(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Araştırma Komisyonu tarafından 24 Nisan – 7 Mayıs 2021 tarihleri arası haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)

 

İÇ POLİTİKA

 

Aşı Yok, Destek Yok, İçki Yasak, Kapanıyoruz!

 

Pandemiyle ilgili en önemli gündemlerden biri aşı patentlerindeki korumanın kaldırılması oldu. Aşısı aylar önce bulunmuş olan COVID-19 nedeniyle dünyada geçtiğimiz hafta boyunca günde ortalama 13 bin insan hayatını kaybetti. 7 Mayıs 2021 itibariyle tüm dozlarını alarak aşılanmış insan sayısı yaklaşık üç yüz milyon ve bu insanların çoğu Kuzey Yarımküre’deki zengin ülkelerin vatandaşları. Aşılanma süreci küresel adaletsizliği en sert biçimiyle bir kez daha açığa çıkardı. ABD  ve –temkinli de olsa- AB ülkeleri   aşı patentlerindeki korunmanın kaldırılmasını desteklediklerini açıkladılar. Erdoğan da patentlerdeki korumanın kalkması gerektiğini söyledi.

Türkiye’de aşılama süreci oldukça sorunlu bir şekilde ilerliyor. Eldeki aşı miktarının sınırlı olması nedeniyle aşılama hızı son derece yavaş. Muhtemelen bu sebeple Sağlık Bakanlığı önce Biontech aşısının ikinci doz randevularının ertelendiğini duyurdu. Yine muhtemelen gelen tepkilerin ardından ertesi gün bu kararını iptal ettiğini açıkladı. Çin’den beklenen 100 milyon doz aşının gelmediğinin açıklanmasının sonrasında henüz DSÖ tarafından onaylanmamış olan Sputnik V aşısına acil kullanım onayı verildi.

Ülke genelinde, bayram sonuna kadar sürecek olan “tam kapanma” uygulamaları başladı. Sadece evden çalışma koşulları olan kişilerin evlere gönderildiği, restoran, cafe, bar gibi mekânların kapandığı, acil ihtiyaç kategorisi dışında ürün satan dükkanların kapalı olduğu, yine acil ihtiyaç alışverişi ve özel durumlar dışında vatandaşların evlerden çıkmasına izin verilmeyen, bunun dışında hemen hemen tüm alanlarda üretimin, inşaatların devam ettiği, emekçi kesimlerin çalıştığı bir kapanma sürecinden bahsediyoruz. Bu koşullar “tam kapanma” koşullarını sağlamıyor, vaka sayılarıyla dünyada dördüncü sırada olan Türkiye için yeterli değil ve sosyal destek sağlanmadan eve kapatılan insanları da yoksullukla karşı karşıya bırakıyor. Kapsamlı ve yeterli destek sağlamaktan uzak durulmakla birlikte, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yaklaşık 2 milyon kişiye ‘Tam Kapanma Sosyal Yardım Programı’ altında 1100 lira ödeneceğini duyurdu. Turizm geliri elde etmek amacıyla açık alanlar yabancı turistlere terk edilmiş durumda. Kapanmanın asıl amacına açığa vuran en bariz örnek ise Çavuşoğlu’nun “Turistin görebileceği herkesi Mayıs sonuna kadar aşılayacağız” açıklamasıydı.

Kapanma süreciyle ilgili en çok tartışılan konu içki yasaklarıydı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu sözlü olarak kapanma süresince içki yasağı olacağını ifade etti. Yasak için bir genelge yayınlanmadı ve sözlü olarak basın aracılığıyla duyuruldu. ÇHD’nin de dikkat çektiği üzere içki yasağı keyfi idarede gelinen noktaya işaret ediyor. Yasakla ilgili genelge yayınlanmaması aynı zamanda iktidarın gelecekte bir gün Anayasa’ya aykırı olarak yaptığı düzenlemeler nedeniyle hukuka hesap vermek durumunda kalırsa diye yazılı belge bırakmama kaygısıyla da alâkalı olabilir. Ancak bu sözlü bildirim özellikle tekel bayiilerinin tepkisi ve protestosuyla karşılandı. Son aşamada İl Hıfzısıhha Kurulları aracılığıyla iller düzeyinde yasak getirildi. İçki yasağı keyfi idarenin test edildiği konulardan biri olmakla birlikte laikliği aşındıran adımlardan da biri. Rejim, korona koşullarını ve salgın karşıtı önlemleri, laiklik karşıtı ajandasında ilerleme kaydetmek üzere kullanıyor.

