(Bu değerlendirme yazısı Artizan Toplumsal Gündem Çalışma Komisyonu tarafından 10-23 Ekim 2020 tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır)

 

Korona virüs salgınında vaka/hasta sayılarının ciddi artışta olduğu, TTB tarafından salgının bir halk sağlığı sorununa dönüşmekte olduğu uyarılarının yapıldığı geçtiğimiz son iki hafta içinde, hükümetin özellikle eğitim-öğretim alanındaki “normalleşme” adımları da devam etti. İç siyasette ekonomik gidişatın da etkisiyle erken seçim tartışmaları gündeme geldi. Bazı anketler hem iktidar partisinin hem de ana muhalefetin oy kaybettiğini, bunun yanı sıra kararsız seçmenlerin sayısının arttığını gösterdi. Baro genel kurullarının yapılmasının yargı kararlarına rağmen engellendi; Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu lehine vermiş olduğu hak ihlali kararı yerel mahkeme tarafından tanınmadı ve bu kararı veren mahkeme başkanının gündemindeki davaların kadrolu yargıcı olduğu ortaya çıktı.

Ekonomik göstergelerin kırmızı alarm verdiği, Türk Lirası’nın ciddi ölçüde değer kaybettiği, yurttaşların, şirketlerin borçlarını ödeyemez hale geldiği koşullarda, emeklerinin karşılığını almak ve seslerini duyurmak için yola düşen Bağımsız Maden İş’e bağlı işçilerin yolu Jandarma tarafından kesildi. Bağımsız Maden İş Örgütlenme Sekreteri Kamil Kartal’ın, haklarını gasp eden işveren ve buna çanak tutan ilgililerden hesap sorulmazken, kendilerine zor kullanma uyarısında bulunan jandarma komutanına cüretkar bir şekilde “Öyle mi alay komutanı?!” diye hitap ettiği konuşma gündeme oturdu.

Tüm bunlar yaşanırken yedi düvele karşı mücadele de devam etti. Dağlık Karabağ sorununda Türkiye’nin masadan dışlanması, Kıbrıs seçimlerinin Kuzey Kıbrıs’ın kaderini ciddi şekilde etkileyebilecek şekilde sonuçlanması, Doğu Akdeniz’de yayınlanan yeni Navtexler, bu nedenle AB ile gerginliğin artması, Libya’da varılan ateşkes anlaşması, KDP ve merkezi Irak Hükümeti arasında Şengal’in ortak yönetimini öngören anlaşma, Şengal’de bölgenin karışmasına yol açabilecek girişimler…

Gelişmelere ilişkin haberlere ve analizlere yazımızın devamında ulaşabilirsiniz. İyi okumalar…

 

İÇ POLİTİKA

 

  • Ali Babacan’ın Diyarbakır Ziyareti

Geçtiğimiz haftalarda Diyarbakır’a ziyaret gerçekleştiren Ali Babacan başta Kürt sorunu ve demokratikleşme olmak üzere önemli açıklamalarda bulundu. Parlamenter demokrasiye geçişe vurgu yaparak tek adam sistemine karşı eleştirilerini dile getiren ve liberal bir çizgide ilerleyen Ali Babacan’ın AKP’nin ilk dönemlerindekine benzer söylemlerle sağ kanatta ana muhalefet olmaya yönelik adımlar attığı söylenebilir.

Babacan’ın bu söylemleri ile MHP’nin etkisinde güvenlikçi, tekçi ve milliyetçi sağ muhafazakar politikalar uygulayan AKP’nin küskünlerine oynadığı ileri sürülebilir. Bunu yaparken de daha önceki açıklamalarından farklı olarak iktidar partisini ve destekçisi MHP’yi doğrudan hedef almaktan çekinmediğini ve dolayısı ile AKP’yi ve güvenlikçi politikalarını da daha net ifadelerle eleştirmeye başladığını gözlüyoruz. Bununla beraber kamuoyu yoklamalarına ilişkin haberlere göre, Kürt muhafazakar seçmenlerin bir kısmının oylarının da Deva Partisine ve Gelecek Partisine yöneldiği iddia ediliyor. Bu nedenle, Ali Babacan’ın demokrasiye vurgu yapan, liberal söylemleri bundan sonra da devam edebilir. Tabi bu çizgiyi ne kadar devam ettirebileceğini, olası krizlerde muhalefeti arkasında hizalayan siyasal iktidarın hamleleri karşısında nasıl refleksler vereceğini izleyerek göreceğiz.

