NATO liderleri çarşamba günü ittifakın Bulgaristan, Macaristan, Polonya ve Slovakya gibi ülkelere –binlerce ABD askeri dahil olmak üzere– daha fazla asker yollayarak doğu cephesini güçlendirmeyi ve “Ukrayna’nın kendisini kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer tehlikelere karşı savunabilmesi için ekipman” göndermeyi planladığını açıkladı. NATO ittifakı Ukrayna’ya doğrudan silah göndermiyor olsa da ittifakın üyesi olan birçok ülke füze, roket, makinalı tüfek ve bunun gibi silahları Ukrayna’ya iletiyor.

Muhtemelen Rusya Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna sınırına uzun bir süre boyunca devasa bir askeri yığınak yaptıktan sonra 24 Şubat’ta komşu ülkenin işgal emrini verdiğinde ordusunun Ukrayna’yı birkaç gün içinde istila edebileceğini düşünüyordu.

Ancak işgalin başlangıcından bir ay geçmesine rağmen savaş hâlâ devam ediyor ve Ukrayna’nın birçok şehri Rus hava saldırıları dolayısıyla harap olmuş durumda. Barış müzakereleri ilerlemiyor ve Putin’in hâlâ Ukrayna hükümetini devirmek mi istediği, yoksa Ukrayna’nın “tarafsız” olmasını mı istediği bilinmiyor.

Bu söyleşimizde, dünyaca tanınmış bilim insanı ve önde gelen muhalif seslerden olan Noam Chomsky bizimle Ukrayna’daki savaşın bitmesi için önümüzdeki seçenekler hakkında düşüncelerini ve bilgisini paylaşıyor; “haklı” savaş doktrinini ve Ukrayna’daki savaşın Putin iktidarının yıkılmasına neden olma olasılığını sorguluyor.

Noam Chomsky dünya çapında, yaşayan en büyük entelektüellerden biri olarak tanınıyor. Entelektüel itibarı Galileo, Newton ve Descartes ile karşılaştırılıyor, çünkü çalışmalarının müthiş etki yarattığı pek çok akademik ve bilimsel araştırma alanı var; dilbilimden tutun da mantık ve matematiğe, bilgisayar bilimine, psikoloji, medya çalışmaları, felsefe, politika ve uluslararası ilişkilere kadar. Kendisi yaklaşık 150 kitabın yazarı, Sydney Barış Ödülü ve (Japonya’nın Nobel Ödülü olan) Kyoto Ödülü gibi yüksek prestijli ödüllerin sahibi, ayrıca dünyanın en ünlü onlarca üniversitesinden fahri doktora unvanı almış bir insan. Chomsky MIT’de Emeritus Profesör ve şu an Arizona Üniversitesi’nde onursal profesör.

C.J. Polychroniou: Noam, savaş başlayalı bir ay oldu bile ve barış görüşmeleri çıkmaza girmiş durumda. Hatta Batı, Ukrayna’ya askeri desteğini arttırdıkça Putin de vahşeti arttırdı. Önceki söyleşimizde Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini Nazilerin Polonya’yı işgaline benzetmiştin. Putin’in stratejisi doğrudan Hitler’in taktik kitabından alınmıştır diyebilir miyiz? Ukrayna’nın tamamını mı işgal etmek istiyor? Rus İmparatorluğu’nu yeniden mi kurmak istiyor? Sence barış görüşmeleri bu sebeple mi ilerlemiyor?

Noam Chomsky: Görüşmelerle ilgili güvenilir çok bir bilgi kaynağı yok. Sızan bazı bilgilerse biraz da olsa iyimser yönde. Eğer ABD yapıcı bir program oluşturup ciddi bir şekilde görüşmelere dahil olmayı tercih ederse, yaşanan korkunçlukların sonunun gelme ihtimalinin güçlenmesini bekleyebiliriz.

Bu yapıcı programın nasıl olması gerektiği, en azından kaba hatlarıyla, çok açık. Ana madde Ukrayna’nın tarafsızlaştırılması: düşman askeri ittifaklara katılmak yok, (yanıltıcı bir şekilde “savunma silahı” olarak etiketlenseler bile) Rusya’yı hedef alan silahlar yerleştirmek yok, düşman askeri birliklerle tatbikat yapmak yok.

