Bu yazı 7-20 Mayıs tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

PKK’nin Fesih Kararı

PKK’nin 9 Mayıs’ta açıkladığı ve 5-7 Mayıs tarihleri arasında Medya Savunma Alanları’nda gizli bir şekilde düzenlendiği sonradan öğrenilen 12. Kongresi sonrası duyurduğu “silahlı mücadeleyi sonlandırma” ve örgütsel fesih kararı, Türkiye’nin son 40 yılına damga vurmuş bir çatışma sürecinin fiilen kapanmasına dair en somut adım olarak kayda geçti. Ali Haydar Kaytan ile Rıza Altun’a ithaf edilen Kongre bildirgesinde PKK’nin “Lozan ve 1924 Anayasası ile kurumsallaşan inkâr siyasetine karşı” doğduğuna vurgu yapılırken, artık “demokratik toplum ve ortak yaşam” için yeni bir siyasi mücadele biçimine geçileceği ilan edildi.

Bu karar, hem siyasi aktörler hem Kürt toplumu hem de devlet cephesinde farklı yankılar yarattı.

Kürt Çevreleri: Süreci Sahiplenme ve Demokrasi Talebi

KCK Dış İlişkiler Sözcüsü Zagros Hîwa, HDK, DEM Parti, Eş Genel Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, İmralı heyetinden Pervin Buldan başta olmak üzere, birçok Kürt siyasetçi kararı “tarihi bir eşik” olarak değerlendirdi. Barış Anneleri’nden Leyla Zana’ya, DBP’den KONGRA-GEL’e kadar geniş bir kesim, süreci sahiplenen açıklamalar yaparken devletin bu adımı karşılıksız bırakmaması gerektiğini ve meclise ve tüm çevrelere önemli sorumluluklar ve görevler düştüğünü vurguladı. DEM Parti, bu kararı “barış ufkuna bir adım” olarak tanımlarken, Selahattin Demirtaş “Samimiyetle çalışma zamanıdır” çağrısı yaptı. Ayrıca DEM Parti, siyasi partilerle görüşme turuna çıkarak süreci kurumsal zemine taşımaya çalışıyor. Kürt çevrelerinde bu konudaki temel vurgu yasal zemin ve meclisin sorumluluk alması oldu. Özetle “sıra devlette” söyleminin öne çıktığı söylenebilir.

Devletin ve İktidarın Karara ilk Tepkisi: Temkinli Açıklamalar, Belirsiz Yol Haritası 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu gelişmeyi “kritik bir eşik” olarak tanımlarken, sürecin kolay olmayacağını söyledi. Başdanışmanı Mehmet Uçum “demokrasi ve hukuk alanında reform” vaadinde bulundu. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş “sürecin Meclis’in iradesinde yeşereceğini” ifade etti. Adalet Bakanı Tunç’tan ‘demokrasi yürüyüşü’ vurgusu gelirken, Hakan Fidan’dan “Tarihi ve önemli bir karar” açıklaması geldi.

MHP lideri Devlet Bahçeli, ilk açıklamasında Abdullah Öcalan’a ve DEM Parti’ye şükranlarını sunarken,

daha sonra bir TV kanalındaki canlı yayına gönderdiği mesajda “barışın iki kanatlı bir kuş” olduğunu ve sürecin birlikte yürütülmesi gerektiğini söyledi. Ancak iktidar tarafından herhangi bir konuda somut bir yasal adım ve takvim paylaşılmış değil. “PKK’nin, Duhok, Erbil ve Süleymaniye’de silah bırakacağı” iddiaları ve “Süleymaniye ve Kandil’de yapılan toplantılarda silah ve militan teslimi ile ilgili takvimin ele alındığı” haberleri gündeme gelse de somut ve teyit edilmiş herhangi bir gelişme şu an için gerçekleşmiş değil.

Lozan tartışması

PKK’nin açıklamasındaki Lozan vurgusu, özellikle muhalif ulusalcı kamuoyunda tepkiyle karşılandı. “Lozan’a saldırı” üzerinden yeni bir kutuplaşma kışkırtıldı. Oysa açıklamanın özü, Lozan’ın Kürt kimliğini dışlamasının eleştirisiydi. Örgütün, “kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı” kurulduğu belirtilerek, Lozan’ın Kürt-Türk ilişkilerinde sorun yarattığına dikkat çekiliyor ve iki halkın ortak kurucu öğe olarak benimsendiği 1924 Anayasası öncesine işaret ediliyordu. Hamit Bozarslan’ın da vurguladığı gibi, Lozan’ı sorgulamak başka bir şey, yarattığı sonuçları analiz etmek başka bir şeydir. Tuncer Bakırhan da bu konuda, “eşitlik ve barış hukukuna karşı çıkanlar kutuplaşma yaratıyor” diyerek itidal çağrısı yaptı. Ruşen Çakır’ın da eleştirdiği, ağırlıklı olarak seküler ve ulusalcı kesimlerden gelen “Kürtler bizi yine sattı” gibi söylemlerin ise ne kadar etkili olacağı ileriki dönemlerde görülecek.

