(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Gündem Çalışma Komisyonu tarafından 16 – 29 Ocak tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)

İç politika gündemleri

Bu iki hafta ele alındığında yine yoğun ve karmaşık bir gündem göze çarpıyor. Aynı zaman diliminde ve neredeyse aynı aktörlerin ağzından hukuk reformu söylemleri, AB’ye ve ABD’ye verilen olumlu mesajlar duyulurken, diğer taraftan siyasetçilere ve gazetecilere ağır saldırılar, insan hakları ihlalleri, muhaliflerin hedef gösterilmesi, Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, HDP’ye yönelik tutuklamaların devamı gibi haberler medyaya yansımış durumda.

Gündüz vakti ve herkesin gözü önünde bir siyasetçinin, silahlı kişiler tarafından öldürme kastıyla saldırıya uğraması sıradan bir olay gibi yansıtılabiliyor. Benzer şekilde, iktidarı ve ortağı MHP’yi eleştiren gazeteciler saldırıya uğrayarak linç girişimlerine maruz kalabiliyorlar. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş hakkında uluslararası hukukun ve kurumların çağrıları dinlenmezken, Canan Kaftancıoğlu hakkında bilmem kaçıncı dava açılabiliyor. Kayyum rektöre karşı eylem yapan gençler yine aynı aktörler tarafından terörist olarak yaftalanıyor.

MHP- AKP ittifakı, anketlerin gösterdiği kadarıyla her geçen gün oy kaybediyor. Ekonomik kriz ve bunun gündelik hayata yansıması, gıda fiyatlarındaki artış ve işsizlik rakamları artık toplumsal yaşamın her alanında etkisini hissettiriyor. Zaten büyük bir ekonomik krize doğru sürüklenen Türkiye, Covid salgınıyla birlikte çaresiz bir ekonomik durumla karşı karşıya kalmış görünüyor. Dış politikada ise iktidarın hareket alanları giderek daralmış durumda. Özellikle Biden’in seçilmesi sonrası ABD ile ilişkilerin ne yönde gelişeceği konusundaki belirsizlik her açıdan cumhur ittifakının canını sıkmış görünüyor. Ancak bütün bu gelişmelerin yarattığı en önemli sonucun, başkanlık sistemi ve cumhur ittifakının toplumsal meşruiyetinin ciddi bir darbe almış olması gösterilebilir. Bu iki hafta içinde yayınlanan anketlerin çok büyük bölümü gösteriyor ki, toplum, başkanlık sistemine karşı güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesi gerektiğini düşünüyor. AKP-MHP iktidarı ve kurdukları başkanlık sistemi önemli bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya.

Bu kriz nasıl aşılabilir konusu ise bir muamma olarak duruyor. İktidar bir taraftan Batıya şirin görünmeye çalışıyor ama diğer taraftan ülke içinde faşizmi kurumsallaştırmaya çalışıyor. İşin aslı, kurulmuş olan başkanlık sistemi ve bu sistemin işleyiş biçimi, faşizm dışında bir yönetim biçimiyle birlikte yürütülemez gibi görünüyor. Ülke açık bir parti-devlet görünümü kazanmış durumda.

Dolayısıyla yaşanan bu çıkışsızlık iktidarın yaptıklarına da yansıyor. Bir taraftan faşizan yöntemlerle, iktidara muhalefet eden tüm kesimler susturulmaya çalışılırken diğer taraftan, ‘biz Batı uygarlığının ve ittifakının bir parçasıyız’ diyerek yabancı yatırımcı çekilmeye çalışılıyor. Öyle görünüyor ki hükümet bir yol ayrımında. Bunun nasıl şekilleneceğini yakın bir zaman içinde göreceğiz. Bu konuda AKP ve MHP’nin aynı düşünmediğini gösteren pek çok emare olsa da şu aritmetikte AKP’nin MHP ile yapmış olduğu ittifakı bozma şansı yok gibi görünüyor.

Toplumsal meşruiyet kaybının giderilmesi hiç kolay görünmüyor. Dolayısıyla da bu durum meşruiyetin baskı ve zorla sağlanması eğilimini güçlendiriyor. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi ekonomide ve dış politikada Batı ittifakı dışında bir çaresi olmayan Türkiye’nin, kurumsallaşmış bir faşizmle yoluna devam etmesi de hiç kolay değil. Yeni ittifak arayışlarının başlaması ve CHP içinde yaratılmaya çalışılan bölme girişimleri şimdilik çok cılız ve etkisiz eylemler olarak göze çarpıyor.

