(Bu yazı farklı kuşaklardan Boğaziçi Üniversitesi mezunları ile yapılan fikir alışverişleri sonucunda ortaya çıkmıştır.)

Bugünlerde BÜMED (Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği) 18. Dönem Yönetim Kurulu seçimleri, bir kısım mezun arasında çeşitli tartışmaları da tetiklemiş görünüyor. Bu yazı, BÜMED’i seçimler vesilesiyle geçmişten bugüne değerlendirmek biz mezunlar için faydalı olabilir, böylece “Boğaziçi mezunları olarak nasıl bir dernek inşa etmek istiyoruz?” sorusuna katkı sunabilir düşüncesiyle kaleme alındı.

BÜMED, 12 Eylül darbesinin hemen ertesinde, 1982 yılında bir grup mezun tarafından fikir olarak ortaya atıldı. Aradan 3 yıl geçtikten sonra 12 Kasım 1985’te, Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert Kolej (RC)’den devraldığı kültürü somutlaştırmak ve geliştirmek, Boğaziçili kimliğini mezuniyet sonrasına taşımak ve Robert Kolej Yüksek Okulu ve Boğaziçi Üniversitesi mezunlarını bir araya getirerek hem Üniversite’ye maddi katkı yapmak hem de diplomatik bir güç oluşturmak amacıyla kuruldu. Bu noktada diplomatik güç oluşturma amacının hafife alınmaması gerekir. Zira bugünden bakılınca, derneğin kuruluşuna öncülük eden mezunların bir yönüyle, ağır insan hakları ihlallerini hayata geçirmekte tereddüt etmeyen cuntanın, üniversiteye yönelik olası fütursuzluğuna karşı manevra alanları açmaya çalıştığı söylenebilir. Hatırlanacak olursa 1981 yılında kurulan YÖK üniversiteleri zapturapt altına almak için rejim tarafından atılmış önemli bir adımdı ve ülkenin geri kalanındaki üniversitelere benzer bir biçimde Boğaziçi de politik kimliği ile tanınmasa da bu durumdan nasibini almıştı. 12 Eylül sonrası mezunlar bir araya gelmeye çabalarken, üniversitenin kamusal alanda dikkatleri üzerine çekmemeyi tercih ettiği, mezunlara yönelik yaptığı konuşmasında Üstün Ergüder tarafından yıllar sonra dile getirilecekti. İki dönem kurucu başkanların ve ardından Üstün Ergüder’in başkanlığı döneminde BÜMED, hem çoğunluğu iş dünyasında belirleyici pozisyonda bulunan mezunlarını harekete geçirerek hem de Üniversite yönetimi ile ilişki sağlayarak Üniversite’nin kültürünü geleceğe taşımak üzere hareket etti ve bir STK olarak etkinleşti. Kampüsteki mezunlar derneği binası bu dönemde yapılan bağışlarla inşa edildi. Kuruluşunun üzerinden 10 yıl dahi geçmeden mezunların bir araya gelmesinin yarattığı etkinin akademisyenlerle buluşması, rektörlerin seçim yapılarak atanmasında göz ardı edilemeyecek bir faktör oldu.

Üstün Ergüder’in rektör seçilerek atandığı Türkiye, Özal ile başlayan neo-liberal politikalarla dışa açılıyor, dünya sistemi ile giderek daha fazla bütünleşiyordu. Boğaziçi Üniversitesi artık kendi köşesinde elitlere eğitim veren bir kolej olmaktan, bir yandan sisteme yetkin insanlar yetiştiren, dünyaya açık, öncü ve bilinen bir kuruma dönüşüyor, diğer yandan da 1985’te kaldırılan yabancı dil barajı ile artırılan kapasitesiyle Anadolu’dan gençlere de açılan büyük bir Üniversite olma yoluna giriyordu. Kapitalist sistem ile bütünleşen Türkiye, iyi eğitim almış, dil bilen, görece liberal bir tedrisattan geçmiş esnek kadrolara ihtiyaç duymaktaydı. 12 Eylül’ün yarattığı hasardan ve YÖK’ün baskısından bunalan devlet üniversitelerinde bu kültürel ve sosyal sermayeyi bulmak o kadar kolay değildi. Bu durum, kurum içinde öğrenciler ve akademisyenler arasında liberal sol geleneğin yerleşmesinde de önemli bir etken oldu.

