Bu yazının hazırlanmasında, bir grup Artizan üyesi tarafından Kovid-19 salgınıyla beraber yaşanan karantina koşullarında oluşturulan okuma grubu esin verici olmuştur. Yazıda kullanılan görsel Yeryüzü’nün, Voyager 1 tarafından 14 Şubat 1990’da 6 milyar km rekor uzaklıktan çekilmiş bir fotoğrafıdır. Solgun Mavi Nokta (Pale Blue Dot) adıyla bilinir.

 

Şehirde yaşayan, ve hatta en kalabalık şehirde yaşayan biri olarak, zaten distopyanın dibine battığımı düşünüyordum ki koronavirüs geldi. “Distopya mı diyordun, işte geldim buradayım” diyerek en hızlısından bir giriş yaptı hayatlarımıza. Şikayet ettiğim egzoz dumanı ve kalabalıklar azaldı belki ama yaşadığım panik ve endişe had safhaya ulaştı. Virüsün gelip beni bulması değildi endişe yaratan; onu ilk haftalarda atlattım; kendimi hazırladım, yaptığım her şeyi son kez yapıyormuş gibi yaşadım, partnerime vasiyetimi ilan ettim (çocuklarla ilgili konularda okumasını istediğim birkaç kitap, destek alabileceği birkaç insan, vs. vs.), çocuklarıma nasihatlerimi verdim (yaşamın bir bütün olduğu, insanların bu bütünün bir parçası olduğu, vs. vs.), sonra uzun uzun yazdım ve rahatladım. Artık en kötüsü için hazırdım. Tabii yine de en ufak bir öksürükte kendime Covid-19 teşhisi koyup paniklemekten geri durmadım. Ancak en kötüsü gelmek bilmeyince bu durumdan ders çıkarmak isteyen beynim, olayın kökenlerini merak edip araştırmaya başladı. Ve asıl panik ve endişe dalgası işte bundan sonra geldi: Pandemi aşamasına gelmemizin koşullarını yaratan hayat biçimlerimizi acilen değiştirmemiz gerçeği ile karşı karşıya kalınca!

Aslında; bu şekilde yaşamaya devam edersek yakın bir gelecekte küresel iklim krizinin dünyayı ne hale getireceğini zaten biliyorduk. Ama, ne yazık ki bilmek eyleme geçmeye yetmiyordu. Çünkü insan arızalı bir yaratıktı. Korteksi ve limbik sistemi sürekli çatışma içerisindeydi. Gözünün gördüğüne mi inanacaktı, aklının öngördüğüne mi? Musluğu açtığında su şakır şakır akıyordu işte. Hele, süpermarkete gittiğinde tarihte hiçbir dönem olmadığı kadar bir bollukla karşılaşıyordu; üstelik, Peru’dan, Şili’den, Kolombiya’dan, Fildişi Sahili’nden gelen çok değişik şeyler yiyebiliyordu artık —hem de mevsimini beklemek zorunda kalmadan! Yani kim inanırdı ki yakın zamanda iklim krizi yüzünden kuraklık, kıtlık olacak, su ve gıda sıkıntısı yaşayacağız laflarına! Hâlihazırda vuku bulmayan bir mesele için kendini kısıtlama fikri çok saçmaydı!

Ama işte gelecek de bir gün geliyordu ve bilim insanlarının yıllar önce öngördüğü virüs salgını gelmişti bile. Son 30 yıldır dikkat çekilen iklim krizi ise çoktan yaşanmaya başlamıştı: fırtınalar, seller, dolular, orman yangınları artık çok daha şiddetli ve çok daha sık yaşanıyordu. Peki neden hâlâ önlem alınmıyordu? Koronavirüs için tüm dünya durmuştu. Aslında o da iklim krizini doğuran etkenlerden bağımsız değildi fakat etkileri anında görüldüğü için insanlar önlem almakta zorlanmadı. Bu da demek oluyordu ki iklim krizinin yakıcı etkilerini hissetmeden önce önlem alınmasını beklemek “Godot’yu beklemek” olacaktı.

