vaktinde bir itiraz süreci işletilmemesinin yanında CHP bu kurultay sonrasında zaten olağanüstü kurultay da yaptığı için davadan iptal kararı çıkması çok düşüp bir ihtimal. Mutlak butlan ya da davanın sürüncemede bırakılması iktidarın CHP’yi iç çatışmaya sürükleme planıyla uyumlu olacak. Bu arada İBB’de üst düzey kadroların tutuklanması ve kurumsal kapasitenin zayıflatılmasıyla iktidarın ayrıca şehir yönetimi konusunda zafiyet oluşturma baklentisini de gözardı etmemek gerekiyor.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, partiye yöneltilen baskı ve iddialar karşısında kamuoyuna yönelik açıklamaları ve tabanla temas arayışları, partinin mevcut koşullar altında izleyeceği yön hakkında ipuçları da sunuyor. Özel, bir yandan örneğin Akın Gürlek ile ilgili iddiaları kamuoyuna sunuyor diğer yandan da Manisa BB Başkanı Ferdi Zeyrek’in cenazesi sürecinde ara verilen mitinglere  kaldığı yerden devamediyor. Devam eden mitingler CHP’nin saha çalışmalarıyla seçmenle bağ kurmaya devam ettiğini gösteriyor. Bununla birlikte AKP’nin, İmamoğlu’nu tasfiye, CHP’yi iç tartışmalara boğma ve Özgür Özel’i zayıflatmaya dayalı çoklu stratejisinin başarıya ulaşıp ulaşamayacağında Özgür Özel’in ve CHP’nin bundan sonraki tavrı belirleyici olacak. CHP ya eskisi gibi sınırları iktidar tarafından çizilen, meclis grup toplantılarına hapsedilmiş iktidar kontrolündeki etkisiz muhalefete dönecek ya da direniş yolunu seçerek toplumsal muhalefete liderlik edecek.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ekrem’i ver kurtul” mesajı bu anlamda önemli. CHP’ye eskisi gibi sınırları belirlenmiş alanda muhalefet yapması öneriliyor. Aksi takdirde mevcut baskıların süreceğini beklemek hayalcilik olmaz.

Çözüm Süreci

Çözüm sürecinde bir duraklama yaşandığı görülüyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin önerisiyle gündeme gelen Meclis komisyonu kurulması talebi, beklenen adımlar atılmadığı için hayata geçirilemedi. DEM Parti’nin komisyonun biran önce oluşturulması ve yaz döneminde çalışması yönündeki ısrarlı çağrılarına rağmen, sürecin şekillenmesine dair somut bir ilerleme henüz kaydedilmedi. Öte yandan, infaz yasasındaki düzenlemelerin beklentileri karşılamaması, Kürt Hareketi ve demokratik kamuoyunda hayal kırıklığı yarattı. Bu durum, hukuki reformların sürece ne ölçüde katkı sağlayacağına dair şüpheleri artırıyor.

Abdullah Öcalan’ın süreçteki merkezi rolünün arttığı görülüyor. Son dönemde aile ve heyet görüşmelerindeki iyileşmeler, diyalog kanallarının açık olduğuna işaret etse de, PKK’nin tutumu net: Öcalan’ın fiziksel ve hukuki koşulları düzelmeden yeni bir adım atılmayacak. Ayrıca çözüm sürecinin en kritik aşamalarından biri olan silahların teslimi ve gerillaların geleceği konusundaki belirsizlik de sürüyor. Silahların nasıl ve nereye teslim edileceği, gerillaların hukuki statüsü ve güvenlik güçlerinin bu sürece nasıl dahil olacağı gibi teknik detaylar konusunda da henüz somut bir adım atılmış değil.

Bu arada, Selahattin Demirtaş’ın “Maceracı olmayın” uyarısı, hem iktidara hem de Kürt hareketine yönelik bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Artık sabrımız taşıyor mesajı, DEM Parti’nin CHP ile daha yakın durmasının önünde engel olan duruşun kırılmasını ve özellikle demokratik siyaset zemininin genişletilmesini amaçlıyor gibi görünüyor.

Ayrıca Öcalan’ın “toplumu örgütleyin, %20’ye ulaşıp iktidar ortağı olun” çağrısı dikkat çekiyor. Bu çağrı, hareketin demokratik siyaset kanallarını güçlendirme hedefini ortaya koyuyor.

