(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Gündem Çalışma Komisyonu tarafından 13 – 27 Mart 2021 tarihleri arası haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)

 

İç Politika

Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye kapatma davası, Belediye şirketlerine yönetici atama yetkisi, Gezi Parkı mülkiyetinin devri ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması

Bu 15 günlük dönemde çok önemli gelişmeler bir arada yaşandı. Bunlardan biri, belediye başkanlarının belediye iştiraki olan şirketlere yönetici ataması yetkisinin belediye meclislerine ait olduğuna dair Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun verdiği karardı. Karar, yerel bir mahkemenin kararının Danıştay’da incelenmesi sonucunda verildi. İdari yargı tarafından verilen kararla, bu yetkinin belediye başkanlarına ait olduğunu teyit eden ve Yargıtay tarafından onanan diğer mahkeme kararları da görmezden gelindi. Danıştay’ın bu kararına karşı hukuk mücadelelerini devam ettirileceği duyurulsa da, kararın gereğinin yerine getirilmesi halinde muhalefetin elindeki belediyelerin icraat kapasitesini fazlasıyla azaltacağı aşikâr. Bu konuda dikkati çeken diğer bir husus, Danıştay Genel Kurul’unda yargıçların alacağı kararı etkilemek için yapılan müdahaleydi. Bu durum, iktidar tarafının sonuç elde etmek için hukuki olmayan yollara başvurma kapasitesini bir kez daha gözler önüne serdi.”

Kısa süre sonra, hakkında “terör propagandası yapmak” suçlamasıyla iki yıl hapis cezası verilen HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun dokunulmazlığının düşürülmesi kararı TBMM Genel Kurulu’nda okundu ve Gergerlioğlu’nun dokunulmazlığı kaldırıldı. Gergerlioğlu, iktidar bloğunu zora sokan insan hakları ihlallerini kamuoyuna taşıdığı için bir süredir iktidarın hedefindeydi. Kararın okunması üzerine Gergerlioğlu milletvekilliğinin hukuksuz şekilde düşürülmesiyle ilgili Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı gelinceye kadar Meclis’i terk etmeme eylemine başladı. 21 Mart’ta Meclis’te “adalet nöbetini” sürdüren Gergerlioğlu abdest almak için odasından çıktığı sırada, adeta Bahçeli’nin Gergerlioğlu’nun Meclis’ten çıkarılması yönündeki talebini karşılama amacıyla, uydurma bir sebeple ifadesinin alınması için onlarca polis eşliğinde gözaltına alındı. İfadesi alındıktan sonra Gergerlioğlu serbest bırakıldı.

Bir başka önemli gelişme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın HDP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açmasıydı. Düzenlenen iddianamede, HDP üyelerinin beyan ve eylemleriyle devletin milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı, ortadan kaldırmayı amaçladıkları belirtildi. İddianamede aralarında Selahattin Demirtaş, Mithat Sancar ve Pervin Buldan’ın da bulunduğu 684 HDP’li için siyaset yasağı talep ediliyor. HDP’ye dava açılmasının, Devlet Bahçeli’nin ısrarlı taleplerinin ardından ve tam da MHP Kurultayı öncesine denk gelmesi dikkat çekti.

Bu arada son derece ilginç bir kararla, İBB mülkiyetindeki Taksim Gezi Parkı’nın mülkiyeti “Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı”na, dolayısıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Böylece Gezi Parkı üzerindeki her türlü tasarruf imkânı iktidarın eline geçmiş oldu.

En çarpıcı gelişmelerden birisi de Resmî Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanı Kararı’yla, Türkiye’nin 2011 yılında imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması oldu. Böylece Türkiye ilk kez uluslararası bir sözleşmeden meclis kararı olmaksızın bir Cumhurbaşkanı Kararı’yla çıkma girişimi gündeme geldi. Pek çok hukukçu İstanbul Sözleşmesi’nin Meclis tarafından çıkarılan bir kanunla yürürlüğe konulduğu için aynı şekilde meclis kararı olmaksızın, Cumhurbaşkanı Kararı ile anlaşmadan çıkılamayacağını dile getirdi.

İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili karar üzerine kadınlar İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Adana, Eskişehir, Dersim, Antep, Mersin, Malatya ve başka yerlerde eylemler yaptı. Birçok siyasi parti ve kadın örgütü yapılan işlemin iptali için Danıştay’da dava açtı. 77 Baro ise ortak bir açıklama yayımlayarak “İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir, uygulanmaya devam edecektir” açıklamasında bulundu. TÜSİAD da bir açıklama yaparak İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açacağını belirtti ve kararın yeniden değerlendirilmesini talep etti.

Nasıl yorumlamalı?

Son derece önemli bu gelişmeleri nasıl yorumlamak gerekiyor? Yaşananlara birkaç açıdan bakılabilir. Öncelikle kısa vade açısından bakıldığında, seçim anketleri AKP’nin ve Cumhur İttifakı’nın oylarının düzenli olarak gerilediğini gösteriyor. Halkın Cumhurbaşkanı tercihini gösteren anketlerde de E. İmamoğlu ve M. Yavaş, T. Erdoğan’ın önünde görünüyor. Son olarak, bundan bir süre önce Gara operasyonu ve HDP’lilerin milletvekilliklerinin düşürülmesi konusunda muhalefet ilk kez iktidarın arkasında hizalanmamış, bu da iktidarın “milli meselelerden” rıza devşirme kapasitesi zayıflıyor mu sorusuna yol açmıştı.

Oy dengeleri ve olası seçim sonuçları açısından bakıldığında, iktidar bloğunun art arda hamleler yaparak geriye kalan tabanını konsolide etmeye çalıştığı; örneğin, Erdoğan’ın AKP 7. Olağan Büyük Kongresi’ne tarikat çevrelerinin talebini dikkate alıp İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmiş güçlü bir lider olarak gittiği söylenebilir. Diğer yandan, HDP ve Kürt seçmenin iktidar dengelerindeki kilit rolü göz önüne alındığında, kapatma davasıyla milliyetçi refleksleri güçlü olan İYİ Parti’yi ve devletçi çizgideki CHP’yi HDP’ye sahip çıkmayan bir konuma itmeyi hedeflediği ileri sürülebilir. Böylece HDP’li Kürt seçmenin Millet İttifakı’na oy vermesinin de zorlaştırılmasının amaçlandığı söylenebilir. Nitekim ana akım muhalefet, Gara operasyonu ve fezlekeler gündeminde gösterdiği tepkiden farklı olarak, HDP’ye kapatma davası açıldığında düşük bir profil sergiledi. Örneğin Kılıçdaroğlu, “Eğer demokrasiyi savunuyorsak, siyasi partilerin kapatılması, siyasi partilerin sonlandırılması gibi bir süreci bırakmak zorundayız.” demekle yetindi ve konuyu yeniden gündeme getirmedi. Meral Akşener’in net bir açıklama yapmaktan kaçınması dikkat çekerken, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ağıralioğlu “HDP, PKK’ya savaş açmak zorundadır. Açmadığı müddetçe, terörün gölgesinde kalıp meşruiyet alanını kendi kendine kapatacaktır” dedi. Diğer taraftan İYİ Parti içinde bir kırılmanın meydana geldiğini söylemek için henüz erken. Bu demeçler çerçevesinde Millet İttifakı-HDP ilişkisi açısından bakıldığındaysa bir belirsizlik olduğu ve süreci izlemeye devam etmek gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu ise biraz daha net bir tutum benimseyerek parti kapatma davalarına sıcak bakmadıklarını ifade etti. Sonuç olarak, söz konusu hamleler bir yönüyle, AKP-MHP seçmen tabanını konsolide etme ve Millet İttifakı’nı HDP’nin örtük desteğinden yoksun bırakmaya yönelik seçim gündemli adımlar olarak yorumlanabilir.