 

İkizdere’de Blokadya

 

İkizdere’deki taş ocağına karşı yükselen yerel direniş tüm Türkiye’de ses getirdi. Rize İyidere Lojistik Liman Projesi’nin hammadde ihtiyacını karşılamak için projelendirilen ve acele kamulaştırma kullanılarak kurulmaya çalışılan taş ocağı nedeni ile bölgede ağaçlar sökülüyor. İkizdere Dernekleri Federasyonu, UNESCO tarafından dünyada korunması gereken 254 vadiden 53. sırada olan ve sit alanı olarak tescillenen bölgeye yapılan müdahaleyi talan olarak nitelendirdi. Projenin çevresel etki değerlendirme süreçlerinde birçok sorun olduğunun altı çizildi. Bütün bunlar devam ederken Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı 11. Bölge Müdürlüğü’nün yeni bir taşocağına izin verdiği ortaya çıktı. İki aydan fazla bir zamandır direnişlerini sürdüren İkizdereliler direnişlerini Türkiye’deki ve dünyadaki diğer mücadelelerle ilişkilendirerek anlatıyorlar, mücadelelerini genel bir doğa koruma mücadelesinin parçası olarak da görüyorlar. Bölgede yapılan bilgilendirme toplantısını ise halkı ikna etme, hatta “uyuşturma”, “kendilerini övme ve halkı sinirlendirme” toplantısı olarak nitelendiriyorlar ve fikirlerinin merak edilmediğinin altını çiziyorlar. Köylüler şirkete karşı nöbet tutarak direniyorlar. Tam kapanma sırasında ise jandarma ile karşı karşıya gelen köylülerin kendilerini zincirledikleri ağaçlar iş makinaları tarafından söküldü. Çiğdem Toker’in de dediği gibi İkizdere olayı aslında devletin parti devletine dönüşürken bazı şirketlerin de dokunulmazlık kazandığı sürecin sadece başka bir örneği. İkizdere’deki taş ocağı olayında da tanıdık bir aktör karşımızda: Cengiz İnşaat. 1980’lerin sonunda kurulan Cengiz Holding Mesut Yılmaz Dönemi’nde Karadeniz Sahil Yolu Projesini almıştı, fakat asıl ivmesini AKP döneminde kazandı. İçinde 35 şirketi barındıran Cengiz Holding kamu ihalelerini, genellikle bu ihalelere birlikte girdiği Kolin-Limak şirketleriyle birlikte zorlanmadan alıyor. Bu ihaleler arasında 2004’te ETİ Bakır A.Ş., 2005’te ETİ Alüminyum, Boğaziçi, Akdeniz, Uludağ, EDAŞ, Çamlıbel elektrik dağıtım bölgelerinin ihaleleri, 3. Havalimanı, Yeşil Yol Projesi, Cerattepe’deki maden sayılabilir. İkizdere projesinde holdinge halkın onayını almadan izin veren ise Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı. Bütün bu bakanlıkların verdiği onayların arkasında ise Cumhurbaşkanı’nın onayı var. Son genel seçimlerde İkizdere’de Cumhur İttifakı oyların yüzde 88.30’unu almış. AKP’nin kendi tabanıyla birebir karşı karşıya kaldığı bu direnişe çok geniş bir kesimden destek geldi. Popüler alanda Tarkan, Sezen Aksu, Gökhan Özoğuz’un da aralarında olduğu isimler desteklerini açıkladı; 870 avukat Rize Barosu’nu göreve çağırdı, CHP’li milletvekilleri alana gitti. İsmail Saymaz, konuyu ele aldığı yazısında “Taş Ocağı Kurulursa Koca Dağ Yok Olacak,” ifadelerini kullandı. Ayrıca, bölgedeki MHP’li Belediye Başkanı da taş ocağına karşı olduğunu açıkladı.