Devletin çözüme yönelik tutumunu ise “devletçi açılım” olarak tanımlamak mümkün. Zira dış gelişmelerin etki ve tetiklemesiyle başlayan sürecin, mevcut rejimin güçlendirilmesi amacına yöneltildiği algısı güçleniyor. 

Uzayan belirsizlikler, sürecin tükenme noktasına geldiğine dair endişeleri artırıyor. Özellikle Erdoğan iktidarının işi zamana yayma taktiği, halkın barış taleplerinin dikkate alınmaması, olası bir çatışma ortamına geri dönüş riski gibi faktörler, acilen yeni bir toplumsal uzlaşı hareketi ihtiyacını ortaya koyuyor.

Ayrıca Dış Politika bölümünde ele aldığımız dinamikler (İran-İsrail savaşı, Rojava ve Rojhilat’taki siyasi durum, Kürt hareketinin bölgesel aktörlerle ilişkileri vs) de sürece doğrudan etki ediyor. Bu anlamda iktidarın, bölgedeki aktörlerin pozisyonlarını yeniden belirleyeceği bir yaz dönemi beklentisi çok açık.

Özellikle otoriterleşme eğiliminin giderek belirginleştiği bir ortamda, Kürt siyasetinin özgürleşmesi, İmamoğlu’nun tasfiye edilmek istenmesiyle CHP’nin öncülüğünde başlayan halk eylemleri ve ülkenin genel demokratikleşmesi arasındaki denge, önümüzdeki dönemin en kritik sorunu olarak karşımızda duruyor. Çözüm sürecinin geleceği, meclis komisyonunun acilen kurulması, silah bırakma sürecinin netleştirilmesi, hukuki reformların beklentileri karşılayacak şekilde düzenlenmesi ve toplumsal barış taleplerinin dikkate alınması gibi somut adımların biran önce atılmasına bağlı. Barışçı bir toplum hareketine duyulan ihtiyaç her zamankinden de acil. Bu çerçevede sivil toplum ve aydın kesimlere de hayati sorumluluklar düşmektedir.  

EKONOMİ

ABD-ÇİN ticaret savaşında geçici anlaşma

ABD Başkanı Trump’ın açıklamasına göre ABD ile Çin gümrük vergileri konusunda 90 gün sürecek geçici bir anlaşmaya vardı. Buna göre, söz konusu süre boyunca ABD, Çin ürünlerine %55 gümrük vergisi uygulayacak, buna karşın Çin, ABD ürünlerine %10 oranında vergi uygulayacak. 

Açlık ve yoksulluk sınırlarında yükseliş

DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) verilerine göre, dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenebilmesi için gerekli açlık sınırı Mayıs 2025’te 23 bin 615 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 81 bin 868 TL’ye yükseldi. Türkiye’de çok geniş bir kesimin asgari ücretle (22 bin 104 TL) veya asgari ücretin biraz üzerinde bir ücretle çalıştığı dikkate alındığında, açıklanan yeni sınırlar nüfusun önemli bir bölümünün dayanılması çok güç şartlar altında yaşadığını, orta sınıfın önemli bir kesiminin ise yoksullukla boğuştuğunu ortaya koyuyor.

İşçi direnişleri, grevler

İzmir’de 23 bin belediye işçisinin sürdürdüğü grev yedinci gününde sona erdi. Anlaşmaya göre ilk 6 ay maaşlara %30 zam yapılacak ve ikinci altı ayda ise %19’luk enflasyon farkı ödenecek. Diğer yandan, grevin bitmesinden kısa süre sonra İzmir BB Başkanı Cemil Tugay’ın, Türk-İş’e bağlı Belediye-İş sendikasının örgütlü olduğu bazı İBB iştiraklerinde çalışan yaklaşık 1030 işçiyi işten çıkaracağı öğrenildi. Cemil Tugay’ın, İBB’deki grev sırasında da açıktan işçi düşmanı demeçleri olmuştu. Tugay, belediye bütçesinin kısıtlı olduğu gerekçesine sığınıyor.

