CHP’nin İmralı’ya gidecek komisyonda yer almama kararı, çözüm sürecini destekleyen kesimlerde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Bu karar sonrasında kamuoyunda çeşitli tepkiler yükseldi ve siyasetin farklı kesimlerinden sert açıklamalar geldi. Verilen tepkilerin büyük bir kısmında artık sosyal medyada neredeyse refleks hâline gelmiş iptal kültürüyle paslaşan yaklaşımlar göze çarpıyor. CHP’nin bu kararı eleştirilmeli; ancak eleştirinin hemen “Kahrolsun CHP!” slogancılığına dönüşmesi meseleyi rasyonel politik bir çerçevede değerlendirmenin önüne geçiyor ve konuyu duygusal bir infial alanına sıkıştırıyor.
Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun geleceği açısından kritik öneme sahip olan çözüm süreci, Abdullah Öcalan’la görüşüp görüşmeme noktasına sıkıştırıldı. Öcalan, meclisin sorumluluk alması ve toplumun sürece dahil edilmesi gerektiğini başından beri vurguluyordu. Hatta 2013-2015 yıllarında yürütülen görüşmelerde de bu iki vurgu noktası öne çıkıyordu. Mecliste komisyon kurulmasının Öcalan’ın taleplerinden biri olduğu, bu komisyonla görüşmek istediği en başından beri biliniyordu. Öcalan’ın çözümün adresi olarak meclisi göstermesi, toplumun sürece dahil edilmesi ve bu sürecin demokratikleşmeyle birlikte ele alınması yönündeki görüşleri CHP’nin yaklaşımıyla da örtüşüyor. Kürt meselesinin çözümüne ilişkin parti programını da kamuoyuyla paylaşmış olan CHP’nin bu görüşmeye katılması, içinde bulunduğu çok boyutlu operasyonlar karşısında da elini güçlendirebilecekken ne oldu da CHP, Öcalan’la görüşmeme kararı aldı? 19 Mart’tan beri milyonları sokağa dökmüş bir CHP hangi kaygılara kapılarak bu görüşmeden imtina etti?
Süreçte olan bitenle ilgili sınırlı bilgiye sahip kesimler olarak bu soruların cevabını verebilmemiz kolay değil. CHP, içeride ve dışarıda çözüm süreci karşıtlarının büyük bir kuşatması altında. Partinin ve tabanının homojen bir yapısı olmadığı, parti içinde çözüm sürecine karşı çıkan güçlü bir kanadın olduğu biliniyor. Bu kesim, iktidarın operasyonlarından da aldıkları güçle CHP içinde Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümünü savunan çizgiyi tasfiye etmek istiyor. Bugün alınan kararın, bu iki hat arasındaki mücadelenin bir evresi olduğu söylenebilir.
Hatırlanacağı gibi, CHP’nin Meclis komisyonuna katılmasında da çözüm süreci karşıtı eğilim belirleyici olmaya çalışmış ancak Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel liderliğindeki CHP’nin komisyona katılmasına engel olamamıştı. İmralı’ya gitmeme kararıyla parti içinde çözüm süreci karşıtı odağın şimdilik baskın geldiği görülebilir. Bu kararının ardından aylardır susan Kılıçdaroğlu’nun apar topar çekilmiş bir videoyla kamuoyuna seslenmesi de süreç karşıtlarının partide hangi siyasi pozisyonları meşru gördüğünü bize gösteriyor. CHP’nin komisyondan çekilmesi için İYİ Parti ve Zafer Partisi’nin yaptığı çağrılar da tesadüf olmasa gerek. CHP, parti içi ve dışındaki süreç karşıtı odaklardan, Kemal Kılıçdaroğlu çizgisinden, Sözcü, Cumhuriyet, Halk TV’de çözüm süreci karşıtı demeçler veren aktörlerin kışkırtmalarından etkilenip geri adım atmaya devam ederse siyasetteki varlığını bitirme noktasına dahi gelebilir. Kürtlerin büyük bir kesimi açısından halk önderi olarak kabul edilen Abdullah Öcalan ile görüşülmemesi Kürt toplumunun da CHP’ye olan güvenini kırıyor. CHP’nin bu durumda çözüm sürecine daha fazla sahip çıkması ve hiç kimseden çekinmeden Kürtlerin desteğini kazanacak adımlar atması, barış siyasetini toplum tabanında uygulamaya koyması gerekiyor.
CHP, İmralı’ya gitmeyeceğini açıkladığı gün parti programını da kamuoyuna sundu. Programın ana başlıklardan birini oluşturan demokratikleşme programı eşit yurttaşlığı temel alıyor. Programda, Kürt sorununda kalıcı çözümün eşitlikçi, katılımcı, demokratik bir siyasetin ve toplumsal düzenin kurulmasıyla sağlanacağı ifade ediliyor. Herkesin anadilini öğrenme, kullanma ve geliştirme hakkına saygı gösterileceği; kimsenin kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramasına, dışlanmasına izin verilmeyeceği belirtiliyor. Bu programın Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmadan üç gün önce 16 Mart’ta Diyarbakır’da yaptığı Kürtlere “eşit kardeşlik” sözü veren konuşmasının devamı niteliğinde olduğu görülebilir. İmamoğlu’nun 16 Mart Diyarbakır konuşması gibi bu programın da kamuoyunun gündemine girmediği ya da girmesinin istenmediği söylenebilir. Kürtlerle eşit yurttaşlık ve eşit kardeşlik perspektifinin açık biçimde telaffuz edilmesi, parti programına girmesi Türkiye siyasetinin resmi kodlarını zorlayan bir adım. İmamoğlu’nun Diyarbakır ziyaretinin ardından tutuklanması, bu yaklaşımın sistem tarafından nasıl bir tehdit olarak algılandığını göstermişti. Açıklanan parti programının ardından, bunun hayata geçirilmemesi için, Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel çizgisinin tasfiyesinde yeni bir aşamaya geçilebileceği de iddia edilebilir. CHP, İmralı’ya gitmeyi kabul etse parti programını Öcalan’la tartışma imkânı bulabilir, önerilerinin Kürt toplumu içinde de tartışılması fırsatını yakalayabilirdi.