  • Anketler ve İYİ Parti’de Yaşananlar

Son dönem yapılan kamuoyu yoklamalarına bakıldığında, AKP’nin oy kaybettiği söylenebilir. Buna karşın, özellikle son dönemde milliyetçi-muhafazakar ve laiklik karşıtı iktidar bloğu politikalarına karşı en uygun siyaset tarzı olarak ‘bekle-gör’, ‘oyuna gelmeme’ ve ‘iyi belediyecilik’ politikaları ile yetinerek kendi seçmenine karşı da zor durumda kalan CHP’nin de oy kaybettiğini öne süren anketler de var. Bekir Ağırdır, kopuşlarla oluşan kararsız seçmenlerin meydana getirdiği gri bölgenin %25-30’a ulaşmış olduğunu söylüyor. Özellikle Akşener, Davutoğlu ve Babacan da bu gri alana oynuyor ve dolayısı ile oyları artıyor.

Bu yükselişe karşın Ali Babacan liderliğindeki Deva Partisi son kamuoyu yoklamalarında yüzde 1-2 bandında yer alıyor. Diğer taraftan, henüz seçim ortamında olunmaması nedeniyle kamuoyu yoklamalarına Deva Partisi’ne yönelen oyların henüz anketlere yansımadığı da ifade edilebilir.

Yükselişte olduğu gözlenen İYİ Parti’de ise bir takım tartışmalar, parti içi karmaşalar, tasfiyeler yaşanıyor. Son kurultayla birlikte Ümit Özdağ’ın kadrosu, Koray Aydın ve ekibi tarafından tasfiye edilmiş görünüyor. Bunun sonrasında ise tasfiye edilenler başta olmak üzere İYİP’li siyasetçilerin karşılıklı suçlamaları basına yansıdı.  Bunların içinde en çok dikkat çekeni ise, Ümit Özdağ’ın, İstanbul belediye seçimleri ile ismi ön plana çıkan, İYİP İstanbul il başkanı Buğra Kavuncu hakkında yapmış olduğu FETÖ‘cülük suçlaması oldu. Adliyeye yansıyan bu iddialarla ilgili Buğra Kavuncu ve İYİP’li diğer il başkanları ortak bir tepki gösterdi. “Partimize bir saldırının olacağını biliyorduk” diyen Akşener’in, tüm parti içi karmaşaya karşın, sahaya indiği ve yukarıda işaret edilen gri alana yönelik çalışmaları sürdürdüğü de dikkat çekiyor.

 

  • Erken Seçim Tartışması

CHP lideri Kılıçdaroğlu, MHP lideri Devlet Bahçeli’ye çağrı yaparak, “Sayın Bahçeli’ye söylüyorum. Bu ülkeyi seviyorsan çık kardeşim yarın sabah de ki ‘Yeter artık’… Türkiye’yi seçime götür. Sorumluluk sahibi insanlar bu ülkeyi yönetirler” dedi. Netlikten uzak bu erken seçim çağrısına Akşener, Babacan , Davutoğlu, Karamollaoğlu ve HDP sözcüsü Günay’dan da destek geldi. Buna karşın, Bahçeli ve Erdoğan ise erken seçim istemiyor.

Başkanlık sisteminin yarattığı siyasal kriz ile derinleşen ekonomik krizin birarada yaşandığı mevcut durumda olası bir seçimin neticesinin ne olacağını ön görmek çok da mümkün değil. Yakın tarihte buna benzer krizler altında seçimler 1994 ve 2001 yıllarında yaşanmıştı. 94’teki siyasal ve ekonomik kriz ortamında R. Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı seçilmiş, 2001’deki siyasal ve ekonomik kriz ortamında ise AKP yüzde 34 oyla tek başına iktidar olma şansını yakalamıştı. Dolayısıyla bu koşullarda erken bir seçim olursa yine sürpriz sonuçlar olması mümkün.

Diğer taraftan, şu anda bambaşka bir yönetim şekli var. Mevcut seçim sistemi, YSK’nın yapısı, Yargı’nın siyasal iktidar karşısındaki teslimiyeti ve çaresizliği olası bir erken seçime yönelik seçmen tercihlerini aşan bir neticeyle karşı karşıya kalınmasını da mümkün kılabilir.