Süreç nereye yöneliyor? “Olumlu”/Olumsuz Gelişmeler, Belirsizlikler ve Riskler

Şimdi en kritik soru, sürecin bundan sonraki yönü ve devletin tutumu ne olacak sorusu. Bu noktada “olumlu” yönde bazı sinyallerin kısmen gözlendiği söylenebilir:

PKK kongresinde Öcalan’a teknik iletişim imkânı sağlanması, İmralı’da daha geniş bir mekana alınıp 11 kişilik sekretarya oluşturulması, yer yer dışarıya mesajlarının iletilmesine izin verilmesi, Rıza Altun ve Ali Haydar Kaytan’ın anma etkinliklerine izin verilmesi önemli olgular olarak listelenebilir. Birçok kentte Abdullah Öcalan posterlerinin asılmasına izin verilmesi, Öcalan’ın çocuklar için yazdığı şiirin okunması, yandaş medyada DEM partililere yer verilmeye başlanması gibi sembolik adımlar da dikkat çekiyor. Yargıda “örgüt adına işlenen suçlar” için ceza indirimi gündemde.  Erdoğan’ın “Terörsüz Türkiye ile kayyım uygulaması istisna haline gelecek” açıklaması kayda değer; ama yakında başlayacak Ahmet Özer duruşmasında bu açıklama bir bakıma sınanacak.  Önümüzdeki dönemde özellikle ceza indirimi ve kayyım meselelerinin akıbetini takip etmek gerekiyor.

Bahçeli’nin, “Papaza kızıp oruç bozmak bizim itikat ve inancımızda olmayan bir şeydir” diyerek yaptığı 16 siyasi parti temsilcisinin olduğu 100 üyeli “Milli Birlik Komisyonu” önerisine DEM Parti’den olumlu yanıt geldi. İmralı heyeti üyesi Buldan, “Bahçeli olması gerekeni dile getirmiş” dedi, AKP’ye çağrı yaptı. CHP öneriyi desteklerken, daha 22 Ekim 2024’te bu mesele için Meclis’te komisyon kurulmasını önerdiklerini açıkladı.

Ancak AKP’den hâlâ somut bir yasal adım ya da takvim paylaşılmış değil. Aksine önce Erdoğan’dan, ardından da AKP yetkililerinden “önce silah bırakılacak” vurgusu geldi. Öte yandan, PKK tarafından 1 Mart’ta ilan edilen ateşkese rağmen Türkiye’nin, 1 Mart’tan bu yana Federe Kürdistan Bölgesi’ne 23 bin 369 saldırı gerçekleştirdiği açıklandı.

Sonuç

Sonuç olarak yukarıdaki bazı umut verici gelişmelerin yanı sıra bazı risklerin de bulunduğu çok açık. AKP’nin süreçte ayak diremesi, yeni yasal düzenlemelerin belirsizliği, İmralı görüşmelerinin seyri ve yaz aylarında Suriye’ye yönelik diplomatik/militer hamle hazırlıkları, 2015’te “Rojava kırmızı çizgisi”nde tıkanan ve bugün yine Rojava odaklı gelişmeler sonucu yeniden başladığı anlaşılan süreci sekteye uğratabilir. Ayrıca muhalefetin ulusalcı kesiminin şüpheciliği, Lozan meselesinde örneklenen milliyetçi refleksler ve uluslararası güç dengeleri ve Suriye’deki gelişmeler dikkatle izlenmeli.

PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırması, Türkiye tarihinde bir dönüm noktasıdır. Ancak bu kararın, kendi başına barışı garanti etmeyeceği de aşikar. Bunun sadece bir örgütsel karar değil, kolektif bir dönüşüm çağrısı olduğunun altını çizmek gerekiyor. Ancak bu sürecin nereye evrileceği, sadece PKK’nin değil esasen devletin ve toplumsal muhalefetin ne yaptığıyla da doğrudan ilişkili olacak.

Kürt toplumu içinde sivil topluma dayalı yeni bir siyasal ve kültürel yönelimin bazı ipuçları gözlemleniyor: Kürtçe hukuk literatürünün oluşturulması çağrısı, Kirmanckî Meclisi’nin kurulması, Demokratik Birlik İnisiyatifi’nin kurulması ve duyurulması ve gençlerin uyuşturucuya karşı eylemleri gibi gelişmelerin hepsinde yeni sürece vurgu söz konusu.

İktidarın ve siyasetin diğer kesimlerinin tavrı ne olursa olsun, Kürt hareketi açısından yepyeni bir döneme girildiği görülüyor. Eğer çok özel bir komplo düzenlenmezse, Öcalan’ın PKK’yi fesih ve silah bırakma konularında olduğu gibi yeni mücadele dönemi konusunda da net ve kararlı olduğu anlaşılıyor. Son İmralı ziyaretindeki mesajı dikkat çekici: “Türk-Kürt ilişkisinin mahiyeti bambaşkadır, bozulan şey kardeş ilişkisidir. Kardeşler kavga eder ama biri diğerisiz olmaz. Bu ilişkiyi bozan tuzakları, mayınları tek tek temizliyoruz, bozulan yolları, köprüleri onarıyoruz“. Devlet’in elinden PKK ve “terör” bahanesinin alınmış olmasının ötesinde Kürt sivil siyasetinin hem biçim hem içerik olarak yeniden şekilleneceği bir döneme giriyoruz.

İmamoğlu Soruşturması ve CHP’nin Yönü

İBB/İmamoğlu Soruşturması

19 Mart darbesi sonrası İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik derinleşen “yolsuzluk” ve “örgüt” suçlamalarının, Ekrem İmamoğlu’na açılan soruşturmalar, gözaltı dalgaları, diploma iptali, X hesabına erişim engeli gibi adımların, yalnızca bir siyasi figürü değil, CHP’nin yükselen yeni nesil muhalefet çizgisini hedef aldığı görülüyor. Bu operasyonlar, 2009’da Ergenekon ve KCK davalarıyla yaşanan siyasi kırılmaları hatırlatır nitelikte; ancak kamuoyunun, artık bu tür dosyalara eskisi kadar ikna olmadığı da görülüyor. Somut kanıt ve suç unsurlarının ortaya konmadığı bu süreç, sahte tanıklar, pişman devşirmeler ve medya operasyonları gibi klasikleşmiş yöntemlerle devam ediyor.