Hrant Dink Anması

Hrant Dink katledilişinin 14. Yılında sevenleri, ailesi ve arkadaşları tarafından anıldı. Rakel Dink’in konuşmasında da belirtildiği gibi, devletin içindeki odaklar tarafından planlanan ve işlenen bu cinayet, benzer cinayetler gibi zaman aşımı yöntemiyle yargı koridorlarında karartılmaya çalışılıyor. Faşizmin kurumsallaşma yolunda ilerlediği bir parti-devlet yapılanmasından da başka bir şey beklemek hayalcilik olurdu.

Hrant Dink’i sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.

 

DIŞ POLİTKA

AB ve Avrupa Konseyi’nden Türkiye’ye uyarılar

Bu değerlendirmede öne çıkan en önemli gündemlerden biri, AB ve Avrupa Konseyi’ne (AK) bağlı çeşitli organların AHİM kararlarının uygulanması gibi çok temel bir konuda Türkiye’yi uyarması oldu. Özellikle Demirtaş ve Kavala’yla ilgili AHİM kararlarının uygulanıp uygulanmaması, AB-Türkiye ilişkilerinde ciddi bir dönüm noktası oluşturuyor. Türkiye, AB ile bir kopuşu göze almadığı sürece bu kararları uygulama baskısı altında kalacak. Diğer yandan, bu konuda rejimi oluşturan güçler koalisyonu içinde ciddi bir görüş ayrılığı olduğu, AB ve AK’ye yapılabilecek sınırlı “jestlerin” önünün koalisyonun Bahçeli kanadı tarafından kesildiği biliniyor. Bu konu ve daha genel olarak AB’nin Türkiye’ye daha ağır yaptırımlar uygulayıp uygulamayacağı, 21 Mart’taki AB zirvesi ve AK Bakanlar Komitesi toplantılarında daha bir netlik kazanacak.

Avrupa Parlamentosu (AP) 21 Ocak’taki toplantısında Selahattin Demirtaş’ın, ayrıca Figen Yüksekdağ’ın ve bütün HDP’li tutuklu siyasetçilerin serbest bırakılması çağrısı yaptı. AP’nin bu kararının bir bağlayıcılığı bulunmuyor. AP, ayrıca, AK Bakanlar Komitesi’ne 21 Mart’ta yapacağı toplantıda AHİM’in Selahattin Demirtaş kararının uygulanmasını sağlamak üzere gerekli tüm adımları atma çağrısında bulundu.

Ayrıca, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejcinovic Buric, işinsanı Osman Kavala’nın tutukluluğunun AİHM’in son kararına rağmen devam etmesinin “tamamıyla yanlış” olduğunu belirterek karara uyulmasını talep etmenin “bir rica değil, yasal zorunluluk” olduğunu söyledi.

AİHM Başkanı Robert Spano da bir açıklama yaptı. Mahkemenin 2020’de aldığı en önemli kararlardan birinin Selahattin Demirtaş davası olduğunu belirtti ve “AİHM’in aldığı kararların hükümetler tarafından uygulanması zorunluluğu bulunuyor” dedi.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun AB yetkilileriyle temasları öncesinde, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in sözcüsü Peter Stano da bir açıklama yaptı. Açıklamada, Türkiye-AB arasındaki gerilimin yumuşaması için niyet beyanlarının yeterli olmadığı, bunların uygulamaya geçirilmesi gerektiği vurgulandı.

Türkiye’nin tavrı ise farklı oldu. Çavuşoğlu, Brüksel’de AB ve NATO ile temasları sonrasında yaptığı değerlendirmede, “Diyaloğu devam ettirme konusunda AB ile hemfikiriz. Somut atılabilecek adımları gözden geçirdik. Biz vize serbestisi konusunda bir adım bekliyoruz” dedi. AB, Türkiye’den Doğu Akdeniz konusunda somut adımlar beklerken Türkiye de öncelikle AB’nin vize serbestisi gibi konularda adım atmasını bekliyor. Bu verilere bakarak Türkiye’nin pazarlıkta elini baştan yüksek tutmak istediği ve mümkün olduğunca az taviz vermek yanlısı olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşın, AB’nin AHİM kararlarını pazarlık konusu yapması mümkün değil.

Bu arada, Türkiye ile Yunanistan arasında “istikşafi” (keşif amaçlı) görüşmeler yeniden başladı. 61. turda mevcut durumun ve geleceğe dönük atılabilecek adımların değerlendirildiği belirtildi.

