Bu makale 27 Mart 2023 tarihinde progressive.org sitesinde yayınlanmıştır. 

Irak ve Ukrayna işgallerinin dönüm noktası niteliğindeki yıldönümleri ve ısrarla görmezden gelinen küresel ısınma dikkate alındığında, “gece yarısına doksan saniye kaldığını” söylemek fazlasıyla  cömert olabilir.

Atom Bilimcileri Bülteni’nin Kıyamet Saati kısa bir süre önce gece yarısına doksan saniye olarak ayarlandı. Sona en fazla yaklaştığı an bu. Saati ayarlayan analistlere göre en dikkat çekici iki neden şu: artan nükleer savaş tehdidi ve küresel ısınmanın artık çok geç olacağı bir noktaya ulaşmasını önlemek için gerekli önlemlerin alınmaması; ki bu hiç de uzak bir ihtimal değil.

Üçüncü bir neden daha ekleyebiliriz: bu krizlerin aciliyetine dair kamuoyunun anlayış eksikliği. Yakın tarihli bir Pew Araştırma Merkezi anketi bunu grafiksel olarak gösteriyor. Katılımcılara aciliyet sırasına göre sıralamaları gereken bir dizi sorun sunulmuş. Nükleer savaş listeye bile giremedi. İklim değişikliği sonlara yakın bir yerlerdeydi; Cumhuriyetçilerin yalnızca yüzde 13’ü iklim değişikliğini hafifletmenin en temel öncelik olması gerektiğini söyledi.

Anketin sonuçları feci olsa da, hakim söylem göz önüne alındığında şaşırtıcı değil. Arada sırada nükleer savaştan bahsediliyor, ancak bu konu oldukça gelişigüzel ele alınıyor: Olursa ne olacak? Büyük güçler arasındaki nükleer savaşın hemen hemen her şeyin sonu olduğuna dair çok az farkındalık var.

Şirketler tarafından onlarca yıldır yürütülen büyük propaganda savaşı, tehlikeyi tamamen reddetmese dahi, yaklaşan bir çevresel felaketle ilgili endişeleri önemsizleştirmeye çalıştı. Sınırsız kapitalizmin mantığı, kâr ve pazar payı kaygısı karşısında türlerin hayatta kalmasının çok gerilerde bırakılmasını gerektirir. İntiharımızın kârı uçuşa geçerken, petrol devleri enerji portfolyolarına azıcık sürdürülebilir enerji eklemek üzere sürdürdükleri çabalarını da terk ediyorlar.

Mevcut kurumsal çerçevede, eylem seçimi sınırlıdır: hükümetler çevreyi yok edenlere bu işten vazgeçmeleri için rüşvet vermelidir. Bu yeni bir şey değil. Amerika Birleşik Devletleri seksen yıl önce savaş için seferber olurken, o zamanki Savaş Bakanı Henry Stimson şöyle demişti: “Kapitalist bir ülkede savaşa girmeye veya savaşa hazırlanmaya çalışacaksanız, şirketlerin kazanç sağlamasına izin vermelisiniz. Yoksa şirketler çalışmaz.”

Kurumsal tuzağın saçmalığı yeterince açıktır. Bu, Meksika hükümetinin uyuşturucu kartellerine toplu katliamlarını durdurmaları için rüşvet vermesine benziyor. Alternatifler tabii ki mevcut; ama en azından şimdilik doktriner ortodoksinin dışındalar.

Doktriner ortodoksi, başka etkileyici başarıları da kaydeder. Şubat ve Mart 2023 iki önemli yıl dönümüne işaret ediyor: ABD-İngiltere’nin Irak’ı işgalinin yirminci yıldönümü ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin birinci yıldönümü – her ikisi de saldırganlık, yani “en büyük uluslararası suç”; bu işgallerden ikincisi yeterince korkunç, fakat dehşet açısından herhangi bir rasyonel ölçüyle birincisinin yanına bile yaklaşamaz.

Irak Savaşı, dar doktriner sınırlar içinde hiç eleştirilmedi değil. Ana akımda “bu stratejik bir gaftı”nın ötesine geçen bir eleştiri bulmak neredeyse imkansız – örneğin, Barack Obama, Afganistan’ın işgaline benzer gerekçelerle karşı çıkan Rus yetkililerin sözlerini tekrar etti.