Yazının kapsadığı son dönemde aşağıdaki gelişmeler yaşandı:

3’üncü dalga operasyonda, İBB Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Taner Çetin, Halkla İlişkiler Müdürü Serap Karay, Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısı Mustafa Karaoğlu ve Çeşme Belediye Başkan Yardımcısı Onur Gülin’in de aralarında bulunduğu 22 kişi gözaltına alındı.

İşinsanı Murat Gülibrahimoğlu’nun mal varlığına el konuldu, hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarıldı. Gülaylar Altın’ın sahibi Mehmet İlhan Gülay ise ev hapsi şartıyla serbest bırakıldı. İBB Spor Kulübü Başkanı Fatih Keleş’in kardeşi Zafer Keleş de soruşturmada gözaltına alınıp tutuklandı.

Ekrem İmamoğlu hakkında, savcılara yönelik sözleri nedeniyle “kamu görevlisine hakaret” suçlamasıyla yeni bir soruşturma daha açıldı. Aynı günlerde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, İmamoğlu’nun diplomasıyla ilgili işlemlerin sürdüğünü belirtti. Üniversite yetkilileri, “tebligat adresi bekleniyor” diyerek hukuki sürecin başlatılabileceğine işaret etti. İmamoğlu’nun X (Twitter) hesabına erişim engeli getirilmesi ise dijital sansürün yeni bir örneği olarak kayda geçti.

Akşam gazetesi, İBB Basın Danışmanı Murat Ongun’un bazı gazetecileri finanse ettiğini iddia etti. İddialara adı karışan gazeteciler Yavuz Oğhan, Nevşin Mengü ve Bahar Feyzan bu haberleri “külliyen yalan” diyerek reddetti ve hukuki süreç başlattı. Bu haber, hem basına gözdağı hem de İBB çevresine yönelik itibarsızlaştırma girişimi olarak yorumlandı.

İmamoğlu’nun tutuklu yargılanması ve CHP üzerindeki baskılar, Türkiye’nin nasıl bir rejim altında yeni bir çözüm süreci veya normalleşme gerçekleştireceği sorusunu gündeme getiriyor.

İmamoğlu’na yönelik operasyonlar, tıpkı Ergenekon ve KCK süreçlerinde olduğu gibi rejimsel bir sınava evrilecek mi? Operasyonlar derinleşse de muhalefetin halkta bir karşılığı oluşmaya başlıyor. Ancak bu karşılık, CHP’nin net bir strateji belirlemesiyle somutlaşabilir. CHP’de ise bir yön arayışı yaşanıyor: Özgür Özel öncülüğünde daha demokratik ve çözüm yanlısı bir eksen oluşurken, eski refleksler hâlâ etkisini koruyor. Türkiye’nin nasıl bir siyasal iklimle bu süreci yürüteceği, yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de vereceği sınavlara bağlı olacak.

CHP İçindeki Çatlaklar ve Yönelimler

CHP içinde yekpare bir tutum geliştiği söylenemez. Sözcü ve Halk TV gibi “yandaş” medya organlarında gözlemlenen söylem, seküler-ulusalcı damar ile daha demokratik ve yenilikçi kuşak arasında bir ayrışma olduğunu ortaya koyuyor. Özgür Özel’in “terörsüz demokratik Türkiye” vurgusu ve Kürt meselesine ilişkin demokratik çözüm çağrısı, geleneksel devletçi reflekslerin ötesine geçme çabası olarak görülüyor. Buna karşın bazı taban unsurlarının DEM çizgisine mesafeli yaklaşımı, İzmir mitinginde Özel “DEM” dediğinde alkış almaması örneğinde kendini dışa vurdu.

CHP’nin çifte zorluk barındıran bir süreçle karşı karşıya olduğu söylenebilir: Hem iktidarın yargı-yürütme kuşatmasına karşı direnmek, hem de kendi içinde demokratikleşme ve çoğulculuk yönünde ilerlemek. İmamoğlu’nun yayınladığı metinlerdeki iddialı ve kapsayıcı üslup, Özel’in “eşit yurttaşlık” vurgusu ve DEM ile yapılan görüşmeler bu yönelimin parçası olarak görülebilir. Özel ve İmamoğlu söylemde farklılaşıyor ancak stratejik olarak örtüşüyorlar. Özel daha geniş bir yelpazeye hitap ederken, İmamoğlu “siyasi tutuklu” kimliğini öne çıkarıyor. Mitingler, kamuoyu desteğiyle siyasal kuşatmayı kırma çabasının ürünü. Özgür Özel, “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” miting serisine devam ediyor. Silivri ve Van mitinglerinde Erdoğan’ı “yerel diktatör” olmakla suçladı.

Ancak Kılıçdaroğlu döneminden kalan ideolojik tortular ve Zafer Partisi’ne yönelik (“o kesimi de kapsayalım” niyetli) açıklamalar gibi unsurlar, genç kuşakları ve sol-liberal seçmeni uzaklaştırma riski taşımaktadır.

İzmir mitinginde Özgür Özel’in Nazım Hikmet şiiriyle açılış yapması, İmamoğlu’nun “Meclis zemini güçlenmeli” vurgusu ve DEM Parti ile yapılan görüşmeler, CHP’de daha demokratik, barışçıl bir çizginin kurumsallaşmaya başladığını gösterdi.

Ancak bu çizgi, geçmişten gelen laik-ulusalcı gelenekle her zaman uyumlu değil. Sözcü ve Halk TV çizgisindeki bazı aktörler, Özel ve İmamoğlu’nun çözüm süreci benzeri çağrılarını temkinli karşılıyor. Bu medyanın söylemi ve Zafer Partisi gibi aktörlerle CHP’nin zaman zaman yakınlaşması bir yandan genç ve demokrat tabanda rahatsızlık yaratırken diğer yandan da muhalefetin anti-AKP koalisyonuna indirgenme eğilimini destekliyor.