 

Millet İttifakı ve HDP

 

Erken seçim gündemi hâlâ bir olasılık olarak siyasetin gündeminde. İttifak senaryoları da çeşitli buluşmalar, parti temsilcilerinin söylemleri aracılığıyla basından takip edilebiliyor. Takip edilebildiği kadarıyla Millet İttifakı henüz HDP ve HDP seçmeni ile kuracağı ilişkiyi netleştirebilmiş değil. Yapılan seçim anketleri özellikle ilk kez oy kullanacak olan genç seçmenin yüzde 33,5’nin CHP’ye yöneldiğini, AKP’ye oy vereceklerini söyleyenlerin ise yüzde 24’te kaldığını gösteriyor. Bu ve benzeri anket sonuçları, Millet İttifakı’nın HDP olmaksızın da Cumhur İttifak’ının önüne geçebileceği ihtimalini akıllara getiriyor. Her halükarda HDP seçmeni seçimlerdeki belirleyici etkisini koruyor. Millet İttifakı bileşenlerinin HDP ile açık ve ilkeli bir ittifak kurma ihtimali henüz çok zayıf. Akşener, Millet İttifakı’nın bileşenlerinden bahsederken CHP ve İYİP ile birlikte Deva Partisi ve Gelecek Partisi’ni telaffuz edip Saadet Partisi’ni bir olasılık olarak söylerken, HDP’nin adını dahi ağzına almıyor. Ancak Akşener Kürt seçmene de sembolik bir şekilde kapı aralıyor, PKK ve Kürt seçmen arasındaki ayrımı vurguluyor ve Kürt siyasetçilerle olan yakınlığından, Kürtlerin misafirperverliğinden bahsetmeyi ihmal etmiyor. Kürt politikası konusunda daha net tavır sergilen Deva Partisi’nin tüm üyelerinin benzer bir çizgide olduğunu söylemek zor. Örneğin, DEVA Partisi kurucularından Metin Kaşıkoğlu, Biden’in Ermeni Soykırı açıklaması sonrasında HDP’nin yaptığı açıklamalara yönelik olarak “Umarım sizin de soyunuz tez zamanda tükenir” dedi.

Hukuk ve İnsan Hakları

 

Kapanma yasaklarını protesto ederek Antep’te bir camide “itikaf” yapan Furkan Vakfı üyelerine polis saldırdı. Furkan Vakfı kurucusu Alparslan Kuytul öncesinde bir televizyon programında “İtikaf yapacağız, buyursunlar engel olsunlar” demiş, sivil itaatsizlik eylemlerini bu şekilde duyurmuştu. Camideki görüntülerin tepki toplamasının ardından valilik açıklama yaparak operasyonda yer alan personelin açığa alındığını duyurdu.

Geçtiğimiz iki haftanın en önemli hukuk konularından biri, eylemler sırasında ses ve görüntü alınmasını yasaklayan Emniyet Genel Müdürlüğü genelgesiydi; gerekçe olarak özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi gösterildi. Kararın hemen ertesinde, 1 Mayıs protestoları sırasında polisin uyguladığı şiddeti kayıt altına almak isteyenlere müdahale edilmesi sosyal medyaya yansıdı.

Kobanê ve Gezi davası duruşmaları geçtiğimiz hafta görüldü. Kobanê davası avukatların salona alınmaması kriziyle başladı ve  savunmaya kısıtlama getirilmesi nedeniyle avukatların protestolarına sahne oldu. Gezi davasında ise yeni bir aşamaya geçildi; Can Dündar, Mehmet Ali Alabora ve Ayşe Pınar Alabora’nın da aralarında bulunduğu 7 sanıklı dava, ana dava dosyasıyla birleştirildi.

Bu iki haftanın önemli diğer hukuk gündemlerini şu şekilde özetleyebiliriz: İleride içinden geçtiğimiz dönemin absürt vakalarından biri olarak anılacak şekilde, İmamoğlu’nun şehitlik ziyareti sırasında ellerinin arkada olması gerekçesiyle inceleme başlatıldı. Soylu, bunun kendisine göre suç olduğunu, ama soruşturma izni vermeyeceğini söyledi. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında verdiği bir röportajda darbe imasında bulunduğu gerekçesiyle “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme” suçundan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Kendisine işkence eden kocasını öldüren Melek İpek tahliye edildi. Bu tahliye şiddet gördükleri kişilere karşı meşru müdafaa hakkını kullanan kadınlar açısından önemli bir karardı. Bülent Şık kanser raporunu açıkladığı için hakkında açılan davadan beraat etmişti, fakat savcılık göreve ilişkin sırrı açıkladığı gerekçesiyle davayı Yargıtay’a taşıdı.

