İÇ POLİTİKA

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adaylığı ve Altılı Masa

Son haftalarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı neredeyse kesinleşmiş bir durum olarak ele alınmaya başlanmıştı. Bu durumun altılı masa için de netleştiği ama açıklamanın yapılmadığı düşünülüyordu. Ancak son günlerde yaşanan gelişmeler ve yapılan açıklamalar, adaylık konusunun en azından altılı masada netleşmediğini gösterdi. Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu ile ilgili olumlu açıklamalar yapmasının ardından, masada noter olarak oturmadıklarını ve adayın belli olmadığını açıklaması ortamı gerginleştirdi. Aynı şekilde Ali Babacan’ın da kendi aday listelerinin olduğunu söylemesi, altı parti dışında yedinci bir adayın olabileceğini ve aday konusunun netleşmediğini belirtmesi, altılı masada sorun mu var tartışmasını gündeme taşıdı. CHP’nin iç gündemi açısından Kılıçdaroğlu’nun adaylığı netleşmiş gibi görünse de altılı masada bunun netleşmediği açıkça görüldü. Özellikle bu konu ile ilgili olarak sergilenen dağınık görüntü, kararsız seçmen açısından olumsuz bir işaret olarak algılanacaktır. Adayın açıklanmaması başka bir durum, bu konuda liderlerin kamuoyu önünde suçlayıcı ve polemik yaratacak açıklamalar yapması çok daha başka bir durum. Elbette yandaş medya bu konuyu fazlasıyla diline doladı ve üstüne gitti. Masanın en toparlayıcı ve oy potansiyeli olarak da en güçlü adayı olan Kılıçdaroğlu bakalım bu dağınık ortamı yeniden toparlamayı başarabilecek mi? Aksi takdirde AKP’den kopan ya da kopma eğiliminde olan oyların yeniden AKP’ye dönme ihtimali belirebilir.

Mersin Saldırısı

Mersin’de bir polisevine yapılan saldırı oldukça önemli soruları ve tartışmaları gündeme getirdi. Saldırıyı PKK’nin yaptığı anlaşılıyor. Saldırının ardından İçişleri Bakanı Soylu, saldırganlardan birinin CHP’nin tutuklu gazeteciler raporunda bulunduğunu belirterek adeta saldırının temel suçlusunun CHP olduğunu ima etti. Yandaş medya bu açıklamaları saatler içerisinde haberleştirdi ve durum CHP karşıtı bir kampanyaya dönüştürüldü. Altılı masanın en zayıf ayağı olan Kürt meselesi bir kez daha temel saldırı malzemesi olarak kullanıldı. HDP ve Selahattin Demirtaş saldırıyı kınadılar. Tam da seçim sürecine girilmişken böyle bir eylemin yapılması bazı soruları da gündeme getirdi. Uzun süredir Türkiye’de eylem yapmayan PKK neden tam da bu süreçte böyle bir eyleme kalkıştı? Saldırıyı gerçekleştirenlerin kimlikleri gerçekten nedir? Saldırıyı PKK gerçekleştirdiyse tam olarak hangi nedenle bunu yaptı? Şu aşamada çok az veriye sahibiz ve söylenecek her şey spekülasyon olacaktır. Bu sorulara önümüzdeki günlerde yanıt bulmak mümkün olabilir ancak neresinden bakılacak olursa olsun kafa karıştırıcı ve şüpheli bir durumla karşı karşıya olduğumuz açık.

Emek ve Özgürlük İttifakı

Bu dönem içerisinde gündeme gelen en önemli olaylardan biri Emek ve Özgürlük İttifakı’nın oluşum toplantısıydı. Altı parti ve oluşumun (HDP, EHP, EMEP, SMF, TİP, TÖP) içinde olduğu yapı ilk buluşmasını gerçekleştirdi. Bu ittifakın kendi söylemini gündemleştirme ve siyasete müdahale etme kapasitesini ilerleyen zamanlarda göreceğiz. HDP’nin önderliğinde böyle bir ittifakın kurulmasının altılı masayı rahatlatacağı yolunda yorumlar da yapılıyor. Böylece HDP’nin altılı masanın gizli bileşeni olmadığı ve kendi ittifaklarını oluşturduğu gerçeği görülmüş oldu düşüncesi dile getiriliyor.