Savaş, Iraklıları kötü bir diktatörün pençesinden kurtarmak için bir merhamet görevi olarak yeniden inşa edildi. Saddam Hüseyin’in en kötü suçlarının ABD’nin güçlü desteğiyle işlendiğini yalnızca küçük zihinler bir tarafa yazar. Harvard Üniversitesi’ni, Irak misyonunun insani müdahale olup olmadığını tartıştığı için övecek kadar alçaldık. Harvard’ın Carr İnsan Hakları Politikaları Merkezi’nin o zamanki direktörü Michael Ignatieff bu soruya olumlu yanıt verdi. Moskova Devlet Üniversitesi’nde böyle bir performansa nasıl tepki vereceğimizi yine ancak küçük zihinler sorabilir.

Üstüne üstlük, Donanma yeni bir amfibi saldırı gemisini müjdeledi: U.S.S. Felluce adı, işgalin en vahşi suçlarından birini anmak için seçildi. Bazıları bunu eğlenceli bulmuyor – örneğin Iraklılar.

Gazeteci Nabil Salih şöyle yazıyor: “ABD vahşeti” kadın ve çocukların toptan katledilmesiyle ve “Felluce’ye seyreltilmiş uranyum ve beyaz fosfor yağdırılmasıyla sona ermedi … Yirmi yıl sonra ve hesabı tutulamayan doğum kusurlarının ardından, ABD Donanması savaş gemilerinden birine U.S.S. Felluce adını veriyor … ABD İmparatorluğu Iraklılara karşı savaşını böyle sürdürüyor. Nesiller boyu anaların rahmine yerleştirilen beyaz fosforla ağartılmış Felluce’nin adı da bir savaş ganimetidir … Geriye akıl almaz bir şekilde kaybolup giden aile bireylerinin, bombalanarak yok olan evlerin ve gülen yüzlerle birlikte yanıp kül olan fotoğrafların boşluğu kaldı. Bu boşluğu Downing Caddesi ve ABD bürokrasisinin cezasız kalmış savaş suçluları tarafından bize miras bırakılan, mezhepler arası hırsızlık yoldaşlığının ölümcül yoz sistemi dolduruyor.”

Ukrayna’da en büyük uluslararası suça göz yumulmuyor. Planlara dahil olan bir Avrupalı yetkili The Intercept‘e verdiği demeçte, Avrupa Birliği’nin Rusya’nın üst düzey liderliğini “saldırı suçundan sorumlu tutmak” için uluslararası bir mahkeme çağrısına olumlu yanıt verdiğini söyledi. “Ukrayna’daki saldırı suçundan üst düzey Rus liderliğini sorumlu tutmanın ahlaki, siyasi ve aynı zamanda yasal bir ihtiyaç” olduğundan bahsediyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın küresel ceza adaleti büyükelçisi Beth Van Schaack, Ukrayna’yı ayrı tutmanın uygun olduğunu açıklayarak bu asil davayı güçlü bir şekilde destekliyor: “Gerçek şu ki, Rus saldırganlığı çok korkunç, çok açık ve net bir şekilde BM sözleşmesinin ihlali. Ve savaşın gidişatı, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana gerçekten gördüğümüz her şeyden çok farklı.”

Harold Pinter’ın Nobel Edebiyat Ödülü konuşmasını hatırlayabiliriz:

“Asla olmadı. Hiçbir şey olmadı. Olurken bile olmuyordu. Hiç önem arzetmiyordu. Hiç ilgi çekmiyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin suçları sistematik, sürekli, gaddar, acımasızdı, ancak çok az insan gerçekten onlar hakkında konuştu. Amerika’yı takdir etmeliyiz. Evrensel iyilik peşinde koşan bir güç kılığına girerken, dünya çapında oldukça klinik bir güç manipülasyonu uyguladı. Harika, hatta zekice, son derece başarılı bir hipnoz eylemi.”

Pinter biraz haksızlık ediyor. “Amerikan istisnacılığı” yoktur. Amerika Birleşik Devletleri, emperyal şiddetteki vahşi seleflerinin senaryosunu takip ediyor – daha büyük iyilik için vahşileri yok ederken her zaman doğrulukla dolup taşıyor.

Rusya yavaş yavaş ABD-İngiltere’nin “Şok ve Dehşet” tarzı savaşına yönelirken Ukrayna harap oluyor. Toplumun işlemesine olanak sağlayan her şey hızla yok ediliyor. Suçlar bunun çok ötesine uzanıyor: Karadeniz bölgesinin kaynakları ciddi şekilde kısıtlandığı için milyonlar açlıkla karşı karşıya. Avrupa da ciddi şekilde acı çekiyor, hatta belki de doğudaki kaynak zengini doğal ticaret ortağından koptuğu için sınırlı sanayisizleşmeye doğru gidiyor. Nükleer savaşın tırmanma tehlikesi artıyor. Belki de en kötüsü, uzun vadeli sonuçlar açısından, küresel ısınmaya yönelik yetersiz çabaların büyük ölçüde tersine çevrilmesidir.