Kamu işçilerinin zam oranı belirlenecek

Her yıl Temmuz ayında  Bu yıl Temmuz ayında AKP Hükümeti emekli maaşları ve asgari ücrette iyileştirme yapmama eğilimde. Çoğunlukla açlık sınırının altında seyreden bu ücretlere zam yapılmaması olasılığı toplumda ciddi bir tepkiye yol açarken gündemde kamu işçilerine yapılacak zam oranı var. Kamuda yaklaşık 600 bin işçinin ücret artışının belirleneceği Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü görüşmelerinde (TÜHİS) işveren tarafının teklifi ilk 6 ay için %16, ikinci 6 ay içinse %8 oldu. Türk-İş Başkanı Atalay bu teklifi kabul edilemez buldu, “işçiyi sıcak bir yazın beklediğini” söyledi.

Kamu işçilerine teklif edilen zam oranının çok düşük açıklanmasının ardından savunma sanayiinde çalışan Türk Harb-İş üyesi işçiler eylem başlattı. İşçiler ayrıca sendikalarından açıkladıkları eylem kararının arkasında durmasını talep etti.

Asgari ücret ve emekli maaşlarının çok düşük kaldığı ve işçi eylemlerinin geliştiği bu dönemde, 19 Mart darbesinden sonra toplumsal muhalefetin sözcüsü durumuna gelen CHP’nin bu alanı doldurması, kitlesel mitingler ve konuyu sürekli gündemleştirme yoluyla toplumsal talepleri dillendirmesi büyük önem taşıyor. 

DIŞ POLİTİKA

İsrail-İran Savaşı

Bu yazının ele aldığı iki haftalık dönem içinde ele aldığımız en önemli gelişme kuşkusuz İsrail’in İran’a saldırmasıyla başlayan İsrail-İran savaşı oldu. İsrail’in saldırısı tam da Trump’ın İran’la yürütülen nükleer müzakerelerde sonuç almak istediği, bu nedenle İsrail’in müdahalesinin “her şeyi mahvedeceğini düşündüğü” açıklamasını yapmasından bir gün sonra gerçekleşti. ABD’nin bölgedeki personelinin bir kısmını çekmesinin ardından İsrail’in saldırısı başladı. Haber taramasının sona erdiği 17 Haziran’a kadar İran üst seviye kadro açısından çok büyük kayıplar vermişti. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı, Devrim Muhafızları’nın Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı, başka çok sayıda üst düzey komutan ve nükleer enerji çalışmalarını yürüten çok sayıda bilim insanı, hatta öldürülen Genelkurmay Başkanı’nın yerine atanan yeni Genelkurmay Başkanı, İsrail tarafından öldürüldü. İsrail, İran’daki iki nükleer tesisi defalarca hedef aldı. “Yükselen Arslan” adı verilen İsrail operasyonun amacı öncelikle İran’ın nükleer enerji üretim kapasitesini yok etmekti. Nükleer tesislere yapılan saldırılar dünya ölçeğinde büyük endişeye yol açtı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı, İran’ın Natanz’daki nükleer tesisinde kimyasal ve radyolojik kirlenme riski oluştuğunu açıklarken Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de İsrail’in İran’daki nükleer tesislere yönelik saldırılarının siviller üzerindeki yıkıcı etkilerine ve sağlık risklerine karşı uyarıda bulundu. İsrail’in saldırılarının ardından İran ABD ile yürütülmekte olan nükleer müzakerelerin anlamsız hale geldiğini belirterek müzakerelerden çekildi. İsrail, İran’ın Güney Pars doğalgaz tesisi gibi stratejik enerji tesislerini de hedef aldı. İran’ın hava savunma sistemlerinin ve füze rampalarının önemli bir kısmını imha ettiğini öne sürdü. İsrail, İran devlet televizyonunu da vurdu.

AB ülkeleri, özellikle Almanya ve Fransa İsrail’in yanında yer almakta gecikmediler. Örneğin, kısa bir süre öncesine kadar Filistin’i devlet olarak tanıyabileceklerini belirten Fransız Cumhurbaşkanı Macron, İsrail saldırısının başlamasıyla birlikte İran’ın saldırması halinde İsrail’in savunmasına katılacaklarını söyledi.

İran, İsrail’in saldırılarına “Sadık Vaat 3” adlı misilleme operasyonuyla karşılık verdi. İsrail’i her türlü hava saldırısına karşı koruduğu varsayılan “Demir Kubbe” delindi ve başta Tel Aviv olmak üzere İran füze ve SİHA’ları birçok noktayı vurdu. İran’ın vurduğu hedefler arasında Hayfa’daki enerji santralleri gibi stratejik hedefler de yer aldı.