Oysa geleceği projekte eden bir çip olsaydı… mesela, atmosfere zehirli gazlar salan fabrikada üretilmiş bir şey aldık diyelim, bir anda fazla sıcak ve kimyasal bir hava solumuş gibi hissettiren bir çip. Ya da endüstriyel hayvancılıkla, binlerce litre su tüketerek üretilmiş bir hayvanın etini yediğimizde bir anda o hayvanın acısını duyumsayıp susuzluktan ölecekmiş gibi hissettiren bir BMI (beyin-makine arayüzü). O zaman yaptığımız davranışların sonuçlarını anında hissedebilirdik. Gözlerimizin ilettiği veriler bizi kandıramazdı. Gerçekten de çok isabetli olurdu fakat şu an için imkansız —en azından yakın gelecekte. Şu an için başka bir yol bulmalıyız.

Acaba, biz de dinlerin yaptığı gibi mi yapsak, korku yaratsak? Aslında gerçekte olacakları söylemek yeterli; ekstra bir cehennem tasviri yapmaya gerek yok. Çünkü bu şekilde fosil yakıt kullanmaya ve bu şekilde tüketmeye devam edersek olacaklar belli:

  • Yeşil alanlar çölleşmeye başlayacak
  • Salgın hastalıklar giderek çoğalacak
  • Deniz seviyesi yükselecek ve bu yükselme yalnızca deniz kenarındaki kentleri değil aynı zamanda tarım alanlarını ve su kaynaklarını da etkileyecek
  • Akabinde gıda ve su kıtlığı olacak
  • Bu kıtlık, kaynak savaşlarına sebep olacak
  • Açlıktan ve savaşlardan kaçan “iklim mültecileri” küresel ısınmadan *henüz* çok fazla etkilenmemiş bölgelere akın edecek. Bu mülteci sayısı 2050’ye kadar 1 milyarı bulacak; yani Suriyeli mültecilerden 285 kat fazla! Fakat Türkiye gibi 285 ülke daha ‘cömertçe’ sınır kapılarını açacak mı bilmiyoruz.
  • Bu arada buzullar eridikçe, bunların altında hapsolmuş metan gazı serbest kalarak atmosfere karışacak ve bu daha önceki artış hızına inanılmaz bir ivme kazandıracak. Sonuç olarak 1,5 – 2 dereceleri arar hale geleceğiz çünkü bu ivme, bizi çok hızlı bir şekilde 5-7 derece artışa ulaştıracak.
  • Sonrası, öbür dünyayı beklemek zorunda olmadan ulaşacağımız cehennem.

Yakın gelecekte “Black Mirror” episodundaki sosyal puan sistemi yerine ekolojik puan sisteminde yaşamaya başlarsak şaşırmayacağım. Marketten Kolombiya’dan gelmiş bir avokado aldık diyelim hemen -1500, plastik poşet kullandık -50, uçağa bindik -1.000.000; ya da tam tersi kendi kumaş çantamızı kullandık +15, yeni iklim koşullarında kendi gıdamızı üretmeyi başardık +10.000, toplu taşıma kullandık +100, yenilebilir enerji ürettik +1.000.000…

Korku yaratmak için değil ama geleceği öngörmek için bunları bilmek ve bildirmek gerekiyor. Fakat alternatifini önermedikten sonra bu tarz bilgiler bizi yalnızca çaresizliğe sürükleyecektir. O yüzden cenneti de tasavvur etmemiz önemli.

Bana göre cennet, yalınayak toprağa basabileceğimiz, kaynağından su içebileceğimiz, kendi gıdamızı yetiştireceğimiz, herkesin yaşama ve yaşam döngüsüne saygı duyduğu, sanat ve zanaat dolu bir yerde, mesela bir kooperatif köyünde dayanışma içerisinde yaşamak. İsteyenlerin bireysel çiftlikler kurabileceği, isteyenlerin birlikte yaşayabileceği, ortak alanları da olan bir yerleşim yeri… Çocuk dostu bir kütüphanesi, birlikte yemek yapacağımız bir mutfak, ekmeklerimizi pişireceğimiz toprak fırın, marangozhane, müzik/dans/sinema salonları, yaşayanların ilgi alanlarına göre oluşturulacak ortak üretim alanları…

