İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi 8 Temmuz 2022’de İran Kürdistan’ında bulunan Sine Eyaletini ziyaret etti. Sine’nin halkının çok büyük bir bölümü Sünni Kürtlerden oluşuyor. Reisi yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Kürdistan’ın kadın ve erkeklerinin ürettiği kültür ve sanat eserleri buranın zenginliğinin bir parçası. Bir şey söylememe izin verin: Yaşasın Kürdistan (Bijî Kurdistan)”. Ancak Reisi’nin bu açıklaması Türkiye basınında pek yer bulmadı. Kürt meselesi konusundaki sert tavrı bilinen İran devleti neden böyle bir çıkış yaptı? Elbette İran’da, Kürt varlığı reddedilen bir şey değil ancak Kürt muhaliflerine karşı yüzyıldır uygulanan katliamlar, idamlar ve baskılar düşünüldüğünde, İran’ın bu çıkışının daha da dikkate değer olduğu söylenebilir. Gerçi 2015 yılında yine Sine’de İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, benzer şekilde konuşmasını “Bijî Kurdistan” ifadesiyle bitirmişti çünkü 2015 yılı da Kürtler açısından kritik bir dönemdi ve İŞİD’le önemli bir savaşa girilmişti. O zaman da İran Kürtlere yanınızdayız mesajı vermişti. Acaba İran yeniden Kürtleri Batı ekseninden çıkarıp kendi eksenine çekebileceği bir ortamın oluştuğunu mu düşünüyor?

Ortadoğu’nun hakimiyetini ele geçirmek için Kürtlerin desteğinin büyük bir öneme sahip olduğu zamanlar 16. Yüzyılın başlarına kadar uzanıyor. 16. Yüzyılın başlarında Ortadoğu’yu ele geçirmek isteyen iki büyük imparatorluk, Osmanlılar ve Safaviler karşı karşıya gelirler. Kürtlerin desteğini çok önemseyen Yavuz Sultan Selim, bürokratları arasında bulunan Kürt İdrisi Bitlisi’nin faaliyetleri sonucunda Kürt Mirlerinin büyük bir bölümünü yanına çekmeyi başarır. Bu desteğin karşılığında Kürt Mirlerine geniş bir özerklik verilir ve yerel hakimiyetleri devlet tarafından resmen tanınır. İşin aslı Kürtler Osmanlıyı desteklemese de Çaldıran Savaşı (1514) muhtemelen kazanılacaktı ancak sonrasında Ortadoğu’yu kontrol etmek mümkün olmayacaktı. Osmanlılar dört yüz yıl boyunca Kürt Mirleriyle yaptıkları anlaşma çerçevesinde Ortadoğu’nun hakimiyetini İran devletine kaptırmamış ve elinde tutmayı başarmıştır. Konumuz olmadığı için Kürtlerin neden Osmanlıyı tercih ettiği kısmına ayrıntılı olarak girmeyeceğim. Ancak şunu söylemek gerekir ki bunun en önemli nedeni, Safavi hükümdarı Şah İsmail’in Kürt Mirliklerini ortadan kaldırmaya çalışırken, Osmanlıların bu Mirliklere dayanarak ve onların hakimiyetlerini tanıyarak süreci ilerletmesidir.

Bugün yeniden iki büyük güç odağı Ortadoğu’yu kontrol etmeye çalışıyor. Bir tarafta Rusya- Çin- İran, diğer tarafta ABD, Avrupa, İsrail. Elbette ikinci odağın yanında Ortadoğu için büyük güçler olan Sudi Arabistan, Mısır ve Türkiye de var. Kürtler de son otuz yıldır neredeyse tümüyle Batı odağıyla birlikte hareket etme yolunu seçmek durumunda kaldı. Ancak sorun şurada ki, Batı uzun yıllardır Türkiye devletini Kürtlerle barıştırmayı başaramadı. Türkiye, Kürt meselesini demokratik yöntemlerle çözmeye ve Ortadoğu’da Kürtleri bir güç odağı olarak kabul etmeye yanaşmadı. Ortadoğu’da kurulacak bir Kürt devleti projesini asla kabul etmeyeceğini ve buna asla izin vermeyeceğini açıkça dile getirdi. Irak Kürdistanı’nda KDP ile kısmi bir ilişki kurulmuş olsa da, örneğin Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık oylaması girişimlerine de tümüyle karşı çıktı. Son olarak Suriye Kürdistanı’nda kurulan Rojava bölgesini yok edilmesi gereken bir terör odağı olarak gördü ve burayı yok etmek için elinden geleni yapacağını her fırsatta gösterdi.