 

Silahların gölgesinde yeni Başkan Biden’ın yemin töreni ve önceliki icraatlar listesi

ABD demokrasisinde bir ilk yaşandı. Trump taraftarlarının olası eylemlerini önlemek için ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın yenim töreninde 25 bin ulusal muhafız görevlendirildi. Önceki başkanların yemin törenlerinde ulusal muhafızlar silahsız görev yapıyordu; Biden’ın yemin töreninde ise ağır silahlarla hazır bulundular. Bir başka olağanüstü önleme de başvuruldu. FBI, ‘içeriden saldırı’ ihtimalinin değerlendirildiğini ve 25 bin ulusal muhafızın güvenlik taramasına tabi tutulduğu açıkladı. Bu önlem, güvenlik güçlerini içinde Trump yanlılarının örgütlenmiş olabileceğini akla getiriyor.

ABD Başkanı Joe Biden, Beyaz Saray’daki ilk gününde 17 başkanlık kararnamesi yayınlayarak selefi Donald Trump dönemindeki bazı politikaları geçersiz kıldı. Biden’ın ilk yaptığı icraatlar arasında ve öncelikler listesinde şunlar yer alıyor:

–  İlk 100 günde 100 milyon insana koronavirüs aşısının ilk dozunun yapılması öngörülüyor.

  • ABD, DSÖ’ne yeniden katıldı ve Paris İklim Anlaşması’nın yeniden tarafı haline geldi.
  • Trump döneminde çoğunluğu Müslüman olan bazı ülkelere getirilen seyahat yasağının kaldırılması hedefleniyor.
  • Pandemi nedeniyle yurttaşlara ve ekonomiye dönük 1,9 trilyon dolarlık bir teşvik paketi uygulanacak.
  • Trump döneminde 2017’de getirilen, zengin Amerikalılara ve büyük şirketlere avantaj sağlayan vergi indirimleri kaldırılacak.
  • 2030 yılına kadar ABD toprakları ve sularının yüzde 30’unu korumak, kamu arazilerinde yeni sondajı yasaklamak ve Kuzey Kutup Bölgesi Ulusal Yaban Hayatı Koruma Alanı’nı sondaja kapatmak hedefler arasında yer alıyor.
  • Belgesiz 11 milyondan fazla göçmene vatandaşlık verecek yasa tasarısı Kongre’ye sunulacak.
  • Trump’ın Meksika sınırına inşa etmekte olduğu duvarın yapımına son verilecek.

 

Irak Kürdistan Bölgesi ve Rojava

Irak Kürdistan Bölgesi’nde PKK’ye, Rojava’da ise Özerk Yönetim’e dönük çok yönlü baskılar devam ediyor. Savunma Bakanı Akar ve Genelkurmay Başkanı Güler’in Irak Bölgesel Kürt Yönetimi yetkilileri ve Mesut Barzani ile yaptığı görüşmede PKK’nin nüfuz bölgeleri olarak görülen Sincar (Şengal) ve Mahmur Kampı’nın ele alındığı öne sürüldü.

Rojava’da ise MSD Eş Başkanlık Komitesi Fırat Bölgesi Temsilcisi Xelil Ebdo, Türkiye ile Şam yönetiminin Özerk Yönetim’e karşı anlaştığını ileri sürdü. Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eş Başkanlık Konseyi Üyesi Aldar Xelîl, ise, Türkiye ve Şam yönetimi arasında anlaşma olduğunu, Türkiye’nin Ayn İsa ve Til Temir’e dönük operasyonlara devam ettiği sırada Şam yönetiminin de Kamişlo’da karışıklık yaratmak istediğini belirtti. Bu planlara karşın, “Ancak Eyn İsa, Til Temir ve Qamişlo’ya ilişkin planları başarılı olmadı. Tabii henüz tamamen bitiremedik. Yavaş yavaş sona doğru yaklaşıyoruz” dedi. Xelîl, Şam Yönetimi’nin aşiretler arasında fitne çıkarmaya çabaladığını, Dêrazor Sivil Meclis’indeki bazı kanaat önderlerine suikast düzenlendiğini öne sürdü ve Suriye Hükümet’nin İran, Rusya ve Türkiye gibi devletlerden destek aldığını söyledi.

Suriye Ulusal Demokratik Dayanışma Partisi Kadın Sorumlusu Muna El Xelef ise Rusya’yı, Türk devletinin Özerk Yönetim bölgesinde işlediği suçlara karşı sessiz kalmakla suçladı ve Rusya’nın, Türk ordusunun bölgeyi ele geçirmesinin önünü açtığını ifade etti.