Sedat Peker’in ifşaatı

 

Şüphesiz ki bu haftanın en beklenmedik gündemi mafya lideri Sedat Peker’in ardı ardına çektiği videolarda devlet-mafya ilişkisini ve devlet yetkililerinin suçlarını ifşa etmesiydi. Devlet-mafya ilişkilerinde kendisinin tasfiye edilmesinin sorumlusu olarak gördüğü Mehmet Ağar ve Berat Albayrak ekibini videolarında hedef aldı. Özellikle 90lı yıllarda Kürt meselesi çözümsüzlüğe girdikçe devletin daha fazla çeteleşmesinin geldiği son aşama paramiliter güçlerin kendi içindeki çatışma olmuştu. İkinci Susurluk vakası olarak da değerlendirilen Sedat Peker’in ifşaatı ile devletin en üst yetkilerinin yönettiği mafya devletini teşhir ediyor. Ülkenin sürüklendiği çözümsüzlükte gittikçe çürüyen sistem, muhalefetin yapamadığını yapıp kendi muhalefetini içerden üretiyor. Peker videoların devamının geleceğini söylüyor; bunun önümüzdeki günlerde gündemi daha fazla belirleyeceğini tahmin etmek zor değil.

EKONOMİ

 

TÜİK, Nisan ayı enflasyon rakamlarını açıkladı. TÜİK verilerine göre, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) Nisan 2021’de aylık bazda yüzde 1,68 artarken, yıllık bazda yüzde 17,14 oldu.  Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) Nisan ayında bir önceki aya göre yüzde 4,34, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 35,17 artış gösterdi. Bu verilere göre enflasyondaki artma eğilimi devam ediyor. ÜFE’nin TÜFE’nin yaklaşık iki katına çıkması, üreticilerin hammadde fiyatlarındaki artışı talep yetersizliğinden dolayı tüketici fiyatlarına yansıtamadıklarının bir göstergesi olarak okunabilir. TÜİK ayrıca kendi açıkladığı enflasyon oranlarına kimseyi inandıramadığını kavramış olmalı ki enflasyon oranının yüzde 36,72 olduğunu iddia eden ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu)  hakkında suç duyurusunda bulundu.

Bir yandan enflasyon sürekli artarken 29 Nisan-17 Mayıs arasında denk gelen tam kapanma döneminde çalışanların önemli bir kesiminin ekonomik durumu da kötüye gitmeye devam etti. Dişe dokunur herhangi bir gelir desteğinden mahrum bırakılan çalışanlar, aynı zamanda işlerinden olma tehdidi ile yüz yüze kaldılar. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan IMF raporuna göre Türkiye, ülkelerin GSYH’lerine göre pandemi destek ve harcamalarında yüzde 1,9 oranı ile en az yardımı yapan ülkeler arasında. Bu oranla Türkiye, girdiği gelişmekte olan ülkeler sıralamasının çok altında, az gelişmiş ekonomiler sıralamasındaki ülkelerle yarışıyor.

Ancak bu süreçte hem iktidar ortakları hem de yandaş şirketler için devlet kasasından paralar saçılmaya devam etti. Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın şirketinin devlete dezenfektan satması nedeniyle koltuğunu kaybetmesinin yankıları daha tazeyken, yandaş şirketlere yapılan kıyaklara ilişkin bilgiler ortaya çıkmaya devam etti. Hazine’den garanti ödemelerini almaya devam eden İstanbul Havalimanı’nın işletmecisi İGA’nın 2020 kirasının silinmesinin ardından aynı yıla ait cezaların da iptal edildiği ortaya çıktı. Bunun yanı sıra “Elektrik Piyasası Kapasite Mekanizması Yönetmeliğinde yapılması düşünülen bir değişik ile elektrik şirketlerine yapılması planlanan 3 milyar liralık yardım Meclis gündemine taşındı. Bu yardımın halkın elektrik faturalarına yansıtılacağını öne sürüldü.