Çözüm sürecini savunan kesimlerin, başta DEM Parti’nin, tam da bu noktada Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu liderliğindeki CHP’ye sahip çıkması gerekir. CHP’ye yapılan çok boyutlu operasyonların çözüm sürecini de sabote ettiği biliniyor. Bu saldırılara İmamoğlu’nun savcılık iddianamesinin açıklanmasıyla birlikte CHP’nin kapatılma talebinin de eklendiğini dikkate almak gerekir. CHP’ye bunu yapan, Ekrem İmamoğlu’nu terörle, yolsuzluk, casusluk, suç örgütü liderliğiyle ilişkilendirip 24 asır ceza isteyen, hukuku hiçbir şekilde işletmeyen bir Türkiye, Kürt meselesini nasıl çözebilir? PKK’nin kendini feshetmesiyle Türkiye’de ‘terör’ tehdidi kalmamıştı, bundan sonra demokratik entegrasyonunun tartışılacağı bir aşamaya geçilmesi bekleniyordu. Demokratik olmayan, evrensel hukuka dayanmayan bir ülkede bu meselenin çözülemeyeceği, çözülmesi için demokrasi ve hukuk zemininin kurulması gerektiği açık.
CHP’nin bu kararı karşısında çözüm sürecini savunan kimi kesimlerin verdikleri tepkilerde, bu kararın nedenlerini, parti içindeki güç dengelerini, taban dinamiklerini anlamaya çalışmadıkları, en önemlisi de CHP içindeki barış siyasetini savunan kesimlerin çabalarını dikkate almadıkları görülebilir. CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı karşısında “Kahrolsun CHP!” demenin “CHP zaten ırkçıydı” “CHP’den ne beklenir ki, böyle olacağı belliydi” gibi duygusal ve toptancı bir reddedişe savrulmanın hiçbir yapıcı siyasal sonuç üretmeyeceğini ve barış siyasetine katkı sunmayacağını görmek gerekir. İmralı’ya gitmeme kararını “100 yıllık inkârcı siyasetin kodlarının yeniden dirilmesi” gibi bir retorikle yorumlamak ya da “Kürt sorununun demokratik çözümünden yana olan CHP’li vekilleri, topluca DEM’e geçmeye” çağırmak partiyi çözüm karşıtlarına teslim etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Böylece, Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel çizgisinin tasfiye edilerek partinin eskiden olduğu gibi ulusalcı reflekslere sıkışmış, yandaş muhalefet çizgisine çekilmesi kolaylaşacaktır. Bundan sonra İmamoğlu iddianamesinin kabul edilip CHP’nin kapatılma sürecinin başladığını görmek de şaşırtıcı olmayacaktır. Bunun karşısında barış isteyenlerin yapması gereken çözüm karşıtlarının değirmenine su taşımak değil, CHP’nin kararını eleştirirken parti içindeki barış yanlısı kesimlerin nasıl güçlendirilebileceği sorusuna da cevap üretmektir.
Bu sorunun cevabı da öfkeye dayanan toptancı ve kestirip atmacı tepkilerle değil; rasyonel siyasi stratejiler kurabilen, örgütlü bir toplumsal barış müdahalesi ile verilebilir. CHP’nin bu kararında parti içi iktidar mücadelelerin yanında barış iradesinin toplum tabanında karşılık bulamamış olmasının da büyük bir etkisi var. Dolayısıyla bu karar sürekli es geçilen “barışın toplumsallaşması” meselesinin de hayata geçememiş olduğu gerçekliğini bize gösteriyor. CHP, sürecin milletin geniş kesiminin onayını almayan yöntemlerle yürütülmesine karşıysa öncelikle kendisinin toplumun rızasını kazanmaya öncelik vermesi gerekir. Barışın toplumsallaşması için CHP’nin barış ve demokrasi mücadelesine derinlik kazandırarak kendi tabanıyla buluşabilmesi, tabanını barışa ikna etmesi elzem görünüyor. CHP’nin yönünü belirleyen aynı zamanda toplumdaki barış talebi, barış isteyen kesimlerin barış siyasetini toplum tabanında kurabilme kapasitesidir. Başta Kürt siyasi hareketi olmak üzere barış ve demokrasi isteyen kesimlerin, CHP’nin eşit vatandaşlık, eşit kardeşlik sözüne sahip çıkması, bunun da bu zamana kadar yapıldığı gibi CHP’ye sembolik ziyaretlerle ve basın açıklamalarıyla geçiştirilmemesi gerekiyor.