  • AYM kararının yerel mahkeme tarafından tanınmaması, engizitör hâkim:

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin Enis Berberoğlu lehine verdiği hak ihlali ile yeniden yargılanma hakkı veren kararına uymadı. Yani Mahkeme, Berberoğlu’na verilen 5 yıl 10 aylık hapis cezasında üst mahkeme konumunda olan Anayasa Mahkemesi’ne direnmiş oldu. Böylece daha önce Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında olduğu gibi, bir kez daha Anayasa Mahkemesi kararına karşı bir yerel mahkemenin tepkisi ile karşı karşıya kalmış olduk.

Aralarında 2 yıl ara olan bu iki olayın bir diğer ortak yönü, her iki direnme kararına imza atan mahkeme başkanının aynı kişi, yani Akın Gürlek isimli yargıç olması. Geçtiğimiz günlerde CHP grup başkan vekili Özgür Özel’in meclis oturumunda dile getirmesi ile bu durum kamuoyunun gündemine oturdu. Adı geçen yargıcın Can Dündar, Selahattin Demirtaş, Canan Kaftancıoğlu, Selçuk Kozağaçlı, Atilla Taş, Murat Aksoy, Sözcü gazetesi davası gibi dava dosyalarına da baktığı biliniyor.

Hukuka, yasalara ve vicdanına bağlı kalarak karar vermesi beklenen bir hâkimin bu şekilde mahkeme mahkeme gezdirilerek adeta biçer döver gibi insanların özgürlükleri hakkında siyasetin güdümünde kararlar vermesi, artık tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde ülkedeki yönetim sisteminin gittiği yeri açıkça gösteriyor.

  • Baro Genel Kurullarının Yaptırılmaması

Mahkeme kararlarının uygulanmamasına bir diğer örneğini de baroların genel kurullarının yaptırılmamasına yönelik uygulamalarda görüyoruz. İdare mahkemeleri, İl Hıfzıssıhha Kurullarının Baro genel kurullarının yapılamayacağı yönündeki yetki aşımı kararlarının iptali ile yürütmelerinin durdurulması için barolarca açılan davalarla ilgili kararlar verilmeye başladı.

İzmir İdare Mahkemesi’nin yürütmenin durdurulması kararı ile bağlayıcı şekilde genel kurulun yapılmasına imkân tanıyan bir karar vermesine karşın, bu karar İzmir Konak 1. İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı tarafından reddedildi. Diğer taraftan bu süre zarfında İstanbul ve Ankara’da kurulma aşamasında olan 2 no’lu  barolar ise toplantılarını yapabildi. Bu ertelemelerle kurulan yeni paralel barolara kuruluşlarını tamamlamak için süre kazandırılmış görünüyor. TBB Başkanı Feyzioğlu da baroların genel kurullarını yapamaması nedeniyle koltuğunda oturmaya devam edebiliyor.

Barolar haricinde salgın kısıtlamalarına pek rastlamadığımız, hatta siyasi toplantıların yapılabildiği bu süreçte, bağlayıcı mahkeme kararlarına rağmen barolara toplantı yaptırılmaması, siyasetin yargıya başka bir müdahalesi olarak görünüyor.

  • Ayhan Bilgen’in HDP ile ilgili eleştirileri, önerileri:

HDP’ye yönelik geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen operasyonlarla, Kobane eylemleri dönemimde görevli olan parti meclisindeki siyasetçilerin tümü neredeyse tutuklandılar. Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen de tutuklananlar arasındaydı.

Bilgen, henüz gözaltında iken gerek kamuoyunun dikkatini çekmek gerekse HDP içinde bir tartışma açmak için avukatı aracılığı ile twitterda paylaşımlarda bulundu. İlk tepkilere göre Bilgen’in açıklamalarına, Altan Tan’dan farklı yaklaşılması gerektiğini ifade eden, soğukkanlılıkla yaklaşan partililer olduğu gibi, bu açıklamaların yersiz olduğu, partiyi zor durumda bırakacağı eleştirileri yöneltenler de var.

Bilgen’in açıklamalarına bakıldığında, kongreler ve aday belirleme süreçleri ile ilgili bazı eleştirileri dikkatli bir dille ifade ettiği söylenebilir.

