6 Şubat’ta Maraş merkezli gerçekleşen iki büyük deprem sonrasında, Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta savaş politikalarının devam ettiğini Deprem, Suriye ve Savaş başlıklı yazımızda ele almıştık. Yazıda da belirtildiği üzere, özellikle Suriye’de ve Rojava’daki yıkım ve can kayıplarına karşın, hemen deprem sonrasında dahi yer yer Kürt güçlerine yönelik saldırıların devam ettiğine dair verileri aktarmıştık. Bir devlet paradigması olarak Kürt karşıtlığı politikası gereği depremin yıkıcı etkisine rağmen savaşa ara verilmedi.

13 Şubat günü KCK’nin deprem sonrası aldığı eylemsizlik kararı devam ediyor. Kürt güçlerinin ise yaptığı açıklamalara bakıldığında daha çok savunma pozisyonunda karşılık verme düzeyinde silahlı eylemler içinde olduğu görülebilir. Buna karşın basına yansıyan verilere göre TSK ve MİT eliyle yapılan operasyonlar hem Irak hem de Suriye Kürt bölgelerinde devam ediyor.

Zap, Şengal, Rojava’ya saldırılar

Şengal’de MİT tarafından SİHA ile bir araca saldırı düzenlendi ve aralarında YBŞ komutanlarının da olduğu 3 kişi hayatını kaybetti. Yazılı bir açıklama yapan HPG-BİM, “Güçlerimizin bulunduğu direniş mevzileri 1 kez yasaklı bombalarla ve 103 kez de obüs, tank, ağır silahlarla bombalanmıştır.” dedi. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “1 Ocak’tan itibaren 261 terörist etkisiz hale getirildi. Terör yuvalarını, inlerini, barınaklarını teröristlerin başına yıktık; yıkmaya devam edeceğiz” diyerek yapılan saldırıların devam edeceğini ifade etti.

Şubat ayında Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları da devam etti. Demokratik Suriye Güçleri  (DSG) tarafından yapılan açıklamaya göre Şubat ayında bölgeye 24 kez saldırıda bulunulduğu ve 4 sivilin yaşamını yitirdiği açıklandı.

Deprem sonrasında asker neden sahaya inmedi sorularına açıklama getirmeye çalışan Akar, “Uzaktan böyle ahkâm kesmekle olmuyor. Hududu kim koruyacak, Suriye’de kim kalacak? Suriye’yi mi boşaltacağız, Irak’ı mı boşaltacağız? Görmek istemeyen körler ve duymak istemeyen sağırların amacı farklı, bizim derdimiz farklı. Beklentimiz, ülke olarak yaşadığımız bu derin acıya ve Mehmetçiğin ve personelimizin büyük emeğine saygı duyulması.” ifadelerini kullandı. Bu çapta bir depremde dahi Kürtlerle savaşa ara vermeme kararlılığı aynı zamanda kendi halkına karşı da işlenmiş bir suçun da itirafı olarak değerlendirilecek mi, bunu siyasal gelişmeler belirleyecek.

Seçime giden Erdoğan, Rojava’ya saldırı başlatacak mı?

Bilindiği üzere DSG komutanı Mazlum Ebdi geçtiğimiz Ocak ayında yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Rojavaya Şubat ayında Kobani üzerinden bir işgal başlatacağı iddiasını dile getirmişti. Aktardığımız veriler, Türk tarafının saldırı ihtimalini masada tutmaya devam ettiğini gösteriyor. Buna karşın ABD tarafının, Türkiye’nin Rojava bölgesine saldırılarını desteklemediği açıklamaları basına yansıdı. Pentagon’un üst düzey bir yetkilisi, Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) yönelik olası hava ve kara operasyonlarına ilişkin endişelerini Türkiye’ye iletmeye devam ettiklerini söyledi. ABD’nin Demokratik Suriye Güçleri’ne desteğiyle ilgili bir soru üzerine Blinken şunları dedi: “Türkiye’nin güney sınırıyla ilgili meşru güvenlik endişelerini anlıyoruz. Eminim Türkiye de bizim IŞİD konusundaki güvenlik endişelerimizi de aynı şekilde anlıyordur.” Bu cümleden ABD tarafının olası bir saldırıya karşı olduğunun en üst düzeyde ifade edildiği söylenebilir.