Rojava’nın, olasılıkla Rusya’nın örtük onayıyla gerek Türkiye gerekse Şam Yönetimini’nin baskısı ve operasyonları altında kırılgan bir durumda varlığını sürdürdüğü söylenebilir. Türkiye’nin Rojava’ya yönelik “Barış Pınarı” benzeri kapsamlı operasyonlar düzenleyebilmesi büyük ölçüde ABD’nin onayına bağlı görünüyor. Bu konuda Biden Yönetimi’nin tavrını görmek gerekiyor. Diğer yandan, Rojava’nın bu kadar baskı karşısında ayakta kalabilmesinin geniş bir uluslararası desteğe bağlı olduğu bir gerçek.

Libya’da çözüme yönelik çabalar hız kazanıyor

Libya’da geçen yıl 23 Ekim’de, üç ay içinde tüm yabancı birlikler ve paralı askerlerin çekilmesini öngören bir anlaşma yapılmıştı. Anlaşmanın tanıdığı sürenin 23 Ocak’ta bitmesine karşın farklı tarafları destekleyen ülkeler askeri güçlerini çekmedi. Bu sırada, BM Genel Sekreteri, uluslararası ve bölgesel tüm aktörleri yapılan anlaşmanın maddelerine saygı göstermeye çağırdı.

Libya’daki taraflar arasında ülkeyi istikrara kavuşturmak için uzlaşma çabaları hız kazanıyor. Mısır’ın himayesi ve ev sahipliğinde yapılan görüşmelerde Libya’nın yeni anayasasını hazırlayan komisyonun üyeleri, iç savaştaki tarafları temsil eden Libya Devlet Yüksek Konseyi ile Tobruk Temsilciler Meclisi’nden heyetlerle bir araya geldi. Libya’da yıl sonunda seçimlerin yapılması, ondan önce ise hazırlanacak yeni anayasanın referanduma sunulması öngörülüyor.

Bu arada ABD’nin BM Daimi Büyükelçisi Mills, Ekim ayındaki ateşkes anlaşmasını hatırlatarak Türkiye ve Rusya’dan Libya’daki askeri müdahalelerini sona erdirmelerini ve buradaki güçlerini derhal geri çekmelerini istedi.

Gelişmeler nihayet Batı’nın Libya’da ciddi adımlar atmaya başladığını, bir tür koordinasyon içinde hareket eden Rusya ve Türkiye’nin Libya’daki varlığını zayıflatmaya karar verdiğini gösteriyor. Bununla birlikte, ABD ve Avrupa’nın doğrudan askeri güç bulundurmadan vekil güçler aracılığıyla Libya’da bu amacına ulaşıp ulaşamayacağı sorulabilir.

Ekonomi

Makro ekonomik veriler

TCMB Para Politikası Kurulu toplantısından sonra politika faizini açıkladı. Açıklamada yüzde 17 olan politika faizinde değişikliğe gidilmediği belirtildi.

 

Yabancı para girişi

Yeni ekonomi yönetiminin işbaşına gelmesiyle birlikte Türkiye’ye giren sıcak parayla ilgili bazı veriler yayımlandı. Buna göre, Kasım ayından bu yana 3,1 milyar dolar değerinde Türk tahvilinin satın alındığı belirtildi. Buna karşın, yabancıların toplam Türkiye tahvilleri içindeki oranı sadece yüzde 4,4 iken, örneğin Rusya’da bu oran yüzde 24, Güney Afrika’da yüzde 30, Meksika’da ise yüzde 48.

Türkiye’de faizlerin çok yüksek olmasına rağmen hâlâ yeterli miktarda yabancı sermaye girişi olmadığı gözleniyor. Burada “yeterli miktardan” Merkez Bankası’nın (MB) boşalan 60 milyar dolar civarındaki rezervlerinin yerine konmasını sağlayacak düzeyde büyük bir para girişini anlamak gerekiyor. Diğer yandan, yerleşiklerin döviz hesapları 235 milyar dolar gibi hâlâ çok yüksek bir seviyede bulunuyor.

Dış ticaret açığında artış

TUİK tarafından açıklanan verilere göre, 2020 yılının genelinde ihracat yüzde 6,3 azalırken ithalat yüzde 4,3 artış kaydetti. Böylece 2020 yılı tamamında dış ticaret açığı yüzde 69,1 artarak 29 milyar 512 dolardan 49 milyar 915 milyon dolara yükseldi. Bu veriler, kuşkusuz, Kasım ve Aralık aylarında faizlerin yükselmesine kadar uygulanan kredi patlaması politikasının ve pandemi dolayısıyla Türkiye’nin ihracat pazarlarının daralmasının sonucu.