Bilgen yaptığı açıklamalarda, HDP’deki yönetim ve genişleme krizinin sebebinin dağ, ada veya cezaevi arasında sıkışmaktan kaynaklı olmadığı, bilakis yönetiliş şeklinden kaynaklı olduğuna vurgu yapıyor. Bilgen kişisel hesaplarla bir siyasi mücadeleyi kontrol altında tutma eğilimi” vurgusuyla eleştirdiği ve “tersine Türkiyelileşme” olarak nitelediği bu yönetiliş tarzı değişmedikçe, genişlemenin de mümkün olamayacağını söylüyor. Faili meçhul isimlerle ittifakların kurulamayacağını söyleyen Bilgen’e göre, söylem ve pratiği değiştirip sahada çalışma yapılırsa HDP kolayca kriminalize edilemeyecek faaliyetler yapılabilir. Bilgen’in açıklamalarına göre, Kars Belediyesi deneyiminin HDP’nin Türkiye siyasetine de uygulanabileceği şeklindeki önerisinin dikkate alınmaması nedeniyle tartışmayı kamuoyu önünde götürmeye karar verdiği görülüyor.

KORONA

  • Korona ve Sağlık

Sağlık Bakanı’nın açıkladığı, açıklamadığı rakamlar, korona salgın yönetiminin artık bir halk sağlığı sorununa dönüştüğünü gösteriyor. Artan vaka/hasta sayılarının doğru düzgün açıklanmaması bir yana, oldukça kötü durumdaki ekonominin de muhtemel etkisi ile bir yandan gerekli kapanma adımları atıl mıyor, bir yandan da hastaneler git gide covid-19 vakaları ile dolup taşıyor.

Halk sağlığının öncelikli olduğu, insanların çaresizlik içinde işleri ile sağlıkları arasında bırakıldığı bu koşullarda bile, Sağlık Bakanı Koca’nın açıklamalarına göre tüm vakaların yüzde 40’ının bulunduğu İstanbul’da yapılan üst düzey bir toplantıya seçilmiş Belediye Başkanı İmamoğlu komik gerekçelerle çağırılmayabiliyor.  Henüz tüm uyarılara karşın yeterli grip aşısını bile temin edip öncelikli grupların sağlıkları ile ilgili gerekli sonuçlar elde edememişken, henüz DSÖ tarafında onaylanmış bir aşının varlığı açıklanmamışken, Aralık ayında 5 milyon doz covid-19 aşısının yapılacağı şeklinde açıklamalar yapılabiliyor.

  • Korona ve Eğitim

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamalarına göre ülke genelinde ve özellikle nüfusun büyük çoğunluğunun yaşadığı büyükşehirlerde salgın yayılıyor. Buna karşın, Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un son açıklamalarına göre yüz yüze eğitim kademeli olarak yaygınlaştırılıyor. Salgının yayılma dinamiklerine bakıldığında, çocuklar ve gençlerin hastalığı yaşlı ve kronik hastalara kıyasla nispeten daha az hasarla veya belirtisiz atlatmasına karşın hastalığın yayılmasına önemli bir yerlerinin olduğu biliniyor.

Hal böyle iken, hastalık yayılırken, hastalığın daha da yayılmasının önünü açacak açılmaların yapılması, toplumun bir kesiminin kapanma olmaması ve işlerin yürümesi için feda edildiğini düşündürüyor.

  • Korona Koşullarında Çevrimiçi Eğitimin Dezavantajlı Gruplara Etkisi

Salgın döneminde, eğitim alanında yaşanan diğer bir sorun ise çevrimiçi eğitimin bazı dezavantajlı gruplara etkisi. Özellikle çevrimiçi eğitimin kız çocuklarının okuldan uzaklaşmasına neden olduğuna, ev işleri ve hatta evlilik baskısı altında kaldıklarına dair araştırmalar var. Tabii bu dünya çapında büyük bir sorun ve bu konuda yapılmış güncel birçok araştırma var. Save The Children tarafından hazırlanan rapora göre yıl sonuna kadar dünya çapında evlenmeye zorlanan kız çocuk sayısı 500 bin artacak.

Benzer şekilde HDP’nin “Koronavirüsün Eğitime Etkileri Raporu”nda uzaktan eğitimin dışlayıcı, ayrımcı ve eşitsiz olduğu belirtilerek, bu süreçte Kürt, Arap, Süryani vd. çocukların öğrenme kayıpları yaşandığı kaydedildi. Devletin bu dezavantajlı gruplarla ilgili ne tür bir önlem aldığı veya alacağı ise henüz belirsiz.

 

EKOLOJİ

TL’deki büyük değer kayıplarına şahit olduğumuz bu dönemde, AKP’nin ülkenin doğal kaynaklarına yönelik plansız, talancı, sürdürülebilirlikten uzak, enerji adaletine aykırı, ekoyıkım manasına gelecek uygulamalar ve yasal düzenleme arayışları içinde olduğunu görüyoruz.