Her iki tarafın saldırılarında yaşam alanları büyük zarar gördü, siviller yaşamını yitirdi. İranlı yetkililer İsrail saldırılarında 244 kişinin hayatını kaybettiğini, ölenlerin büyük çoğunluğunun sivil olduğunu bildirirken; İsrail tarafı, İran’ın misilleme saldırılarında 24 kişinin yaşamını yitirdiği duyurdu. İlerleyen günlerde savaş çılgınlığı, tarafların yerel halka dönük çağrılarda bulunup Tahran ve Tel Aviv’in boşaltılmasını istemelerine kadar vardı. İsrail Başbakanı Netanyahu, İran’da rejim değişikliği olasılığına oynayarak İranlı muhaliflere ve İran halkına ayaklanma çağrısı yaptı.  

ABD Başkanı Trump’ın tutumu ise ilginç bir seyir izledi. İsrail saldırılarının ilk aşamalarında “İran bu savaşı kazanmıyor, çok geç olmadan masaya oturmalılar” ifadelerini kullanan Trump, sonraki günlerde İran semalarına tamamen hakim olduklarını belirterek “herkes Tahran’ı boşaltmalı” dedi.

Olayların gelişimi içinde dikkat çekici diğer gelişmeler, Çin’in, Yol ve Kuşak projesi açısından kritik öneme sahip İran’ı destekleyen açıklamaları ve Türkiye’nin tutumuydu. Çin’in Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi Fu Cong, İsrail’in İran’a saldırısını şiddetle kınadı; “İsrail’in, İran’ın nükleer altyapısını hedef alması kırmızı çizgilerin aşılması anlamına gelir” ifadelerini kullandı. Rusya Dışişleri Bakanlığı da İsrail’in İran’a saldırılarını sert şekilde kınadı. Yapılan açıklamada İsrail’in saldırısının uluslararası hukuka aykırı olduğu ve Ortadoğu’da gerilimi şiddetli şekilde tırmandırdığı vurgulandı.

Türkiye ise İsrail’in saldırısı ve İran’ın misillemeleriyle süregiden savaştan son derece tedirgin olduğunu gösteren açıklamalarda bulundu. Erdoğan, Trump ile telefon görüşmesinde müzakerelerin tek çıkış yolu olduğunu ve çatışmanın kontrol dışı bir tırmanışa dönüşmemesi gerektiğini vurguladı.

İsrail-İran çatışmasına genel olarak baktığımızda, İsrail saldırısının, bölgenin Batı bloğu-İsrail’in çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn edilmesi bağlamında değerlendirilmesi gerektiği açık görünüyor. İsrail’in İran’a saldırısı, İran’ın vekil güçleri Hamas ve özellikle Hizbullah’ın iyice zayıflatılmasından Suriye’de Esad rejiminin devrilmesine kadar uzanan bir politikanın devamı niteliğinde. Yine de sıranın İran’a gelmesinin beklenenden daha hızlı bir gelişme olduğu söylenebilir. Diğer yandan, ABD ile İsrail’in İran’a dönük ajandalarının kısmen de olsa örtüşmemesi diğer örneklere göre bir farklılık yaratıyor. ABD, asıl hedefi Çin’i sınırlandırmak üzere Pasifik’e odaklanmak için Ortadoğu’ya çeki düzen vermeyi önceliyor; bu çerçevede İran’ı, ağır koşulları kabul etmeye zorluyor. İsrail’in ise İran’ın nükleer kapasitesini tamamen yok etmeyi, hatta mümkünse rejimi tasfiye etmeyi hedeflediği ve ABD’yi savaşın içine çekmek istediği söylenebilir. Bu noktada Prof. Abbas Vali’nin ABD’nin, rejimin yıkılması halinde ortaya çıkacak anarşiyi göze almak istemediği şeklideki yorumu dikkate değer.