TOBB, TESK, TÜSİAD ve MÜSİAD fiyat istikrarının sağlanmasın istedi

Ekonominin önemli aktörleri Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve Müstakil İşadamları Derneği (TÜSİAD) ortak bir açıklama yaparak ekonomik büyüme ve istihdam için birinci önceliğinin fiyat istikrarı olduğunu dile getirdi. Fiyat hareketlerinin yakından izlenmesi için kamu ve özel sektör kurumlarının istişare yapması önerildi. Açıklama muhtemelen, döviz kurlarındaki hızlı yükselişler ve başka sebeplerle özellikle üretici fiyatlarında gözlenen yüksek artışların kontrol altına alınması kaygısını yansıtıyor.

İşçi hakları ve eylemler/direnişler

KOD-29: yeni bir tür OHAL uygulaması

“Kod-29” adıyla yapılan uygulamaya göre birçok ilde valilikler, kamu kurumlarında çalışan işçiler hakkında güvenlik soruşturması yapıyor ve hiçbir hukuki dayanak olmaksızın ilgili kurumdan “sakıncalı” işçileri işten çıkarmasını istiyor. Örneğin, Aydın Valiliği’nin gönderdiği yazı üzerine, Aydın Büyükşehir Belediyesi’nde 34, Efeler Belediyesi’nde 25 ve Germencik Belediyesi’nde 21 olmak üzere toplam 80 işçinin işine son verildi.

 

Patronların “ücretsiz” izin uygulamasını istismar etmesi ve direnişler

Patronlar pandemi döneminde getirilen “ücretli izin” uygulamasını istismar ederek maliyetlerini düşürmek için düzenli şekilde işçi çıkarıyorlar. Örneğin, Bursa’daki Şişecam’a ait Anadolu Cam Sanayi Fabrikası’nda Kasım ayında önce 5 işçi daha sonra 8 işçi ücretsiz izne çıkarıldı. Fabrikanın 10 işçinin daha ücretsiz izne çıkaracağını duyurması üzerine Kristal-İş Sendikası Şişecam bünyesinde örgütlü bulunduğu tüm fabrikalarda bazı eylemler düzenledi.

Diğer taraftan birçok yerde sendikalı oldukları için işçi çıkarmalar ve buna karşı direnişler devam ediyor. Bir örnek verecek olursak, Çorum’daki Ekmekçioğlu fabrikasında çalışan 90 işçi sendika üyesi oldukları gerekçesiyle işten atılmıştı. Fabrika önünde 43 gündür direnişte olan işçiler şehir merkezinden fabrikaya kadar yürüyüş yaptıktan sonra Ankara’ya gitmek için otobüslere bindiler. Yolları iki kez polis tarafından kesildi ve kimliklerine el konuldu. İşçilerin yolu keserek trafiği kapatmasından sonra otobüslerin geçişine izin verildi.

Artan yoksulluk ve zamlar

Çalışan yoksul sayısı 7,7 milyonu geçti

DİSK’e bağlı Genel-iş sendikasının yaptığı araştırmaya göre, “Türkiye’de 2017 yılında 3 milyon 493 bin çalışan yoksul var iken bu sayı 2019 yılında yarım milyon artarak 3 milyon 999 bin kişiye çıktı. 2019 yılında çalışan yoksulların oranı yüzde 14.4’ü buldu.” Pandemi döneminde kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin gibi uygulamalar neticesinde çalışan yoksul sayısına 3 milyon 737 bin kişi daha eklendi ve toplamda çalışan yoksullar 7.7 milyonu geçti. “Çalışan yoksul” kavramı, çalışmasına karşın temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar için kullanılıyor.

Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken yaptığı açıklamada, artan döviz kurlarının sonradan düşüşe geçmesine karşın “akaryakıttan enerji kalemlerine, gıdadan elektronik aletlere kadar A’dan Z’ye tüm ürünlere zam geldi” dedi. Bunun üzerine  esnafın elektrik, su ve doğal gaz faturalarının da arttığını dile getirdi. Maliyetleri ve döviz kurlarındaki artışları bahane ederek işçi çıkarılmaması ve zam yapılmaması gerektiğini söyledi.

Gerçekten de son dönemde hemen bütün ürünlerde olağanüstü bir fiyat artışı yaşanmasına karşın ekonomi yönetimi bu konuda tatminkâr bir açıklama yapmadı ve önlem almadı. İktidar şu ana kadar “fahiş fiyatla ürün satan” bazı marketlere baskınlar düzenleyip ceza kesmekle meşgul oldu.