İslam Devrimi İran’da Nasıl Kitlesel Bir Kadın Hareketine Yol Açtı?[1]

Bu günlerde sosyal medya ve geleneksel medyanın her yerinde olan basit bir önerme ile başlayayım: 16 Eylül 2022’de İrşad Devriyesi[2] tarafından gözaltına alınan Mahsa Jina Amini’nin öldürülmesinin ardından İslam Devrimi’nin kadınlara uyguladığı ataerkil baskı bardağı taşıran son damla oldu. Genç kadınların öncülük ettiği isyan “kadın, yaşam, özgürlük” sloganıyla tüm ülkeyi sardı. Bu hareketin temelinde İslam rejiminin kadın karşıtı özü ve İranlı kadınların 1979’dan[3] beri rejime karşı verdiği mücadelesi var. Ülkedeki ve ülke dışındaki tüm ulus, tüm dünya halkı ve ilerici solun yanı sıra sağın saldırgan şahin kanadı da bu hareket ile dayanışma içinde duruyor. Zorunlu başörtüsüne karşı başlayan ve İrşad Devriyesi’nin kaldırılmasını talep eden protestolar, şimdi kadınların öncülüğünde farklı grupları içeren ve İran’da rejim değişikliği talep eden bir isyana dönüştü.

Eski rejimin kadınlara vermiş olduğu en temel resmî hakları ellerinden alan 1979’daki devrimden sonra İslam Cumhuriyeti’nin gaddar ataerkil politikalar oluşturduğu doğrudur. Bu tedbirler evlilik, velayet, miras, suç ve hukuk, kıyafet yönetmeliği, ayrımcılık ve sosyal hayatın diğer birçok alanında kadınları yasal olarak ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürdü. Ancak tüm bunlara rağmen, geçtiğimiz kırk yılda kadınların toplumsal hareketliliği ve kamusal alandaki varlığı katlanarak arttı. İşin garip yanı, bu durum kısmen bu politikaların istenmeyen sonuçlarının etkisi. Kadınlar yeni düzende nasıl hareket edeceklerini hızlıca öğrendi, yeni kurumların sınırlarını zorladı ve İslam Cumhuriyeti’nin onları mahrum bıraktığı haklara ve ayrıcalıklara pratikte ulaştılar. Geçen 40 yılda kesintisiz bir şekilde toplumsal ve siyasal katılım için alan açan kadınların olağanüstü aktif varlığı ve hareketliliği olmadan son isyan gerçekleşemezdi. Kadınlar isyan ediyor çünkü sınırları ataerkinin köhnemiş ruhuyla çizilmiş bir alanda mücadele etmeye devam etmeyi reddediyorlar. Kadınların kazanımları aşılması gereken sert ve camdan bir tavana ulaştı.

İran Devrimi, 11 Şubat 1979 yılında monarşiyi sona erdirmeyi başardı. Devrimin zaferinden sadece iki hafta sonra, 26 Şubat’ta Ayetullah Humeyni; Şah (Muhammed Rıza Şah Pehlevi) döneminde kadınlara boşanma ve velayet konularında daha çok hak veren, 1967 yılında çıkarılan Aile Koruma Kanunu’nu ve onun 1975’te değiştirilmiş halini yürürlükten kaldırdı. Başlangıçtan beri din adamları, genel olarak İslam’ın kadının ailedeki rolüne dair görüşleri ihlal ettiğine inandıkları kanunun temel önermelerine karşı çıktılar. Humeyni kendi liderliğinin devrimci harekete sağladığı birliktelik ve birliğin, devrimin zaferinden sonra uzun süre tartışmasız kalmayacağını biliyordu. Birçok inançtan ve sınıftan milyonlarca İranlıya ilham veren İslam ruhunun ve sembolik devrimci dilin, devrim sonrası devlet inşasının kurumsal projelerine dönüştürülmesi gerektiğini biliyordu. Böylece, kadınları erkeklerin kontrolü altına alma fırsatını değerlendirdi.

Kadınların haklarına böylesine açıktan saldırılara rağmen, çoğu siyasi parti kadınların sorunlarını devrimci siyaset, milliyetçilik, sınıf mücadelesi ve sömürgecilik karşıtlığı çerçevesinde ele aldı. İran’daki en eski liberal örgüt olan Milli Cephe[4] ve küçük bir Troçkist grup dışındaki sol ve liberal partiler devrimden sonraki ilk birkaç ay kadınların sorunları konusunda kararsız kaldılar. Kadınların devrimci mücadeleye önemli katkılarını ve kadınların haklarına dönük saldırıları kontrol etme ihtiyacını görmezden geldiler. O zamanlar,  kadın örgütlerinin çoğu, sömürge karşıtı mücadeleyi devam ettirmek için farklı siyasi partilere bağlı olarak faaliyet yürüttü ve kadınların sorununu daha büyük sosyal adalet taleplerine bağladılar.

İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunun, kadınların temel resmî ve yasal haklarıyla çelişki içinde olduğu ortaya çıktı. Devrim zaferinden bir aydan kısa bir süre sonra, 8 Mart 1979 arifesinde önceden verilen güvencelere rağmen Ayetullah Humeyni, Geçici Hükümet’e devlet dairelerinde İslami kıyafet kurallarına uyulması konusunda çağrıda bulundu. Humeyni’nin açıklaması, onun Devrim Konseyi’nde[5] bulunmuş bazı üyeler dahil olmak üzere, devrimci harekette önemli bir rol oynayan çoğu kişiyi rahatsız etti. Bu, Aile Koruma Kanunu’nun feshedilmesinden sonra, üç hafta içinde iktidar mücadelesinde kadın hakları meselesinin devrim sonrası ikinci kez tartışma konusu olduğu andı. Devrimden sonraki ilk Dünya Kadınlar Günü’nün kutlama hazırlıklarının, kadın hakimlerin tanınması ve en önemlisi zorunlu başörtüsüne karşı çağrı gibi belirli kadın hakları taleplerinin yer aldığı bir mitinge dönüşmesinin sebebi buydu.[6] Tahran Üniversitesi’nde ve ertesi gün Adalet Bakanlığı’nın önünde ve koridorlarında toplanan binlerce kadın, “Özgürlüğün baharında, yok olan kadın haklarıdır” sloganları atıyordu.

Sıkı denetim altındaki parlamentoda bile zorunlu başörtüsü uygulamasını başlatmak ve bunu ülke çapında uygulamak kolay bir iş değildi. Talimatın uygulanabilir bir yasa haline gelmesi dört yıl sürdü. Hükümetin içindeki farklı hizipler ve ilahiyat fakültelerindeki nüfuz sahibi din adamları, böyle bir kanunun hikmeti, dini meşruiyeti ve uygulanabilirliği hakkında sorular soruyorlardı. Yine de 9 Ağustos 1983’te yeni kanun yürürlüğe girdi.

Yasal olarak kadını ikinci sınıf vatandaş statüsüne indirgeyen zorunlu başörtüsü uygulaması ve seyahat, evlilik, velayet, miras, ceza hukuku ve benzeri konulardaki diğer ataerkil uygulamaların hepsi İslam Cumhuriyeti’nin kadını tamamen kamusal alandan uzaklaştıracağı ile ilgili feminist endişeleri doğrular nitelikteydi. Rıza Şah ile kıyaslamalar yapıldı. Kimileri Rıza Şah’ın 1936 yılında başörtüsünü kamusal alanda yasaklayan “tesettür yasası”[7] ile Müslüman kadınları özgürleştirdiğini, şimdi ise İslam Cumhuriyeti’nin kadınları baskıcı ataerkiye maruz kalacakları evlerin içine, özel alana geri ittiğini savundu. Ancak garip bir şekilde birbirinden tamamen zıt bu politikalar sahada paradoksal sonuçlar üretti. Rıza Şah’ın “tesettür yasası” kadınları özgürleştirmedi ve İslam Cumhuriyeti’nin baskıcı politikaları kadınları eve hapsetmedi. İşin garip yanı, Rıza Şah’ın “tesettür yasası” döneminde kırsal alanlardaki kadınların büyük bir çoğunluğu ya başörtüsü olmadan kamusal alanda görünmek istemedikleri için ya da babaları veya kocaları (başörtüsüz) evden çıkmalarına izin vermediği için evde kalmaya zorlandılar. İslam Cumhuriyeti’nde ise uygulanan kadın karşıtı baskıcı kanunlara rağmen, kadınlar evlerine hapsolmak yerine ülkede daha önce benzeri görülmemiş bir hareketlilik kazandılar ve yıllar geçtikçe kamusal alandaki varlıklarını arttırdılar.