Ortada resmi hiçbir şey olmasa bile, bu dünya meselelerinde hiç de yeni bir fikir değil. Meksika’nın gidip de Çin’in yönettiği bir askeri ittifaka katılamayacağını, Çin silahlarını sınırlarına yerleştirip ABD’ye çeviremeyeceğini ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu’yla birlikte askeri tatbikat yapamayacağını herkes bilir.

Kısacası, yapıcı bir program Beyaz Saray’ın 1 Eylül 2021’de imzaladığı ABD–Ukrayna Stratejik Ortaklığı Hakkında Müşterek Bildiri’nin tam tersi olmalı. İmzalandığı sırada çok dikkat çekmeyen bu belge, açık bir şekilde, Ukrayna’nın NATO’ya (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) girmesi için kapının ardına kadar açık olduğunu beyan ediyordu. Ayrıca, Ukrayna’ya gelişmiş tanksavar ve benzeri silahlar yollamak ve Ukrayna’nın NATO’nun Geliştirilmiş İmkânlar Ortağı olması adı altında bu ülkeye güçlü bir eğitim ve talim programı sağlamak suretiyle ABD–Ukrayna stratejik savunma ve güvenlik işbirliğinin güçlendirilmesini temin eden yeni bir Stratejik Savunma Çerçevesi’nin oluşturulmasını tamamlamış oluyordu.

Bu bildiri kasıtlı bir şekilde ayıyı dürtmek için yayımlanmıştı. Bu da 1998’de Bill Clinton’ın, George H. W. Bush’un verdiği NATO’nun doğuya doğru genişletilmeyeceği sözünü ihlal etmesinden beri NATO’nun (yani Washington’ın) mükemmelleştirdiği sürecin bir parçası. Bu karar zamanında George Kennan, Henry Kissinger, Jack Matlock, (şu anki CIA Direktörü) William Burns gibi birçok yüksek seviyedeki diplomatın tepkisini çekmiş ve Savunma Bakanı William Perry’yi meselenin farkında olan başka birçok kişi ile birlikte tepki olarak istifa etmenin eşiğine getirmişti. Bu politika tabii ki Rusya’nın ilgi alanlarını vuran (Sırbistan, Irak, Libya ve daha küçük çaplı suçlar gibi) agresif eylemlerle yürütülmüş ve söz konusu eylemler Rusya’yı mümkün olduğunca küçük düşürecek şekilde uygulanmıştı.

Bu müşterek bildirinin, Putin’in ve çevresindeki daralan “sert adamlar” halkasının Rusya’nın güvenlik kaygılarına dikkat çekmek için kuvvetlerini seferber edip Ukrayna sınırına dayamasında ve şimdiki durumda Nazilerin (Stalin ile birlikte) Polonya’yı işgaliyle kıyaslanabilecek şekilde saldırı suçu işlemesinde önemli bir faktör olduğuna inanmak güç değil.

Ukrayna’nın tarafsızlaştırılması yapıcı bir programın ana parçası, ancak bu kadarla bitmiyor. Minsk II’den arta kalanlar doğrultusunda Ukrayna’nın Donbas bölgesinin bir miktar otonomi kazanmasını sağlayacak federal bir düzenlemenin oluşturulması lazım. Tekrardan söylüyorum, bu dünya meselelerinde hiç de yeni bir şey sayılmaz. Birbiriyle aynı olan iki vaka yoktur ve gerçek dünyadan örneklerin hiçbiri mükemmel olmaya yakın bile değildir, ancak İsviçre’de ve Belçika’da, hatta belli bir noktaya kadar ABD’de bile federal yapılanmalar var. Ciddi diplomatik eylem bu soruna çözüm üretebilir veya en azından yangının büyümesini engelleyebilir.

Yangın ki ne yangın. Tahminlere göre 2014’ten bu yana çatışma bölgesinde 15,000 insan öldürülmüş.

