Malum bu sene 1 Mayıs için İstanbul’da üç çağrı var. Birincisi; DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin yaptığı Kadıköy çağrısı. CHP, DEM Parti, EMEP, TİP’in de aralarında olduğu çoğu siyasi parti ve gruplar burada olacak. İkincisi; 1 Mayıs’ta İstanbul Kartal Meydanı’nda olan TÜRK-İŞ’in çağrısı. Üçüncüsü; “1 Mayıs Taksim’de kutlanır” diyen bazı sol yapıların ve üniversite gruplarının yaptığı Taksim çağrısı. İşçinin ve emekçinin bayramı 1 Mayıs’ta her üç mitinge de işçi sınıfından kesimler katılacak. Kadın işçiler açısından bakacaksak her üç meydanda da kadın işçiler olacak. Her üç miting de geçim derdini, ekonomik krizlerin çalışanlar üzerindeki etkisini çeşitli şekillerde gündeme getirecek.

Mitinglere katılım tartışması daha çok “Kadıköy mü Taksim mi?” üzerinden ilerliyor. İstanbul ve 1 Mayıs dendiğinde Taksim’in, 77 1 Mayıs’ına referansla tarihsel bir önemi var. 2000’li yıllarda Taksim Meydanı çok kısa bir dönem 1 Mayıs mitinglerine açılmıştı. Sonrasında izinli kutlamalar başka meydanlarda yapılırken her daim 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen gruplar olur ve onlara sert müdahaleler yapılırdı. Bu sene 1 Mayıs kutlamaları için bazı sol gruplar çağrıda bulunurken bu çağrı özellikle 19 Mart sonrasında kendini güçlü bir şekilde meydanlarda gösteren gençlik/öğrenci muhalefetini ikiye böldü. Saraçhane buluşmaları sırasında Özgür Özel’in 1 Mayıs’ta Taksim’i işaret etmesi, ancak DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin Kadıköy’de eylem kararı almasıyla CHP’nin Kadıköy’de olacağını söylemesi gençler/öğrenciler arasında hayal kırıklığı yarattı. Bu durum, gençlik muhalefetinin 1 Mayıs’a hazırlanırken kendi asgari müşterekleri içinde hareket edebilen bir örgütlenme oluşturamaması ve dağınık bir görüntü vermesine neden oldu. Bu tartışma Dem Parti’yi de etkiledi; parti Kadıköy’de olacağını söylerken gençlik örgütlemesi Taksim’i adres gösterdi.

Üç çağrıya nasıl yanıt verileceği üzerine politik bir dramaturji oluşturmak için Türkiye’nin yakın dönemindeki gelişmelerini dikkate almakta fayda var:

Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, hayat pahalılığı, geçim derdi, gelir adaletsizliği ve güvencesiz çalışma koşulları çalışanların ve bu belirsiz gelecekte kendine yer bulamayan gençlerin yaşamını gittikçe zorlaştırıyor. İktidar; gençlerin, çalışanların, emeklilerin koşullarını iyileştirmek yerine kendi çıkarlarını merkeze alarak ekonomiyi yönetiyor. 19 Mart İBB krizini yönetmek için rezervlerden satılan milyar dolarlar bu tercihin son dönemdeki göstergelerinden biri oldu. Ekonomik zorlukların yanında siyasi baskıcı ortam, siyasetin yargı eliyle dizayn edilmesi, hak arayanlara devlet şiddeti ile müdahale edilip hapishanelerin adres gösterilmesi her gün dozu artan hukuksuzlukların yakın dönemdeki örnekleri arasında yerini alıyor.

İktidarın İstanbul’a çökmek ve başkanlık yarışında Ekrem İmamoğlu’nu saf dışı bırakmak için devreye soktuğu 19 Mart darbesi sonrası iki güçlü direniş ortaya çıktı. Biri CHP’nin öncülük ettiği Saraçhane direnişi, Ekrem İmamoğlu’na Özgürlük ve Millet İradesine Sahip Çıkıyor mitingleriydi. Diğeri Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve çalışma arkadaşlarıyla birlikte uyduruk gerekçelerle tutuklanmasının tetiklediği öğrenci/gençlik muhalefetiydi. Bu eylemlerin güçlü katılımlarla örgütlenmesi ve kamuoyunun verdiği destek öğrenci tutuklamalarında çeşitli geri adımların atılmasına neden oldu. Hâlâ 50’nin üzerinde öğrenci tutuklu bulunuyor. CHP Saraçhane sonrasında Maltepe, Şişli, Yozgat, Mersin mitinglerinde kitlesel halk buluşmaları gerçekleştirdi ve yeni eylemler planlıyor. İktidarın buna yanıtı ise Kanal İstanbul’u devreye sokmak ve 26 Nisan’da İBB soruşturmasını genişletmek oldu.