90’lı yıllar boyunca üniversite mezunlarının sayısı da gün geçtikçe artıyor, Boğaziçi, mezun profili açısından giderek çeşitleniyordu. Ağırlıklı olarak orta-üst orta sınıf ailelerden gelen, ortaöğretimini yabancı dil eğitimi veren özel okullarda tamamlamış ve üniversitede bölüm farkı gözetmeksizin birbirini yakından tanıyan kuşakların okuduğu Boğaziçi ile, 90’ların ortalarında yaklaşık 10 bin öğrencilik bir nüfusa ulaşmış, her sene yaklaşık bin mezun veren Boğaziçi aynı üniversite değildi. BÜMED’in kuruluşuna öncülük eden grup, 12 Eylül sonrası mezunları bir araya getirerek önemli bir adım atmıştı. Öte yandan üniversitenin değişen koşullarını dikkate alan “kapsayıcı bir mezunlar derneği yapılanması nasıl olmalı” sorusu, 90’lı yıllarda gündem olmamıştı. BÜMED birçok mezun için statü sahibi bir “zenginler kulübü” olarak tanımlanıyordu. Garip olan ise, ne “zenginler” bunu büyük bir sorun ediyordu ne de “zenginler kulübünün” dışında kalanlar… Bu dönemde, özellikle yeni mezunlar için yüksek sayılabilecek üyelik bedelleri bu “zenginler kulübü” halini de sürdürülebilir kılıyordu. İlerleyen yıllarda, BÜMED kurucu iradesinin tepkilerine rağmen 8. Dönem (1999-2001) Yönetim Kurulu’nun inisiyatifiyle üyelik bedelleri makul seviyelere çekilerek içe kapalı eğilimle mücadele edildi, yeni mezunlara dönük kampanyalar yapıldı, göreli bir genişleme sağlanabildi. Bu genişlemenin nedenleri ayrıca, Türkiye’nin içinden geçtiği süreçle de açıklanabilir. Kürt illerinde süregiden savaş siyasi rejimi çürütürken ekonomiyi de sarsıyordu. Yeni mezun üye  katılımı düşerken, derneğin aidatları düşürerek mezunların daha geniş bir bölümünü kapsamaya çalışması, buna karşılık mezunların da siyasi ve ekonomik kriz koşullarında yeni ilişki ağları arayarak derneğe yönelmesi çok da şaşırtıcı değildi. 90’ların sonunda dernek görece büyümüş, BÜMED’in Boğaziçili olmayı, mezuniyet sonrası bir aidiyete dönüştürme yönündeki gayreti küçümsenemeyecek bir başarı elde etmişti.

2000’li yıllara kadar kabaca özetlenebilecek bu durum, AKP iktidarının ilk 10 yılı boyunca inişli çıkışlı devam etti. Bu süreçte Üniversite, devletin çelik çekirdeği ile iktidarlar arasında zaman zaman yaşanan çatışmalarda “liberal” kimliğini korumaya çalıştı. Özellikle çelik çekirdekle belirli gerilimler (başörtüsü sorunu[1], 2005 yılındaki Ermeni Konferansı[2] vs.) veya iktidarla Rektör Kadri Özçaldıran döneminde yaşanan gerilimler (bu kez tersinden bir başörtüsü sorunu[3]) her seferinde büyük yaralar alınmaksızın atlatıldı. Üniversite bileşenleri tarafından korunmaya çalışılan şey temelde, geçmişte oluşturulan statükoydu. Ülkenin içinden geçtiği farklı dönemlerde dernek de üniversite de minimum hasarla çıkarak mevcut statükoyu korumaya odaklanıyordu. Mezunlar ise üniversitede olan biteni, kurumsal olarak büyük bir zararla karşılaşılmadığı için uzaktan izlemekle yetiniyorlardı. 2000’lerde devlete hangi güçlerin hakim olacağı kavgası yürütülürken enerjinin büyük bölümü bu kavgaya harcandığından, o dönem Boğaziçi Üniversitesi kurumsal olarak çok büyük bir hasar almadı.

