Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaklaşık 1,5 ay süren savaş nihayet sona erdi. 9 Kasım’da, bölgenin büyük ağabeyi Rusya Federasyonu’nun (RF) arabulucu olduğu, bu defa kalıcı olduğuna kesin gözüyle bakılan bir ateşkes anlaşması imzalandı.

Savaşın seyrini takip eden ve meydana gelen insani felaket karşısında üzüntü duyanlar, hümanist ve küreselci bir bakış açısıyla bölge haritasına ve ülke nüfuslarına baktığında, niçin bir Kafkasya Birliği’nin kurulamadığını sormaktan kendini alamaz. Tarihe bakıldığında böyle denemelerin yapıldığı görülüyor. Rus Çarlığı’nın yıkılmasından sonra, 1918’de, yaklaşık olarak bugünkü Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı içine alan Transkafkasya Demokratik Federal Cumhuriyeti denemesi var; fakat çok kısa bir süre içinde ömrünü tamamlamış. Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ayrı cumhuriyetler halinde örgütlenmişler. Kızıl Ordu’nun bölgede hâkimiyet kurmasının ardından, 1922’de, bu üç ülke yeniden bir araya gelmiş,  Sovyetler Birliği çatısı altında Transkafkasya Sosyalist Federal Sovyet Cumhuriyeti’ni kurmuşlar. Bu deneme 14 yıl sürmüş;  1936 yılında lağvedilmiş ve kurucu üç ülke, yine Sovyetler Birliği çatısı altında ayrı cumhuriyetler olarak yollarına devam etmişler.

Bu özet kronolojiye bakıldığında, bölgesel birlik kurgularının halk iradesine dönüşmediği, nihayetinde kâğıt üstünde kaldığı görülüyor. “Ulusal sorun” bağlamında Sovyetler Birliği tecrübesini çarpıcı kılan bir başka nokta, 1990’larda, birliği oluşturan sosyalist cumhuriyetlerin düne kadar komünist olduğu varsayılan elitler liderliğinde ve ciddi bir halk muhalefetiyle karşılaşmadan kapitalist ulus-devletlere dönüşmeleri. Bu gelişmenin özellikle sosyalist çevrelerde sürprizmiş gibi görünmesi, Sovyetler Birliği tarihinde etnik merkezli ulus-devlet kurgusunun çok uluslu birlik kurgusu üzerinde yarattığı baskıyı hafife almanın bir sonucudur.

Sovyetler Birliği dönemi öncesi ve sonrasında Azerbaycan ile Ermenistan arasında meydana gelen gerilim ve çatışmalar, etnik homojenliği hedefleyen kapitalist ulus-devlet inşa etme mantığına gayet uygundur. Sovyetler Birliği’nin çözülme sürecinde Azerbaycan’da yükselişe geçen ırkçılık, Ermeni karşıtı organize pogromlar ve zorla dayatılan göçler,  buna karşılık Ermenistan ile Dağlık Karabağ’ın bütünleşmesi önünde engel olarak görülen Müslüman toplulukların maruz kaldığı etnik temizlik, ulus-devletler tarihinin bildik görünümleridir.

Ermenistan, 1990’ların başında Azerbaycan’da yaşanan hükümet krizini fırsata çevirmiş, çok zorlanmadan Dağlık Karabağ savaşını kazanmıştı. Fakat uluslararası hukukun Sovyetler Birliği döneminden kalan siyasi sınırları esas almaya devam etmesi, Dağlık Karabağ’ın ve Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan bölgenin resmen Ermenistan’a katılmasını engelledi. Dolayısıyla, Ermenistan’ın sorunu olabildiğince zamana yayması, bu arada Azerbaycan’a karşı caydırıcı bir ekonomik ve askeri güç oluşturması gerekiyordu.

Ermenistan, sorunu zamana yayma konusunda başarılı oldu. Nitekim Azerbaycan ancak 2020’de, 1994’te imzalanan ateşkes anlaşmasının üzerinden 26 yıl geçtikten sonra saldırıya hazır olduğuna karar verebildi. Sorun şurada ki, Ermenistan bu 26 yıl boyunca Azerbaycan’ı Dağlık Karabağ’a saldırmaktan alıkoyacak ekonomik ve askeri bir güce erişemedi. Fakir, nüfusunu muhafaza etmekte zorlanan, askeri savunma açısından Rusya Federasyonu’na bağımlı bir ülke olmayı sürdürdü. Buna karşılık Azerbaycan, 1993’te Haydar Aliyev’in başkan seçilmesiyle siyasi krizden çıktı; sonrasında, petrol ve doğalgaz zenginliğini pazarlayabilen, kolaylıkla silahlanmaya bütçe ayırabilen bir ülke haline geldi. Dolayısıyla, Ermenistan’ın masa başında çözümü erteleme siyaseti zaman geçtikçe stratejik bir hataya dönüştü ve nihayetinde, altından kalkamayacağı bir savaşa zemin hazırlamış oldu.

