İşgal altındaki Filistin’de meydana gelmekte olan bir çatışma değil, yasadışı bir askeri işgal, ırk ayrımcılığı (apartheid), etnik temizlik ve dosdoğru soykırımın apaçık bir örneğidir.

Filistin’deki krizi tanımlarken “nötr bir dil” kullanmakta ısrar edenler, görünüşte zararsız sözcüklerin arkasında Filistin halkına zarar veriyorlar.

Ahlaki açıdan taraf tutmayan, orta yolcu dil şimdilerde Gazze’de işbaşında. Bu noktada “tarafsızlık”ın zararı en üst düzeyde.

Merhum Güney Afrikalı apartheid karşıtı aktivist Piskopos Desmond Tutu “adaletsizliğin hüküm sürdüğü durumlarda tarafsızsanız, baskı yapanın tarafını seçmişsiniz demektir” demişti. Tutu’nun bilgeliği daima geçerli olacak.

Dünyada çoğu ülke ve halk kesinlikle baskıcı İsrail’in tarafını tutmuyor olsa da bazıları, kasıtlı veya değil, bunu yapıyor.

Bazıları, Gazze Şeridi’nde İsrail’in ölüm makinesini besleyip finanse ederken, savaş ve yıkıcı etkileri dolayısıyla Filistinlileri suçluyor.

Fakat İsrail’in desteklenmesi, sadece silahlar, ticaret veya İsrail’in uluslararası hukuk önünde hesap vermekten alıkonulması biçiminde kendini göstermiyor.

Filistinlilerin önceliklerini görmezden gelip İsrail’in politik söylemine ve beklentilerine odaklanmak, İsrail’i destekleyip Filistin’i karalamanın bir biçimidir.

7 Ekim savaşından hemen sonra İsrail’in Gazze’de ne istediğine yönelik sorular sorulmaya başlandı.

7 Kasım’da İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu Hamas’ı yok etmeye ant içerken İsrail’in “belirsiz bir süreliğine” Gazze Şeridi’nde “güvenlik sorumluluğunu” üstlenmeye hazırlandığını söyledi.

Amerikalılar hemfikir oldular. 26 Ekim’de ABD Başkanı Joe Biden “statükoya geri dönülmeyecek” dedi ve bunun “Hamas’ın artık İsrail’i terörize etmemesini ve Filistinli sivilleri kalkan olarak kullanmamasını sağlamak anlamına geldiğini” söyledi.

Kendilerini sık sık hem İsrail hem de Filistin Yönetimi’nin (FY) eşit ortağı olarak takdim eden Avrupalılar bile benzer bir tutum içine girdi. Örneğin AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borell, Gazze için bir öneri ortaya koydu. Bu öneri, “meşruiyetinin” –Filistinliler tarafından değil– “BM Güvenlik Konseyi tarafından tanımlanıp kararlaştırılacağı” mevcut FY’nin “güçlendirilmiş” bir versiyonunun Gazze’yi yönetmesini içeriyordu.

Gerçekçi olmayan beklentilere sahip olduğu için Tel Aviv’i uyaranlar bile şu soruyu soramadı: Peki Filistinliler ne istiyor?

Filistin Direnişi’nin İsrail’in kibirli hedeflerinden hiçbirini gerçekleştirmesine izin vermeyecek kadar güçlü olduğu bariz hale gelir gelmez, hükümet yetkilileri, uzmanlar ve medya analistleri, Gazze Şeridi’nde askeri bir zaferin mümkün olmadığı konusunda İsrail’i uyarmaya başladı.

Bu kesimler, Direniş’in ortadan kaldırılmasından sonra İsrail’in Gazze Şeridi’ni yönetmek için “gerçekçi” bir stateji de geliştirmesi gerektiğini öne sürdü. Filistin yanlısı Arap ve Ortadoğu medyası bile bu fikirleri Batı’nın Filistin anlatısının değişmesinin bir örneği olarak görüp, takdirle karşıladı.

Gerçekte ise anlatıda bir değişiklik olmadı. Değişen şey, İsrail’in müttefiklerini Gazze’de kesin bir yenilgiye uğraması durumunda Tel Aviv’i bekleyen kasvetli senaryoların yarattığı korku oldu. Bunu sağlayan ise Filistinlerin dünyaya ilham veren olağanüstü kararlılığı, yani sumudu[1] oldu.

İsrail’in Batılı müttefikleri arasında pek çok kesim Netanyahu’yu eleştiriyor görünse de, asla Filistinlilere duydukları sevgi veya saygıdan dolayı değil, Tel Aviv’le ilgili endişeleri nedeniyle böyle davranıyorlar.

Bu yeni bir durum değil.

Filistin anavatanının 1948’de yıkıma uğratılmasından –Nakba olarak bilinir– sonra iki anlatı ortaya çıktı:

Bunlardan biri, Batılı ana–akım medyanın, “çatışmayı” yanlış tanıtıp anlatmakta çıkarı olan siyasetçilerin ve akademisyenlerin tamamen benimsedikleri, İsrail’e ait anlatıdır. Bu çevreler, bölünmüş ve hizipçi Filistinlilerin ve rekabet içindeki Arap çıkarlarının uzlaştığı tek noktanın İsrail’i ortadan kaldırmak olduğunu öne sürerek, İsrail’i hayatta kalma mücadelesi veren bir “Yahudi devleti” olarak tanımlıyorlar.