Gıda alanında halkın bilinçlenmesine yönelik yayınları kısıtlayacak yasal düzenleme girişiminden, maden ruhsatlarının sayısını ciddi manada artıran, yoğun tepkilere rağmen Kaz Dağları örneğinde olduğu gibi ekoyıkıma yol açacak şekilde maden ruhsatlarının sürelerinin uzatılması, ruhsat alanlarının dışına çıkılarak çevre tahribatının önünün açılması, yaşam alanlarını tahrip edip ekosistemi etkileyecek şekilde yenilenebilir enerji projelerine onay verilmesi, zaten delik deşik edilmiş ÇED süreçlerine yeni yasal düzenlemelerle müdahale edilmesi, elektrik alanında yeni çevre sorunlarına yol açabilecek EPK düzenlenmesi gibi ve benzeri bir çok örnekle karşı karşıyayız.

Diğer taraftan, Çevre Bakanlığı bünyesinde Türkiye Çevre Ajansı kurulması söz konusu. Bu ajans ile daha etkin çevre politikaları izleneceği iddia ediliyor. Muhalefet ise bu ajansın nepotizmin yeni merkezi olabileceğini, bağış adı altında rüşvetlerle çevreci olmayan uygulamaların önünün açılabileceği, siyasi kadrolaşma ile bu alanda yeni rant alanları oluşturabileceği eleştirilerini dile getiriyor. AKP ve destekçisi MHP’nin çevre meselesine yönelik yaklaşımının “Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz” olduğu aşikar. Dolayısı ile çevre talanı anlamına gelen yukarıdaki haberlerle birlikte okunduğunda, TÇA düzenlemesinden de iyi bir şeyler beklemek pek mümkün olamıyor.

DIŞ POLİTİKA

Azerbaycan-Ermenistan arasında ateşkes sağlandı. Görüşmeler Minsk Grubu himayesinde sürecek. Türkiye masada yok.

Burada ele alınan dönemdeki en önemli gelişmelerden biri, 10 Ekim’de Ermenistan ile Azerbaycan arasında Karabağ’da süregiden savaşta ateşkes sağlanması oldu. Rusya’nın taraflarla yaptığı toplantının ardından Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov: “Azerbaycan Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti, AGİT Minsk Grubu eşbaşkanlarının arabuluculuğuyla, çözümün ana prensipleri temelinde barışçıl bir çözüme mümkün olan en kısa sürede ulaşmak amacıyla esaslı müzakerelere başlıyor” dedi. Buna göre, Karabağ sorununun çözümü için geçmişten bu yana süregelen formatın değişmeyeceği, ABD, Fransa ve Rusya’nın masadaki ana aktörler olacağı belli oldu. Türkiye müzakere masasında yer almayacak.

Bilindiği gibi, Türkiye Azerbaycan’a ciddi bir askeri destek sunmuş (eğitimciler, teçhizat, Suriye’den cihatçı transferi) ve taraflardan birinin garantörü olmasına karşın masada yer almayı amaçlamıştı. Daha orta vadeli hedefi de Azerbaycan’da kalıcı bir askeri güç olarak yer almak, sorunun muhataplarından birine dönüşmek ve Azeri petrolünden pay almaktı. Yukarıda belirtilenler, Rusya’nın arka bahçesi denilen Kafkasya’da Türkiye’nin kalıcı bir varlığa dönüşmesine hiç de sıcak bakmadığını gösteriyor. Nitekim, Fehim Taştekin’in belirttiğine göre, Rus medyası, Türkiye’nin Temmuz ayında Azerbaycan’la yaptığı ortak tatbikatın ardından hangi üste kaç adet askeri personel, zırhlı araç, silah ve teçhizat bıraktığını deşifre ediyor. Bu arada Lavrov’un, Türkiye’nin, Dağlık Karabağ meselesinde Azerbaycan’a tam destek sağlamasını eleştirmesi ve “Rusya hiçbir zaman Türkiye Moskova’nın stratejik ortağıdır demedi, Türkiye bizim partnerimizdir” demesi dikkat çekiciydi.

Bu gelişme, Türkiye’nin bölgesindeki hegemonya boşluğundan faydalanarak kendine pozisyon açma politikasının sınırlarını bir kez daha gösterdi. He ne kadar Türkiye kendine Azerbaycan’ı destekleyerek Suriye’dekine benzer şekilde Rusya ile karşıt taraflarda yer alan, ama pazarlık da edebilen bir konum açmak istediyse de şu aşamada bunu başaramadığı görülüyor.