Bununla birlikte, yaşanan son derece önemli gelişmelere yalnızca seçime dönük parti manevraları odaklı bakmak yanıltıcı bir değerlendirme olacaktır. Son dönemde iktidarda artık azınlığa düşmüş bir partiler ittifakı var. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasında gözlemlediğimiz gibi bir süredir atılan radikal adımlar (Ayasofya’nın ibadete açılmasından HDP’ye kapatma davası açılmasına kadar) iktidarın artık daha geniş kesimlerin rızasını almakla ilgilenmediğini gösteriyor. Dolayısıyla iktidar bloğunun bir azınlık yönetimi durumunda olduğu ve daha uzun süre iktidarda kalabilmek için yeni bir rejim inşa etme yolunda sağlam adımlarla hamleler geliştirme ihtiyacı içinde olduğunu söylemek daha gerçekçi bir değerlendirme olabilir. Siyasal İslamcı ve Türk milliyetçisi bir ideolojiye dayandığı görülen bu rejim, önümüzdeki dönemde seçim yasasından Anayasa Mahkemesi gibi temel kurumlarda radikal düzenlemelere kadar bir dizi kritik adımla kendini tesis etmeye yönelebilir.

Newroz’un mesajı neydi?

Bu yıl özellikle Kürt bölgesinde (Diyarbakır, Van, Ağrı, Batman, Dersim, Cizre ve Hakkari) Newroz yaygın şekilde ve yoğun bir katılımla kutlandı. Bölge il ve ilçeleri dışında İstanbul, Ankara ve başka yerlerde de Newroz kutlamaları gerçekleştirildi. Gözlemciler genelde Newroz’a katılımın yoğun olmasını, HDP’ye kapatma davası açılmasına karşı Kürt siyasi temsiliyetinin ve kimliğinin sahiplenilmesi olarak yorumladılar. HDP’li siyasetçiler de halkın desteğini ifade eden konuşmalar yaptılar. Örneğin, Diyarbakır Newroz’unda konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar “Hangi güç yeter bu halkı kapatmaya, hangi güç yeter bu iradeyi kapatmaya, başaramayacaklar. HDP dükkan mıdır? Siz neyi kapatıyorsunuz. HDP halktır halk, HDP umudun adresidir, HDP bu ülkede özgürlük ve barış içinde yaşamın güvencesidir” dedi.

Akıllara takılan bir soru, tam da HDP’ye kapatma davası açıldığı ve Kürt siyasetçi ve aktivistler üzerinde yoğun baskı geliştirildiği bir dönemde, iktidarın neden hemen her yerde Newroz kutlamalarına izin verdiği oldu. Özellikle AKP’nin Kürt halkını karşısına almak istemediği, Kürt seçmenden oy desteğini sürdürmek istediği ve son dönemdeki devlet politikasının “biz Kürtlere değil HDP’ye karşıyız” minvalinde olduğu düşünülürse, bunun özel bir politika gereği olduğu söylenebilir.

Covid-19 Gündemi

Ankara’da yapılan AKP Olağan Büyük Kongresi’nde Covid-19 pandemisi önlemleri hiçe sayıldı. Kongre’ye yurdun her köşesinden taşınan partililerin otobüs yolculuklarında maske takmadıklarını, kongre salonu önünde ve içinde güç gösterisi amacıyla partililerin saatlerce bir araya getirildiğini, Korona önlemlerinin göz ardı edildiğini gördük. Binlerce insan hem kendi sağlıklarını hem de onlara bakmak zorunda olan sağlık çalışanlarının sağlıklarını tehdit ettiler.

Covid-19 pandemisinde 3. dalganın başladığı konuşuluyor. Özellikle Avrupa’nın çok sıkı kapanmaya gittiği bu dönemde Türkiye’de kısıtlamaların gevşetilmesiyle kafe, restoran ve AVM’lerin dolduğunu ve hastalığın tekrar yükselişe geçtiğini gördük. BBC Türkçe’ye konuşan, Türk Yoğun Bakım Derneği 2. Başkanı Prof. Dr. Mehmet Uyar “Hastanelerin çoğu, yeni yataklı servisler, yeni yoğun bakımlar açma telaşına düştü, ek servis açmayanlar da sanırım önümüzdeki hafta açarlar” dedi. Yine BBC Türkçe’ye konuşan Bilim Kurulu eski üyesi Başkent Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Füsun Eyüboğlu, vaka sayılarının ve ölüm oranlarının son beş günde ciddi bir şekilde arttığını, üçüncü dalganın etkisini gösterdiğini, henüz pik noktasına da ulaşamadığımızı, mutant virüs nedeniyle en yüklü dalganın bu olacağını belirtti. Uzmanlar mutasyonun hastalığın bulaşıcılığını artırdığını ve 65 yaş altındaki grubun salgının başlangıcına göre daha fazla hastaneye yattığını gözlemlediklerini söylediler. Günlük vaka sayısı 30 bini aştı.