Ne var ki, 2010’lu yıllara gelindiğinde devlet içi iktidar kavgasında yeni bir aşamaya geçilmiş, askeri vesayet tasfiye edilmeye başlanmıştı. İktidardaki iç çatışmalara harcanan enerji, denklemden rakip aktörler eksildikçe yavaş yavaş yeni rejimin yollarının döşenmesine harcanacaktı. Bir yönüyle 2013 yılındaki Gezi Direnişi, yaratılmak istenen yeni rejime verilen ilk kitlesel tepkiydi. Toplum tabanından ön göremediği bir tepki alan iktidar artık daha tedirgin ve daha agresifti. Darbe mekaniği 2016 yılına kadar çalışacak ve mevcut iktidar ancak 15 Temmuz darbe girişiminin ardından rahat bir nefes alacak, 90lı yılların aktif kanatlarıyla geliştirdiği yeni ortaklık sayesinde yeni rejimini kurumsallaştıracaktı. Bütün bunlar olup biterken Boğaziçi Üniversitesi bileşenleri üniversiteye liberal alan açan mevcut statükoyu koruyabileceklerine dair inançlarını sürdürdüler. Bu noktada, 2014-15 aralığında iktidar tarafından Boğaziçi’ne yapılan çeşitli ikazların yanısıra, 2016 Ocak ayında akademisyenlerin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı, Kürtlere yönelik devlet şiddetini kınayan barış bildirisi ve sonrasında akademide yaşanan kıyım, Boğaziçi’ne yönelik daha ağır bir uyarı olarak değerlendirilebilir. Bildirinin ardından Boğaziçili akademisyenler hakkında davalar açıldı, yabancı uyruklu statüde çalışan iki akademisyenin görevine son verildi. Böylece devletin varlığı daha kuvvetli “hatırlatıldı.” Ama diğer üniversitelerde olduğu gibi akademik kıyım Boğaziçi’nde yaşanmadı. 2016 yılının Kasım ayında ise 1992’den beri ilk kez, akademisyenler tarafından seçilmemiş bir kişi, rektör yardımcısı Mehmed Özkan rektör olarak atandı. Bu atamanın ardından öğretim üyelerinin geniş mutabakatıyla görevine devam etti. En nihayetinde Boğaziçi’nin statüsüne karşı pek çok negatif işaret olmakla birlikte bu işaretler ülkenin içinde bulunduğu politik atmosferin yan etkileri gibi okundu. Ülke bir karanlık dönemden geçerken Boğaziçi hala durumunu iyi kötü koruyor gibi görünüyordu. Bu “geçiş” döneminde BÜMED’in belli bir süre bir yandan kurumsal kimliğini koruyarak BÜ’nün “korunmasına” çalışırken diğer yandan da örneğin BUİM gibi aktivist mezun oluşumlarına alan açarak yeni bir yaklaşımı deneyimlediğini belirtmek gerekir.

2010’lu yıllarda BÜMED, bir taraftan Üniversite yönetimlerinin çeşitli mali taleplerini karşılarken, diğer taraftan üyelerine yönelik olduğu iddiasıyla okul açma, kooperatifle ev satışı, tarım girişimi gibi daha sonra bütçesinde açıklar oluşturacak, mezunlar nezdinde güvenilirliğinin sorgulanmasına neden olacak teşebbüslere yöneldi. Kampüs içinde bulunan bina çevresindeki tesisler nedeniyle oluşan zararlar bir süre kredilerle karşılanmaya çalışıldı. Tesis dernekçiliği ise bir türlü tartışmaya açılmadı. Oysa tesisin sunduğu fitness, havuz, tenis kortu gibi olanaklara siteler de dahil olmak üzere şehrin birçok noktasında artık ulaşılabiliyordu.