KKTC seçimleri: Kuzey Kıbrıs için yeni bir dönem mi başlıyor?

18 Ekim’de Kuzey Kıbrıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Ankara’ya yakınlığıyla bilinen Ulusal Birlik Partisi’nin lideri ve Başbakan Ersin Tatar kazandı. Bazı medya yorumcuları, Türkiye’nin öteden beri Kıbrıs’ın demografik yapısını değiştirmek için uğraştığını ve sonuçlarda bu demografik değişimin etkili olduğunu dile getiriyor. Öte yandan sonuçların birbirine çok yakın olması, Ankara’nın seçime müdahale etmiş olabileceği kuşkusuna yol açıyor. Yine de Tatar’ın Kıbrıs Türklerinden de oy aldığı dikkate alınırsa, nasıl bir siyasi çizgide olduğunu iyice anlamak için önümüzdeki süreci takip etmek önem taşıyor.

Akıncı daha önceleri Türkiye’nin de resmi tezi olan “toprak karşılığı federasyon” tezini destekliyordu. Tatar’ın seçilmesiyle Kuzey Kıbrıs’ta yeni bir dönemin açıldığı söylenebilir. Tatar, Türkiye’de yeni rejimin tezini, yani federatif çözümün bir yana bırakılması anlamına gelen “iki devletli çözümü” savunacak. İki devletli çözümün olabilmesi içinse KKTC’nin uluslararası platformlarda tanınması gerekiyor ki bunun da çok güç olacağı biliniyor. Bu aşamada iki nokta öne çıkıyor: Birincisi, Türkiye “Kosova” benzeri bir çözümü savunarak KKTC’yi tam olarak denetimi altına almayı hedefliyor olabilir. KKTC’yi, Akdeniz’de ileri bir karakol olarak tahayyül ediyor olabilir. İkincisi, Kıbrıslı Türkler arasında Güney Kıbrıs’la federasyon çatısı altında birleşip AB’ye katılma özlemi güçlü olduğu için, adada Türkiye’den gelen (ve getirilen) yerleşimcilerle yerli Kıbrıslılar arasında bir kutuplaşma ve derin bir bölünme yaşanabilir.

Doğu Akdeniz’de gerilim yeniden tırmanıyor

Bilindiği gibi, Oruç Reis gemisinin Yunan adaları açığında doğalgaz arama faaliyetleri nedeniyle tırmanan gerilim geminin Antalya’ya dönmesiyle nispeten yumuşamış, Yunanistan ve Türkiye arasında NATO himayesinde teknik askeri görüşmeler başlamıştı. Bu görüşmeler sürerken, Türkiye Oruç Reis’in Meis adasının güneyindeki faaliyetleri için yeni bir Navtex yayınlandı. Bunun üzerine ABD Ankara Büyükelçiliği bir açıklama yaparak “Türkiye’nin yaptığı açıklama, bölgedeki gerilimleri tek tarafları olarak artırmakta… Güç kullanma, tehdit, gözdağı ve askeri hareketlilik gerilimlere çözüm getirmeyecektir” görüşünü savundu. Fransa ve Almanya da duruma tepki gösterdi. Fransa Dışişleri Bakanı Jean Yves Le Drian, “Bize göre, Türkiye’nin sürekli provakatif faaliyetler içinde olduğu açık. Bu, kabul edilemez” dedi ve AB’nin yaptırımları tekrar gündeme alması gerektiğini savundu. Daha temkinli bir dil kullanan Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Mass ise durumu “kabul edilemez” olarak nitelendirirken yaptırımlarla ilgili olarak bir hafta içinde durumu izleyip görmek gerektiğini söyledi. Mass Türkiye’ye yapacağı ziyareti iptal etti.

Bu arada, İtalya Başbakanı Giuseppe Conte’nin, “Türkiye’nin stratejik bir rolü var. Sadece Akdeniz’de değil, Ortadoğu’da Libya’da, Suriye’de ve pek çok yerde rolü var” demesi ve Türkiye ile diyalog kurmaya ihtiyaç olduğunu söylemesi dikkat çekti.

