6 Şubat’ta meydana gelen iki deprem sonrasında devlet kurumları ve güvenlik güçlerinin uygulamaları, Türkiye’deki faşizan iktidar bloğunun  devlet ve toplum katında gerçekleştirmeyi hedeflediği dönüşüme ilişkin  önemli göstergeler sağladı. Böylece faşizmin kurumsallaşması yönünde kat edilen her aşamanın, insan yaşamı açısından daha büyük bedeller anlamına geldiğini gözlemlemiş olduk.

 

Sivil toplumun engellenmesi ve tekçi anlayış

 

Bu konuyu değerlendirmeye, deprem felaketi karşında devletin sivil toplumun desteğine yaklaşımıyla başlayabiliriz. 1999 Gölcük-Adapazarı depremlerindeki durumla şimdiki durumu karşılaştırmak bu açıdan faydalı olabilir. 1999’daki depremlerde devlet yine enkazın altında kalmış, sivil inisiyatifler deprem bölgesine akın etmişti. Devlet kurumları, biraz da kendi açığını kapatmaya katkıda bulunduklarından, bu inisiyatiflerin depremzedelere doğrudan yardımları ulaştırmasını engellememiş, fakat politik örgütlenmelere dönüşürler kaygısıyla hareket alanlarını daraltmıştı.

6 Şubat depremlerinden sonra çok farklı bir tabloyla karşılaştık. İktidar, depremlerden çok önce AKUT Arama Kurtarma Derneği’nin yönetimine müdahale ederek bu çok işlevsel derneği büyük ölçüde zayıflatmıştı. Bunu, Kızılay’ın zayıflatılması izledi ve 2009’da iktidar bu alanda kendi biricik kurumunu oluşturdu: AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı). AFAD, İçişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü (SSGM) ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü feshedilerek onların yerine kuruldu.

6 Şubat depremleri sonrasında sivil kurum ve inisiyatiflere yardımların AFAD’ta merkezileşmesi dayatıldı. İstisnalar dışında, sivil toplumun yardımlarını doğrudan depremzedelere ulaştırması engellendi. Sivil toplum örgütlerinin katkıda bulunma -örneğin Diyarbakır Tabip Odası’nın kriz masasına dahil olma ve Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) çadır kentlerin kurulumu ve elektrifikasyonunda gönüllü çalışma- talepleri reddedildi. “Bütün yardımlar AFAD tarafından organize edilir ve ulaştırılır” politikasının, sivil toplumun devreden çıkarılıp devletin halkın kaderi üzerinde söz sahibi biricik kurum haline getirilmesine, yani totaliter bir anlayışa denk düştüğünü söyleyebiliriz. Fakat bu totaliter anlayışın son derece olumsuz insani sonuçları oldu: AFAD’ın onayının beklenmesi, yardım taşıyan TIR ve kamyonların yollarda uzun kuyruklar oluşturmasına, hayati önemdeki iş makinelerinin uzun süre bekletilmesine yol açtı. Çalışmalarını tamamlayıp başka yerlere gitmek isteyen maden kurtarma ekipleri “talimat gelmeden olmaz” gerekçesiyle bekletildi.

Yukarıda değindiğimiz gibi, devletin pasif ve monolitik toplum arayışı  deprem sonrasında “yardımları yaparsa devlet yapar, yetersiz kalsa da başka kimse yapamaz” politikasında ifadesini buldu.  Bu politika doğrultusunda, yardımlar konusunda çok etkin ve güvenilir bir STK olarak görülen AHBAB ve topladığı yardımları AHBAP’a aktaran Babala TV hedef alındı. Bahçeli’nin şu sözleri bu açıdan öğretici olsa gerek: “Devletin yapamadığı ne vardır da ‘ahbap’çılar, ‘babala’cılar akbaba gibi kanat çırpmaktadır”

 

Propaganda aracı olarak AFAD ve tekbir sesleri

 

İktidar bloğu, yine faşizan bir devlet örgütlenmesinin mantığıyla uyum içinde, AFAD’ı bir propaganda (ya da “algı operasyonu”) aracı olarak da kullandı. Yerli ve yabancı birçok arama-kurtarma ekibi saatlerce çalışıp bir depremzedeyi kurtarmaya çok yaklaştıklarında sahadan çekilmelerinin söylediğini, çekim yapmak üzere kameraların geldiğini ve güya kurtarma işini AFAD yapıyormuş gibi mizansenler oluşturulduğunu ifade etti. Bu şovların bir parçası olarak arkada bir grup da tekbir getiriyordu.

Diğer yandan, devletin neden olduğu büyük yıkımı görünmez kılma ve bir an önce enkazı kaldırmaya başlama politikası bazı yabancı arama-kurtarma ekiplerinin geri dönmesine yol açtı. Örneğin, İspanyol kurtarma ekibi, devletin enkaza iş makineleriyle girme kararının birçok insanın ölmesi anlamına geldiğini belirtti ve “bunun bir parçası” olamayacaklarını söyleyerek ülkesine döndü.

