Ne olabilirdi değil;

Ne ise oydu.

Ve her ne idiyse artık öldü.

Octavio Paz, Lessons of Things, 1955

 

Belirsiz zamanlarda, neyin söylenmesi gerektiği pek açık olmadığında, Antonio Gramsci’nin sözlerine sığınmak âdettendir. Bilhassa onun, eski düzenin ölmekte olduğu ve yenisinin henüz doğmadığı şeklindeki –her krizin ardından yeni bir düzenin zorunlu olduğunu varsayan ünlü iddiası akla gelir. Fakat üzerinde durulmayan bir ihtimal, kaostur. Yeni bir siyasi düzenin yükselerek, tüm dünyada parçalarına ayrılmakta olan köhnemiş liberal demokrasinin yerini alacağı varsayılır. Liberal demokrasi gerçekten tutunup direnebileceği tek mekândan, yurttaşların zihninden çekilmiştir.

Bu eski siyasi düzenin krizi çok farklı biçimler almıştır: Halk kurumsal yolsuzluk ve sosyal adaletsizlikten gına getirdiği için iktidara gelen narsist liderler tarafından demokratik kurumların yıkıldığını gördük; halkın hüsrana uğramış arzularının düzenbazlar ve medya tarafından maniple edilişine; siyasal değişim projelerine el koyan, bir sabun köpüğü gibi parlayıp sönen siyasi temsilcilere; güçlü çeteler ve köktenci teokrasilerin toparlanarak dünya güçlerinin jeopolitik stratejilerini kendi çıkarları uğruna kullanmalarına; ve dünyanın büyük bir kesiminde, Rusya’dan Çin’e, yeni-sömürge Afrika’dan Doğu Avrupa’daki neofaşist hareketlere ve Latin Amerika’daki taze diktatörlük nüvelerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada, o bildik pervasız devlet gaddarlığının geri dönüşüne tanık olduk. Burada önemle kaydedilmesi gereken diğer bir gelişme de, bir temsil biçimi olarak parti politikasının kalıntılarının gerçekçilik maskesi ardında siyasi kinizme çekilişidir. Bir zamanlar siyasi düzen olarak adlandırılan şeyin uzun ve sancılı ölümüdür bu.

Yönetenle yönetilenin kurumsal ilişkisindeki yırtılma kaotik bir durum yaratıyor. Bu durum mavi gezegendeki bir tür olarak varoluşumuzun daha genel evrimi bağlamında, özellikle problematik. Sadece gezegenimizin insan için yaşanırlığı kendi eylemlerimiz neticesinde ve gerekli olduğunu gayet iyi bildiğimiz düzeltici önlemleri yerine getirmeyi beceremediğimiz için şüpheli bir hâl aldığından değil. Aynı zamanda olağanüstü teknolojik gelişimimiz bizim siyasi ve etik azgelişmişliğimizle ihtilaflı hale gelerek yaşantımızı makinelerin eline teslim ettiği için. Üstelik bir de giderek nüfusun daha büyük bir kesimine ev sahipliği yapan mega şehirlerde çevrenin durumu var ki, her türlü hastalığa neden olurken şiddeti de besleyebiliyor. Tanrı kompleksi yaşayan ama hiçbir psikiyatrik kısıtlamaya tabi olmayan liderlerimizin deliliği sayesinde gezegenimiz mevcut nükleer holokost tehlikesini yaşamaya devam ediyor. Yeni savaş biçimlerinin teknolojik özellikleri, örneğin sibersavaşlar, çatışmaları 20. Yüzyıl’daki öncellerine göre çok daha korkunç kılabilir. Bu arada uluslararası kurumlar kamu yararı adına hayatta kalma stratejileri geliştirebilmek hususunda son derece zayıflar, çünkü devletlere (yani bu devletleri idare eden insanlarının pek çoğunun kısa görüşlü, yolsuz ve ahlaksız doğasına) bağımlılar.

Kurumların hakikaten temsil kabiliyetine sahip olduğunu söyleyen ideolojik nosyonun gizemini kırmak, içinde yaşadığımız dünya hakkında bize berraklık sağlayabilir. Fakat diğer taraftan bizi arafta da bırakabilir. Bilhassa yaşamın risk altında olduğu mevcut küresel koşullar altında güvenilir araçlardan yoksun olduğumuz için, karar verme ve harekete geçme kabiliyetimizi köreltebilir.