Gezi Direnişi ve 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında olan bitene bugünden bakıldığında, perşembenin gelişinin çarşambadan belli olduğu söylenebilir. Yeni rejimin inşasında tam yol ilerleniyor, el atılmadık kurum bırakılmıyordu. 2021’le birlikte Boğaziçi’ne geç de olsa “dokunuldu”. 1 Ocak 2021’de, 12 Eylül dönemi hariç ilk kez, üniversite dışından ve akademisyenlerin mutabakatını taşımayan biri, Melih Bulu, rektör olarak atandı. Bir gecede açılan fakülteler ve enstitüler aracılığıyla yeni kurumlaşma, buna itiraz eden öğrencilere polis ve güvenlik şiddeti, öğretim üyelerine soruşturma ve uzaklaştırma gibi uygulamalarla yeni bir dönem başladı. Fakat bu dönemin hemen başında etkili olabilecek mezun imza kampanyalarına dahi 60 bine yakın mezundan 5-10 bini katıldı. Bu yeni koşullar altında üniversite ve dernekle daha yakından ilgilenen mezunlar, “neden örgütlenemiyoruz” sorusundan ziyade “biz buradayız, diğer mezunlar nerede” sorusunu sormayı tercih ettiler.

Üniversiteye atanan kayyum yönetiminin gölgesinde 2022 yılında gerçekleşen BÜMED seçimleri, “dokunulan” Boğaziçi’nin nasıl savunulacağı tartışması etrafında şekillendi. Bir grup mezun “eylemci” bir dernek çizgisini savunurken, kurucu irade diyebileceğimiz BÜMED geleneğinin de desteklediği diğer bir grup, daha geniş bir mezun kitlesini bir araya getirerek kurumsal kazanımların korunması gerektiğini savunuyordu. BÜMED tarihinde ilk kez iki liste yarıştı ve ikinci grup seçimleri kazandı. “Eylemci” çizgi her ne kadar yönetime gelemediyse de, kendilerinin de seçim sonrasında belirttikleri gibi, bu çizgiyi şu ya da bu şekilde benimseyenler kurucu iradenin desteklediği ekibin listesinden yönetim kuruluna girmişlerdi.

Üniversitede ise yapısal dönüşümlere hız veren Naci İnci rektörlüğündeki yönetim, mezunların çok önemli bir bölümü arasında rahatsızlığa neden olmaktaydı. Rahatsızlık büyüktü büyük olmasına, ancak bu rahatsızlık örgütlü bir tepki halini alamadı. Bunun temelde üç nedeni olabilir: Boğaziçi’ndeki bireysel/bireyci kültürün örgütlenmenin önünde engel olması, mezunların önemli bir bölümünün giderek sertleşen politik ortamda işine gücüne zarar geleceğini düşünmesi ve mezunları üniversite gündemi çerçevesinde bir araya getirme iddiasında olan yapıların kapsayıcı, durumdan rahatsız her kesime seslenen bir söylem ve işleyiş oluşturamaması. Dernekte ise iki eğilim belirmişti: BÜMED, üniversite değerlerinden ve derneğin kurumsal kimliğinden taviz vermeden mezunların bir araya getirilmesini esas alarak muhalefete alan açan bir kurum mu olacak, yoksa Üniversite’de akademisyen ve öğrencilerin sürüklediği muhalefetin doğrudan bir bileşeni şeklinde mi hareket edecek? Bu tartışma bir nihayete eremedi. Bunun nedeni ise ülkedeki belirsizliğin devam ediyor oluşuydu. Hatırlanacak olursa, ülke bir yandan da 2023 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyordu. Seçimlere doğru gidilirken genel olarak orta-üst sınıf seküler kesimin yaklaşımı elbette BÜMED’de de hakimdi: “Biraz daha sıkalım dişimizi, seçimleri kazanırsak eski günlerimize döneceğiz.”

