Yirmi yıllık AKP iktidarı en zor dönemini yaşıyor. Bir taraftan geri dönüşü imkânsız gibi görünen bir ekonomik kriz, diğer yandan buna bağlı olarak her geçen gün büyüyen oy kayıpları. Normal şartlar altında yapılacak bir seçimde AKP’nin seçimi kazanması ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması zor görünüyor. Bu durum muhalif cephede “nasıl olsa ilk seçimde gidecekler” düşüncesini giderek güçlendiriyor. Ancak unutulmamalı ki Naziler de iktidara geldiklerinden çok kısa bir süre sonra büyük oy kayıpları yaşamışlardı. Hatta pek çok insan onların da ilk seçimde gideceklerine kesin gözüyle bakıyordu. Tam bu sırada Reichstag yangını olmuş, yangını Komünistlerin çıkardığı söylenerek olağanüstü hâl ilan edilmiş ve Naziler iktidarlarını pekiştirmişlerdi. Bu iki durumun aynı olduğunu düşünmüyorum elbette. Hatta dönemler ve ülkeler düşünüldüğünde benzerlikten çok farklılık bulunacağı rahatlıkla söylenebilir. Şunu söylemeye çalışıyorum; iktidarının tehlikede olduğunu gören, gözünü karartmış bir yapı, aklımıza gelen ya da gelemeyen her şeyi yapabilir. Üstelik bu yapı ülkenin silahlı güçlerinin ve devlet kurumlarının önemli bir bölümünü kontrol altına almışsa durum daha da büyük bir tehlike arz ediyor demektir. Hal böyleyken “nasıl olsa yakında gidiyorlar” rehavetine kapılmak büyük bir hata olur.

Seçimlere doğru giderken AKP’nin bir savaş çıkarması, Rojava ve Kandil’e saldırması ve seçimlere olağanüstü koşullarda gidilmesini sağlaması hiç de düşük bir olasılık olarak durmuyor. Tahran ve Soçi görüşmelerinden sonra İran ve Rusya’nın bu operasyona izin vermediği, ayrıca Batı’nın da böyle bir girişime karşı olduğu söylenebilir. Ancak buna dayanarak Türkiye’nin Rojava’ya asla saldıramayacağını söyleyemeyiz. Türkiye, bu operasyon sonucunda somut yaptırımlarla karşılaşmayacağını gördüğü anda saldırıya geçecektir. Rusya’nın ve Batı’nın Türkiye’yi kaybetmemek için somut yaptırımlar konusunda çekinceli davranacağını görmek zor değil. Erdoğan her fırsatta hazırlıkların tamamlandığını ve uygun koşullar oluştuğunda bu operasyonu yapacaklarını boşuna söylemiyor olsa gerek. Dolayısıyla seçime olağan üstü savaş koşullarında girme ihtimali ne yazık ki düşük değil. Ancak burada önemli olan muhalefetin tepkisi olacaktır. AKP’nin bu girişimden umut ettiklerinin önüne ancak muhalefetin tavrı geçebilecektir.

Muhalefet (bunu şimdilik altılı masa olarak kabul edelim) bugüne kadar ne zaman Kürtlerle savaş söz konusu olsa, vatan- millet diyerek AKP’nin arkasında hizalanmıştır. Bu kez de aynı şey olursa AKP’nin tam da istediği gerçekleşir ve kaybettikleri oyların bir kısmını geri kazanabilirler. Peki muhalefet ne yapmalı? Elbette bugüne kadar yaptığı gibi AKP’nin arkasında hizaya geçmemeli ve savaş karşıtı bir pozisyon almalı. Kitlesel gösterilerle “savaşa hayır” demeli ve savaş karşıtı bir blok oluşturmalıdır. Bu yapıldığında yani ülkede savaş karşıtı bir blok oluştuğunda, AKP’nin bu savaşı kendi bekası için çıkardığı söylemi güçlendiğinde her şey tersine dönecek ve AKP daha çok oy kaybedecektir. Ancak bugüne kadar yaşadıklarımıza bakacak olursak muhalefetin vatan- millet cephesinin arkasında hizalanma ihtimalini görmezden gelemeyiz. Bu olursa AKP’nin seçimi kazanması sürpriz olmayacaktır.