Bunlar istenmeyen sonuçlardı, ama oldukça önemlilerdi. Kamusal alanlarda kadınlara empoze edilen kısıtlamaların sonucu olarak, benim vekaleten ataerkillik dediğim yeni bir sistem ortaya çıktı. Yeni kanunlar, önceden kadınların sosyal ilişkilere katıldığını görmeye isteksiz, sosyal açıdan muhafazakâr olan İranlı ailelerin büyük bir çoğunluğu için, İslamileştirilmiş yeni kamusal alana ataerkil/dini düzenin bir uzantısı olarak güvenme imkânı verdi. Devlet, ataerkinin nihai koruyucusu oldu ve böylece çelişkili bir şekilde kırsal ve kentsel alanlardaki kadınlar arasında eşi görülmemiş bir hareketliliğe izin vermiş oldu. Kadınların önemli siyasal ve hukuki karar alma mevkilerine girmesini engellemesine rağmen önemli sayıda kadın bu alanlara girerek buraların koşullarını değiştirdi.

Uygulamada, İslam Cumhuriyeti’nin toplumsal cinsiyet siyaseti ve politikaları, yalnızca Kuran’ın ayetlerinin kelimesi kelimesine yasalaşmasından ya da Suudi Arabistan’da kadınlara uygulanan baskının kopyalanmasından çok uzaktı. Devrim sonrası rejimin homo İslamicus[8] oluşturmak için resmî ve yasal aygıtlar oluşturduğuna şüphe yok. Ancak reel politikasında, İslam Cumhuriyeti Kuran’ın bire bir yorumlamasını uygulayacağı, kadınları kamusal alandan sileceği ve kadınların hayatlarını özel alan ile sınırlayacağı endişelerini boşa çıkardı. Kadınların eğitim, sağlık, spor, sanatsal ve kültürel üretim ve sivil katılımdaki statülerine ilişkin insani gelişme endekslerine kısa bir bakış gösteriyor ki İran’da kadınlar kamusal alanda İran tarihindeki en görünür varlığa sahipler. Bu değişimler tepeden inme devlet politikalarının sonucu değil aksine yönetimin, kadınların topluluğunun, sivil kurumların, siyasi partilerin ve aktivistlerin içindeki farklı hiziplerin arasındaki tartışmalı ilişkinin sonucuydu.

1979‘daki devrimden 2019’daki son raporlara kadar, kadınların okuma-yazma oranı %36’dan %97,93’e, kadın öğrencilerin yükseköğretime katılım oranı %15’ten %60’a, kadınların beklenen yaşam süresi 55’ten 77’ye yükselirken bebek ölümü her 1000 çocukta 90’dan her 1000 çocukta 10’a düştü. Bunların hiçbiri kadınların kamusal alandaki dikkate değer bir varlığı ve politika planlama ve uygulamasına katılımları olmadan mümkün olamazdı.

Kadınların kamusal alandaki önemli varlığı, ülkedeki toplumsal cinsiyet ilişkilerinde beklenmedik değişiklikler yarattı; bu koşullar iktidardaki en ataerkil hizipleri bile kadınların toplumdaki rolü ile ilgili beklenmedik önermeleri savunmaya zorladı. 2006-2007 öğretim yılında, üniversite öğrencilerinin %60’ı kadınlardan oluşuyordu ve bu eğilim devam ediyor. İran’ın 8. dönem parlamentosundaki[9] muhafazakârlar, erkeklerin yükseköğretimde kadınları yakalaması için bir pozitif ayrımcılık yasası çıkardılar. Erdemli bir aile yetiştirmesi için kadının yerinin evi olduğu konusunda ısrar eden muhafazakâr milletvekilleri, ücretsiz devlet üniversitelerinin kaynaklarını kullanan kadınların mezun olduktan sonra 10 yıl kamuda ya da özel sektörde bir işte çalışma taahhüdünde bulunmak zorunda olduğunu iddia etti. Buradaki paradoks apaçık.

