13 Eylül 2022’de, kıyafetleri İslam kurallarına uygun değil diye göz altına alınan Jîna Mahsa Amini’nin, İrşad Devriyeleri tarafından dövülerek katledilmesiyle İran’da kadınlar sokaklara döküldü. Jîna Mahsa Amini bir Kürt’tü ve isyan dalgasının kıvılcımı Kürdistan’da ateşlendi ancak çok kısa sürede bir kadın direnişine dönüşerek tüm ülkeye yayıldı. İsyanın ortak sloganı “Jin Jîyan Azadi” oldu. Genel beklenti, daha önceki  isyanlarda olduğu gibi, gösterilerin bir iki hafta süreceği ve yavaş yavaş sönümleneceği yönündeydi. Ancak böyle olmadı. İsyan dalgası giderek büyüdü. İran uzmanları, bu isyanın bugüne kadar çıkmış olanlardan çok farklı olduğunu ve İran için bir dönüm noktası olabileceğini söylüyorlar.

Belirtilmesi gereken en önemli şey, bu isyanın liderliğini kadınların üstlenmiş olduğudur. İran’ın çok farklı bölgelerinden, farklı sınıflardan ve farklı etnik aidiyetten kadınlar “Jin Jîyan Azadi” diyerek sokaklara döküldüler. Başörtülerini çıkardılar ve ölümü göze alarak sokaklarda başörtüsüz dolaşmaya başladılar. Ancak bu durum birdenbire ortaya çıkmadı. İran’da kadın hareketi ve mücadelesi çok köklü bir geleneğe sahip. 1979’da Şah’ın diktatörlük rejimine karşı çıkan isyanda da kadınlar en ön saflarda yer alıyorlardı. 1979’dan sonra yaşadıkları büyük hayal kırıklığına rağmen İranlı kadınlar mücadeleyi hiç bırakmadılar. Bugüne kadar İran’da çıkan toplumsal hareketlerin hepsinde kadınlar önemli bir bileşen olarak yer aldılar. Özellikle 2014 yılından itibaren başlattıkları sivil itaatsizlik eylemleri her geçen yıl büyüyerek gelişti. İran’ı takip edenler için kadınların bu isyanın önderliğini alması hiç şaşırtıcı bir durum olmadı. Bu kez kadınlar isyanın önemli bir parçası değil bizzat önderi durumundalar.

Bu isyanı diğerlerinden ayıran bir başka özellik ise etnik farklılıkların bir kenara bırakılarak İran’ın tüm bölgelerinin desteğini almış olması. “Kürt, Beluç, Azeri- Azadî Beraberi”, “Azerbaycan ayakta Kürdistan’la birlikte”, “Kürdistan İran’ın gözü ve nuru” gibi sloganlar, isyanın etnik ayrışmaları bir kenara itmeyi başardığını gösteriyor. İran çok farklı etnik ve dinsel grubun birlikte yaşadığı bir ülke. İslam rejimi ülkeyi kontrol etmek için bu farklılıkları uzun süre ustaca kullanmayı başardı. Ancak bu kez isyan herhangi bir etnik ya da dini gruba ait görülmüyor ve sokağa çıkanlar kardeşlik sloganları atıyor. İsyanın içinde Sünniler olduğu gibi Şiiler de bulunuyor. İsyancıların tümünün ortak talebi İran İslam Cumhuriyet’inin yıkılması ve demokratik bir İran’ın kurulması.

İsyanın belki de en büyük farklarından biri de reform ya da düzenleme değil, doğrudan rejim değişikliği talep etmesi. Bundan önce, örneğin 2009, 2017 ve 2019’da çıkan isyan dalgalarında genellikle siyasal ya da ekonomik talepler dile getirilmişken, bu kez doğrudan İslam rejimi hedef alınmakta. Halkın gösteriler sırasında İslam rejiminin simgesi olan her şeyi tahrip edip yakması bunun açık işareti. İslam rejimi açısından dokunulmaz olarak algılanan Humeyni’nin resimleri yakılmakta, İran İslam Cumhuriyet’inin bayrakları indirilmekte, “Humeyni’ye ölüm”, “Hamaney’e ölüm”, “İslam rejimi istemiyoruz” sloganları atılmakta. Hatta bizzat Humeyni’nin doğup büyüdüğü Humeyn kentindeki evi göstericiler tarafından yakıldı.  Rejimin simgelerinden biri olan mollalar artık sokaklarda rahatça dolaşamıyorlar. İran’ın en muhafazakâr kentlerinde bile mollaların yetiştirildiği medreseler halk tarafından yakılıyor.  Göstericiler ‘bu rejim değişmeden evlerimize girmeyeceğiz’ diyor.

Bundan önceki isyan dalgaları genellikle belirli bölgelerde ya da belirli sınıfsal gruplar tarafından organize edilmiş ve ülkenin tümüne yayılma eğilimi göstermemişti. Ancak bu kez durum farklı. Kadınların önderlik ettiği bu halk isyanına önce gençler katılım gösterdi. Ardından Kürdistan, Belucistan ve Azerilerin yaşadığı bölgelerden büyük bir destek geldi. İran’ın önemli kentleri olan ve orta sınıfın çoğunlukla yaşadığı Tahran, İsfahan, Tebriz ve Şiraz’da gösteriler büyümeye başladı. Uzun yıllardır sessizliğini koruyan İran üniversite gençliği isyanın bir parçası haline geldi. Derken eylemler liselere hatta ortaokullara kadar yayıldı. Bir süre sonra Üniversitelerdeki öğretim görevlileri de öğrencilerini desteklediklerini açıkladılar. İran’ın önde gelen bazı aşiretleri aktif olarak olayların içinde yer almaya başladılar. Ancak uzmanların görüşü, işçi sınıfı ve esnafın katılımı olmadan bu isyanın başarıya ulaşamayacağı yönündeydi. Olaylar ikinci ayına girdiğinde işçi grevleri ve esnafın kepenk kapatma eylemleri de başladı. Yine İran’ın önde gelen sporcuları ve sanatçıları da isyanı destekleyen eylemler yapmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla işçisi, köylüsü, orta sınıfı, öğrencisi, toplumun değişik sosyoekonomik ve sosyokültürel çevrelerinden insanların isyana büyük bir destek verdiği görülüyor.

