Kovid salgını ve krizi bir dizi yanıt üretilmesine yol açmış olabilir, fakat dikkat çekici bir eksiklik göze çarpıyor: demokrasinin geliştirilmesi. Dünyanın pek çok yerinde siyaset sahnesinde hem sağ hem de sol partiler teknokratik bir hükümeti giderek daha fazla destekliyor ve iki taraf da durumun özellikle demokratik bir karşılığı gerekli kıldığını fark etmiyor. Tarihsel olarak kendini demokrasiye adamış bir Sol için bu durum hem şaşırtıcı hem de akıldışıdır, çünkü her türlü biyo-toplumsal sorun zorunlu olarak, yalnızca teknokratik araçlarla değil ancak demokratik süreç yoluyla müzakere edilebilecek değerleri gündeme getirir.

Gerek doğa bilimleri gerekse sosyal bilimlerin salgın ve salgına verilecek karşılık konusunda söyleyecek bir dolu şeyi var, ancak sosyal bilimler söz konusu olduğunda meselenin indirgenemez şekilde değer yargılarıyla şekillenen boyutları vardır. Salgının yol açtığı çok sayıda değer-yüklü mesele arasında şunları sayabiliriz: Kabul edilebilir risk nedir? Gelecek kuşağın öğrenim görmesinin önemi ile genel anlamda toplumun güvenliği arasında nasıl bir denge kurulmalı? İnsanları korumanın en adil yolu nedir? Kimsenin bu sorulara verebileceği cevapları yok, çok basit bir nedenden ötürü: Çünkü herkesin verebileceği cevapları var. Konuyla ilgili görüşlerin bir haklar çerçevesi içinde çokluğu ve çeşitliliğine saygı gösterecek politikalar ancak halka danışarak geliştirilebilir.

Toplumlarımızın demokrasiye ilgisinin azaldığı süregiden kovid krizi sırasında özellikle bariz hale gelmiş olabilir; ama geçtiğimiz on yılın bütününde demokratik tutumların arka plana itildiğine dair bir dolu kanıt bulabiliriz. Bir örnek vermek gerekirse, dünyanın her yerinde mantar gibi biten, bazıları açıkça neo-faşist, çeşit çeşit güçlü liderlerden söz edebiliriz. Şaşırtıcı bir şekilde demokrasiye yönelik ilgi kaybını, bu türden güçlü adamlara en sık gösterilen tepkilerde görebiliriz: Tipik olarak bu tepkiler otoriter liderleri, kararları aldıkları yöntem yüzünden değil,  bu kararların içeriği nedeniyle azarlıyor.

Ne kadar da tuhaf! Nitekim 20 yıldan daha az bir süre önce sağcılar ülkeleri (ikiyüzlü biçimde) demokrasi adına işgal ediyor ve solcular da bu ülkeleri aynı ilkeye dayanarak savunuyordu! Demokrasiye dönük ilgi kaybı zaten kendi başına rahatsız edici, fakat günümüzde özellikle ciddi bir sorun oluşturuyor; çünkü tarihte büyük bir dönüm noktasında bulunuyor olabiliriz. Bu sebeple geçmişte buna benzer en yakın tarihsel kavşağa dönüp bakmak önem taşıyor. 1970’lerde neoliberalizmin ortaya çıkışıyla sonuçlanan kavşağı kast ediyorum.

Felsefeci Nancy Fraser neoliberalizmin nasıl da paradoksal bir süreçte ortaya çıktığına işaret ediyor. Üstyapı düzeyinde neoliberalizm, savaş-sonrası dönemde işbaşında olan iki karşıt tarihsel kuvvete yanıt verecek ve onlara yeni bir anlam kazandıracak şekilde kapitalizmin yeniden yapılandırılmasıydı. Yerleşik düzene karşı çıkmak, bir yandan tahakkümün erkek egemen, devletçi ve kültürel formlarından kurtuluş için mücadele eden yeni bir sol anlamına geliyordu; diğer yandansa, sosyal devlete son vermeyi hedefleyen radikal piyasa yanlısı gruplar vardı. Neoliberalizm, Fraser’in “tarihin kurnazlığı” adını verdiği bir süreçle elbette sömürüyü ve sermaye birikimini sürdürerek, (ve solun amaçları söz konusu olduğunda sınırlanmış ve çarpıtılmış bir biçimde  de olsa ) her iki grubun amaçlarını da gerçekleştirdi .