İran’da rejimi devirebilecek güçlü ve koordineli bir halk örgütlenmesinin mevcut olmadığını da vurgulamak gerekiyor. İran’daki muhalif güçler arasında PJAK’ın (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi), İran Kürtlerinin savaşın tarafı olmadığı, kendi örgütlenmesini ve savunmasını güçlendirmesi gerektiği yolundaki açıklaması, farklı bir seçeneğin ortaya konulması açısından önem taşıyor. Diğer yandan, İsrail’in bölgedeki egemenliğini pekiştirmesinin, Türkiye için yeni bir dönemin habercisi olduğu da öne sürülebilir. Önceki yıllarda Türkiye’nin, Rusya’nın varlığı ve İran’ın gücü sayesinde bölgede oluşan dengeden faydalanabildiği, bugün ise Batı ve İsrail’in egemen olduğu bir Ortadoğu’da hareket alanın daraldığı, üstüne bir de Kürtlere alan açılmasıyla başa çıkmak durumunda kaldığı söylenebilir. Sıranın İran’a gelmiş olması hem enerji tedariki açısından hem de İran Kürtlerinin inisiyatif kazanma olasılığı karşısında Türkiye’yi endişelendiriyor.

Madleen yardım gemisi ve Gazze’de devam eden soykırım    

Gazze Şeridi’ne insani yardım ulaştırmak için yola çıkan, 12 insan hakları savunucusunun bulunduğu Madleen gemisi İsrail ordusunun saldırısına uğradı. Gemi uluslararası sularda İsrail askerkeri tarafından ele geçirildi. Gözaltına alınan barış aktivistleri daha sonra İsrail’den sınırdışı edildiler.

İsrail’in İran’a saldırısının, Netanyahu Hükümeti’nin Gazze’deki soykırımı ağırlaştırarak sürdürmek konusunda elini rahatlattığı görülüyor. Saldırından hemen önce muhalefetin ve rehinelerin kurtarılmasıyla ilgili kitlesel gösterilerin baskısı altındaki Netanyahu, savaşı araçsallaştırarak yeniden güç kazandı. Bu durum, Gazze’teki trajik tabloda kendini gösteriyor. İsrail’in Gazze’de çeşitli yerlerdeki saldırıları sonucu 24 saat içinde 68 kişi hayatını kaybetti. İsrail, Han Yunus kentinde okul bahçesine ve limana sığınan Filistinlilere saldırı düzenledi; Gazze Şeridi’nin kuzeyinde Filistinlilerin bazı bölgeleri boşaltmasını isteyerejk sürgün emri verdi ve Gazze Şeridi’nin güneyinde Netzarim Koridoru’ndaki GHF yardım dağıtım merkezinde yardım bekleyen Filistinlere açtığı ateş açtı.

Bu arada, İsrail’in Gazze’de halka dönük soykırım uygulamaları Yunanistan, Belçika, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde, Güney Kore’de ve başka birçok ülkede düzenlenen gösterilerle protesto edildi.

ABD’de Trump’ın göçmenlere dönük politikası ve kitlesel gösteriler

ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi (ICE) Los Angeles’ta göçmenleri tutuklayarak sınır dışı etme operasyonu başlatmıştı. Bu politikaya karşı kitlesel gösteriler gerçekleşirken bu kez Trump, Kaliforniya Valisi’nin itirazlarına karşın şehre 2.000 ulusal muhafız ve 500 deniz piyadesi gönderdi. Eyalet Valisi, Trump’ın ulusal muhafızları gönderme amacının, şiddeti kışkırtmayı hedeflediğini ileri sürdü. Ulusal muhafızların konuşlandırılmasıyla birlikte gösteriler şiddetlenirken gözaltına alınan gösterici sayısı arttı.  

ABD’de Trump yönetiminin birçok alandaki politikalarına karşı “Krallara Hayır” protestoları düzenlendi. Gösterilerin 50 eyalette, 2 bini aşkın yerleşim yerinde milyonlarca Amerikalının katılımıyla gerçekleştiği ve son yılların en kitlesel eylemi olduğu ifade ediliyor.

EKOLOJİ

İsrail’in Gazze savaşının karbon yakizi

İsrail’in acımasız bombardıman, abluka ve katliamlarla yürüttüğü Gazze savaşının ilk on beş ayında, Ocak 2025’teki geçici ateşkese kadar, 53 bin filistinli öldürülmüştü. Savaşların doğa üzerindeki etkisi daha az konuşuluyor. Henüz yayımlanmak üzere olan bir çalışmaya göre savaşın karbon ayakizi, aynı dönemde Costa Rica ve Estonya’nın 2023 yılı karbon ayakizleri toplamına eşit. Hamas’ın sığınak yakıtları ve roketleri bu toplamın sadece %2’sini oluşturuyor. The Guardian editörleri çalışmanın bazı bulgularını şöyle özetliyorlar: Bahsi geçen karbon salımının %30’u ABD’nin gönderdiği 50 bin ton silah ve askeri teçhizatın taşınmasından kaynaklanıyor. %20’si İsrail’in bombardıman uçakları ve tanklar gibi saldırı araçlarının yakıtları ve kullandığı patlayıcıların üretiminden kaynaklanıyor. Toplam salımın %40’tan fazlası, İsrail’in insani yardım amacıyla Gazze’ye girişine izin verdiği 70 bin kamyondan kaynaklanıyor. BM bu yardım miktarının açlık çeken 2.2 milyon Filistinli için yetersiz olduğunu belirtmiş ve İsrail’i kınamıştı. Ayrıca Gazze’nin güneş enerji altyapısı çökertildiği için ülkede çok sınırlı olan elektrik enerjisi de dizel jeneratörlerden karşılanıyor.