2023 seçimi sonrası BÜMED’in ana gündemi okuldaki gidişat oldu. Üyelerle ilişki dar kapsamlara sıkıştı ve üyelerin büyük bölümü ile etkin bir bağlantı kurulamadı. Üyeleri birleştirmek için farklı örgütlenme ve etkinliklere sınırlı fırsat ve zemin bulundu; derneğin etkisi ve varlığı giderek azaldı. 2024 yerel seçim sonuçları gibi kimi gelişmeler umut yaratıyor, “yoksa bu sefer mi?” dedirtiyor, TÜSİAD yöneticilerinin kovuşturulması gibi gelişmeler ise tedirginliğe neden oluyordu. Ağırlıklı olarak emekçi kesimleri, alt ve orta sınıfları vuran ekonomik kriz iktidara olan desteği eritiyor, ama Trump’ın seçilmesi ve iktidarı destekler açıklamalar yapması yepyeni bir belirsizliğe kapı aralıyordu. Bütün kaderini ülkenin yakın geleceğinde yaşanacak siyasi gelişmelere bağlayan BÜMED, mezunların öz gücüne odaklanan ve tüm üyelerine seslenen bir söylem ve işleyiş oluşturmaktan ziyade, yer yer yüksek siyasetle angaje hareket etmeyi tercih ediyordu. Derneğin yönetiminde şu ya da bu şekilde her zaman söz sahibi olmuş kurucu irade ise, ülkede yaşananlar karşısında dernekten uzaklaşma eğilimi içinde görünüyordu. Öyle olmasalardı yaklaşan BÜMED seçimlerini gündemlerine alır, geçmişte olduğu gibi yönetim kurulu için bir liste oluşturur, oluşturdukları geleneğin devamlılığı için ortaya çıkabilirlerdi.

Yukarıda bahsedilen, derneğin yüksek siyasetle angajmana meyilli hareket tarzı şaşırtıcı değildi. Zira derneğin yönetim kuruluna katılarak üniversitede kayyım yönetimine karşı mücadeleyi odağına alan bir grubun eğilimleri öne çıkmaya başlamıştı. Şimdi yeni yönetime aday oldukları görünüyor. Grubun niyeti halis olsa da, kurdukları söylemden anlaşıldığı kadarıyla BÜMED’in geleceğine dair perspektifleri ağırlıklı olarak üniversite içinde yürütülen direnişe destek olmak. Bunun yanı sıra, derneğe yönelik ilgisi zayıflamış mevcut üyelere yönelik işlevli olabilecek bazı projeler de vadediyorlar. Mezun derneği olarak kurulmuş, BÜMED dışındaki diğer iki derneğin kapsayıcı olmadığı ve zaten öyle bir niyetlerinin de olmadığı düşünülecek olursa, BÜMED’in mezunlar için farklı kesimleri kapsayan bir çatı dernek olma iddiasını sürdürmesinin çok önemli olduğu açık. BÜMED’i bir mevzi değil, kitlesel bir çatı dernek haline getirmenin yolu ise kapsayıcılıktan, geniş tabanlı, herkesin özgün kimliğiyle var olabildiği, biz ve onlar karşıtlığının aşıldığı, şeffaf ve katılımcı yeni bir anlayış ve yapının oluşturulmasından geçiyor. “Son dört yıldır nerelerdeydiniz” suçlaması ile dernekte var olmak isteyen mezunlara “paraşüt” ithamı yapmak, mezunları sorumluluk almaya teşvik eden bir tavır mıdır sorusunu herkesin kendisine sorması gerekiyor. Farklı segmentlerdeki tüm mezunlara dokunacak, onların ihtiyaç ve beklentilerine yanıt verecek bir perspektife ihtiyaç olduğu görülmektedir. Aynı katılımcı perspektifin aday yönetim kurulunun oluşturulması sürecinde de gözetilmesi beklenir.