Gelelim Kırım’a. Kırım’da Batı’nın iki seçeneği var. Biri, Rusya’nın Kırım’ı ilhakının şimdilik hayatın bir gerçeği olduğunu, Ukrayna’nın ve belki de çok daha fazlasının yok olmasına neden olacak eylemler olmadan değişmeyeceğini kabullenmek. Diğeriyse varılması kuvvetle muhtemel olan bu sonuçları görmezden gelip müşterek bildiride de belirtildiği gibi, ABD’nin “asla Rusya’nın Kırım’ı ilhak edişini tanımayacağını” söyleyip kahramanlık taslaması ve diğer ülkelerle beraber dilbazlık ederek Ukraynalıların cesaretinin reklamını yaparken Ukrayna’yı felaketin içine atması.

Beğenseniz de beğenmeseniz de seçenekler bunlar.

Peki Putin, “Ukrayna’nın tamamını işgal edip Rus imparatorluğunu yeniden mi kurmak istiyor?” Açıkladığı hedefler oldukça farklı bir yöne işaret ediyor (ağırlıkla tarafsızlaştırma). Buna, eski Sovyetler Birliği’ni yeniden oluşturmanın delilik olacağını söylediği açıklamasını da ekleyebiliriz. Ama belki de aklında böyle bir şey vardır. Eğer öyleyse o ve çevresi hâlâ ne yapıyor, tahmin etmek güç. Rusya’nın Afganistan tecrübesi, Ukrayna’nın işgalinin yanında hafif kalacaktır. Bu artık apaçıktır.

Putin Ukrayna’yı harap edecek askeri kapasiteye sahip –Çeçenistan gibi örneklere bakacak olursak bunu yapacak vicdani kapasiteye de sahip. Ancak bu işgalin de Rus imparatorluğunun da Putin’in de sonu olur.

Gözlerimiz haklı olarak Putin’in Ukrayna’yı işgalinin korkunç sonuçlarına odaklı durumda. Ancak müşterek bildirinin emperyalist zihinlerin sessizce hayalini kurduğu zevklerden yalnızca biri olduğunu unutmak hata olur.

Birkaç hafta önce Başkan Biden’ın müşterek bildiri kadar az bilinen Milli Savunma Yetki Kanunu’nu tartışmıştık. Bu muazzam belge –yine Michael Klare’i alıntılayacak olursak– Kuzey Pasifik’te Japonya’dan Güney Kore’ye, güneyde Avustralya, Filipinler, Tayland ve Singapur, Çin’in doğusunda da Hindistan’ın aralarında yer aldığı kesintisiz bir ABD silahlı nöbetçi devletler zinciri oluşturulmasını öneriyor. Hem de “endişe verici bir şekilde” Tayvan dahil olmak üzere Çin’i kuşatmak suretiyle.

Acaba Çin, ABD’nin Hint-Pasifik komutasının bu kuşatmayı daha da büyütüp, “bahsi geçen adalar zinciri boyunca hedefi hassasiyetle vurabilen füzeler ağı” oluşturulabilmek için 2022 mali yılında harcamalarını iki katına çıkarması konusunda ne düşünüyor?

Tabii bunlar savunma amaçlı, Çin Hükümeti’nin endişelenmesi için bir sebep yoktur eminim.

Putin’in Ukrayna’ya karşı saldırısının haklı savaş teorisine uymadığı, bu krizde NATO’nun da ahlaki sorumluluğa sahip olduğu konusunda şüpheye yer yok. Peki ya işgalcilerle savaşmak için Ukrayna’nın sivilleri silahlandırması? Nasıl Nazilere karşı olan direniş ahlaki açıdan haklıysa bu durumda onlar da haklı değil mi?

Maalesef, haklı savaş teorisinin gerçek dünyada geçerliliği, “insani müdahale”, “savunma sorumluluğu” ya da “demokrasiyi korumak” mefhumlarıyla aynı düzeyde.

Yüzeyde, gaddar saldırganlara karşı kendini savunmak için bir halkın silahlanma hakkının olduğu kulağa çok doğru geliyor. Ancak maalesef yaşadığımız bu kasvetli dünyada biraz daha düşünürsek akla sorular gelmeye başlıyor.