 

HDP’nin yardımlarına el koyma ve kayyum atama politikası

 

Yaşadığımız bu büyük deprem felaketi sonrasında, 1999 Gölcük ve Adapazarı depremlerinden farklı olarak, Kürt siyasi hareletinin yasal temsilcisi durumundaki partinin yardımlarına sistemli şekilde el konulduğunu gözlemledik.[i] Örneğin, HDP’nin İzmir’den Osmaniye’ye gönderdiği yardım tırına, Güçlükonak’ta HDP’nin depremzedeler için topladığı yardıma el konuldu. El koyma pratikleri HDP’nin yanı sıra Alevilerin yardım inisiyatiflerine de uzandı. Pazarcık’ta HDP’nin yöre dernekleriye birlikte oluşturduğu kriz koordinasyon merkezine kaymakam tarafından kayyum atandı. Aynı gün Şahkulu Sultan Vakfı’nın Pendik şubesinde toplanan yardımlara Ülkücüler tarafından el konulmaya çalışıldı ve direnen gençlerden biri yaralandı.

Kürtlere dönük başka hak ihlalleri de yaşandı: Diyarbakır’dan Adıyaman’a gönüllü olarak gelen beş kişi polis tarafından “şüpheli bulundukları” gerekçesiyle işkence gördü, çıplak halde şehir dışına bırakıldı.

Muhalif yapıların bölgeye dönük yadım faaliyetlerinin engellenmesi HDP ile sınırlı kalmadı. Örneğin Osmaniye’de yardım çalışması yapan 10 TKP’li “AFAD malzemelerinin çalındığı” gerekçesiyle gözaltına alındı.

 

Suriyeli göçmenlere dönük ırkçı kışkırtmalar: Öfkeyi kanalize etmek

 

Özellikle OHAL ilanından sonra deprem bölgesinde yağma yaptıkları gerekçesiyle Suriyeli mültecilere yönelik saldırı, işkence ve linçlere dair haber ve görüntüler izledik. Bu ağır insan hakları ihlalleri, depremden bir süre sonra Suriyelilere dönük örgütlenen nefret söylemi ve hedef gösterme kampanyasıyla birlikte gündeme geldi. Sığınmacı Hakları Platformu’ndan bir yetkili, Ümit Özdağ’ın Suriyelileri yağmacılıkla suçlayan sosyal medya paylaşımından sonra çok ciddi saldırılar yapıldığını ifade etti. Hırsızlık yaparken yakalandığı öne sürülen Suriyeli mültecilerin güvenlik güçleri ve bazı vatandaşlar tarafından dövülmesi, işkence edilmesi, hatta ölesiye şiddet uygulanması bir süre için bölgede günlük olaylar halini aldı. Örneğin Maraş’ı terk etmeye hazırlanan mülteciler herkesin marketlerden ihtiyaç duyduğu maddeleri aldığını, fakat kendilerinin “hırsız” diye suçlandığını dile getirdi. Bu gelişmeler karşısında İzmir Barosu, HDP ve HDK Göçmen ve Mültecileri Komisyonu ve başka STK’lar yükseltilen ırkçılığa, kötü muamele ve işkenceye dikkat çeken açıklamalar yaptı.

İnsanların yağmacı suçlamasıyla hedef gösterilmesinin ölüme varan sonuçları da oldu. Çağdaş Hukukçular Derneği, Hatay’da “yağmacı” olduğu iddiasıyla gözaltına alınan Ahmet Güreşçi’nin jandarma karakolunda gördüğü ağır işkence nedeniyle öldüğünü, kardeşi Sabri Güreşçi’nin ise “korkunç durumda” olduğunu bildirdi.

Deprem bölgesinden gelen bu haberler Suriyeli mültecilerin bilinçli olarak hedef gösterildiğini ortaya koyuyor. Devletin kendisine karşı biriken öfkeyi yönlendirdiği adreslerden biri de Suriyeli göçmenler.

 

Gazetecilere gözaltı ve soruşturmalar, sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklamalar

 

Deprem bölgesinde bunlar yaşanırken, arama-kurtarma, yardımların ulaştırılması ve koordinasyon konularında büyük bir acziyet sergileyen devlet, gazetecileri gözaltına almayı, bazı TV programcıları hakkında soruşturma açmayı ve “provokatif paylaşımlar” yaptıkları gerekçesiyle vatandaşları gözaltına almayı ve tutuklamayı ihmal etmedi.

Türkiye’de devleti ve toplumu faşizan bir anlayış doğrultusunda dönüştürme politikası, bu coğrafyayı, üzerindeki yaşamların ve kültürlerin varlığını çok yakından tehdit etmeye başladı. Bilim insanlarınca uzak sayılamayacak bir vadede gerçekleşmesi beklenen ve tüm Marmara denizi kıyı yerleşimlerini etkilemesi beklenen İstanbul depremini de düşünürsek, vatandaş olarak bizlerin kamusal alanda çok daha fazla inisiyatif almasının bir beka sorununa dönüştüğünü saptayabiliriz.

 

 

[i] Gazeteci Evrim Kepenek twitter hesabında HDP Koordinasyon Merkezi’nin engellenen ve el koyulan yardımlarla ilgili yayımladığı bilgileri paylaştı. Ortaya çıkan bilanço şöyle: AFAD tarafından Adıyaman’da 1.500 çadıra, polis ve AFAD ekipleri tarafından Maraş girişinde 30 konteynere, yine AFAD tarafından 8 TIR ve 2 kamyon dolusu yardım malzemesine, İslahiye ve Nurdağı’na gelen acil yardım malzemesi taşıyan 3 TIR’a, Şırnak Beytüşşebap’ta 1 TIR yardım malzemesine, Edirne’de 120 jeneratör ve elektrikli sobaların bulunduğu 2 TIR’a, Osmaniye’de bir TIR dolusu yardım malzemesine ve Antep girişinde 85 soba, kömür ve odun taşıyan 1 TIR ve 1 kamyona el konulmuş durumda.