Aşı tedariki konusunda ise büyük zorluk olduğu anlaşıldı. Çin aşısını dünyada nüfusu kalabalık birçok ülkenin tercih etmesi sonucunda Türkiye’ye gelen aşı miktarının azaldığı ve aşılama sürecinin yavaşladığı ortaya çıktı. Sağlık Bakanı, BioNTech firması ile anlaşmaya gidildiğini ve aşıların tedarik sürecinde olduğunu duyurdu.

Dış Politika

Geçtiğimiz hafta Türkiye için iki önemli uluslararası toplantı gündemdeydi:

23-24 Mart NATO Dışişleri Bakanları toplantısı ve 25-26 Mart’ta düzenlenen AB Liderler Zirvesi

NATO toplantısında ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Çavuşoğlu ile görüştü. ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından görüşmeye ilişkin yapılan açıklamada, “Dışişleri Bakanı Blinken, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini elde tutmaması konusunda uyarıda bulundu. Blinken ayrıca Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmasından duyulan endişeyi de dile getirdi” denildi.

AB Liderler Zirvesi’nde ise bir yandan Türkiye ile diyalog ve işbirliği mesajları verilirken diğer yandan yaptırım kartı masada tutuldu. Türkiye ile ilgili ek kararlar Haziran ayında yapılacak zirveye bırakıldı. Türkiye’de insan hakları ve demokrasi konularındaki ciddi gerilemeye rağmen (Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, HDP’ye kapatma davası açılması, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı) ciddi bir yaptırım kararı çıkmadı. Zirve sonunda yayınlanan bildiride “Son dönemde Doğu Akdeniz’de tansiyonun düşürülmesi, Yunanistan ve Türkiye arasında görüşmelere başlanması ve Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde yeniden başlatılması kararlaştırılan müzakerelerin memnuniyetle karşılandığı” ifade edildi.

Türkiye’ye yaptırımlar konusunda Reuters “ABD yönetimi istediği için AB’nin yaptırım kararını ertelediği” yönünde bir haber geçti. Sadece Türkiye ile ilgili değil, AB’nin kendi içinde Polonya ve Macaristan’a dair yaptırım kararları da Temmuz ayında yapılacak toplantıya ertelendi. Zirveden Türkiye’ye yönelik bir yaptırım kararı çıkmamış olsa da ilk kez Türkiye aday ülke olarak anılmadı, ki bu da AB açısından önemli bir politika değişikliğine işaret ediyordu.

Ayrıca zirvede “Türkiye’nin 4 milyona yakın Suriyeliye ev sahipliği yapmasını takdir ettiklerini ve AB’nin yardımları sürdürmeye hazır olduğunu” kaydeden liderler, AB Komisyonu’nu finansmanın devamı için teklif hazırlamakla görevlendirdi. Türkiye’nin bu süreçteki dış politikasında Batı eksenine çark ettiği ve ilişkilerini düzeltmeye çalıştığı şeklinde yorumlar mevcut olsa da bu yargıya varabilmek için çok erken. AB kendi içindeki otoriterleşme eğilimleriyle bile mücadele etmezken (Polonya- Macaristan) Türkiye’ye yönelik bir politika geliştirmesi zor görünüyor.

Bu anlamda Batı’nın Türkiye’ye demokratikleşme baskısı yapması ve Türkiye’nin toparlanması beklentisi büyük bir yanılsama olabilir. Batı, kendi stratejik çıkarlarına ters düşmediği sürece Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesine çok da önem vermiyor görünüyor. Bununla birlikte, AB içinde yaşanan göçmen düşmanlığı, aşarı sağın ve faşizmin yükselişi de dikkate alındığında Türkiye’ye geniş bir manevra alanı kalıyor. Göçmen meselesi Türkiye için büyük bir koz oluşturmaya devam ediyor. AB göçmen akınını kısıtlamak için Türkiye’ye büyük önem atfediyor ve ülkedeki otoriterleşmeyi o kadar da mesele etmiyor gibi görünüyor. Örneğin Resmî Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye’nin 2011 yılında imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararını sorgusuz sualsiz hemen işleme koyması dikkat çekici.