Mesela Nazilere karşı olan direnişe bakalım. Bundan daha soylu bir amaç zor bulunur. Herschel Grynszpan’in 1938’de bir Alman diplomatına suikast düzenleyişini veya 1942 Mayıs’ında İngilizler tarafından eğitilen partizanların katil Nazi Reinhard Heydrich’e suikast yapışını kesinlikle anlayabilir ve empati duyabiliriz. Ve onların cesaretini ve adalet için tutkularını sonuna kadar takdir edebiliriz.

Fakat bu hikâyenin sonu değildi maalesef. Bu eylemlerin ilki Nazilere Kristallnacht gaddarlıkları[1] için bir bahane sağladı ve Nazi planlarını iyiden iyiye korkunç sonuçlarına doğru yönlendirdi. İkincisi ise şok edici Lidice katliamlarına yol açtı.

Her olayın bir sonucu vardır. Bu sonuçlara katlananlar da masumlar olur, belki de korkunç şekilde. Vücudunda en ufak bir vicdan kırıntısı olan herkes bu soruları soracaktır. Katil işgalcilere karşı cesurca direnenler silahlandırılmalı mı veya nasıl yapılmalı diye düşünürken bu sorular daima sorulmalı.

Burada da bitmiyor tabii. Şu anki duruma bakınca bir nükleer savaşla sonuçlanabilecek hangi riskleri almak istiyoruz diye düşünmek zorundayız. Yoksa bu değil Ukrayna’nın, çok daha ötesinin sonunu getirir. Gerçekten düşünülemeyecek şeyler olur.

Amerikalıların üçte birinin “Rusya ile nükleer savaş pahasına olsa da Ukrayna’da askeri müdahaleyi” destekliyor olması çok iç açıcı değil. Belki de Winston Churchill taklidi yapmadan iki kere düşünmesi gereken yorumcular ve siyasilerden etkileniyorlardır.

Hem Ukrayna’yı savunanlara saldırganları geri püskürtmeleri için silah verip hem de vahim sonuçlardan kaçınmanın bir yolu bulunabilir. Ancak kendimizi kandırıp bunun cüretkâr konuşmalarla çözülecek basit bir mesele olduğuna inanmamalıyız.

Savaş uzarsa veya bitmesine rağmen Ukraynalılar direnişe devam ederse, Rusya’nın içinde büyük siyasi gelişmeler olmasını öngörüyor musunuz? Zira Rusya’nın ekonomisi halihazırda kuşatma altında ve yakın zamanda benzeri görülmemiş bir ekonomik çöküş yaşayabilir.

Bir tahmin yürütecek kadar bile bilgim yok Rusya hakkında. En azından spekülasyon –ve kendi ifadesiyle yalnızca spekülasyon- yapabilecek kadar bilgiye sahip olan Anatol Lieven’in görüşleri bu süreç boyunca çok değerli oldu. O, Putin’in itinayla oluşturduğu sıkı kleptokrasinin doğası nedeniyle “büyük siyasi gelişmelerin” muhtemel olmadığını söylüyor. İyimser tahminler içinden “en olası olanı, yaşananların büyük ölçüde kamuoyuna yansımadığı, Putin ve yakın çevresinin tutuklanmamak ve aile varlıklarını korumak şartlarıyla ‘gönüllü olarak’ istifa ettiği bir çeşit yarı-darbe. Böyle bir durumda bir sonraki başkan olarak iktidara kim gelir, işte bu ucu açık bir soru” diyor Lieven.

Mutlaka üzerine düşünülmesi gereken hoş bir soru da değil bu.

[1] 9–10 Kasım 1938 gecesi Nazi rejimi tarafından Nazi Almanyasında bir dizi Yahudi karşıtı şiddet olayı düzenlenmiştir. Bu olay, Kristallnacht ya da “Kırık Camlar Gecesi” olarak bilinir. Bu ad, yaşanan şiddetin ardından sokaklarda kalan kırık vitrin camlarından gelmektedir. (Alıntı: Holokast Ansiklopedisi).