Tarihsel tecrübe gösteriyor ki baskı ve bunalımın karanlığından daima, zihinleri ve haliyle kurumları değiştirecek toplumsal hareketler doğar. Feminist harekette, çevre farkındalığının yükselişinde ve insan haklarında hep bunu gördük. Bununla birlikte şunu da biliyoruz ki başlı başına her değişim, zihinsel değişime müteakip kurumsal bir nöbet değişimine ihtiyaç duyar. Şimdilerde kaos tam da bu tümüyle siyasi ve kurumsal seviyede hüküm sürüyor; ve kaosla birlikte milyonlarca insanın yeni bir siyaset için umudu da devam ediyor. Peki bu yeni siyaset ne tür biçimler alabilir? Aslında çözümün yeni bir partinin ortaya çıkışıyla mümkün olduğunu söyleyen aynı eski sol mecazla karşı karşıya değil miyiz? Dönüştürücü hakiki bir alternatif partinin en nihayetinde insanın kurtuluşu için katalizör olacağı o anın gelmesini beklemiyor muyuz? Peki ya öyle bir parti yoksa ne olacak? Ya kim olduğumuzun ve nasıl yaşadığımızın dışında, günlük yaşantımızın ötesinde dışsal bir güce yönelmemiz mümkün değilse? Ölmekte olanın yerine geçebilmesi için varlığı bir önkoşul olan şu yeni düzen nedir ki? Yoksa kendi yaşantımız, çocuklarımız ve tüm insanlık için, aracılara başvurmadan, her günün pratiği içinde ve varlığımızın çok boyutlu doğasıyla sorumluluk üstlenmesi gerekenin biz ve her birimiz olduğu; tarihte bir örneği daha yaşanmamış yeni bir durumla karşı karşıya olabilir miyiz? Ah evet, şu eski ütopik özyönetim vizyonu! İyi de neden olmasın? Eninde sonunda bir alternatifi var mı ki? Bizi temsil edebileceklerine güvenebileceğimiz şu yeni kurumlar neredeler? Son yirmi yıldır pek çok topluluğu izliyorum ve pek çok görüntüye rağmen yeni demokratik yaşama dair çok fazla işaret aldığımı söyleyemem. Saygı ve sempati duyduğum, çünkü pek çok insanın içtenliği ve cömertliğinden etkilendiğim bazı embriyon projeler var. Diğer taraftan bunların hiçbiri kararlı kurumlar, proto-partiler ve ön-devletler değil. Bunlar sadece insan gibi hareket eden insanlar. Şimdilerde internet galaksisi sayesinde emrimizde olan öz-iletişim, birlikte tasarlama ve birlikte karar verme kapasitesini kullanıyorlar ve bu muazzam enformasyon ve bilgi zenginliğini sorunlarımızı yönetmek üzere hizmete sunuyorlar. Yaşantımızın dokusunu aşağıdan yukarıya, kişisel ve toplumsal evrenlerde yeniden inşa ediyorlar. Bu çok mu ütopik? Mevcut kurumlarımızın yok edici gücünün, aynı kalıba dökülmüş yeni kurumlarda yeniden üretilmeyeceğine inanmak daha ütopik olurdu. Yirminci yüzyıldan öğrendiğimiz gibi, bir devlet yaratmak üzere bir diğer devleti yok etmenin terör yaratabileceği gerçeğini dikkate aldığımızda, biraz deney yapabilir ve zihnimize pratikler yoluyla nakşedilmiş olan bu özgürlük embriyolarının nasıl büyüyüp dönüşeceğini izlemek için yeterli tarihsel sabrı gösterebiliriz. Belki yeni bir düzen inşa etmek için değil, fakat daha ziyade, onu bürokrasilere zorlamak ve algoritmalara programlamak yerine içinde hayatın akımıyla akmasını öğrenebileceğimiz yaratıcı bir kaosu yapılandırabilmek için. Tarihsel tecrübemiz dikkate alındığında, kaos içinde yaşamayı öğrenmek belki de bir düzenin disiplinine daha uyum göstermekten daha az zarar vericidir.

NOT: Görsel Javie Martinez’e aittir (https://www.artmajeur.com/es/print-shop/artwork/caos-jpg/10275769/preview)