Musa Anter Davası

Musa Anter davası bilindiği gibi zaman aşımına uğrayacağı gün olan 20 Eylül’ün bir gün sonrasına yani 21 Eylül’e ertelenmişti. Mahkeme 21 Eylül’de toplanarak davanın zaman aşımına uğradığı kararını açıkladı. Doksanlı yıllarda Türkiye’yi kontrol eden ve binlerce insanı katleden karanlık güçlerin bugün de devlet nezdinde etkili olduklarını açıkça görmüş olduk. Belki de Türkiye’yi doksanlı yılların karanlığına sürükleyen Musa Anter cinayeti, bu dönemin devleti ve hükümeti tarafından örtbas edilmiş oldu. Bu durumu ülkenin gelecek günleri için çok endişe verici bir gelişme olarak kaydetmek gerekiyor. Musa Anter cinayetini işleyen ve bu cinayeti açık bir şekilde örtbas edenlerin, seçim sürecinde boş durmayacaklarını söylemek yanlış olmayacaktır.

Sedat Peker’in Susturulması

Son açıklamalarıyla Saraya çok yaklaşan Sedat Peker’in kesin olarak susturulması çabasının yoğunlaştığı görülüyor. Önce Peker’in evinin önünde bulunan adamlarına silahlı saldırı gerçekleşti. Ardından yine Peker’e yakın bir isim olan Metin Süs silahlı saldırıda yaralandı. Şimdi de Peker’in basın danışmanı olarak bilinen Emre Olur, Arnavutluk’ta yakalanarak özel bir operasyonla Türkiye’ye getirildi. Yine Pekerin bulunduğu BAE’nin Peker’e çok ciddi uyarılarda bulduğu ve tüm iletişim kanallarını kestiği belirtiliyor. Sedat Peker asıl büyük ifşaatlarını seçim öncesi yapacağını belirtmişti ancak şu an ciddi bir abluka içerisinde olduğu anlaşılıyor. Peker’in en azından seçimlere kadar açıklama yapamaması konusunda ciddi bir çalışmanın olduğu görülüyor.

İnsan Hakları Gündemi

Bu dönem içinde pek çok hak ihlali, yasak ve nefret suçuyla karşılaşıldı. Kürt işçilere saldırı, işkenceye maruz kalan HDP milletvekili Semra Güzel, anadilde eğitim eylemine saldırı, konser iptalleri, Lgbti+ karşıtı eylemde dile getirilenler, cezaevlerinde yaşanan şüpheli ölümler, gazetecilere verilen ağır cezalar bunlar arasında sayılabilir.

 

EKONOMİ

Devlet destekli borsa manipülasyonu  

Burada ele aldığımız dönemde borsa büyük bir manipülasyona, ardından da kamu bankaları eliyle yürütülen spekülatörleri kurtarma operasyonuna sahne oldu. Saraya yakın olduğu öne sürülen bazı spekülatörlerin de içine bulunduğu bir kesim yoğun alımlarla Vakıfbank, Halkbank gibi kamu bankaları hisselerini yüzde 200-300 yukarıya taşıdı. Maddi temeli bulunmayan bu aşırı yükselişe ilgili kurumlar müdahale etmedi. Zaten Hazine ve Maliye Bakanı Nebati bu sırada yurttaşları TL cinsinden yatırıma özendirmek üzere borsaya yönlendiriyordu. Bu sert yükselişi hızlı bir çöküş izleyince teminatlarını kapatamayan bazı spekülatörler iflasın eşine geldi. İşte bu noktada kamu bankaları devreye girdi; Halkbank düşen hisselerini desteklemek için  yüksek sayılabilecek fiyatlardan hisse geri alımı yaptı. “Kamu bankalarının görevi spekülatörleri kurtarmak mı?” sorusu ortaya atıldı.