19 Mart darbesi, Kürt meselesinde çözüm arayışlarının konuşulduğu bir dönemde devreye girdi. Çözüm arayışlarına CHP destek verdi, hatta İmamoğlu yeni dönemin başkanı olarak da kendini ortaya koydu. Öcalan’ın tarihi çağrısı Türkiye’yi çatışmanın ve şiddetin olmadığı yeni bir yola sevk ediyor. Bu çağrının karşılık bulması, sürece halkın katılarak barışın toplumsallaşması, barış iradesinin sahiplenilmesi Türkiye açısından oldukça önemli bir yerde duruyor. Bu gerçekleştiğinde ekonomik olarak yıllardır terörle mücadeleye yatırılan servetin sağlık, eğitim, tarım, üretim için, çalışan ve emeklilerinin koşullarının iyileştirilmesi, yoksullukla mücadele için kullanılmasına imkan sunacaktır. Bu çağrı karşılık bulduğunda devletin terör retoriği ve anti-demokratik yöntemlerle yoluna devam edemeyeceği, ister istemez demokratik mücadele alanını genişletmek zorunda kalacağı da görülebilir. Ancak çözüm konusunda devlet içinde tam olarak hemfikir olunamadığı söylenebilir. HDK’nin ve Kürtlerle siyasi iş birliklerinin kriminalize edilmesi, İBB’ye yönelik terör soruşturmaları, kayyum ve tutuklamalar, Selahattin Demirtaş’a açılan yeni dava bunun somut örnekleri olarak sıralanabilir.

Böyle bir dönemde işçi sınıfıyla dayanışma anlayışı içinde 1 Mayıs’ı İstanbul’da örgütlerken nelere dikkat edilebilir? Bunlardan biri barış, hak, hukuk, adalet, özgürlük talepleriyle en geniş kesimleri asgari müşterekler üzerinden 1 Mayıs meydanlarında emekçi kitlelerle bir araya getirmek olabilir. 19 Mart darbesine karşı çıkma; İstanbul’u sahiplenme, barış iradesini, Kürt meselesinde çatışmasız ve silahsız dönemi sahiplenme, gençliğin/öğrencilerin taleplerini ve gündemlerini en geniş kesimlerle buluşturma önemli bir yerde duruyor. Bu durumda katılımcıları itibariyle Kadıköy mitinginin daha çeşitli ve geniş kesimleri bir araya getireceği söylenebilir. Diğer yandan DİSK, KESK, TMMOB ve TTB bu miting kararını muhalefetin diğer bileşenleriyle müzakere içinde alabilir, özellikle öğrenci/gençlik muhalefetini de tartışma sürecinin içine katabilirdi. Bu sendika ve meslek örgütlerinin işçi ve emekçi kesimlerle kurduğu ilişkinin ne kadar katılımcı ve demokratik olduğu tartışmasının yanında böylesi önemli bir dönemde gençlik/öğrenci muhalefetiyle 1 Mayıs çağrıları çıktıktan sonra diyalog kurulmasının önemli bir siyasi hata olduğu söylenebilir.

Tek bir yerde değil de her yerde eylemler olmasının emekçi kesimlerin taleplerinin daha fazla duyulmasını sağlayacağı da savunulabilir. Ancak Taksim söz konusu olduğunda devlet güçlerinin bu eylemi yaptırmayacağını ve buraya çok sert müdahale edeceği öngörmek zor değil. Daha şimdiden Taksim çağrısı yapan gençlere yönelik Şafak operasyonları başlamış durumda. Belli ki Taksim buluşması pek çok insanın özellikle gençlerin kötü muamele görmesine, gözaltına alınıp tutuklanmasına neden olacak. Taksim’i açarsın açmazsın tartışmasında hem devletin Taksim’i kapatması hem de Taksim’de 1 Mayıs kutlama ısrarı durumu çözümsüz hale geliyor. Bu öngörü karşısında şunlar tercih edilebilir. Tüm sendika ve kitle örgütleri olası saldırıları öngörerek Taksim’e gidebilir; Taksim için miting izni almayı zorlayabilir. Ancak Kadıköy ve Kartal mitinglerini örgütleyenlerin bu yönde bir kararı bulunmuyor. İkinci olarak Taksim seçeneğinden vazgeçilerek diğer mitinglere katılım gösterilebilir. Ancak Taksim çağrısı yapanlar da bu yönde karar almış değil. 1 Mayıs’a kısa bir süre kala zor bir ikilemle karşı karşıya kalınmış durumda. Yine de en rasyonel tercih en geniş ve çoğulcu işçi katılımının olduğu yerde barış, hak, hukuk, adalet, özgürlük talepleri üzerinden bir araya gelmek olacaktır.