İşverenlerin, desteksiz kapanma döneminde de çalışanların işlerine çeşitli bahanelerle son vermeye devam ettikleri ortaya çıktı. İş hukuku üzerine çalışan Avukat Serkan Bingöl BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamalarda kimi işverenlerin kanunun etrafından dolanarak işten çıkarmaları nasıl sürdürdüğünü ve eksik ücret ödediklerini anlattı. Bingöl’e göre eksik ücret ödeme mekanizması şu şekilde işliyor:

“Bu dönemde bir kısım işverenler tarafından işçiler için kısa çalışma ödeneği başvurusunda bulunulduğu, ancak işçilerin tam zamanlı olarak çalıştırılmaya devam edildiği görülmüştür. İşverenler, işçilere ödemeleri gereken gerçek ücretle, devlet tarafından ödenen kısa çalışma ödeneği arasındaki farkı işçilere ödemektedirler. Bu şekilde hem daha az ücret, hem de daha az sigorta primi ödemektedirler. Bazı işverenlerin ise, işçilere ücretlerini tam olarak ödedikleri, buna karşı işçilere devlet tarafından ödenen kısa çalışma ödeneklerini işçilerden iade aldıkları görülmektedir.”

İşverenlerin pandemi döneminde işten çıkarma yasağına karşın çok sayıda işçinin, patronları tarafından “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymadıkları” iddiasıyla Kod 29 gerekçe gösterilerek işten çıkarıldığı ortaya çıkmıştı. Bu maddenin kimi işverenlerce fırsata çevrildiğinin anlaşılması ve artan tepkiler üzerine SGK tarafından yayınlanan 1 Mart 2021 tarihli genelge ile Kod-29 kaldırılmış, halka ve iyi niyet kurallarına aykırılık halleri 9 ayrı kod ile yeniden düzenlenmişti. Bu şekilde işveren tarafından işçinin tam olarak hangi nedenle işten çıkarıldığının SGK’ya bildirileceği belirtilmişti.

Ancak Dr. Serkan Bingöl’ün verdiği bilgiye göre işverenler işten çıkarmak istediği kişiler için yine yasanın etrafından dolanan bir yöntem buldu. Bingöl, bu yöntemi şöyle anlattı:

“23 Temmuz 2020 tarihinde yapılan değişiklikle yeni fesih hallerinin eklendiği belirtilmişti. Bunlardan en önemlisi, belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesidir. İşverenler bu dönemde, eski işçileri ile geriye dönük belirli süreli iş sözleşmeleri yapmakta, yeni aldıkları işçiler için ise işe girerken alternatifli (belirli süreli ve belirsiz süreli) sözleşmeleri yapmaktadırlar. İşçinin işten çıkarılacağı zaman da SGK’ya işten çıkış nedeni olarak, belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesi anlamına gelen (05) kodunu bildirmektedirler. Belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesi, yasak kapsamında olmadığından, bu şekilde kanun dolanılmış olmaktadır.”

Tüm bu haberler, işverenlerin pandemiyi fırsat bilerek iktidarın da göz yumması ile işçilerin haklarını gasp etmeye devam ettiklerini, iktidarın ise pandemi döneminde kaynakları halk lehine değil sermaye lehine kullanmayı tercih ettiğini gösteriyor.

DIŞ POLİTİKA

 

Biden’ın ilk 100 günü

 

20 Ocak’ta ABD başkanlığını Donald Trump’tan devralan Joe Biden, görevdeki ilk 100 gününü tamamladı. Biden, ABD’nin eski başkanlarından Franklin Roosevelt’ten sonra “ülkede en köklü değişime imza atan başkan olma” iddiasıyla seçim kampanyası yürütmüş ve seçimleri kazandıktan sonra bu iddiasına yönelik birtakım adımlar atmıştı. Peki Biden, Roosevelt gibi olabilir mi?

Elbette bunu zaman gösterecek; ancak çocuk yoksulluğunu yarı yarıya azaltacağı iddia edilen, 2 trilyon USD’yi bulan parasal yardımın yapılması, kırsal kesimde zorluk çeken okulları diğer okullarla eşit seviyeye getirmeye yardımcı olacak eğitim planı, yoksul topluluklarda etkili sonuçlar yaratması beklenen bir altyapı planı, Afganistan’daki askerlerin geri çekilmesi, yoğun aşı uygulamaları ile pandemide ABD’nin durumunu iyileştirmesi, İran’la nükleer anlaşmaya dönüş çabaları, Paris İklim Anlaşması’na geri dönülmesi, iklim krizi ile mücadele için dünya liderlerini bir araya getirmesi vb…  adımlarla Biden şaşırtıyor ve Chomsky’nin de ifade ettiği üzere ilk icraatları umut veriyor. Bu umut verici gelişmelerin ardında, Temsilciler Meclisi ve Senato’da çoğunluğun Demokrat Parti’de olmasının, Sanders, Cortez, Tlaib vb. seçilmiş demokratik sosyalistlerin etkisinin büyük olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanlığın önündeki en önemli tehditlerden biri olan iklim krizi hakkında varoluşsal tehdit nitelemesi yapan Biden’ın, Yeşil Yeni Düzen planını ne ölçüde hayata geçirebileceği, insanlığın önündeki diğer önemli tehlike olan nükleer silahlanma hakkında ne tür ilerlemeler kaydedeceği takip edilmesi gereken önemli konular olarak önümüzde duruyor.