Aile yapısında ve kamusal ve özel alanlardaki cinsiyetçi ilişkilerde önemli değişime katkıda bulunan bir diğer tedbir, 1989’da başlatılan iddialı aile planlaması ve nüfus kontrol programıydı. İslam Cumhuriyeti göreve geldikten kısa bir süre sonra önemli bir değişimle eski rejimin aile planlaması ve koruması kanunlarını yürürlükten kaldırsa da 1988’de hükümet ekonomik olarak gelişmekte olan ülkeler arasındaki en etkili aile planlaması programlarından birini başlattı ve uyguladı. Nüfusun kontrolsüz artışını dizginleme ihtiyacıyla ortaya çıkan program başarılı bir şekilde 1986’daki %3,4’lük nüfus artış oranını 2007’de %0.7’ye düşürdü Aynı dönemde, aile başına düşen çocuk sayısı 6.5’ten 2’nin altına düştü. 1989’daki ölümünden önce Ayetullah Humeyni yeni programı onayladı ve böylece bu ideolojik değişikliğe dini bir meşruiyet sağladı. Kanadalı-İranlı antropolojist Homa Hoodfar’ın çalışmasının gösterdiği üzere, hem devlet kurumları hem de hükümet dışı temsilciler tarafından etkili bir dini gerekçeyle teşvik edilen doğum kontrolü, doğum kontrol hapları (örneğin, ücretsiz prezervatif dağıtımı) ve evlilik öncesi cinsel eğitim gibi  programlarla  ile desteklenen bu iddialı aile planlama projesi, ulusal bir fikir birlikteliği inşa edilmeden ve kadınların kitlesel seferberliği olmadan gerçekleşemezdi. Pek çok kişi tarafından “İran Mucizesi”[10] olarak adlandırılan program o kadar başarılı oldu ki, yaşlanan bir nüfus yapısının ortaya çıkmasından korkan yetkililer şimdi de aileleri daha fazla çocuk sahibi olmaya teşvik etmeye çalışıyor.

Bu kısa tarihin amacı, günümüzde İran’daki kadınların koşullarının iyimser bir tablosunu çizmek değil. Hükümet ve hükümet dışı aktörlerin bu konularda nasıl etkileşime girdiğine, devlet gücünün genişlemesinin ve sınırlandırılmasının farklı sınıflardan ve etnisitelerden kadınların sosyal gerçekliklerini nasıl şekillendirdiğine ya da dini doktrinlerin ve inançların kadınların hareketliliğini nasıl engellediğine veya kolaylaştırdığına dair karmaşık durumları burada tam olarak analiz etmek, detaylandırmak mümkün değil. Daha ziyade, İslam Cumhuriyeti’nin başlattığı politikaların ve uyguladığı ataerkil kanunların toplumsal cinsiyet ilişkilerinde ve kadınların hareketliliğinde istenmeyen sonuçlar ortaya çıkardığını göstermek istiyorum. Bir başkaldırının gerçekleşmesi için toplumsal hareketliliği ve politik bilinci olan ve bireylerin özgürleşebildiği bir toplum gereklidir. İranlı kadınlar, uzun zamandır sokaklarda gördüğümüz öfkeli siyasal aktörler oldular; ezilmiş, müphem, önemsiz yanlış algılamaların ve ataerkilliğin basit bir parçası olan örtünmüş/gölgelenmiş özneler değiller. Evet, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi İran’daki toplumsal düzeni güçlü bir ataerki şekillendirdi ama kadınlar asla ataerkinin bahtsız tutsakları olmadı. Çaresiz başörtülü kadın imajı, Müslüman kadınların kurtarılması gerektiğine inanan liberal feminist çevrelerde dünya çapında destek toplarken etkiliydi ama bu imaj kadınların günlük yaşam pratiklerine uymuyor ve İranlı kadınların iki kuşağının siyasal yaratıcılığına hak ettiği itibarı vermiyor.

Kadın-Yaşam-Özgürlük, özünde kadınların onuru ve egemenliğine dönük bir harekettir. Muhalefetin kendini ifade etme biçimlerini ve siyasi meydan okuma kültürünü değiştirmiş bir harekettir. Posterler, şarkılar, duvar yazıları ve kolektif eylemlerin yaratıcı formları ile hareketin müthiş radikal yaratıcılığı pratikte siyaseti yeniden düşünme olasılığının kapılarını açtı. Başkaldıran grupların ve özgür ruhların dönüştürücü eylemleri, parti platformlarını ve modası geçmiş durgun vaazları geçersiz ve hükümsüz kıldı.