Ayrıca, Biden yönetimi altında Batı’nın yeniden bir blok olarak davranmaya çalıştığını, Batı bloğu politikalarını netleştirdikçe Türkiye’ye ilişkin politikalarının da giderek netleşeceğini söyleyebiliriz. Diğer yandan, AB içinde Covid-19 pandemisi ve aşı savaşları ile derinleşen parçalanma ve giderek artan ırkçı-göçmen karşıtı otoriter eğilimler nedeniyle AB’nin bir demokrasi krizi yaşadığını, liberal demokrasinin ve birlik ruhunun felç olduğunu, dolayısıyla AB’nin Türkiye’de rejimin otoriterleşmesine karşı ciddi yaptırımlar uygulamasının zor göründüğünü öne sürebiliriz. Türkiye hâlâ bu durumu kendi lehine kullanıyor ve kendine manevra alanı buluyor, ancak Batı bloğu politikalarını netleştirirse bu manevra alanı daralabilir. Biden, yönetimi devraldıktan sonra Türkiye’nin ciddi geri adımlar attığını da vurgulamak gerek. Türkiye’nin hem Mısır, İsrail ve Suudi Arabistan ile yakınlaşma çabalarını hem de Doğu Akdeniz’de geri adım atmasını bu çerçevede değerlendirebiliriz.

Türkiye Mısır ilişkileri

Öte yandan Türkiye’nin dış politikada çark etmesi de o kadar kolay değil. Örneğin, Mısır’da yayın yapan hükümet yanlısı El Vatan gazetesinden Ahmed El Katib, Kahire’nin, Ankara ile müzakerelere başlamak için on koşul öne sürdüğünü iddia etti. Bu koşullar arasında Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de tek taraflı dayatmalardan vazgeçmesi ve uluslararası deniz hukukuna uyacağını taahhüt etmesi, Libya’daki askeri varlığına son vermesi, Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi, Müslüman Kardeşlere arka çıkmaktan vazgeçmesi gibi pek çok koşul var. Türkiye’nin bu koşulları yerine getirmesi zaten son on yılda izlediği dış politikayı tamamen değiştirmesi demek.

Öte yandan, Biden’ın Putin’i “katil” olarak nitelemesi ve ABD-Çin heyetleri arasında yapılan bir toplantıda gerilimin artması, ABD’nin Rusya ve Çin’le gerilimi yükselttiğini gösteriyor. Bazı yorumculara göre bu gelişmeler, yeni bir Soğuk Savaş dönemine girildiğini gösteriyor. Türkiye’nin böyle bir dönemde jeostratejik öneminin arttığı iddia edilebilir, ancak nasıl bir siyasi tavır alacağı da tartışılmaya değer. Türkiye’nin Batı bloğundan yana tavır alacağına dair işaretler var; ancak Türkiye, Rusya ve Çin ile Batı Bloku arasındaki gerilim ve çelişkileri son on yılda yapageldiği gibi kendi manevra alanını genişletmek için de kullanmaya devam etmeye çalışabilir. Gelişmelerin izlenmesi gerekiyor.

 