Öte yandan oldukça geç kalmış bir şekilde bir araya getirilen, kurucu iradenin de kısmen desteğini aldığı görünen ikinci bir grup daha seçimlere dahil oldu. Topluluk yönetimi ve STK alanında yaptığı çalışmalarla tanınan bir mezunun başkanlık adaylığında, BÜMED’i çoğulcu yaklaşımları ile Üniversite’nin çatı derneği olma iddiasını yeniden konumlandırmak, çok daha fazla mezuna ulaşarak camia için kapsamı daha geniş işler yapmak, bütün bunları yaparken akademisyenler ve öğrencilerle güçlü ilişkiler geliştirerek üniversiteye faydalı olmak gibi öncülleri açıkladıkları bir metin yayınladılar. Fakat henüz gruptaki diğer YK adayları dahi açıklanmadan başkan adayı destekçi konumu benimseyerek başkan adaylığından çekildiğini duyurdu. Halihazırda zaten çok geç bir araya gelen grup, seçime sadece 6 gün kala YK listesini ve niyetlerini açıklamaya başlayabildi. Daha ziyade dernekçilik faaliyetini önemseme iddiasıyla yönetime aday olan bu grubun BÜMED’in geleceği için elini taşın altına koyması önemli gözükse de geç kalmanın getirdiği dağınıklık rahatlıkla gözlemlenebiliyor. Başkan adayı olarak lanse edilen mezunun ise ağırlıklı olarak eş-başkanlığı uygun gördüğünü açıklayarak adaylıktan çekilmesi arkada yanıtlanmamış şu soruyu bıraktı: Bazı mezun gruplarında hakkında yazılan karalamalardan mı bezdi, yoksa bu dönem “eylemci” bir grubun BÜMED yönetiminde yer almasının daha uygun olduğunu düşündüğü için mi çekildi?

Maalesef çok sayıda mezun, dernek binasına el konması ve derneğin kampüs dışına çıkarılmasının ardından BÜMED’in artık faal olmadığını düşünmekte. Tesis dernekçiliğini aşacak yeni bir vizyon oluşması, üyeleri yeniden konsolide edecek bir perspektif ortaya konulması, Boğaziçi Üniversitesi’nin çeşitliliğini yansıtacak demokrat ve katılımcı bir söylemin kurulması, bir sivil toplum örgütü anlayışı içinde etkin hale gelerek derneğin güçlenmesi ve Boğaziçili kimliğini kutuplaşmacı bir perspektifin ötesinde aidiyete dönüştürmek için öncelikle her anlamda tek tipçiliğin aşılması dert edilmeli.

BÜMED beğenelim ya da beğenmeyelim 40 yıl önce temelleri atılmış ve çeşitli merhalelerden geçerek bugüne gelmiş bir sivil toplum kuruluşu. Bugün Üniversitenin yaklaşık 70 bin mezunu olduğu düşünülürse büyük bir etki yaratma potansiyeline sahip. Diğer yandan, günümüzde kurumsal yapıların büyük bir saldırı ile karşı karşıya olduğunu görmek hiç de zor değil. Bu koşullarda, mevcut kurumları korumak, desteklemek ve yeni dönemin koşullarına uygun olarak yeniden yapılandırmaya katkıda bulunmak başta yönetime aday olanlar olmak üzere, bu satırları yazanlar da dahil, Boğaziçi’ni dert eden tüm mezunların sorumluluğudur. Biriktirdiği değerleri demokratik, kapsayıcı ve çoğulcu bir vizyonla geleceğe taşıyabilecek bir dernek hem Üniversitemiz’e hem de memleketimize yapıcı katkılar sunacaktır.

Boğaziçi’ne de herhalde böyle bir dernek yakışır.

 

[1] Üniversitelere kadınların başörtüsü ile girmesinin yasak olduğu dönemde Boğaziçi Üniversitesi yönetimi liberal duruşu ile bu yasağı uygulamıyordu.

[2] 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde siyasi ve yasal engellemeler yüzünden Ermeni Konferansı düzenlenememiş Bilgi Üniversitesi bu konferansa sahip çıkarak ev sahipliği yapmıştı. 10 yıl sonra 2015’te ise tersi bir durum oluşmuş ve Bilgi Üniversitesi tarafından iptal edilen Ermeni Konferansı, UCLA, Tarih Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi iş birliği ile “Konuşulamayanın 100. Yılında Psikoloji, Yüzleşme ve Toplumsal Adalet”  başlığı ile Boğaziçi Üniversitesinde gerçekleştirilmişti. 

[3] Rektör Kadri Özçaldıran bu kuralı uygulamaya başlayan ve üniversiteye başörtülü kadınların girmesini yasaklayan rektördür.