Bazıları içinse işler iyi gidiyor. ABD askeri ve fosil yakıt endüstrileri, önümüzdeki yıllar boyunca yok etme misyonlarını sürdürmek için büyük beklentilerle kâr içinde boğuluyor. ABD, devasa askeri bütçesinin küçük bir kısmı ile, büyük bir askeri düşmanın kuvvetlerini ciddi biçimde yıpratıyor. Jeopolitik boyutta, Vladimir Putin’in canice saldırganlığı ABD’nin en büyük arzusunu yerine getirdi: Avrupa’yı ABD tarafından yönetilen NATO tabanlı sistemin derinliklerine çekti.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem boyunca önemli bir soru, Avrupa’nın, belki de Gaullist çizgide ya da Willy Brandt’ın Ostpolitik’i çizgisinde bağımsız bir yol izleyip izlemeyeceğiydi. Bu soru, Sovyetler Birliği çöktüğünde ve ardından Başkan Mihail Gorbaçov, Lizbon’dan Vladivostok’a, askeri ittifaklar olmaksızın sosyal demokrasiye yönelik adımlarla “ortak bir Avrupa evi” çağrısında bulunduğunda keskin bir şekilde ortaya çıktı. Eski ABD Başkanı Bill Clinton, eski Başkan George H.W. Bush’un  Gorbaçov’un birleşik Almanya’nın NATO’ya katılmasına izin vermesi halinde NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceğine dair açık ve net vaadini –ki bu tarihin ışığında oldukça büyük bir tavizdi– ihlal ederek bu tehdidi bertaraf etti. Konuyla ilgili o kadar çok yanlış anlayış var ki, Ulusal Güvenlik Arşivi web sitesinde kolayca bulunabilen orijinal belgeleri incelemeye değer.

En üst düzeydeki ABD diplomatik görevliler, neredeyse tüm tarihçiler ve önde gelen siyasi analistler, NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesinin –zellikle Gürcistan ve Ukrayna’nın Washington’un askeri ittifakına katılmaya davet edilmesinin– pervasız ve kışkırtıcı bir girişim olduğu konusunda uyarıda bulundular. Şimdi Washington, en azından geçici olarak, Avrupa’nın kontrolünü kaybetme endişesinden kurtuldu.

NATO o zamandan beri Çin’i resmi terminolojiyle “kuşatmak” için Hint-Pasifik bölgesine nüfuzunu genişletti. Avrupa, Çin’in teknolojik gelişimini engellemek için ABD’nin yürüttüğü kampanyaya çekiliyor; bu da Avrupa’daki modern sanayinin çekirdeğini oluşturan gelişmiş çip sanayisi için büyük bir maliyet demek. Güney Kore ve Japonya da öyle. Bunlar, ABD solmakta olan küresel hakimiyetini sürdürmeye çalışırken, Washington’un kölesi olan Batılı sanayi dünyasının gerilemesindeki diğer adımlardır. Şimdiye kadar Amerika Birleşik Devletleri, Batının içinde yaşadığı balonun dışında haklı bir alay konusu oluşturan ikiyüzlü söylemlerin ötesinde dünya için hiçbir olumlu program sunmuyor. Washington’un birincil programı, düşmanların bağımsız olarak gelişmesini engellemektir.

Çin kararsız. Kredi ve kalkınma programlarını Avrasya üzerinden Orta Doğu, Afrika ve hatta Latin Amerika’ya kadar genişletmeye devam ediyor, bu da Washington’u rahatsız ediyor.

İngilizce konuşan ülkeler ve Batı Avrupa dışındaki dünya, çoğu kişinin Ukraynalı bedenlerle yürütülen bir ABD-Rusya vekalet savaşı olarak gördüğü savaşa katılmaya isteksiz. Amerika Birleşik Devletleri’ne ve onun yaptırım ve diğer yollarla uyguladığı şiddetli misillemelere bağlı olmayan ticari etkileşimler ve yeni mali düzenlemelerle birlikte yeni ittifaklar kuruluyor.

Bu arada yaşanabilir bir dünyayı kurtarmak ve çok daha iyi bir dünya yaratmak için çaresizce ihtiyaç duyulan kıt kaynaklar, yıkım ve katliamlarla heba edilmekte ve daha büyük felaketler planlanmaktadır.

Dünyayı daha kötü dehşetlerden kurtarmak isteyenler hızlı, ısrarlı ve kararlı bir şekilde hareket etmezlerse, doksan saniye fazla cömert bir değerlendirme olabilir.