KDP ile Merkezi Irak Hükümeti Şengal’in ortak yönetimi için anlaştı

KDP ile merkezi Irak Hükümeti Şengal’in ortaklaşa yönetilmesini öngören, BM gözetiminde bir anlaşma yaptı. Şengal’in yeniden imarı, güvenlik ve idaresini içeren anlaşmanın detayları belli değil. PKK’nın bölgeden çıkarılması anlaşmanın maddeleri arasında yer alıyor. Asıl önemlisi, Şengal halkının özerk yönetimine ve yerel askeri güçlerine anlaşma çerçevesinde yer verilmiyor. Anlaşmada Şengalli Êzidîlerin bir taraf olarak yer almadığı ve görüşlerinin dikkate alınmadığı anlaşılıyor.

KCK anlaşmaya tepki gösterdi. Yapılan açıklamada, “Şengal halkının iradesi olan özerk yönetimin de içinde olacağı bir görüşme ve karar sürecinin işlemesi şarttır. Bunun dışındaki tüm tutumlar tehlikelidir ve kabul edilmeyecektir” denildi. Şengal Özerk Yönetimi bir yürüyüşle kararı protesto etti. Özerk yönetim, kentin yönetimine ilişkin tüm kararlara, Şengal halklarının da dahil edilmesi gerektiğini dile getirdi. Êzidîlerin çatı örgütü NAV-YEK’in Eşbaşkanı Hecî Çelîk ise anlaşmanın Êzidîler arasında büyük bir infiale yol açtığını ifade etti. Çelik, “3 Ağustos’ta Êzidîleri soykırımla yüz yüze bırakan zihniyetin bugün yine işbaşında olduğunu görüyoruz. Bugün anlaşma yapan her iki güç 3 Ağustos’ta yüzbinlerce Êzidî’yi katliamla yüz yüze bırakıp kaçmıştı” dedi.

Libya’da ateşkes

Libya’da 23 Ekim’de taraflar arasında ateşkes anlaşması imzalandı. BM, Afrika Birliği, Arap Birliği, Avrupa Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi’nin yanı sıra ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi uluslararası aktörler anlaşmaya desteğini açıkladılar. Anlaşmanın iki önemli maddesinin Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığını, dolaylı olarak da UMH ile yaptığı deniz yetki alanları anlaşmasını tehdit ettiği söyleniyor. Bu maddeler şunlar: 1) Tüm paralı askerler ve yabancı savaşçılar en fazla üç ay içinde kara, hava ve deniz yoluyla Libya topraklarını terk edecek. 2) Libya içindeki eğitimle ilgili tüm askeri anlaşmalar yeni hükümet kuruluncaya kadar askıya alınacak ve eğitim ekipleri ülkeyi terk edecek. Bu aşamada Türkiye sahada kısmi bir askeri başarı kazanmış olmasına karşın görüşme masasından dışlanmış durumda.

Türkiye S-400’leri test etti, ABD sert tepki gösterdi

Reuters haber ajansı Türkiye’nin Sinop’ta Rusya’dan aldığı S-400’leri test ettiğini duyurdu. Bunun üzerine, ABD’den sert tepkiler geldi. ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin S-400 gibi Rus askeri sistemlerini satın almasının kabul edilmez olduğunu, S-400 sisteminin aktif hale gelmesinin Türkiye ile güvenlik ilişkileri bakımından “potansiyel ciddi sonuçları” olacağı uyarısında bulundu. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) sözcüsü de “Bu haberler doğru ise Savunma Bakanlığı bu testi güçlü bir şekilde kınıyor” açıklaması yaptı.

Fransa’da bir öğretmen başı kesilerek öldürüldü

Paris’in kuzeybatısındaki Conflans-Sainte-Honorine banliyösünde bir tarih ve coğrafya öğretmeni öğrencilerine Hz. Muhammed’in karikatürler üzerinden ifade özgürlüğünü anlattığı için kafası kesilerek öldürüldü. Fransız polisi katilin 18 yaşında Çeçen kökenli bir kişi olduğunu açıkladı. Cinayetin ardından Fransız Cumhurbaşkanı Macron, siyasal İslam’ın cumhuriyet değerlerini hedef aldığını ve gerekli operasyonları yapacaklarını söyledi.