PKK’nin Fesih Kararı ve CHP

PKK’nin kongresinde aldığı “çalışmaları sonlandırma” ve silah bırakma kararı karşısında hem İmamoğlu hem Özgür Özel temkinli olmakla birlikte oldukça olumlu mesajlar verdi. “Bu karar, Türkiye’nin adil ve demokratik bir ülke olma yolunda önemli fırsatlar barındırıyor”, “Meclis zemini güçlenmeli”, “Türkiye demokratikleşmeli” ve “şiddetsiz çözüm” gibi ifadeler, CHP’nin bu süreci sahiplenmeye istekli olduğunu gösteriyor. Ancak aynı zamanda parti içindeki önemli bir kesimin “Cumhuriyet karşıtı bir sürece destek vermeyiz” söylemi de Lozan vurgusu gibi kritik konulara karşı hassasiyetin sürdüğünü gösteriyor.

CHP bu bağlamda, Kürt sorununun çözümünde rol oynamaya hazır olduğunu ifade ederken, (“Kürt meselesini demokratik yollardan çözecek güvenceyi veriyoruz.”) diğer yandan AKP iktidarının olası yeni çözüm sürecine olan güvensizliğini de dile getiriyor. Burada iktidarın motivasyonu kadar, CHP’nin kendi içinde kuracağı net dil ve stratejik yönelim de etkili olacaktır.

Toplumsal Muhalefet ve Hak İhlalleri

Çözüm Sürecine Dair Açıklamalar

  • PKK’nin son kongre kararlarına ilişkin açıklama yapan SOLDEP (Sosyalist Demokrasi Partisi), “asıl mücadelenin şimdi başladığını” söyledi.
  • İlahiyatçı Eliaçık, devletin Kürt sorununun çözümüne yönelik hukuki statü sağlayacak adımlar atması gerektiğini belirtti. AKP kurucularından Kemal Albayrak da, herkesin vatandaşlık haklarının garanti altına alınması gerektiğini savundu.

Yargıdaki Gelişmeler, Yerel Yönetimler ve Toplumsal Davalar

  • AYM’den Emsal Karar: “Örgüte yardım” iddiasıyla ceza alan bir tutuklu hakkında “örgüt üyeliğinden” tekrar işlem yapılması masumiyet karinesinin ihlali sayıldı.
  • Sansür Düzenlemesi Krizi: AYM’nin iptal ettiği “kişilik hakkı ihlali” gerekçesiyle erişim engellerini kolaylaştıran yasal düzenlemeyi AKP yeni bir “formülle” yeniden gündeme taşımak istiyor.
  • Dersim Belediyesi Eşbaşkanı Birsen Orhan hakkındaki davada karar çıktı. Orhan hakkında, 2 yıl 3 ay 2 gün hapis cezası verilerek HAGB (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması) uygulandı.
  • Azime Işık, 26 yıl sonra beraat etti; uzun yıllardır süren dava sona erdi.
  • Sanatçı ve siyasetçi Pınar Aydınlar hakkında tahliye kararı verildi.
  • Halkların Demokratik Kongresi (HDK) kapsamındaki soruşturmada 3 kişi serbest bırakıldı.
  • DTK Toplantısı Hakkında İstinaf Kararı: Demokratik Toplum Kongresi (DTK) toplantısında konuşmanın örgüt üyeliği sayılmasının hukuken kabul edilemez olduğuna karar verildi.
  • Gazeteci Yılmaz Özdil hakkında yeni bir soruşturma başlatıldı.
  • TÜSİAD Yöneticileri Orhan Turan ve Ömer Arif Aras’ın yurtdışı çıkış yasakları ilk duruşmada kaldırıldı.
  • CHP lideri, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) seçimleri sürecine ilişkin hukuki itirazlarını AYM’ye taşıyacaklarını açıkladı.

Üniversite Gündemi

Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK), çocuk yaşta evliliği meşru gösteren açıklamalarıyla kamuoyunda yoğun tepki çeken İlahiyatçı Nurettin Yıldız’ı konuşmacı olarak bir etkinliğe davet etti. Bu davet, başta öğrenciler olmak üzere birçok kesimde tepkiyle karşılandı. Yıldız, çocuk evliliklerini savunduğu gerekçesiyle protesto edildi. Üniversite öğrencileri kampüs içerisinde protesto eylemleri düzenledi. Eylemler sırasında T24 muhabiri Can Öztürk haber takibi yaparken polis tarafından darp edilerek ters kelepçeyle gözaltına alındı. Basın kartı yırtıldı, gazeteciye yönelik şiddet kameralara yansıdı. Toplamda 97 kişi gözaltına alındı; bunların 15’i, aralarında Can Öztürk’ün de bulunduğu kişiler, hakimliğe sevk edildi, 82’si serbest bırakıldı. 6 öğrenci “görevi yaptırmamak için direnme” suçlamasıyla tutuklandı. Tutuklanan 6 öğrenciden 1’i daha sonra serbest bırakıldı; diğerleri için mahkeme süreci (yazı yazıldığı sırada) devam ediyor. Ekrem İmamoğlu tutuklamalara tepki gösterdi: “Hep yanınızdayım gençler, az kaldı gidiyorlar. Bu onların son şımarıklıkları!” dedi.

Farklı üniversitelerden yüzlerce öğrenci tutuklu arkadaşları için Maçka’da yürüyüş düzenledi, polis yoğun güvenlik önlemleri aldı. Aynı zamanda Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda bir miting gerçekleştirildi. Öğrenciler, “Arkadaşlarımızı, özgürlüğümüzü ve bizim olan her şeyi alacağız” diyerek eylemlerini sürdürdü.