Aynı araştırmaya göre en büyük salımlar Gazze’nin yeniden inşası esnasında yaşanacak. Ayrıca bu araştırmanın metodolojisi) toprak vasıfsızaşması, yangın, altyapı tahribatı, göç, kargo gibi nedenlerle ortaya çıkan dolaylı salımları hesaba katmaya çalışsa da, İsrail’in medya blokajı nedeniyle pekçok açık veriye ulaşılamıyor. Dolayısıyla bahsi geçen rakamların bir alt sınır tahmini olduğu söylenebilir.

Bruno Pereira ve Dom Phillips’in Amazonlarda katli üzerine

5 Haziran 2022’de, Brezilyalı doğa korumacı, yerli halklara mensub Bruno Perreira ve İngiliz gazeteci Dom Philips Amazonlarda bir tekne yolcuğu esnasında öldürülmüşlerdi. Cinayetlerin ardından üç fail tutuklanarak yargılanmış, iki yıl süren soruşturmaların sonucunda biri uluslararası yasadışı balıkçılık işini yönlendirdiği iddia edilen iki kişi savcılık tarafından azmettirici olarak suçlanmışlardı. Philips’in ölümünün ardından yarım kalan çalışması How to Save the Amazon adıyla yayımlandı. Amazonların %20’si ormansızlaşmış vaziyette. Son yıllardaki ormansızlaşma hızının devamı halinde bu dev ekosistemin bir devrilme noktasına erişeceği ve büyük bir savana dönüşebileceği söyleniyor. Phillips kitabında Amazonlardaki dolandırıcılığı şöyle anlatıyor: “Önce ormanın bir kesimini çevirip kesersiniz … sonra kalan her şeyi ateşe verirsiniz … sonra inekleri salarsınız … İnekler önemlidir çünkü Brezilya mülkiyet yasasına göre verimlilik ve mülkiyet el ele gider … inekler geniş otlak gereksinimleri nedeniyle hak iddia etmenin en basit yoludur”.

Guardian muhabiri Philips’in ölüm yıldönümü vesilesiyle gündeme gelen bir başka konu, doğa koruma mücadelesinde katledilen aktivistler. Sayısız isim arasında bir simge, Amazonları koruma mücadelesinde bir çiftlik çalışanı tarafından 1988 yılında katledilen sendika lideri Chico Mendes (Francisco Alves Mendes Filho). 2022 yılında Global Witness bir rapor yayınlayarak son 10 yılda dünyada 733 çevre aktivistinin öldürüldüğünü, bunlardan ikisinin Türk olduğunu belirlemiş. Bu isimler Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti. 9 Mayıs 2017’de evlerinde uğradıkları silahlı saldırı sonucunda öldürülen Büyüknohutçu çifti Antalya’nın Finike ilçesi yakınlarındaki dağ evlerinde Sedir ve Kızılçam ormanlarını mermer ocaklarına karşı koruma mücadelesi veriyorlardı. Akla gelen isimlerden en yenilerinden bir diğeri ise 3 Eylül 2024 günü Artvin’in Borçka-Hopa ilçeleri sınırında bulunan ormanlık alanda Yapısoy Beton’a ait projeyi durdurmak üzere toplanan köylülere açılan ateş sonucu yaşamını yitiren Reşit Kibar

Enerjide süper izin torba yasası mecliste

Enerjide süper izin yasası meclise getirildi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Düzenleme ile özellikle yenilenebilir enerji yatırımlarında izin süreçlerinin hızlandırılacak … ÇED, orman izinleri, imar izinleri gibi uzun ve karmaşık bürokratik işlemlerin daha kısa sürede tamamlanmasını sağlacayacak yeni bir mekanizma devreye girecek… Maden yatırımları konusunda yatırımcıların karşılaştığı belirsizlikler en aza indirilecek … kamusal denetim ve çevresel sorumululuk güçlendirilecek … Enerji ve madenlerde arz güvenliğimiz güçlendirilecek … “ dedi. Evrensel’in haberine göre torba tarım arazileri, ormanlar, meralar, zeytinlikler gibi birçok alanın maden rezervi olarak tespit edilerek ruhsatlandırılmasını kolaylaştırıyor. Bu koruma önlemleri ve denetimin zayıflaması anlamına geliyor.