EKONOMİ

Merkez Bankası’nın politika faizini artırmaması döviz kurlarının hızla yükselmesine yol açtı

Merkez Bankası’nın (MB), piyasaların faiz artırımı beklediği toplantıdan tahmin edilen sonuç çıkmadı. Merkez Bankası, bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını (politika faizi) yüzde 10,25’te sabit tuttu. MB’nin faiz kararı sonrası dolar çok ani ve yüksek bir sıçrama yakaladı. Gün içinde 7,78 TL’ye kadar gerileyen dolar, bir anda 7,97’ye yükselerek tarihi rekor seviyesini yeniledi. MB’nin, Türkiye ekonomisi ve kurumlarına duyulan güveninin büyük erozyona uğradığı bir dönemde faiz arttırmaması, piyasalara MB’nin bağımsızlığı konusunda tamamen olumsuz bir sinyal göndermiş oldu. Döviz kurlarının bu şekilde yükselmeye devam etmesi, döviz borcu olan veya borçları yeniden yapılandırılmış reel sektör şirketlerini çok olumsuz etkileyebilir ve iflasları tetikleyebilir.

Ağustos Ayı cari dengesi yüksek açık verdi

Merkez Bankası’nın (MB) Ağustos 2020 dönemine ilişkin ödemeler dengesi verilere göre, cari işlemler dengesi Ağustos 2020’de 4.63 milyar dolar açık verdi. Bu yüksek cari açık, bir önceki yılın Ağustos ayına göre 3.948 milyon ABD doları artan dış ticaret açığından ve büyük ölçüde turizm gelirlerini gösteren hizmetler dengesinin geçen yılın aynı ayına göre 4.602 milyon ABD doları azalmasından kaynaklandı.

Varlık Fonu’nun borçlanmasına çok yüksek faiz teklifi geldi, işlem ertelendi

Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) elindeki büyük kamu varlıklarını teminat göstererek Türkiye’nin dış finansman ihtiyacının karşılanmasına önemli bir katkı yapması hedefleniyordu. Buna karşın, kulislere yansıyan bilgiye göre, 20 Ekim’de TVF’nin 5 yıl vadeli dolar cinsinden tahvil ihracına yüzde 7,5 gibi çok yüksek bir faiz teklifi geldi ve işlem ertelendi.

İşçi Hakları

Soma ve Ermenek işçilerinin Ankara yürüyüşü

İşçi hareketleri bağlamında bu dönemin en önemli konusu Soma ve Ermek işçilerinin Ankara yürüyüşüydü. İşçiler, Salihli’de polis ve jandarmaca gözaltına alındılar. Bütün baskılara karşın işçiler yürümeye devam ediyor.

Yürüyen işçilerin mağduriyeti, Türkiye’de yeni rejim döneminde yandaş sermaye sahiplerinin nasıl yasadışı şekilde korunduğunu gözler önüne seriyor. Madenlerde çalışan 4 bin tazminat mağduru işçiden 3.100’ünün haklarını almasına karşın, Temmuz’da Meclis’te yapılan bir düzenlemeyle Uyar ailesinin şirketleri kapsam dışı bırakılıyor. Eylemdeki işçiler bu madenlerde çalışanlar işçilerden oluşuyor. Uyar ailesi öylesine korunuyor ki devlete olan borçları tahsil edilebilmiş değil. Bu sırada aile enerji santralleri, Konya ve Karaman’da fabrikalar işletiyor ve gayrimenkul yatırımları yapıyor. Ayrıca işlettikleri madenlerden TKİ’nin kömür aldığı iddiaları var.

Esnek çalışmayı yerleştirme yasası

Meclis’teki ilgili komisyona istihdam koşullarını esnek üretim yönünde değiştirecek, böylece işçilerin büyük hak kayıplarına yol açacak çok önemli bir yasa tasarısı sunuldu. “İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Hakkında Kanun” adını taşıyan düzenlemenin yasalaşması halinde, Türkiye’de ilk kez bu kadar yaygın şekilde kısa süreli iş sözleşmesi düzeninin uygulanmasına geçilecek. Yasa teklifine göre, 25 yaş altı ve 50 yaş üzeri işçiler ayda 10 günden daha az çalıştırılabilecek. Buna gerekçe olarak, “işsiz gençlerin istihdamının kolaylaştırılması” gösteriliyor. Fakat bu şekilde çalıştırılacak olan 50 yaş üzeri ve 25 yaş altı işçilerin çalıştıkları sürelerde “emeklilik için gereken sigorta primleri yatmayacak… Hem emekli olmaları zora girecek hem de kıdem ve ihbar tazminatı alamayacaklar. İşveren ise asgari ücretli işçi başına 868 TL SGK primini ödemekten kurtulacak.” Düzenlemeye sendikalar sert tepki gösterdi. Örneğin, DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 25 yaş altı ve 50 yaş üzeri kişilerin kölece çalışma ortamına itilmeye çalışıldığını söyledi.