Bu atmosferde Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri ve Mezunlar Derneği, “Değişim Arifesinde Üniversite” başlıklı bir panel düzenledi. Etkinlikte Türkiye üniversitelerinin dönüşümü, akademik özerklik ve ifade özgürlüğü gibi temel meseleler konuşuldu.

Ekoloji

Türkiye’de yerel düzeyde farklı bahanelerle yürütülen ekolojik yıkımlara karşı mücadeleler sürüyor. Mersin’de halk, ağaç katliamına karşı direnişe geçti, halkın yoğun baskısı sonucu ağaç kesimleri durduruldu. Şırnak Besta’da orman kıyımı, asker gözetiminde tüm tepkilere rağmen sürdürülüyor. Hatay Zeytûna’da GES (Güneş Enerji Santrali) projesine karşı topraklarını savunan köylüler ise kararlı: “Topraklarımızı bırakmayacağız.” Kepçeler, yurttaşların tepkisi üzerine geri çekildi. Ancak çalışmaların daha sonra yeniden başlayacağı belirtiliyor.

Bu gelişmeler, “Enerji bağımsızlığı mı, yoksa yeni bir ekolojik yıkım mı?” sorusunu yeniden gündeme getiriyor. Yenilenebilir enerji adı altında yürütülen projeler, yerel halkı ve ekosistemi dışlayan bir şekilde planlandığında, çözüm değil kriz doğuruyor.

EKONOMİ

TÜPRAŞ Eylemi

TÜPRAŞ işçileri, Koç Holding’in toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde sunduğu düşük zam tekliflerine karşı dört rafineride (İzmir, Kocaeli, Batman, Kırıkkale) eylemler düzenledi. İşçiler, yüzde 85 zam, kıdem farkı ve 2 yıllık sözleşme taleplerinin karşılanmadığını, bunun yerine yüzde 35’lik sefalet zammı dayatıldığını belirterek, “Sefalete mahkûm edildik” tepkisini gösterdi.

TÜPRAŞ işçileri, Şimşek ekonomik programının dayattığı düşük zam oranlarına karşı Kocaeli ve İzmir’de yürüyüşler düzenledi. Kocaeli Rafinerisi’nde işçiler, Koç Holding’in düşük zam teklifine karşı patronun gönderdiği mesaja, “İş ekmek yoksa barış da yok” sloganıyla yanıt verdi. İşçiler, ekonomik koşullara uygun olmayan tekliflere ve çalışma barışını bozan işveren tutumuna karşı tepkilerini fabrika önünde toplu eylemlerle dile getirdi. Rafineride gece boyunca devam eden işçi eylemleri, görüşmelerin ardından sona erdi. İşçiler, Petrol-İş Sendikası’nın yeterli mücadele göstermediğini, eylemlerin işçi baskısı olmadan gerçekleşmeyeceğini ifade etti. “Biz bastırmasaydık bu eylemi de yapmayacaklardı” diyerek sendikaya sitem eden işçiler, taleplerinin takipçisi olacaklarını vurguladı.

TÜPRAŞ’taki eylemler, işçilerin taleplerinin kısmen görüşülmesiyle geçici olarak durdu, ancak mücadele bitmedi. İşçiler, Koç Holding’in yüzde 35’lik zam teklifine karşı yüzde 63 zam ve 2 yıllık sözleşme taleplerini sürdürüyor. Eylemlerin bir “virgül” ile duraklatıldığı belirtilirken, işçiler haklarını almak için kararlılıkla mücadele etmeye devam edeceklerini ifade etti.

Çalık Holding’ten tazminatını isteyen işçi dövülerek öldürüldü

Erol Eğrek, 10 yıldır Çalık Holding’ten alamadığı 7 milyon TL’lik tazminatını talep etmek için holding binasına gitti. Güvenlik görevlileri tarafından darp edilen Eğrek, hastanede kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Olay “cinayet” olarak nitelendirilirken, Eğrek’in ölümü emek örgütleri ve siyasi partiler tarafından tepkiyle karşılandı, Çalık Holding önünde protesto eylemleri düzenlendi.

Erol Eğrek’in öldürülmesi, Türkiye’nin birçok kentinde protesto edildi. Emek örgütleri ve siyasi partiler, olayın sorumluluğunun sadece holdingde değil, işçi haklarını korumayan iktidar politikalarında da olduğunu belirterek, “Saray bu cinayetin sorumlusudur” sloganıyla eylemler düzenledi.

Şimşek Londra ve Katar’dan boş dönünce sihirli formülü buldu: “Şehirlerin giriş çıkışına vergi memuru koyacağız.”

Ekonomi cephesinde artık iyice belirginleşen sıkışmışlık bir yandan uluslararası piyasalardan acil sıcak para arayışını tırmandırırken, içerde ise denetim, ceza ve çeşitli yaptırımlarla para toplanmaya çalışılıyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, şehir giriş-çıkışlarına vergi memuru yerleştirme planı hayata geçti. Maliye ekipleri, aylar önce yol devriyelerine başladı. Bu uygulama, devletin vergi gelirlerini artırmak için sıkı denetim politikalarının bir parçası olarak görülüyor.