Türk bankalarının MİR sisteminden çıkması

Türk bankaları, yaptırımlara rağmen turizm ve başka sektörlerde para akışını sağlamak için Rusya’nın visa, mastercard benzeri bir ödeme sistemi olan MİR sisteme dahil olmuştu. Çok geçmeden Batılı anaakım medyada ABD ve AB’nin, Türk bankalarının yaptırımların delindiği bir kanala dönüşmesinden endişe ettiği yolunda haberler çıktı. Aynı haberlerden ABD’nin Türk bankalarının MiR’den çıkması için baskı uyguladığı anlaşılıyor. Bunun üzerine önce iki özel banka (İş Bankası ve Denizbank) ve kamu bankaları MİR ödeme sisteminden çıktıklarını açıkladı. Söz konusu gelişme Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlar konunda Türkiye’yi gayet yakından izlediğini, gerektiğinde müdahale ettiğini ortaya koyuyor.

Merkez Bankası faiz indirdi, dolar kuru yeni rekor kırdı

Merkez Bankası, ABD’de FED ve Avrupa’da Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) enflasyon endişesiyle faiz artırdığı bir dönemde politika faizini yüzde 12’ye çekti. Temel motivasyonun ekonomide kredi genişlemesinin devam etmesi ve ekonomide canlılık olduğu anlaşılıyor. Kararın ardından dolar kuru 18,37 ile yeni bir rekor kırdı. 

Seçim ekonomisine doğru

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın, açıklamasına göre, Türkiye Aile Destek Programı’nın kapsamı genişletilerek 450 TL-600 TL olan destek tutarları 850-1.250 TL’ye yükseltildi. Çocuk Destek Bileşeni programıyla da çocuklar için ilave aylık 350TL-650 TL destek sağlanacak. Büyük şehirlerde olmasa da taşrada 400-600 TL’lik artışların insanların yaşamını biraz olsun kolaylaştıracağı söylenebilir.  Asgari ücrete yüksek oranda zam yapılacağı, baz etkisiyle düşmesi beklenen -hayat pahalılığının değil- “manşet enflasyonun” propagandasının gündeme geleceği öne sürülüyor. Sosyal konut projesini de düşündüğümüzde “seçim ekonomisine” geçmekte olduğumuz söylenebilir.

İşçi eylemleri, grevler

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası, Kadıköy Belediyesi ile 2 bin 300 işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine 16 Eylül’de belediye binasına grev kararı astı. Ancak 22 Eylül’de sendikanın belediye ile anlaşması üzerinde Patronların Ensesindeyiz Belediye Emekçileri Dayanışma Ağı bir açıklama yaparak sendikayı işçilerin iradesini yok saymakla suçladı, mücadele çağrısın yaptı.

ETF işçileri polis ablukasına alınırken fabrikadan mal çıkarıldı

Alacakları için fabrika önünde direnişe geçen ETF işçileri polis tarafında ablukaya alınırken 10’dan fazla tır polis koruması altında fabrikadan mal çıkardı. İşçiler devlet, bakanlık ve polisi işverenin tarafında olmakla suçladı.

 

DIŞ POLİTİKA

İran’da kadınların öncülüğünde toplumsal isyan 

İran’da Kürt kadın Jina Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesinin ardından kadınların başını çektiği toplumsal bir isyan patlak verdi. Önce kadınlar, ardından erkekler geniş kitleler halinde İran’ın Tahran, Tebriz, Esfahan, Urmiye, Sanandaj, Amol, Raşt, Sari, Amol, Babol, Marand, Kerman, Kermanşah ve daha birçok şehrinde sokaklara çıktı; “İslam Cumhuriyeti istemiyoruz” “Kadın, yaşam, özgürlük”, “Diktatöre ölüm”, ”Korkmayın biz hepimiz birlikteyiz”, “Zalime ölüm, hem şaha hem mollaya”, “Hameney’e ölüm” benzeri doğrudan rejim karşıtı sloganlar atıldı. Bazı muhalif kaynaklar gösterilerin 33 eyalette 133 kente yayıldığını öne sürerken İran İnsan  Hakları Örgütü  80 kente yayıldığını açıkladı. İran Cumhurbaşkanı ve yetkililer halkın taleplerini işittiklerini, fakat gösterilerin kaos çıkarmak isteyen dış güçlerin işi olduğunu söylediler. Gösteriler yoğunlaştıkça resmi makamlar internet ve sosyal medyaya ciddi kısıtlamalar getirdi. Gösterilerin yaygınlaşmasıyla birlikte devlet şiddeti de arttı; öldürülen gösterci sayısının 50 ile 100 kişi arasında değiştiği ileri sürülüyor. Yüzlerce kişi de gözaltına alındı. Sanat çevreleri ve entelektüeller de eylemlere destek çağrısında bulunuyor, örneğin İranlı yönetmenler uluslararası dayanışma çağrısı yaptı.