Biden’ın Ermeni Soykırımı Açıklaması ve Türkiye ile İlişkiler

ABD Başkanı Joe Biden, 1915’in 106’ıncı yıldönümüyle ilgili açıklamasında Ermeni Soykırımı’nı tanıdı. Biden, “Amerikan halkı, soykırımda yok olan bütün Ermenileri onurlandırmaktadır” dedi. Buna karşın, ekonomik göstergelerin alarm verdiği, iç ve dış politikada oldukça zorlu bir dönemden geçen Erdoğan’ın oldukça yumuşak bir tepki vermesi dikkat çekti. Açıkçası, Biden’ın henüz yeni seçildiği için seçim vaatlerini gerçekleştirme konusunda kararlı olması ve Türkiye’nin olabildiğince ABD’ye muhtaç olduğu bu dönemde böyle bir açıklamanın gelmesi ve karşılığında Erdoğan’ın güçlü bir tepki verememesi şaşırtıcı değildi. Bunun yanı sıra, Biden’ın da, açıklama öncesi Erdoğan’ı araması, yapılan açıklamanın olabilecek en dikkatli tonda yazılması, liderlerin Haziran ayındaki NATO zirvesinde ikili bir görüşme için sözleşmesi, tarafların birbirlerinden vazgeçme niyetinde olmadıklarını gösterdi.

Önümüzdeki süreçte Halkbank davası başta olmak üzere, S-400 ve dolayısı ile F-35 krizi, NATO ile ilişkiler, Ukrayna krizi, Doğu Akdeniz, Kafkasya, Karadeniz, Rojava, İdlip ve Suriye başta olmak üzere diğer dış politika gündemleri ile Türkiye-ABD ilişkileri tekrar tekrar sınanacak. Ermeni Soykırımı’nın tanınmasının bu gündemler içinde yüksek önemde olduğunu söylemek de açıkçası mümkün değildi. Bu nedenle de bu büyük kabul veya mağlubiyet olabildiğince düşük tonda geçiştirildi.

Senatör’lerden Biden’a Türkiye’ye Yönelik Talepler

ABD’de bir grup Demokrat senatör, Türkiye’nin insan hakları sicilini iyileştirmemesi durumunda Ankara’ya yaptırım uygulanmasını öngören bir yasa tasarısını tekrar sundu. ABD’nin Illinois Eyaleti senatörü Tammy Duckworth, ABD Başkanı Joe Biden’a hitaben kaleme aldığı mektupta, Türkiye’nin, YPG’ye yönelik faaliyetlerini azaltması için baskıyı artırma çağrısında bulundu.

ABD-İran İlişkileri ve Zarif’in Ses Kaydının Sızdırılması

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in, ABD’nin öldürdüğü Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’yi sert bir dille eleştirdiği ses kaydı sızdırıldı. Üç saat süren kayıtta Zarif, Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) faaliyetlerine işaret ederek, diplomasi ile savaş sahası arasında koordinasyon olmamasını eleştirirken Rusya’yı Suriye’ye müdahale etmekle ve nükleer anlaşmayı baltalamak amacıyla DMO ile işbirliği yapmakla suçluyor.

Hamaney, Zarif’in geçtiğimiz yılın başlarında ABD tarafından öldürülen Kasım Süleymani’nin rolüne yönelik eleştirilerini, ‘düşmanların ve Amerikalıların sözlerinin tekrarı’ olarak niteledi. Hamaney, Dışişleri Bakanlığı’nı ülkenin üst düzey makamları tarafından alınan kararları uygulayan bir ‘yürütme organı’ olarak tanımladı. Hamaney’in sert eleştirilerde bulunduğu konuşmasının üzerinden yaklaşık iki saat geçtikten sonra Zarif, Instagram hesabından İran’ın dini lideri ile birlikte olan bir fotoğrafını da eklediği bir özür mesajı yayınladı.