SGK, 2025’in ilk dört ayında 25 bin iş yerini denetleyerek 2 milyar 36 milyon TL ceza kesti. Bu cezalar özellikle küçük işletmeler üzerinde baskı oluşturuyor.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, internet üzerinden elde edilen gelirleri mercek altına aldı. 4 bin 95 mükelleften vergi dışı bırakılan 37 milyar TL’lik hasılat tespit edildi.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2025’in ilk dört ayında para cezalarından 76 milyar 320 milyon TL gelir elde etti. Bakan Mehmet Şimşek’in ekonomik programı kapsamında cezalar ve vergilerle devlet kasasını doldurma politikası, vatandaşlar ve işletmeler üzerinde ciddi bir mali baskı oluşturuyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suudi Arabistan’a yaptığı ziyarette, iki ülke arasındaki ticaret hacmini 10 milyar dolara çıkarma hedefini açıkladı.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise, yabancı yatırımcıları çekmek için Londra’ya gitti. Şimşek, ekonomik programını överek, “Yatırımcılar geri döndü” dedi. (Geçen dönem borsa ve tahvil piyasasına yaklaşık 3 milyer dolar yabacı girşi olduğu ve dolayısısyla da rezervlerde az da olsa artışa dönüldüğü haberleri Bakanı umutlandırmış görünüyor). Ancak, ekonomik büyümenin düşük olabileceğini kabul eden Şimşek, bu durumla yaşanabileceğini ifade etti.

Mehmet Şimşek, sıcak para arayışını sürdürmek için Londra’dan sonra rotasını Katar’a çevirdi. Ekonomik programındaki aksaklıkların farkında olduğunu belirten Şimşek, Türkiye’ye yatırım çekebilmek için her yolu deniyor. Ancak aşağıdaki verilere bakarsak sonuçlar çok iç açıcı değil gibi:

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın verilerine göre, mart ayında cari açık 4 milyar 87 milyon dolar olarak gerçekleşti. Cari açık, ekonomik büyüme ve dış ticaret politikaları üzerindeki baskıyı artırıyor.

Sanayi sektöründe çalışan sayısı, mart ayında yıllık bazda 132 bin kişi azalarak son 6 yılın en büyük düşüşünü yaşadı. Diğer sektörlerdeki kısmi artışlar istihdamı dengeliyor görünüyor. TÜİK verilerine göre, Mart 2025’te sanayi, inşaat ve ticaret-hizmet sektörleri toplamında ücretli çalışan sayısı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 0,6 artarak 15 milyon 320 bin 987 kişiye ulaştı.

Türkiye, net kazançlarda Avrupa’nın en alt sıralarında yer alıyor. Bu durum, işçilerin ve emekçilerin yaşam koşullarını günden güne zorlaştırıyor.

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), Türkiye’nin 2025 büyüme tahminini %0,2 düşürerek %2,8’e çekti. 2026 için ise %3,5 büyüme öngörüldü. Bu revizyon, Türkiye ekonomisindeki yavaşlama beklentilerinin sonucu olarak değerlendiriliyor.

DIŞ POLİTİKA 

PKK fesih kararı ve devam eden saldırılar 

PKK’nin fesih ve silah bırakma kararı, Kürt sorununun çözümüne yönelik önemli bir adım olarak değerlendirildi. Ancak, Türkiye’nin Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik hava saldırıları bu karara rağmen sürüyor. CPT’nin raporuna göre, Türkiye’nin saldırıları mart ayına kıyasla %78 oranında artış gösterdi. Özellikle Amêdiyê Bölgesi’ne düzenlenen hava saldırıları, PKK’nin ateşkes kararına rağmen durdurulmadı. Bu durum, barış sürecine olan güveni zedeliyor ve bölgede gerilimi artırıyor.

PKK, saldırıların devam ettiğini, üstelik onur kırıcı mesajlar içerdiğini söylüyor. Irak hükümeti de Türkiye’nin Irak topraklarını terk etmesini talep ediyor. Fakat Türkiye’nin bu derece askeri yatırım yaptığı bir bölgeden çekileceğine dair herhangi bir işaret mevcut değil.

PKK’nin 12’nci Kongresi dünya basınında 

Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” üzerine PKK, 12. Olağanüstü Kongresi’ni toplayarak fesih ve silah bırakma kararını duyurdu. Bu gelişme, dünya basınında geniş yankı buldu ve “PKK, Türkiye’nin tüm saldırı gerekçelerini elinden aldı” şeklinde yorumlandı. Kongre, Öcalan’ın önerdiği barışçıl çözüm vizyonunun bir yansıması olarak görüldü ve uluslararası alanda dikkatle takip edildi.

ABD Büyükelçiliği, PKK’nin fesih kararını “dönüm noktası” olarak nitelendirerek memnuniyetini dile getirdi. ABD, kararın Türkiye ile Kürtler arasında diyalog sürecini başlatabileceğini umuyor, ancak Türkiye’nin devam eden saldırıları bu iyimserliği gölgeliyor.

Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, Abdullah Öcalan’ın barış projesinin bölge halklarını baskı, ulus ve din temelli şiddetten kurtaracak bir yol haritası sunduğunu açıkladı. Yönetim, bu projenin demokratik ve çoğulcu bir toplum inşa etme hedefini desteklediğini ve bölgedeki tüm halklar için umut vadettiğini ifade etti.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin önde gelen isimlerinden Mazlum Ebdî, PKK’nin fesih kararının barışçıl bir sürecin kapılarını aralayacağına inandığını ifade etti. Ebdî, bu adımın bölgedeki tüm halklar için demokratik bir çözümün önünü açabileceğini ve çatışmasız bir geleceğe katkı sağlayabileceğini belirtti.

Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Bafil Talabani, PKK’nin kararının tüm Kürdistan bölgesinde olumlu bir etki yaratabileceğini vurguladı. Talabani, bu gelişmenin Kürtler arasında dayanışmayı artırabileceğini ve barış sürecine katkı sağlayabileceğini ifade ederek, tüm tarafları bu fırsatı değerlendirmeye çağırdı.

Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani, PKK’nin kararını desteklediklerini ve barış sürecinin başarısı için her türlü desteği sunmaya hazır olduklarını açıkladı. Barzani, bu adımın bölgedeki istikrarı güçlendirebileceğini ve Kürt halkının haklı taleplerinin karşılanmasına katkı sağlayabileceğini belirtti.

Federe Kürdistan Bölgesi Başkanı Neçirvan Barzani, PKK’nin fesih kararını “yeni bir dönemin kapılarını aralayacak tarihi bir gelişme” olarak değerlendirdi. Barzani, bu kararın bölgede diyalog ve uzlaşıyı teşvik edeceğini, ancak sürecin başarısının tüm tarafların iş birliğine bağlı olduğunu vurguladı.

Federe Kürdistan Bölgesi Başbakan Yardımcısı Qubat Talabani, PKK’nin sorumluluğunu yerine getirdiğini ve fesih kararının barış için önemli bir fırsat sunduğunu belirtti. Talabani, Türkiye’nin bu tarihi fırsatı iyi değerlendirmesi gerektiğini, aksi takdirde bölgedeki gerilimin devam edebileceğini vurguladı.

Süryani halkının çatı örgütü Bethnahrin Ulusal Konseyi (MUB), Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ve PKK’nin fesih kararını desteklediğini açıkladı. MUB, bu kararın ardından Türkiye’nin kapsamlı bir reform süreci başlatma sorumluluğu taşıdığını, Kürt sorununun çözümü için yapısal değişikliklerin şart olduğunu belirtti.

İran, PKK’nin fesih kararını bölgedeki istikrar için önemli bir adım olarak değerlendirdi ve desteklediğini açıkladı. İran, bu kararın Türkiye ile Kürtler arasında diyalog sürecini kolaylaştırabileceğini ve bölgedeki gerilimi azaltabileceğini ifade etti.

Trump’ın Ortadoğu ziyareti ve Colani’ye destek; Rubio’nun iç savaş uyarısı ne demek?

Macron’a yapılan ziyaret sonrası, HTŞ lideri Colani ile ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan’ın Riyad kentinde bir araya geldi; Türkiye adına Erdoğan görüşmeye çevrimiçi katıldı. Trump, Colani’den İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi dahil çeşitli taleplerde bulundu. Aynı dönemde, AB ve ABD, Suriye’ye yönelik ekonomik yaptırımları kaldırdıklarını açıkladılar. Suriye ile BAE merkezli DP World arasında Tartus Limanı için 800 milyon dolarlık bir anlaşma imzalandı, bu da bölgedeki ekonomik hareketliliği artırdı.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Suriye’de yeni bir iç savaşın “haftalar ya da aylar” içinde çıkabileceği uyarısı, hem bölgesel dinamiklere dayanan bir analiz hem de siyasi bir manevra olarak değerlendirilebilir. Rubio’nun 20 Mayıs 2025’te Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde yaptığı bu açıklama, Suriye’deki kırılgan durumun ve Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki geçiş hükümetinin karşılaştığı zorlukların altını çiziyor. Ancak, bu uyarının aynı zamanda ABD iç politikasında, özellikle yaptırımların kaldırılması gibi kararları desteklemek için bir baskı unsuru olarak kullanıldığı düşünülebilir.

Rubio, Suriye’de geçiş hükümetinin çökme riskiyle karşı karşıya olduğunu ve bunun “topyekûn bir iç savaş” başlatabileceğini belirtirken, birkaç temel noktaya işaret etti:

1.Geçiş Hükümetinin kırılganlığı: HTŞ hükümeti, farklı etnik ve mezhepsel gruplar arasında uzlaşı sağlamakta zorlanıyor. HTŞ’nin geçmişte El Kaide bağlantılı olması ve cihatçı kökenleri, özellikle Alevi, Dürzi ve Kürt gruplar arasında güvensizlik yaratıyor.

  1. Mezhepçilik ve güvenlik sorunları: HTŞ’nin devlet kurumlarını, özellikle güvenlik güçlerini, Sünni Müslümanlara öncelik vererek yapılandırması, diğer gruplar tarafından “mezhepçilik” olarak algılanıyor. HTŞ bünyesinde, Selefi ve tekfirci eğilimlere sahip 25’e yakın küçük grup bulunuyor. Bu grupların bazıları, Suriye’nin çoğulcu yapısına uygun olmayan radikal bir yönetim tarzını savunuyor. Bu durum ve ilan edilen anayasa farklı gruplar ile HTŞ arasındaki gerilimi artırıyor.

  2. İnsani ve ekonomik kriz: Suriye, 13 yıllık iç savaşın ardından altyapısı çökmüş, ekonomisi bitik ve nüfusunun yarısından fazlası yerinden edilmiş durumda. HTŞ’nin İdlib’de kurduğu yönetim deneyimi, tüm ülkeyi yönetmek için yeterli değil. Rubio, yaptırımların kaldırılmasının insani yardımı kolaylaştıracağını ve istikrarı destekleyeceğini savunarak, bu ekonomik çöküşün iç savaş riskini körüklediğini ima ediyor.

Sonuç olarak, Suriye’deki durum, HTŞ’nin yönetim kapasitesi, SDG’nin entegrasyon süreci ve bölgesel aktörlerin tutumlarına bağlı olarak şekillenecek. Rubio’nun uyarısı, bu kırılgan dengelerin farkında olunduğunu gösteriyor, ancak iç savaşın kaçınılmazlığı tartışmalı. Suriye, yeni bir çatışma sarmalına girmeden önce, tüm tarafların uzlaşı arayışı kritik önem taşıyor.