İran devleti isyanın ilk bir haftası sessizliğini korudu. Amini’nin hastalığı yüzünden öldüğünü, sokaklara çıkanların bozguncu ve ajanlar olduğunu söyledi. Muhtemelen bundan önceki isyanlarda olduğu gibi bir iki hafta sonra isyanın sönümleneceğini düşündü. Ancak sönümlenmek bir yana isyan dalgası her geçen gün büyüyünce, rejim sert müdahalelerde bulunmaya başladı. Gösterilerin ikinci haftasından itibaren sokaklara çıkan halka saldırılar başladı. Yüzlerce insan hayatını kaybetti. Binlerce insan gözaltına alındı ve bu insanlara işkence yapıldı. Şu anda nerede olduğu bilinmeyen yüzlerce kayıp insan var. Tutuklanan bazı insanlara on dakikalık mahkemelerle idam cezaları verildi. Mecliste bulunan rejim yanlısı milletvekilleri, gözaltına alınan isyancıların idam edilmesi gerektiği yönünde bir bildiri yayınladı. Yani ‘rejim şimdiye kadar fazla sertleşmedi’ şeklindeki yorumlar doğru değil. Rejim kitlesel katliamlar dışında, halkı korkutup sindirmek için her şeyi yaptı. Özellikle Kürdistan ve Belucistan bölgelerinde halkın üzerine doğrudan ateş açıldı. Bu bölgeler ağır silahlı özel birlikler tarafından adeta yeniden işgal edildi. Kayıpların büyük bölümü bu bölgelerden. Ancak tüm bu çabalara rağmen gösterilerin zayıflamasını sağlayamadılar. Tam tersine tüm tehlikelere rağmen halk cesurca sokaklara çıkmaya devam ediyor.

Elbette olayın bir de uluslararası boyutu var. Rusya ve Çin, İran rejiminin düşmesini asla istemeyecektir ve bunun için ellerinden geleni yapacaklardır. Kürtlerin, rejim değişikliği sonrası özerklik elde edebilme ihtimali Türkiye’yi korkutuyor ve bu nedenle rejimin yanında yer alacaktır. Hatta İran’ın Kürtlerle çatışması, Türkiye’nin Suriye ve Irak Kürtlerine yapacağı müdahalelerin önünü açacaktır. Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi İran karşıtı ülkeler için ise sorun, bu isyanın bir kadın özgürlük hareketi olması. İran’da yaşanacak bir değişimin tüm Ortadoğu ve Arap yarımadasını etkileyeceği çok açık. Dolayısıyla bu devletler de tüm İran karşıtlıklarına rağmen isyanı destekleyecek davranışlarda bulunmayacaklardır. Batı ise şimdilik seyretmekle yetiniyor. Batılı aydınlar ve sanatçılar destek mesajları yayınlasa da etkili bir dayanışma örgütlendiğini söylemek imkânsız. Türkiye de bile muhalif kesimlerin ve hatta Kürtlerin etkili bir dayanışma ağı kurduğunu söylemek mümkün değil. İranlı Kürtlerin bu konuda büyük bir hayal kırıklığı yaşadığı bölgeyi bilenler tarafından dile getiriliyor. Batılı devletlerin, Çin ve Rusya’nın tam, Türkiye’nin ise kısmi desteğini yanına almış bir İran’a müdahale etme şansının olmadığını söyleyebiliriz. Uluslararası kamuoyunun İran halkıyla güçlü bir destek ve dayanışma ağı örgütleyememiş olması isyanın en büyük handikabı olarak duruyor.

İran İslam Cumhuriyeti’nin, halkın çok büyük bölümünde rıza kaybına uğradığı ve artık istenmediği açıkça görülüyor. Bu aşamadan sonra rejimin de halkın da geri adım atmayacağı görülüyor. Göstericiler rejim değişmeden evlerine girmeyeceklerini söylerken, İran devleti geri adım atmayacağını ve daha da sert müdahalelerde bulunabileceğini açıkça belli ediyor. Bundan sonra neler olabileceğini tahmin etmek güç. Rejim Kürdistan ve Belucistan bölgelerine ağır silahlarla girmiş durumda. Bu bölgelerde sokağa çıkan halka hedef gözetilerek ateş ediliyor. Tüm bunlara rağmen her iki bölgede de göstericiler geri adım atmış değil. İran uzmanları, bundan sonra ne olursa olsun İran asla eski İran olmayacak diyorlar.

[*] İran’daki halk isyanının başladığı günden itibaren olayları takip ederek düzenli bilgilendirmede bulunan ve yorumlarını paylaşan iki İran uzmanı Arif Keskin ve Savaş Porgham’a büyük bir teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Burada yazılan görüşlerin de büyük bir bölümü elbette onların verdiği bilgiler sayesinde oluştu.