İranlı kadınlar ve onların erkek müttefikleri, devletin acımasız baskısına karşı mücadele ediyor. Onların benzersizliğiyle ilham veren isyanlarıysa, İranlı kadınların etkili ve bilinçli eylemlerinin tarihinin yanlış yorumlanmasının kolaylaştırıcı etkisiyle bölgesel ve küresel aktörler tarafından araçsallaştırılıyor. Bu hareketin medya aracılığıyla küresel boyuta ulaşması, onun etkili bir şekilde yayılmasını sağlarken çelişkili bir şekilde bu aynı zamanda hareketi söylemsel bir şiddete de maruz bırakıyor. Kadın, Yaşam, Özgürlük’ün temel ilkelerini, sadece bıkmış olan bir halkın “Batıya duyduğu arzu”[11]gibi yanlış bir biçimde yorumlamamalıyız. Böyle bir yanlış yorumlamayla, neo-sömürgeci yayılmacılardan etno-milliyetçi ayrılıkçılara, hayalperest monarşi yanlılarından 1979 devriminin kaybeden tarafında olduğu için hala ağıt yakanlara kadar bir grup nahoş çıkar grupları bu hareketi sahiplenmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak protestoların mümkün olmasını sağlayan koşulları tarihsel olarak yaratanlar asıl alanda olan kadınların kendileriydi. Kadınlar devletin baskıcı ataerki arzusu karşısında kendileri ve kızları için alan açtılar. On yıllar boyunca devlet politikalarının istenmeyen sonuçlarından faydalanmayı başardılar; onlar yalnızca olan bitene tepki vermiyorlardı, aksine aksiyon alma konusunda kararlılardı.

Bugün İran’daki kitlesel kadın hareketi, her türlü baskıya rağmen kırk yılı aşkın süredir devamlı umut dolu, bilinçli özneler yaratan bir devrimin, 1979 devriminin en önemli başarılarından birini temsil ediyor. İslam Cumhuriyeti’nin politikalarının paradoksal etkileri, İran’daki sosyal dönüşümün merkezine kadınları getirdi. Artık o dönüşüm devletle yüzyüze savaşır hale geldi. İranlı kadınlar bugün gazetecilik, sanatsal ve kültürel üretim, sivil katılım, siyasal örgütlenme, yükseköğretim, bilimsel topluluklar, yerel siyasi makamlar ve benzeri alanlarda önemli pozisyonlarda yer alıyorlar. Bu kadınların kızları, ister devletten ister kendi ailelerinden, hiçbir ataerkil kısıtlama olmaksızın annelerinin [toplumdaki] statülerinin arttırılmasını ve genişlemesini geri döndürülemez bir biçimde talep ediyorlar. Bu talepler yalnızca devletin dönüştürülmesiyle ya da devletin anlamının yeniden düşünülmesi ile gerçekleştirilebilecektir. Bu dönüşümlerin nasıl ve ne şekilde gerçekleşeceği henüz bilinmiyor ancak dönüşümün kaçınılmaz olduğu aşikâr. Ne şanslıyız ki bu nesillerin kadınları [bu dönüşüme] öncülük ediyorlar.

 

 

[1] Metnin İngilizce orijinali için bkz. Behrooz Ghamari Tabrizi, “How the Islamic Revolution Gave Rise to a Massive Women’s Movement in Iran”, CounterPunch, 9 Kasım 2022, 28 Kasım 2022 tarihinde erişilmiştir. <https://www.counterpunch.org/2022/11/09/how-the-islamic-revolution-gave-rise-to-a-massive-womens-movement-in-iran/> Vurgular orijinal metne aittir. Metnin orijinalinde geçen linklere yazı boyunca referans verilecektir. (ç.n.)

[2] İrşad Devriyesi aynı zamanda “Ahlak Polisi” olarak da bilinir. (ç.n.)

[3] Yazar burada 1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi’ne (yaygın olarak bilinen adıyla İslam Devrimi) gönderme yapıyor. (ç.n.)

[4] 1949’da Muhammed Musaddık tarafından kurulan bir siyasi partidir. (ç.n.)

[5] Humeyni tarafından devrimi yönetmek için kurulan İslam Devrimi Konseyi, zaman içinde üyeleri Humeyni tarafından atanan, radikal İslamcılardan oluşan ve Geçici Hükümet’in yanında bir yasama organı gibi işleyen bir oluşuma dönüşmüştür. (ç.n.)

[6] 8 Mart 1979 günü başlayan protestolar 6 gün boyunca sürmüştür. (ç.n.)

[7] 8 Ocak 1936 yılında Rıza Şah Pehlevi tarafından çıkarılan yasa, “Keşf-i Hicab” olarak da bilinir. (ç.n.)

[8] İslami kaideler tarafından yönetilen bir insan modeli. (ç.n.)

[9] İran’ın 8 dönem parlamentosu, 2008-2012 yılları arasında görev yapan milletvekillerinden oluşur. (ç.n.)

[10] Detaylı bilgi için bkz. <https://overpopulation-project.com/the-iranian-miracle-the-most-effective-family-planning-program-in-history/>

[11] “Batıya duyulan arzu” Alain Badiou tarafından ortaya atılan bir kavramdır. (ç.n.)