Aslında herkes bu şekilde, kendine yeten küçük topluluklar halinde üreterek yaşasa ne kapitalizm kalır, ne iklim krizi. Çünkü üretmeye başlayınca, eli toprağa değince mutlu olan bir tür bizimkisi. Hele bir de birbirini destekleyen bir topluluk içerisinde olunca daha ne isteriz hayattan…

Ne mutlu ki dünyanın çeşitli yerlerinde bu tarz cennetlerde yaşayanlar var. Ayça Greg, Ekofil canlı yayınında 1987’de Avustralya’da kurulmuş Kristal Sular Ekoköyünü anlattığında işte dedim, benim hayalimi gerçekleştirmişler, ne muhteşem! Yine bir başka cennet modeli de 1973’de Fransa’da kurulmuş ve sonrasında başka ülkelere de yayılmış Longo Maï komünü. Bunlar gerçekten çok çok iyi örnekler ve ikisi de uzun yıllardır var olmayı başarmış umut verici modeller.

Ve fakat, bu pandemi sürecinde gördük ki dünyada cennette yaşıyor olsak bile bu düzen değişmedikçe bu gezegen komple ısınacak ve salgın hastalıkların, doğal felaketlerin şiddeti ve sayısı giderek artacak. Bu yüzden eko köyler ve komünler çok güzel alternatifler, ancak yeterli değil. İklim krizinin asıl müsebbibi olan şehirlerde bir dönüşüm gerçekleşmedikçe daha ne pandemiler göreceğiz kimbilir.

Çok Bilinenli İklim Denkleminin Dört Boyutlu Çözümü

Açık Radyo’da “Açık Yeşil” programını Ömer Madra ile hazırlayıp sunan, Yeşil Gazete’de ekoloji editörlüğü ve yazarlık yapan hekim ve akademisyen Ümit Şahin, K24’teki söyleşisinde; “İstediğiniz kadar eko komünler kurun, ya da ekolojik yaşam biçimleri üretin, iklim değişikliğini durdurmadığınız takdirde bu türden gelecek modellerinin işe yarayacağı bir dünya da kalmayacak” diyor. Ve mücadelenin umutsuz görünen kısmının üstünden atlayıp geleceği kurmak gibi bir hataya düşmemek gerektiği konusunda uyarıyor. Yapılabilecekler konusuna gelince; her bireyin bireysel olarak yapabileceği dört şey olduğunu söylüyor:

  1. Konuyu öğrenmek ve anlatmak.Ben bunu geçen yazının ilk bölümünde yapmıştım, okumamış olanları şu linkteki yazıya alayım. Yok ben bundan bir şey anlamadım diyorsanız, kendi öğrenme stilinize uygun bir şey mutlaka bulursunuz: belgesel, film, YouTube videosu, Ted konuşması, podcast, kitap, çizgi roman, makale, çeşit çeşit kaynak mevcut.
  2. Sokağa çıkmak.Bu bulduğunuz ilk eyleme, mitinge ya da gösteriye katılmak da olabilir (ille de sokakta olması gerekmiyor elbette; bir toplantıya veya kampanyaya katılarak da olabilir), çevrenizdekileri örgütlemek de. Önemli olan, bir şekilde hükümetler ve mevcut sistem üzerinde baskı oluşturmamız. Bu olmazsa olmaz bir adım, çünkü bireysel olarak ne kadar çabalarsak çabalayalım, mevcut sistem değişmedikçe bireysel çabaların etkisi ancak çok sınırlı olacak. Bkz. su örneği: “Hep su krizinde çözümün daha kısa duşlar almak olduğunu duyuyoruz. Ama genelde söylenmeyen şey insanların kullandığı suyun yüzde 90’ının aslında insanlar değil tarım ve sanayi için kullanıldığı. Yani halklar yeterince suları olmadığından değil, suları madencilik ve fabrikalar, şişe su ve içecekler, pazara yönelik tarım ve hayvan çiftliklerinde kullanılmak üzere çalındığı için ölüyorlar.” (Jensen, 2016)
  3. Karbon ayak izimizi azaltmak.Bunun için internette yine binlerce kaynak bulabilirsiniz ama işin özü, fosil yakıt (yani petrol, kömür ve doğalgaz) kullanımımızı azaltmamız ve fosil yakıt tüketerek üretilen şeyleri satın almayı bırakmamız gerekiyor. Mesela Bangladeş’ten gelen bir kıyafet yerine takas yapabilir ya da yaşadığımız yere en yakın yerde üretilen bir kıyafeti tercih edebiliriz (bkz. Özgür Kazova Tekstil Kolektifi). Gıda için de kooperatifler çok güzel alternatifler sunuyor. Ve fakat kahveyi ne yapacağız bilemiyorum. Ben şahsen Peru’dan gelen kahve çekirdeklerine bağımlıyım, sanırım bu gidişle ya Peru’ya taşınmam gerekecek ya da burada kahve yetiştirmenin bir yolunu bulmam. [Kahve bağımlıları, duyun sesimi, gezegenin rızası için lütfen kahve ağacı dikin.]
  4. Geleceği kurmak.Geleceği kurmak, örnekler oluşturmak ve olması gerekeni göstermek anlamına geliyor. Ümit Şahin bu noktada, kırsala dönüş gibi hareketlerin asıl mücadeleden ziyade, sonrayı planlamaya yönelen bir tarafı olduğunu, kendi içinde son derece değerli olsa da ancak toplumsal ve siyasi mücadele ile bir araya gelebildiği ölçüde anlamlı olduğunu söylüyor.