Diğer anlatı ise, adaletin bölünemez olduğunu ve Filistin’de kalıcı bir barışın temel taşının –Geri Dönme Hakkı olarak bilinen– mülksüzleştirilmiş Filistinli mültecilerin anavatanlarına yerleşmesi olduğunu savunan, Filistinlilere ait anlatıdır.

İsrail 1967’de tarihsel Filistin’in geri kalanını da işgal edip, ırk ayrımcılığı sistemini yeni işgal edilmiş topraklara da genişletince, İsrail’in askeri işgalini sona erdirmenin ve ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmanın Filistinlilerin temel talepleri haline gelmesi son derece doğaldı; elbette 1948’de bütün Filistinlilerin başına gelen en baştaki adaletsizliği görmezden gelmeden.

İsrail’in Batı’daki müttefikleri, İsrail işgalini, dikkatleri sözde “çatışmanın” temel sebeplerinden uzaklaştırmak için bir fırsat olarak kullandı. Zamanla bu müttefikler Filistin hakkındaki konuşmaları, İsrail’in askeri işgali tamamladıktan sonra uluslararası hukuka aykırı olarak inşa etmeye başladığı yasadışı yerleşimler hakkında konuşmaya indirgediler.

“Çatışmanın” aslında bir çatışma olmadığını ve krizin temel sebeplerinin bizatihi İsrail’in kuruluşuna kadar uzandığını öne süren her Filistinli “radikal” ya da daha beteri olarak görüldü, bugün de böyle görülmeye devam ediyor.

Her türlü tarihsel referansın kasten bir kenara itildiği ve Filistinlilerin politik söylemlerinin İsrail’in yanıltıcı dili lehine görmezden gelindiği bu indirgemeci düşünme biçimi şimdi de Gazze’ye uygulanıyor.

Fakat Batı medyası sıklıkla “Filistin terörü”, İsrailli rehinelerin serbest bırakılması ve İsrail güvenliğine öncelik verilmesi gerektiğinden bahsetse de –İsrail terörizmini, Filistinli tutsakları ve Filistinlilerin politik özlemlerini görmezden gelerek – Filistinlilerin haklarına saygı duyulmadığı sürece bu savaşın ya da gelecekteki savaşların bir çözümü olmayacak.

Gazze tarihsel Filistin’in geri kalanından bağımsız bir toprak parçası değil. Bugünkü İsrail’de yaşayan otokton[2] Filistinliler dahil bütün Filistin’de Filistinlilerin mücadelesi takdir edilmedikçe ne Gazze’nin geçmişi ne de geleceği anlaşılamaz veya tahayyül edilemez.

Bu bir görüş değil, Gazze’deki bütün politik grupların ortaya koyduğu politik söylemin bizatihi özüdür.

Aynı önerme, Batı Şeria’daki, tarihsel Filistin’in her yanındaki ve şatat veya diasporadaki tüm Filistinlilerin politik söylemleri için de ileri sürülebilir.

İsrail ve ABD, Gazze için arzuladıkları geleceği tahayyül etmeye çalışabilir ve bu geleceği füzeler, aptal bombalar ve yeraltı sığınaklarını delen bombalarla gerçekleştirmeye uğraşabilir.

Gelgelelim hiçbir askeri güç veya ateş gücü tarihi değiştiremez ya da adaleti yeniden tanımlayamaz.

Gazze’nin nihayetinde istediği, tarihsel adaletsizliklerin tanınması, uluslararası hukuka uyulması, bütün Filistinliler’in özgürlüğü ve İsrail’in hukuki olarak hesap verebilir olmasıdır. Özellikle İsrail’in pratikte Gazze’yi yok etme, Batı Şeria’yı ilhak etme ve Filistin halkını etnik temizliğe tabi tutma politikasıyla karşılaştırıldığında, Gazze’nin bu isteklerinin hiç de radikal pozisyonlar olduğu söylenemez.

Washington ve Batılı müttefikleri sonunda bu gerçeği kabul edecek mi?

Ramzy Baroud, ABD–Filistinli bir gazeteci, medya danışmanı, yazar, yazıları uluslararası planda dağıtılan bir köşe yazarı, (1999’dan günümüze) Palestine Chronicle editörü, Londra merkezli Middle East Eye eski yazı işleri müdürü, Brunei Times eski baş editörü ve Al Jazeera online eski yazı işleri müdürü yardımcısıdır. Baroud’un yazıları dünya çapında yüzlerce gazete ve dergide yayımlanmıştır; altı kitabın yazarıdır ve başka birçok kitaba da katkıda bulunmuştur. Baroud aynı zamanda RT, Al Jazeera, CNN International, BBC, ABC Avustralya, National Public Radio, Press TV, TRT dahil olmak üzere birçok mecrada düzenli konuk yorumcudur. Ramzy Baroud 18 Şubat 2020’de, Oakland Üniversitesi NU OMEGA Bölümü, Pi Sigma Alpha National Political Science Honor Society’de Onur Üyeliği payesine layık görülmüştür.

Dipnotlar:

[1] Sumud: Arapçada direniş manasına gelmektedir. Sebat ile direnmek olarak da açıklanabilir. Filistin mücadelesi için kullanılan sembol bir terim haline gelmiştir.

[2] Otokton: Bir bölgeye ilk yerleşen ya da önce gelen halklara otokton halk denilir.