İran’daki gösterileri anlamlı bir çerçeveye oturtabilmek için şu noktalara dikkat çekmek önemli görünüyor: Öncelikle İran’da güçlü bir direniş geleneği var. İslami rejim altında İran halkı birçok defa çeşitli nedenlerle başkaldırdı, şiddetli baskıları göze alarak sokaklara çıktı. Kadın hareketinin de özellikle son yıllarda güçlünen bir aktivizm ve sivil itaatsizlik geleneği oluşturduğunu hatırlamak gerekiyor. Halihazırdaki halk isyanının ise bazı ayırt edici özellikleri bulunuyor. İlk kez İran’ın etnik ve dinsel olarak farkı bölgelerinin hemen tümünde toplumsal bir eylemlilik yaşanıyor. İkincisi, gazeteci Savash Porgham’a göre, son isyan hem yoksul halkta hem de orta ve üst-orta sınıflarda karşılık buluyor. Porgham bunun nedeninin, ekonomik krizle meydana gelen genel yoksullaşma ve devlet katında başını alıp giden yolsuzluklar olduğunu belirtiyor. Mevcut isyanın daha öncekilerle ortak yönü İran’da muhalif kesimlerde gözlenen bölünmüşlük, ortak bir örgütlenme ve liderlikten yoksun olma ise rejimin işini kolaylaştırıyor.

Son olarak, rejimin temkinli davrandığına, büyük bir kıyıma girişmediğine dikkat çekilmeli. Bunun nedeni, kıyımın doğuracağı daha şiddetli tepkilerden çekinilmesi olduğu kadar örgütsüzlüğün gösterilerin sönümlenmesine yol açacağı beklentisi de olabilir. Her durumda “halk isyanı radikal bir siyasi dönüşüme yol açar mı?” sorusunun yanıtını kimse bilmiyor; izlemek gerekiyor.

Ukrayna’da savaş yeni ve tehlikeli bir aşamaya girdi

Son dönemde Ukrayna ordusunun kuzeydoğuda Rusya’nın ele geçirdiği yerleşim birimlerinden bazılarını geri alması, Rusya’nın kısmi seferberlik ilan etmesi, Ukrayna’nın güney ve güneydoğusundaki dört bölgenin Rusya’ya ilhak edilmesi amacıyla referandum yapılması ve Rusya Federasyonu Başkanı Putin’in blöf yapmadığının altını çizerek “nükleer silahlara başvurabileceğini” açıklaması, Ukrayna savaşının bütün insanlık için fazlasıyla kritik bir aşamaya geldiğini gösteriyor.

Ukrayna ordusunun kısmi başarısının, Ukrayna ordusu kadar Batı‘nın sağladığı gelişmiş silahlar ve askeri eğitimden kaynaklandığı öne sürülebilir. Noam Chomsky, Batı’nın planının askeri yardımı sürdürerek Rusya’yı Ukrayna topraklarından söküp atmak olduğunu ileri sürüyor. Fakat şu olasılığa da dikkat çekiyor: Putin yenilgiyi kabullenmeyip henüz bütünüyle ve çok yıkıcı şekile kullanmadığı konvansiyonel gücünü devreye sokabilir. Bu durumda Ukrayna korkunç bir yıkım yaşayabilir. Karşılıklı askeri tırmanış ve Rusya’nın köşeye sıkıştırılması ise, “nükleer seçeneği” gündeme getirebilir; bunun da genel bir yokoluşa yol açma ihtimali hiç de az değil.

Gelişmeler Chomsky’nin öngörüsünü doğrular nitelikte oldu. Putin Ukrayna ordusunun başarısına kısmi seferberlik ilan ederek yanıt verdi. Yaptığı konuşmada “Washington, Londra ve Brüksel, Kiev’i doğrudan askeri harekatı bizim topraklarımıza kaydırmaya zorluyorlar” dedikten sonra Batı’nın, Rusya’nın siyasi, ekonomik ve kültürel her türlü egemenliğini kaybetmesini amaçladığını ekledi. Son olarak, Rusya’nın toprak bütünlüğü tehdit edilirse nükleer silah dahil bütün araçları kullanacaklarını söyledi.