Şimdi elli yıl sonra benzer ağırlıkta bir krizle karşı karşıya olabiliriz. Bir tarafta, kapitalist birikim ve kârlar tatminkâr bir tempoyla artmaya devam edecekse, kapitalizmin kalan son demokrasi kırıntılarından kurtulması gerektiğini düşünenler var . Diğer tarafta ise, devletin toplumsal yeniden üretim için daha fazla maliyet üstlenmesini isteyen biz varız; bu nedenle temel gelir, herkese sağlık hizmeti ve genel olarak daha fazla sosyal harcama çağrısı yapıyoruz. Buna karşın, içinde bulunduğumuz tarihsel konjonktürde bir kuşku ortaya çıkıyor: Söz konusu kuvvetlerin ortaya çıkaracağı istenmeyen ve yeni bir anlam kazanacak sonuç, halkı “önemseyen” yeni bir otoriter kapitalizm olmasın?

Tam da bu nedenle, demokrasiyi ve demokrasin genişlemesini bugün Sol’un programının merkezi bir unsuru olarak korumak önem taşıyor.  Çünkü halk için ve halk tarafından (yani, halkın denetleyebildiği bir devlet ve kurumları tarafından) gerçekleştirilen bir şey değilse, toplumsal yeniden üretimi korumak anlamsızdır. Defalarca Sol’da en görkemli hedeflerimizle hayallerimizin kâbuslara dönüştüğünü gördük. 68’lilerin aradıkları kurtuluşun, onlara nasıl piyasa fırsatları olarak geri döndüğünü hatırlayın! 68 kuşağının devlet tahakkümünü sona erdirme mücadelesinin, neoliberalizm altında nasıl sosyal refah programlarının sona erdirilmesi olarak geri döndüğünü düşünün!

Elbette burada belirtilenler istediğimiz şeyler için mücadele etmememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Buradaki sorun, sahnedeki bütün güçler yelpazesini gözönüne bulundururken, ne istediğimiz konusunda değil asıl onu nasıl isteğimiz konusunda ihtiyatlı olmak. Günümüzde halkı önemseyen, insanların yaşamları ve sağlıklarını koruma sorumluluğu üstlenen bir devlet için mücadelemizin otoriter bir kapitalizmle sonuçlanmasını önlemenin biricik yolu, eşzamanlı olarak demokrasi için mücadele etmektir. Yoksa ikinci kez tarihin kurnazlığının kurbanı olabiliriz.

Son fakat önemli bir uyarı: Günümüzde demokrasinin bir anlamının olabilmesi, karar alma süreçlerinin, şirketler gibi kudretli ekonomik aktörlerin etkisinden kurtarılmasına bağlı. Zamanımızda demokrasinin anlamlı olabilmesi, özel şirketlerin mülkiyetinde olmaması gereken sosyal iletişim ağları ve sosyal medya üzerinde halk denetimi uygulayarak kamusal alanın yeniden kurulmasını gerektiriyor. Üstelik, genel bir ilke olarak sahici demokrasi, hakların onaylanmasının sınırlı anlamının ötesine geçmeli, bu hakların gerçek ve maddi bir kimlik kazanmasını da içermelidir. Asıl önemlisi, demokrasi, hem ne ürettiğimiz hem de ürettiğimiz şeyi nasıl ürettiğimiz ve dağıttığımız konusunda halk denetimini beraberinde getirmelidir.

*Chris Gilbert, Universidad Bolivariana de Venezuela’da siyaset bilimleri profesörüdür.

[i] Makalenin orijinali için bkz. https://www.counterpunch.org/2021/02/01/covid-and-democracy-a-turning-point-2/