Azerbaycan-Ermenistan savaşının gerçek kazananı kim oldu?

Azerbaycan’ın savaşın kazananı olduğunu iddia etmek yanlış olur. Rusya Federasyonu bir yandan Ermenistan’ı ağır bir yenilgiden kurtarırken, diğer yandan Azerbaycan ordusunun ilerleyişini bloke etmek üzere Dağlık Karabağ’a askeri bir “barış gücü” yerleştirdi. Böylece Dağlık Karabağ’da, tarihsel olarak zaten Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgeler Azerbaycan’ın insafına terk edilmemiş oldu. “Barış içinde yan yana yaşama, ama büyük ağabey Rusya Federasyonu’nun gözetiminde” türünden bir anlaşma, her iki ülkenin de etnik büyüklenmesini geçersiz hale getirmiştir.

Ateşkes anlaşmasına bakıldığında, nasıl bir bölgenin şekilleneceği anlaşılmaktadır: Dağlık Karabağ Azerbaycan ve Ermenistan arasında paylaşılır; Dağlık Karabağ’daki Ermeni bölgesi Azerbaycan sınırları içinde kalan bir koridor üzerinden Ermenistan’a bağlanır; buna karşılık, Nahçivan Ermenistan sınırları içinde kalan bir koridor üzerinden Azerbaycan’a bağlanır. Hiç kuşkusuz, coğrafi olarak Ermenistan’dan kopuk Dağlık Karabağ ve Azerbaycan’dan kopuk Nahçivan, ulus-devlet kurgusu adına bir anomali; mevcut güç dengeleri içinde bu anomalinin yarattığı baskıyı azaltmanın yolu koridorlardan geçiyor.

Elbette Azerbaycan Dağlık Karabağ’ın tamamını, dolayısıyla oradaki Ermenileri yönetme iddiasını sürdürebilir. İlham Aliyev’in “canımız isterse belki Dağlık Karabağ Ermenilerine özerklik tadında bir şeyler verebiliriz” mealinde söylemleri buna işaret etmektedir. Fakat ondan büyük Putin var ve Rusya Federasyonu, Ermeni toplumunun nefretini üzerine çekme pahasına Karabağ Ermenilerinin tehciriyle sonuçlanacak bir plana onay vermeyecektir.

Rusya Federasyonu’nun asıl derdi, gücü yettiği ölçüde Kafkasya’nın büyük ağabeyi rolünü sürdürmek ve bölgenin ergen ulus-devletlerine ayar vermek. NATO destekli Türk devleti Azerbaycan üzerinden Rusya Federasyonu ile emperyal itişme ve Ermenistan’ı Türk-İslam yayılmacılığının kolay lokması haline getirme siyaseti geliştirmiş olsa da, sonuç Türk devletinin uzlaşma masasından dışlanmasıdır. Türk devleti Rusya Federasyonu’ndan farklı olarak hem savaşın hem barışın değil, sadece savaşın aktörü olabiliyor. Emperyal demagoji, vekalet savaşlarının iri kıyım bir hizmetlisi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Resim biraz büyütüldüğünde, Türkiye ve İsrail’in Azerbaycan aracılığıyla Rusya Federasyonu ve İran üzerinde baskı kurma rolünü icra ettiğini anlamak zor değil.

Ateşkes anlaşmasına odaklanıp Türk-İslam yayılmacılığının Azerbaycan üzerindeki etkisini küçümsemek yanlış olur. Aliyev yönetiminin Türk devleti ile ilişkilerini ortak askeri tatbikat, savaş danışmanlığı, silah alımı ve cihatçı paralı asker kiralama düzeyine taşıdığı, dolayısıyla Türk-İslam yayılmacılığına alan açtığı çok açık. Fakat bu Azerbaycan için sürdürülmesi kolay bir ilişki değil: Azerbaycan’da ulus-devlet yapılanmasının Türk-İslam ideolojisiyle arasının iyi olmadığını, anayasal olarak katı laik bir çerçeve edindiğini, çoğunluk İslam anlayışının Sünni değil Şii olduğunu hatırlamak gerekir. Türk-İslam yazınında Aliyev ailesinin Kürt ve Yahudi kökenli olduğunun iddia edilmesi, Türk kılığına girmiş komünist ve KGB şefi baba Aliyev’in “Atatürk’ün esgeri” olmakla övünen Türkçü-Turancı-Müslüman Ebulfez Elçibey’den başkanlığı çalmakla suçlanması boşuna değildi. Azerbaycan anayasasında resmi dil “Türkçe” değil “Azerbaycan dili”, kurucu toplum “Türk” değil “Azerbaycan halkı” olarak geçmektedir. Her ne kadar Azerbaycan’ın resmi ideolojik söyleminde yer alan “Tek Millet, İki Devlet” mottosu Türk-İslam ideologlarını yatıştırmaya çalışsa da, Azerbaycan anayasası Türk devletinin üstenci “yavru vatan Azerbaycan” siyasetine itiraz etmektedir. Fatih’in torunları Türk-İslam otoritesine itiraz eden Türki devletlerle de uğraşmak zorunda.