Trump’ın Ortadoğu’daki ekonomik anlaşmaları

Trump’ın Ortadoğu ziyareti, ekonomik anlaşmalarla dikkat çekti. Suudi Arabistan ile 142 milyar dolarlık silah anlaşması, Katar ile 200 milyar dolarlık Boeing anlaşması ve BAE ile 1,4 trilyon dolarlık yatırım anlaşması imzalandı. Ayrıca Federe Kürdistan Bölgesi, ABD’li şirketlerle 110 milyar dolarlık anlaşmalar yaptı. Trump, bu anlaşmaları “ABD için inanılmaz fırsatlar” olarak nitelendirdi.

Suriye’de Alevi katliamı devam ediyor

Suriye’de Alevilere yönelik saldırılar devam ediyor. Halep’teki mezhepçi çatışmalar nedeniyle Süveydeli 300 öğrenci okullarını terk ederek memleketlerine döndü. Humus ve Lazkiye’de düzenlenen saldırılarda 5 kişi öldürüldü, 10 kişi kaçırıldı. Alevi Konseyi, Şam’daki araştırma komitesinin katliamları örtbas ettiğini savunarak güven kaybı yaşadıklarını belirtti. HTŞ, Batı’dan güçlü bir itiraz çıkmadığı sürece bu katliamlara devem edecek gibi gözüküyor. Çıkar hesapları ile bölgeden pay kapma yarışına girmiş Batı’dan böyle bir itiraz beklemek de çok gerçekçi durmuyor.

İsrail Gazze’yi komple ele geçiriyor. ABD rahatsız mı, ortak mı?

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sürüyor; 7 Ekim’den bu yana 214 gazeteci öldürüldü, can kaybı 52.829’a ulaştı. İsrail, Gazze’de toplama kampları kurmayı planlıyor ve ABD’nin desteğiyle bir milyon Filistinliyi Libya’ya taşımayı hedefliyor. Hamas, Gazze Şeridi’nin yönetimini devretmeye hazır olduğunu açıklarken, Netanyahu, “Trump vizyonuna bağlıyız” dedi.

Ilan Pappe 1940’larda beri İsrail’in stratejisinin “hazırlan, bekle ve fırsat bulduğunda harekete geç” olduğunu söylüyor. İsrail böyle bir fırsatı eline geçirdiğini düşünüyor. ABD arada yaramaz çocuğuna parmak sallasa da nihai olarak İsrail’in Gazze planlarının ortağı.

BM ateşkes çağrısı yaparken, ABD’deki Filistin destekçisi eylemler baskıyla karşılaşıyor. İngiltere İsrail’le bir ticari anlaşmayı iptal etti, Fransa Filistin devletini tanıyacağı açıkladı. Ancak bu hamleler gelene kadar Filistin’de insan kalmayacak.

İran ABD görüşmeleri: anlaşma mı geliyor, yoksa savaş mı?

İran ve ABD, Umman’da dördüncü tur görüşmeleri gerçekleştirdi, ancak uranyum zenginleştirme konusunda anlaşmazlık devam ediyor. İran, nükleer programını tamamen sonlandırmayacağını belirtirken, ABD yeni yaptırımlar getirdi. İran Dışişleri Bakanı Arakçi, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık ile nükleer müzakerelerin İstanbul’da devam edeceğini duyurdu. Görüşmelerde ilerleme sağlanamaması, gerilimin artabileceği endişesini doğuruyor. Bu görüşmelerden İsrail’in hiç hoşlanmadığı da ayrıca not edilmeli. İsrail ABD’yi İran’a saldırmak konusunda zorluyor. Şimdilik ABD bu zorlamaya uymayıp masada kalmayı tercih ediyor. Fakat gelişmeler sıcak çatışma olasılığını ciddi bir ihtimal olarak gösteriyor.

Ukrayna Rusya anlaşması mı geliyor?

Trump, nihayet Ukrayna ile nadir elementler anlaşmasını imzaladı ve asli emeline ulaştı. Rusya ve Ukrayna, 3 yıl sonra İstanbul’da müzakere masasına oturacak. Zelenskiy, Erdoğan ile Ankara’da görüştü. Zelenskiy, koşulsuz ateşkese hazır olduklarını belirtirken, Ukrayna’nın borçlarının ekonomisinin büyüklüğüne yaklaştığı açıklandı. Putin, üçüncü kez ateşkes ilan ederek doğrudan müzakerelere açık olduğunu söyledi. Bu gelişmeler iki ülkenin anlaşmaya hazır olduğu görüntüsü yaratsa da somut gelişme olmaması henüz bu anlaşmanın o kadar da yakın olmadığını düşündürüyor.

Pakistan-Hindistan gerilimi nereye evriliyor?

Hindistan’ın Pakistan’a yönelik gerçekleştirdiği füze saldırıları, bölgedeki tansiyonu yeniden alevlendirdi. Saldırılarda 26 kişinin hayatını kaybetmesi üzerine Pakistan, ordusuna misilleme yetkisi tanıdı. ABD Başkanı Donald Trump, iki ülke arasında ateşkes sağlandığını duyursa da bu açıklama sahada somut bir sükûnete dönüşmedi. Çin, Rusya ve Fransa, artan gerilim karşısında itidal çağrısında bulunurken, Türkiye Hindistan’ın saldırılarını sert bir dille kınayarak Pakistan’a destek verdi ve bölgesel gerilimde taraf olduğunu açıkça ortaya koydu. Bu tutum, Hindistan’da Türk mallarına karşı “Önce Millet” sloganıyla başlatılan boykot kampanyasını tetikledi. Milyarlarca dolarlık Türk turizm ve ihracat gelirini tehdit eden bu boykot, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri zora sokabilir. Öte yandan, uluslararası toplumun arabuluculuk çabaları henüz sonuç vermemişken, Keşmir gibi tarihsel anlaşmazlıkların gölgesinde tarafların bir sonraki adımı, bölgenin istikrarı açısından kritik önem taşıyor.