Bir önceki ekoloji gündem değerlendirmesinde Türkiye devletinin yenilenebilir enerji ve madencilik faaliyetini on yıl içinde ikiye katlayacak ihtiraslı bir plana sahip olduğunu ve bu planı uygulayacak yasal hazırlık yürüttüğünü iddia etmiştik. Anadolu Ajansı’nın haberine göre AKP oylarıyla meclise getirilen yasa tasarısının bazı maddeleri şöyle:

  • Çevre Kanunu’nun çevresel etki değerlendirmesini düzenleyen hükmünde değişikliğe gidilerek “ÇED gerekli değildir” kavramı kaldırılıyor; “ÇED olumlu” kararı alınmadıkça proje yatırımları başlayamayacak. Diğer taraftan ÇED süreçlerinde ilgili kurumlar görüşlerini en geç 3 ay içinde verecekler ve en fazla bir ay ek süre talep edebilecekler. Tüm değerlendirmelerini tamamlayarak bu süreler içinde görüş bildirmeyen kurumun görüşü olumlu kabul edilecek. Adeta Orwellci bir yaklaşım var: ÇED her halükarda gereklidir ama ilgili kamu kurumu üç ay içinde olumlu veya olumssuz görüş bildirmezse aslında gerekli değildir.
  • Maden Kanunu’na “kurul” tanımı getiriliyor. İlgili kurumlar stratejik veya kritik madenlerin çıkarılmasına izin vermezse, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın talebi üzerine üstün kamu yararı çerçevesinde “kurul” devreye girip nihai kararı verecek.
  • Madencilik faaliyetlerinde izin süreçleri basitleştirilip kısaltılıyor.
  • Stratejik madenlerin kapsamı genişletilirken bunlar için Kamulaştırma Kanunu kapsamında acele kamulaştırma yapılabiliyor. Bunun Türkiye’de çok yaygın olan acele kamulaştırma uygulamalarının kapsamını genişleteceği söylenebilir.

Cumhuriyet Gazetesi’nden Mustafa Çakır ayrıca torba yasanın zeytinliklere dönük düzenlemeler içerdiğini yazdı. Maden Yasası’na eklenen geçici yasa ile, adeta koordinatları verilerek, Muğla, Milas ve Yatağan’da bulunan zeytinlikler Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy santralleri için madencilik faaliyetine açılıyor. Bölge Milas Akbelen köylülerinin yıllardır yürüttüğü orman koruma mücadelesiyle tanınıyor.

İstanbul’un su kaynakları tehdit altında

İstanbul’un en eski şebeke suyu kaynağı olan ve halen 6 milyon kişinin şebeke suyu ihtiyacını karşılayan Terkos Gölü’nün ticari balıkçılığa açılması İSKİ tarafından yargıya taşınacak. İSKİ Genel Müdür Yardımcısı Bülent Solmaz, içme suyu kaynaklarının olduğu yerde, organik kirletici yükünü artıracak balıkçılık gibi faaliyetlerin yürütülemeyeceğini, ayrıca yakıt ve teknelerin toksik kirliliğe de yol açabileceğini söylüyor. Üstelik balıkçılık faaliyetinden ziyade, gölde kirliliğe yol açacak rekreasyon yatırımları yapılacak olmasından şüphelendiğini belirtiyor.

Hatırlanacağı üzere, yaklaşık 750 bin kişiye su sağlayan Sazlıdere Barajı da Kanal İstanbul gerekçesiyle sürdürülen yapılaşmanın tehdidi altında. İstanbul Barosu Kent ve İmar Hukuku Komisyonu konu hakkında yaptığı açıklamada baraj çevresindeki tüm yapılaşma faaliyetlerinin ivedilikle durdurulmasını talep etti.