Aliyev yönetiminin Kafkasya’nın büyük ağabeyi Rusya Federasyonu ve tarihi Azerbaycan’ın Güney kısmını içinde barındıran İran’ı rahatsız edecek maceraları göze alması, hiç kuşkusuz yakın ilişki geliştirdiği Türk devleti ve İsrail tarafından teşvik edilmektedir. Kantarın topuzu kaçtığı takdirde, Azerbaycan’ın baba Aliyev’in başkanlığından önceki döneme benzer bir kargaşaya sürükleneceği tahmin edilebilir. Çerçevesi Rusya Federasyonu tarafından çizilen ateşkes anlaşmasının onaylanması, Ermenistan semalarında Rus helikopterinin yanlışlıkla düşürülmesinin hemen ardından özür dilenmesi ve yüklü olacağı kesin bir tazminatın önerilmesi, yer yer hezeyan içerse de henüz temkinin elden bırakılmadığını gösteriyor.

Azerbaycan-Ermenistan savaşı konusu açılmışken, bir parantez açıp unutulmaya terkedilen, filler eşliğinde atlar tepişirken ezilen eşek rolü uygun görülen Kafkasya Kürtlerine dikkat çekmekte fayda var:

Kafkasya Kürtlerinin yakın çağ tarihi son derece talihsiz bir seyir izlemiştir. Sovyetler Birliği döneminde, geçici ve bir kasaba büyüklüğünde Kızıl Kürdistan (1923-1929) dışında, varlıklarını güvence altına alan bir statüye sahip olmadılar. Sovyetler Birliği çözüldüğünde, Kafkasya Kürtlerinin büyük çoğunluğu ya göç ettirilmiş ya da gönüllü asimilasyona yönlendirilmişti.

Kafkasya Kürtleri ölümcül darbeyi 1990’larda, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra yemiştir. Ermenistan Dağlık Karabağ ve çevresinde Azerbaycan’a destek vereceği düşünülen Müslüman Kürtleri de etnik temizliğe tabi tutmuştur. Öyle ki, Ezidiler dışında ortada Kürt kalıp kalmadığı tartışmalıdır. Azerbaycan’daki yerleşik ya da zorunlu göç mağduru Kürtler ise, Ermenilerin başına geldiği gibi pogromlar aracılığıyla göçe zorlanmamış, ama çok sıkı bir asimilasyona tabi tutulmuştur.

Parçalı Kürt siyasetinin çeşitli biçimlerde milli zaaf örgütleme alışkanlığı sürdüğü için, Kafkasya’da sıfır noktasına doğru azaltılan ve Sovyetler Birliği döneminde Orta Asya’ya dağıtılmış Kürt toplulukları hakkında söyleyebildiği pek bir şey yoktur. Bu lakayıtlığa rağmen Kafkasyalı Kürt diasporasında canlı bir entelektüel ve politik ortamın şekillendiği de söylenemez. Sonuç olarak, Kafkasya’daki Kürtler için Ermenistan’da numunelik olarak varlığını sürdürmek ya da “Azerbaycan halkı” içinde kayıplara karışmak zorunlu seçenekler haline gelmiştir.

Parantez kapatılıp asıl konuya dönülecek olursa:

Ne zaman ki bir Kafkasya Birliği konsepti geliştirilir ve ulusal varlıkların garanti altına alındığı küreselci bir siyaset güç kazanırsa, Kafkasya’daki ulus-devletler gerilimi ve emperyalist müdahaleciliğin de önüne geçilebilir. Aksi takdirde, emperyalizmlerden emperyalizm beğenmek dışında bir seçenek kalmaz. Kabul etmek gerekir ki, Kafkasya’da en iyi emperyalist seçenek Rusya Federasyonu’dur. İmparatorluk geleneğine modern bir içerik kazandırmaya çalışarak ulusal varlıklara müsamaha göstermekte, damarına çok basılmadığında etnik boğazlaşmayı kışkırtmamakta, hatta yatıştırıcı roller üstlenebilmektedir.