1980 askeri darbesiyle resmi devlet ideolojisi olan Türk-İslamcılık zamanla Türk-İslam faşizmine doğru yol aldı ve bu anlayışın iktidarda kalabilmesinin en büyük dayanağı “bölücü teröre” karşı yürütülen mücadele, yani Kürt savaşı oldu. Bugün de Kürtlere karşı yürütülen savaş Türk-İslamcı devletin en büyük dayanağı ve temeli. Türk-İslamcı devlet iktidarının Kürt meselesini demokratik yollarla çözmesi ve bölgedeki Kürt güçleriyle barışarak birlikte hareket etmesi pek mümkün görünmüyor. Bu devlet yapısının Kürt meselesi konusundaki tavrını değiştirmesi ve sorunu demokratik yollarla çözüme kavuşturması zaten kendisini iktidarda tutan yapıyı terk etmesi dolayısıyla da iktidarı terk etmesi anlamına geliyor.

Öyleyse şimdi ne olacak? Batı, iki önemli müttefiki olan Türklerle Kürtleri barıştırmayı başarabilecek mi? Yoksa Türkiye’yi stratejik ortak olarak seçip Kürtleri feda mı edecek? Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası oluşan ortam ve NATO’nun Rusya’yı düşman ilan etmesinden sonra Ortadoğu’daki hakimiyet mücadelesi de artık başka bir aşamaya taşınmış durumda. Batı açısından artık bir çözümün bulunması, sorunun iki müttefikin barıştırılması ya da Kürtlerin feda edilmesi şeklinde çözülmesi gerekiyor. Bunu söylüyorum çünkü Batı’nın Türkiye’yi gözden çıkarması zaten mümkün görünmüyor. Ancak Kürtler feda edilirse Irak ve Suriye’de hakimiyetin büyük oranda İran’a geçeceği de ortada. Böyle bir durumda Ortadoğu hakimiyeti nasıl sağlanacak? Dolayısıyla Kürtlerin feda edildiği senaryo da Batı açısından pek tercihe şayan bir durum olarak durmuyor.

Son NATO toplantısında İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine kabulünün Türkiye tarafından onaylanması karşılığında Türkiye’ye neyin verildiği konusu hala belirsizliğini koruyor. Gerçi anlaşma metninde PKK’nin terörist olarak belirtilmesine karşın SDG’nin terörist olarak geçmemesi, Batı’nın Kürtleri tümüyle Türkiye’ye teslim etmediği, sadece PKK’nin tasfiyesinin önünü açtığı söylense de bu yorumu tümüyle doğru kabul etmek en azından şimdilik mümkün görünmüyor. Ayrıca PKK’nin nasıl tasfiye edileceği, SDG’nin bu durumu kabullenip kabullenmeyeceği de çok ciddi sorular olarak ortada duruyor. Son günlerde Batı’nın Türkiye’yi Kürtlerle barış konusunda ikna etmeye çalıştığı ve bunun için de Kürt topraklarındaki fosil yakıtların Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarılması gibi ekonomik bir kozu kullandığı belirtilse de Türkiye’nin tavrında bir değişiklik olduğuna dair herhangi bir gelişme görünmüyor. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve asıl olarak kırk yıllık Türk-İslamcı devlet yapısının ekonomi ayağını bir türlü kuramaması, en zayıf noktası olarak ortada duruyor.

Kürt kamuoyu ve yapıları, Batı’nın Türkiye’yi seçeceği ve Kürtleri kaderleriyle baş başa bırakabileceği senaryoyu fazlasıyla ciddiye alıyor. En azından bu ihtimale de hazırlıklı olmak gerektiğini düşünüyor. İran Cumhurbaşkanı’nın çıkışının ve Kürtlere yalnız değilsiniz mesajını vermesinin temel nedenlerinden biri bu olabilir. İran, böyle bir durumda Kürtlerle iş birliği yapacağını, Kürdistan’ın varlığını tanıyacağını ve onları Türkiye’ye karşı koruyacağını söylüyor.

Peki Kürtler böyle bir durum gerçekleştiğinde ne yapacak? PKK’nin ve SDG’nin uzun zamandır İran, Suriye ve Rusya ile görüşmeler yürüttüğü sır değil. Böyle bir durumda Kürtlerin Rusya-Çin-İran odağına kayması hiç beklenmediği kadar hızlı ve kolay olabilir. Batı bunu göze alabilir mi? Eğer bunu yapmayacaksa Türklerle Kürtleri nasıl barıştırabilir? Pragmatik yapısıyla bilinen AKP barış sürecine ikna olsa bile partneri olan milliyetçi kanadı buna ikna edebilir mi? Bu ve benzeri sorulara cevap verebilmek şu aşamada çok zor görünüyor. Ancak öyle hızlı ilerleyen bir sürecin içindeyiz ki çok yakın zamanda neler olacağını göreceğiz. Batı’nın ve Türkiye’nin bu konuda izleyeceği yol, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin nereye gideceğini, Kürtlerin nasıl bir yol seçeceğini ve hatta önümüzdeki seçimlerin nasıl geçeceğini dahi belirleyecek gibi görünüyor.