Seçimlere doğru AKP’nin izleyeceği ikinci yolun, laik- dindar kutuplaşmasını büyütmek olduğu görülüyor. Gülşen olayında görüldüğü gibi, bundan neredeyse dört ay önce sahnede yapılmış bir espri kaydedilmiş ve gerekli görüldüğünde kullanılmak üzere kenara konulmuş. Buna benzer kayıtların kenarda durduğu ve seçime doğru gündeme getirilerek laik- dindar kutuplaşması içerisinde seçime gidileceğini tahmin etmek zor değil. Zaten bütün dünyada neo-liberal muhafazakâr iktidarların onlarca yıldır uyguladıkları temel politikanın, toplumu kutuplaştırmak olduğunu gayet iyi biliyoruz. AKP bu kutuplaştırma politikasını yükselterek kendi kitlesine şunu söyleyecek; “evet ekonomi iyi durumda değil, sıkıntılarınız var ama bana oy vermezseniz başa geçecek bu laikler sizin dininizi diyanetinizi yok edecekler. Bugüne kadar pek çok kazanım elde ettik. Ekonomi bir şekilde düzelir ancak din elden giderse geri getirilemez ve tüm kazanımlarımız yok olur”. Bu politikanın ve söylemin, AKP’den uzaklaşmış oyların bir kısmını geri döndürmesi sürpriz olmayacaktır. Ancak burada oyunu yine muhalefetin izleyeceği doğru politikalar bozabilir.

Muhalefet partileri, AKP’nin kutuplaştırma girişimleri karşısında bugüne kadar hep paralize oldular. Kem küm etmekten başka bir şey yapamadılar. Son olarak yaşadığımız Gülşen’in tutuklanması olayında da yine benzer bir durumla karşılaştık. Bu durumun en büyük nedeni başta CHP olmak üzere AKP’ye muhalefet eden partilerin hiçbirinin bir “demokratik toplum” projesine sahip olmamaları olarak gösterilebilir. Kutuplaştırmaya karşı savunulacak tek şey “demokratik toplum” projesidir. Toplumdaki her kesiminin- Kürtlerin, Alevilerin, İslamcıların, İşçilerin, Kadınların, Gayrimüslimlerin- kendilerini güvende hissedecekleri, demokratik, kültürel çoğulcu ve eşit yurttaşlığa dayalı güçlü ve inandırıcı bir projeniz yoksa kutuplaşmayla baş etmeniz imkansızdır. Karşımızda Kürtlerin anadilde eğitim hakkını bile açıkça dile getiremeyen bir muhalif blok varken bu konuda da çok umutlu olmak kolay değil. Dolayısıyla pek çok muhafazakâr, seçime giderken bu kutuplaşmadan etkilenip, başımıza bir iş gelmesin diye yeniden AKP’ye oy verebilir.

Özetlemek gerekirse, seçim çantada keklik değil. Sedat Peker’in ifşaatları zannedildiği gibi bu iktidarı yerle bir etmeyebilir. Seçime olağanüstü koşullarda girme ihtimali çok yüksek. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi, seçimin sonuçlarını AKP’nin yapacaklarından çok muhalefetin ve bizlerin yapacakları belirleyecektir. Öncelikle AKP’nin savaş politikalarına karşı “savaşa hayır” diyerek savaş karşıtı bir blok oluşturmak zorunludur. İkincisi hemen demokratik, kültürel çoğulcu, eşit yurttaşlığa dayalı bir anayasa hazırlanarak topluma sunulmalıdır. Savaş karşıtı bir demokratik toplum projesi inandırıcı şekilde toplumsallaştırılamazsa seçimin akıbeti belirsizleşir. Türk- İslam faşizminin alternatifi Türk- İslam liberalizmi olamaz. Bu ancak Türk- İslam rejiminin vakit kazanmasına ve kendini yeniden tahkim etmesine olanak sağlar.