Ekonomi

Merkez Bankası faiz kararı ve Başkan değişikliği

Geçen iki haftanın ekonomi alanındaki en önemli gelişmesi, Merkez Bankası Başkanı’nın değişimiyle taçlanan kusursuz fırtınaya giden, ardı ardına atılan adımlar oldu. AKP Genel Başkanı ve 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 20 Mart 2021 Cumartesi sabaha karşı 7 Kasım 2020’de yine bir kararnameyle göreve getirilen Naci Ağbal’ı görevden aldı. Görevden alma Merkez Bankası’nın faizleri 200 baz puan arttırmasını takiben gerçekleşti. Yerine, AKP eski milletvekili ve Yeni Şafak gazetesi yazarı Prof. Dr. Şahap Kavcıoğlu atandı. Bu atamanın, öncesi ve sonrasında atılan adımlarla birlikte düşünüldüğünde, ekonomiye etkileri beklenenden daha fazla olacağa benziyor. İç politika başlığı altında detaylı olarak ele alınan HDP’nin kapatılma davası, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun gözaltına alınması, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesi ve Gezi Parkı’nın Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na devredilmesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın birkaç gün önce “İnsan Hakları Eylem Planı” adıyla açıkladığı yargı reformuna ilişkin şüpheleri daha da artırdı. Tedirginlik, 2 yıl içinde 4. kez değişen Merkez Bankası Başkanı’yla piyasalara da yayıldı. 22 Mart 2021 sabahı piyasaların açılmasıyla birlikte Türk Lirası %19’lara varan değer kayıpları yaşadı. Naci Ağbal’ın atandığı süreci hatırlayacak olursak, hedef, “Kurumlara müdahale edilmeyeceği ve oyunu kurallarına göre oynama görüntüsü verilerek yatırımcı çekilmesi”ydi. Ağbal’ın görevi süresinde piyasa beklentilerine uygun olarak yapılan faiz artırımları ile döviz kurlarında belli bir denge sağlamıştı. Ancak bu denge kalıcı olmadı. Zira doğrudan yatırıma, üretim ve ihracat ile büyümeye ve daha da önemlisi kısa vadeli borçlar için sıcak paraya ihtiyaç duyan bir ekonomide, sadece faiz artırarak ya da döviz satarak mevcut problemlerin çözülemeyeceği açıktır. Öte yandan, ekonomi yönetiminden beklenen şeffaflık konusu da sorun olarak ortada duruyor. Nitekim Merkez Bankası rezervlerindeki 128 milyar dolarlık erimeye yol açan satışların nerelere ve nasıl yapıldığı sorusu hâlâ cevap beklemektedir. Buna, Merkez Bankası’nın beklentilerin üzerinde (200 baz puan) gerçekleşen faiz artırımıyla döviz kurlarının tekrar gevşemesinin ardından 19 Mart 2021 Cuma günü gerçekleşen döviz ihalelerinde kimlere satış yapıldığı sorusu da eklendi. MB başkanlığı atamasına dair diğer bir önemli konu da yeni MB Başkanı tercihinde kendini gösteriyor. Zira yeni MB Başkanı’na baktığımızda, “faiz-enflasyon” ilişkisi üzerine görüşlerinin Erdoğan ile tam bir uyum içinde olduğunu ve Hakan Atilla ile birlikte Halkbank’ta Genel Müdür Yardımcılığı yapmış olduğunu görüyoruz. Dolaysıyla tercihin bu yönde şekillenmesi, önümüzdeki süreci daha kırılgan hale getirebilir. Gelişmeleri yakından takip etmeye devam edeceğiz.

Ekonomide Diğer Gündemler

Merkez Bankası faiz artırımı ve sonrasında TCMB Başkanı’nın değişmesini takiben piyasalarda yaşanan depremin gölgesinde kalan diğer gelişmeleri aşağıda sıralayacağız:

Tunceli Belediyesi çalışanlarıyla toplu sözleşme imzaladı. Diğer dönemde bahsedilen İstanbul ilçe belediyelerinde yaşanan grevler ve yapılan tartışmaların gölgesinde kalan toplu sözleşme ile ortalama maaşları 8000 TL’ye yükseltildi. Ekonomik haklar yanında, “kadınlara 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ve 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile her ayın belli bir günü regl/menopoz izni verildi”. Ayrıca “LGBTİ+ çalışanlar da Onur Yürüyüşü gününde izinli sayılacak”.

Bir diğer gündem konusu da Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılan köprü ve otoyollardaki kiralanabilir alanların gelirlerine ilişkin tartışmaydı. Yapılan yatırımlarda garanti edilen geçiş ücretiyle birlikte kiralanabilir alanların gelirinin de yüklenici firmalar tarafından alınacağı belirtildi.

Müteahhitlere yapılan desteklerle ilgili tartışmalar bununla da kalmadı. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi müteahhidi olarak bilinen “Rönesans Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı’na, Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından resmî ‘koruma aracı’ tahsis edildiği ortaya çıktı”.