Tüm bu gelişmeler ABD ile İran arasında nükleer anlaşmaya geri dönüş ile ilgili birtakım gelişmelerin yaşanacağına dair haberlerin ardından geldi. İran içinde muhazakar-reformcu çatışmasının bir sonucu mu sorusu gündeme gelirken, dini lider Hamaney’in sızdırılan ses kaydını kastederek, Zarif’in devlet politikalarını uygulamakla görevli bir Bakan olduğunu vurgulaması ve Nükleer anlaşmanın ve dolayısı ile yaptırımların kaldırılması konusunda olumlu gelişmelere desteğini açıklaması da dikkat çekiciydi. İran’la nükleer anlaşmanın gerçekleşmesi, İran’ın Batı ile yakınlaşması, Rusya-Çin ekseninden uzaklaşması anlamına da geliyor. Önümüzdeki dönemde nükleer anlaşmanın geleceği, İran seçimlerini kimin kazanacağı, Rusya, Çin, İsrail ve diğer Ortadoğu ülkelerinin bu sürece nasıl yaklaştıkları takip edilmesi gereken konular olacak.

PKK’ye Operasyon

Türkiye, 23 Nisan gecesi, uzun süredir beklenen Biden telefonundan sonra, Ermeni Soykırımı ifadesi kullanımından bir gün önce, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında bulunan Metina, Kandil, Avaşin, Gare ve Zap alanlarına yönelik karadan ve havadan askeri operasyon başlattı. Harekatın zamanlaması ve ABD’den konuya ilişkin herhangi bir tepki gelmemesi, operasyonun KDP ve ABD’nin onayıyla yapıldığına yönelik kuşkular doğuruyor. Türkiye tarafından yapılan açıklamalarda, harekatın amacının bölgeyi kontrol etmek ve yeni üsler kurmak olduğu anlaşılıyor. Operasyonlar sürerken, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ümit Dündar ile birlikte Irak’ın kuzeyindeki Biliç Tepe Üs Bölgesi’ni ziyaret etti. Ziyaret sebebiyle Türkiye’nin Bağdat Maslahatgüzarı Dışişleri Bakanlığı’na çağırıldı. Irak Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Bakan Akar’ın Irak’ta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait bir üssü ziyaret etmesinden dolayı Türk Maslahatgüzar’a nota verildi. Sonrasında Savunma Bakanı Hulusi Akar, Irak Savunma Bakanı Cuma Anad ile telefonda görüştü. Milli Savunma Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, Akar, “Türkiye, başta Irak olmak üzere tüm komşularının toprak bütünlüğüne, sınırlarına ve egemenliğine saygı duyuyor, bundan kimsenin şüphesi olmamalı” dedi. Akar’ın, yetkili makamların koordinasyonu veya önceden onayı olmaksızın Irak topraklarında bulunması Irak’ta ciddi bir rahatsızlık yaratmakla birlikte, gösterilen tepkinin Türkiye’nin müdahalesiyle kıyaslanamayacak oranda zayıf kalmasına da ayrıca dikkat edilmesi gerekiyor. Bölgede 35’ten fazla askeri üs kurulması, amacın bölgede kalıcı olmak olduğu yönündeki kaygıları arttırıyor.

Kolombiya’da Halka Saldırılar

 

Kolombiya’da vergilerin arttırılması ve sağlık sisteminin özelleştirilmesi planlarına karşı 28 Nisan’da başlayan gösterilere polisin şiddetle karşılık vermesiyle gösteriler kısa zamanda tüm ülkeye yayıldı. Polis şiddetine paramiliter güçlerin de katılmasıyla bir hafta gibi bir sürede resmi verilere göre 26, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göreyse 36 kişi hayatını kaybetti. Yaralı sayısı 900’leri aştı. Ve yüzlerce insan da kayıp… Devlet Başkanı Ivan Duque’nin, 2 Mayıs’ta vergi yasasını geri çektiklerini açıklamasına rağmen gösteriler devam etti. İşsizlik ve gelir dağılımdaki eşitsizliğin çok yüksek olduğu ülkede gösterilerin nedeni eylemleri organize eden komitenin adına yansımış durumda: Kolombiya Ulusal İşsizlik Komitesi. Çoğunluğunu Z kuşağı gençlerin oluşturduğu gösterilere yoğun desteğin önemli bir diğer nedeninin de polis-paramiliter güçlerin kontrolsüz şiddetinin olduğu belirtiliyor. Yaşanan yoğun polis şiddeti ve insan hakları ihlallerine rağmen özellikle ABD’den henüz güçlü bir tepki gelmemesini de not etmek gerekiyor.