Yani sevgili sonradan köylüler ve köylü adayları [bu benim de içinde olmayı arzuladığım grup:)], kırsalda arazi alıp yağmur suyu hasat etmekle işimiz bitmiyor. Karbon emisyonlarının %70’i şehirler tarafından üretiliyor; dolayısıyla şehirlerde de geleceği kurmamız şart! Ve sadece tarımı, enerjiyi dönüştürmek değil, ekonomiyi de dönüştürmek, yeni bir ekonomi model geliştirmek gerekiyor. Mesela türetim ekonomisi gibi, şirketlerin yerine kooperatiflerin ya da toplulukların geçtiği ekonomik modeller kurmak gibi.

Evet, işimiz çok ama umutsuzluğa düşmek yok. Ülkemizde ve dünyanın pek çok yerinde değişim çoktan başladı ve bu konuyu dert eden insanların sayısı giderek artıyor. Sokaklara çıkan gençler, yenilenebilir enerji üreten kurumlar, biyoçeşitliliğe önem veren, atalık tohumlarla kimyasalsız tarım yapan üreticiler, bu üreticilerin ürünlerine ulaşmamızı sağlayan yeni nesil kooperatifler, gıda toplulukları, katılımcı ekonomi modelini hayata geçiren topluluklar, inisiyatifler, kolektifler, bu konularda farkındalık yaratan yayın organları… Üstelik hepsini bir arada bulabileceğimiz bir haritamız da var artık. Alper Can Kılıç ve arkadaşlarının hazırladığı EkoHarita sayesinde yaşadığınız yere en yakın kooperatifleri, gıda topluluklarını, ekolojik pazarları bulabilir, ekoloji haberlerini, etkinlikleri takip edebilir, bu değişim sürecinin bir parçası olmak, bu hikayeyi birlikte yazmak için neler yapabileceğimizi öğrenebilirsiniz.

Bir varmış bir yokmuş, Samanyolu adlı galakside dönen bir Dünya varmış ve bu dünya için dönüp duran bir dünya insan varmış…

 

Kaynaklar

EkoHarita: https://www.ekoharita.org/ekoloji-haritasi/

Derrick Jensen (2016). Kıyamet Koparken. Kaos Yayınları.

Ümit Şahin (2020, Şubat). Geleceği kurmak: Küresel iklim hareketinde yeni dalga aktivizm. Söyleşiyi Yapan: Sıla Tanilli. Erişim adresi: https://t24.com.tr/k24/yazi/gelecegi-kurmak-kuresel-iklim-hareketinde-yeni-dalga-aktivizm,2548