Bu arada AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Burrell’in, Putin’in nükleer silah tehdidinin ciddiye alınması gerektiğine vurgu yapması önemli bir gelişmeydi. Borell, Ukrayna Savaşı’na mutlaka diplomatik bir çözüm bulunması gerektiğini söyledi.

Dört bölgede ilhak referandumu

Rusya, Herson ve Zaporijya bölgesi ile Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleri’nin Rusya’ya bağlanması için referandum düzenleneceğini duyurdu. Düzenlenen referandumun ardından bu dört bölgedeki seçmenlerin yüzde 90 oranında bir kesiminin Rusya’ya katılmaya “evet” dediği açıklandı. Ukrayna ve Batı ise referandum sonuçlarını tanımayacağını bildirmişti. Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitri Medvedev’in, referandumlarla Rusya’ya katılacak bölgelerin stratejik nükleer silahlar dahil Rus silahlı kuvvetleri tarafından her anlamda savunulacağını söylemesi de “nükleer seçeneğin” ciddiyetini ortaya koyuyor.

Ukrayna savaşının geleceği konusunda, Batı’nın mevcut “düşük yoğunluklu savaşı” ne kadar sürdürebileceği, Rusya’nın ise yaptırımlara rağmen ekonomisi ve savaş gücünü ne ölçüde ayakta tutabileceği önemli faktörler olarak karşımıza çıkıyor.

Avrupa’da faşizmin yükselişi
İtalya’da seçimler: Neo-faşizm iktidar ortağı oluyor

İtalya’daki seçimler, İsveç seçimleriyle de birlikte düşünüldüğünde, Avrupa’da liberal demokrasinin geleceği konusunda oldukça karamsar bir tablo ortaya koyuyor.

İtalya’da yapılan seçimlerde Giorgia Meloni liderliğindeki aşırı sağcı FdI (İtalya’nın Biraderleri Partisi) yüzde 26 oy alarak birinci parti oldu. Bir başka çarpıcı sonuç, merkez solun çatı partisi durumundaki Demokratik Parti’nin sadece yüzde 19 oy alabilmesiydi. İttifaklar bazında bakıldığında ise aralarında Lig Partisi gibi aşırı sağcı başka partilerin de bulunduğu sağ ittifak toplamda yüzde 44,3 oy alırken merkez sol ittifak sadece yüzde 26,1 oy alabildi. İtalya’yı neo-faşist ve sağ partilerden oluşacak bir hükümetin yönetmesi bekleniyor.

Neo-faşist bir hareketten evrilen İtalya’nın Biraderleri’nin Genel Başkanı Giorgia Meloni seçim kampanyasında İtalyan faşizminin “Tanrı, Aile, Anavatan” sloganını sahiplendi. Meloni’nin siyasi sola, LGBTİ hareketine ve göçmenlere karşı, kürtaj hakkını kısıtlayan bir politika izlemesi bekleniyor.

Avrupa’da neo-faşizmin yükselişi genellikle mülteci sorununa bağlanıyor. Fakat mülteci sorununun, zaten mevcut olan eşitsizliklerin ve orta sınıfların zayıflamasının sebep olduğu hoşnutsuzluğu artıran bir katalizör olduğu da söylenebilir. İtalya’da genç işsizlik oranı yüksek, büyüme oranı düşük; ülkenin kuzeyi ile güneyi arasında belirgin bir eşitsizlik ve finans krizinin yol açtığı yüksek bir ulusal borç var.

İsveç seçimleri: aşırı sağcı parti 2. oldu

İsveç seçimleri de neo-Nazi hareketinden doğan bir siyasi partinin, İsveç Demokratları’nın yaklaşık yüzde 20 oy oranıyla ikinci parti olmasına sahne oldu. Ülkede merkez sol koalisyon, sağ partiler bloğuna karşı 176’ya karşı 173 sandalye ile az farkla seçimleri kaybetti.