 

Kıbrıs Zirvesi

 

Doğu Akdeniz’de son dönemde hızlanan diplomasi trafiğine yeni bir halka daha eklendi. Bir önceki gündem değerlendirme yazısında bahsedildiği gibi, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları 27-29 Nisan tarihlerinde gayri resmi Kıbrıs Zirvesi’nde bir araya geldi. Zirve, Crans Montana’da 7 Temmuz 2017’de yarıda kesilen Kıbrıs müzakerelerinden sonra Kıbrıs’taki iki taraf ile beraber garantör ülkeler İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları’nın da katılımıyla Birleşmiş Milletler’in (BM) İsviçre’nin Cenevre kentindeki Ofisi’nde gerçekleşti. Zirvede Rum tarafı federasyonda ısrar ederken, Türk tarafı Annan Planı’ndan farklı olarak iki devletli çözüm ile masaya geldi. Üç gün süren görüşmelerden sonuç alınamazken, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ortak zemin bulamadıklarını ifade ederek, “Henüz yeterli ortak zemin bulamadık. Ancak ben vazgeçmiyorum. Benim gündemim basit. Birlikte barış ve güvenlik içinde yaşamayı hak eden Kıbrıslıların refahı ve güvenliği için mücadele etmektir” diye konuştu. BM Genel Sekreteri, masanın tamamen dağılmasını önlemek üzere tarafları 2-3 ay sonra bir toplantıya daha çağırdığını açıkladı. Ancak Rum ve Türk taraflarının pozisyonları düşünüldüğünde bunun hiç de kolay olmadığı görülüyor.

Türkiye – Ortadoğu ilişkileri

 

Dış politikada bir süredir Mısır-Suudi Arabistan-İsrail eksenine tekrar dönme sinyalleri veren Türkiye’nin, ilişkileri normalleştirmeye çalıştığı bir dönemde Suudiler, 8 Türk okulunu kapattı. Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz El Suud ile telefonda görüştü. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre görüşmede, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri ele alındı ve ikili meselelerle ilgili hususlar ve iş birliğini ilerletecek adımlar değerlendirildi.

Öte yandan Mısır ile ilişkilerde önemli bir adım atıldı. Dışişleri Bakanlığı, Türkiye ile Mısır arasında siyasi istişarelerin 5-6 Mayıs’ta Kahire’de gerçekleşeceğini duyurdu. Hatırlanacağı üzere, Mısır’daki askeri darbe sonrasında ilişkiler maslahatgüzar seviyesine gerilemişti. Bu ziyaret ile iki ülke yetkilileri 8 yıl aradan sonra ilk kez bir araya geldi. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada görüşmelerin olumlu sonuçlandığı belirtildi ancak detay verilmedi. Masada olan, Türkiye’nin Libya, Suriye ve Irak’taki varlığı, Doğu Akdeniz’deki ortak çıkarlar ve Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’i himaye etmesi gibi konular dikkate alındığında bir sonraki adımın Dışişleri Bakanları düzeyinde olması beklenebilir.

Mısır ile görüşmelerle eş zamanlı olarak gerçekleşen diğer bir ziyaret de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’ın da katılımıyla Libya’nın başkenti Trablus’ta gerçekleşti. İkili görüşme sonrasında iki Dışişleri Bakanı ortak basın toplantısı düzenlendi. Çavuşoğlu, Ankara’da Libya’dan gelen heyetle 12 Nisan’da düzenlenen Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey Toplantısı’ndaki mutabakat zaptlarına ve anlaşmalara sadık kalındığını teyit ettiklerini belirtirken, Libya Dışişleri Bakanı Menguş “(Türkiye’ye) Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararlarının tüm hükümlerini hayata geçirmek üzere adımlar atma ve Libya topraklarındaki tüm yabancı güçlerin ve paralı askerlerin çıkartılması için işbirliği çağrısı” yaptı.