ABD’nin ayrıca Türkiye’nin Esad yönetimi ile normalleşme girişimlerine de karşı olduğu biliniyor. Bir yandan ABD ile sorunlarını giderip ekonomik ve askeri tavizler koparmaya çalışan Erdoğan rejiminin, ABD’ye rağmen Rojava’da, Putin/Esad destekli işgal hedefini ne kadar koruyabileceğini, Deprem sonrasında ve olası 14 Mayıs seçimleri öncesinde Suriye Kürt bölgesine Türkiye tarafından saldırı ihtimali hala mümkün olmasına karşın, sürecin nereye evrileceğini dikkatle izlemek gerekiyor.

Barış mümkün mü?

ABD’nin Kürtlerle Türk devletini barıştırma çabası içinde olduğuna dair iddialar var. Bu konuda farklı taraflardan gelen açıklamalar bu iddiayı destekliyor. Son olarak KCK Yürütme Konseyi eş başkanı Cemil Bayık, “Kürt sorununun askeri çözümü yoktur. Salt askeri çözüm, ne Türk devleti için ne de PKK için mümkündür. 40 yıllık savaşta bu görülmüştür.  Sorunun artık dönüp dolaşıp geldiği nokta, demokratik bir çözüm olmaktadır. Türkiye’deki tüm siyasi dinamikler bunu zorlamakta, bunu gerektirmektedir” ifadelerini kullandı. Bayık, yeni bir çözüm süreci ihtimali için de “…başta ABD olmak üzere uluslararası alanda gerçekten ciddi bir irade oluşursa Kürt tarafının buna hem istekli hem de hazır olduğunu rahatlıkla belirtebilirim.” açıklamalarını yaptı. YNK Lideri Bafil Talabani de KDP’ye çağrı yaparak PKK ile Türkiye arasında barışı sağlamaya yönelik çalışmalar yapılması gerektiğini söyledi. Barış veya yeni çözüm süreci içinde bulunulan siyasal karmaşa ortamında, seçimlere giden süreçte mümkün görünmüyor.

Kürtlere saldırılarda Millet, Cumhur’la hizalanacak mı?

Erdoğan – Bahçeli liderliğindeki Cumhur İttifakı’nın olası 14 Mayıs seçimlerinde başarılı olmak için eldeki en önemli kozlarından birisi de Rojava işgali. Peki Millet İttifakı bu işgal girişimine ne diyor? Yenikapı ruhu mu yoksa deprem sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği Erdoğan’la hizalanmayı ret bu meselede de mümkün mü? İYİP’in bulunduğu bir ittifakta Kürtlerle dayanışma, savaş karşıtı politika ne kadar mümkün? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını vermek zor. Öte yandan iktidarı değiştirmek isteyen muhalefetin Kürt siyasal hareketi ile birlikte hareket etme zorunluluğu da ortada. Bu durum hem bir açmaz hem de demokratik yeniden inşa için fırsat olarak değerlendirilebilir.

Bunun yanı sıra, Erdoğan rejiminin seçimlerle değişmesi ihtimalinde de çok çeşitli sorunların ittifakı ilerleyen dönemde de zorlaması beklenebilir. Klasik Kürt karşıtı paradigmanın dışına çıkılıp çıkılamayacağı, Suriye ve Irak bölgelerindeki Kürt kazanımlarına karşı bilindik saldırgan politikaların devam ettirilip ettirilmeyeceği, Öcalan’a uygulanan tecritin sonlandırılıp sonlandırılmayacağı, vb… esaslı sorunlar önümüzde duruyor. Bu sorunların konuşulabilmesi, mücadele verilebilmesi ve çözüme kavuşturulabilmesi demokratik siyasal alanın inşası ile mümkün görünüyor.