Türkiye bir seçim dönemini geride bıraktı. Şimdi kader seçimi olarak görülen Mayıs 2023 seçimlerini muhalefetin nasıl kaybettiği tartışılıyor. Muhalefetin büyük bir bölümü, Kılıçdaroğlu’nun başkanlık seçimlerini kazanacağına odaklanmış, iktidarın seçimleri şu koşullar nedeniyle kaybedeceğine inanmıştı: Var olan ekonomik kriz ve deprem koşullarında Cumhur İttifakı’nın seçimleri kazanması zordu. 21 yıldır iktidarda olan AKP ve Erdoğan gücünü kaybetmiş, ülkeyi iflasın eşiğine getirmişti. İktidar, kadın haklarının geri alınmasını açıktan seçim pazarlığı yapmış ve buna kendi içinden de tepkiler yükselmişti. Kadınların tercihi, seçimleri iktidara kaybettirecekti. Kürtlerin seçimde ne yapacağı sonuçları belirleyecekti. HDP’nin kendi adayını çıkarmayıp Kılıçdaroğlu’nu desteklemesiyle birlikte başkanlık seçimlerini Erdoğan’ın kaybetmesi neredeyse kesindi. Amaç Erdoğan’a kaybettirmekti ve var olan koşullar da muhalefet adına buna hizmet ediyordu. Ama öyle olmadı, evdeki hesaplar çarşıya uymadı.

Eşitsiz koşulları kabul etmek ve seçim güvenliği

Muhalefetin yenilgisinin nedenlerini sadece bu seçim sürecinde aramak doğru olmaz. Yenilgiler süreci 2017 Anayasa referandumunda başlamış, 2018 seçimlerinde de devam etmişti. Cumhur İttifakı’nın devlet aygıtlarını elinde tutma avantajıyla katıldığı 2023 seçimlerinin eşit koşullarda gerçekleşmeyeceği muhalefet tarafından başından beri dile getirilse de bu koşullar yine baştan kabul edilerek seçimlere girildi. Erdoğan’ın adaylığı Anayasa’ya aykırı olsa da muhalefet buna da “hodri meydan” diyerek seçimi kazanacağını varsaydı. Son 5 yılda pek çok insan Türkiye vatandaşı yapıldı. Muhalefet kimlerin nasıl vatandaş yapıldığını, vatandaşlık süreçlerinin nasıl işlediğini yıllar içinde takip etmedi. Deprem sonrasında açıklanan ölüm sayılarının gerçeği yansıtmadığı biliniyordu ancak gerçeğin açığa çıkarılmasının üzerine gidilmedi. Haliyle deprem bölgesinde oy kullanımları da takip edilemedi. Tüm bu koşullara baştan itiraz edilmedi, güçlü bir toplum tepkisi oluşturmak tercih edilmedi. Bu koşullarda seçime girmek yerine seçimleri boykot tercihi zaten hiç gündeme getirilmedi.

Hodri meydan denerek seçimlere girildikten sonra seçim güvenliği sağlanarak sandıkta hile yapılmasının önüne geçilebilirdi. Bunun için tüm sandıkların muhalefet adına kontrol edilebilmesi gerekiyordu. Ancak bu da olmadı. Muhalefetin 14-28 Mayıs seçimlerinin güvenliğini sağlamak için nasıl bir hazırlık yaptığı, sandıkların kaçında görevli bulundurduğu kaçını eksik bıraktığı halen bilinmiyor. Bu konuda yapılan çelişkili açıklamalar tüm sandıkların kontrol altında tutulmadığını ortaya koyuyor. Millet İttifakı dışındaki partilerin seçim güvenliğine nasıl katıldığı ise hiç belli değil. Seçim güvenliği basiretsizliği, 24 Haziran 2018 seçimlerinde yaşananlara oldukça benziyor.[1]

Mayıs 2023 seçimlerinin iki turunda da muhalefet sonuçları hemen kabul etti. Gerçekten de bu seçimlere hiç hile karışmamış mıydı? Hile yapılsa da sonuçları değiştirecek kadar etkisi olmamış mıydı? Millet İttifakı tüm verilere hakimse Adil Seçim Sistemi’nin başında olan Onursal Adıgüzel ilk turdan sonra neden istifa etti/ettirildi? Anka Haber Ajansı’yla ilişkili Tuncay Özkan neden görevinin başında kaldı? Tüm muhalefet sonuçları kabul ediyorsa seçimleri aslında Kılıçdaroğlu’nun kazandığı, hile yapıldığı iddiaları nereden kaynaklanıyor? Anlaşılan o ki her iki turda da ne olup bittiği araştırılıp kamuoyu bilgilendirilmeyecek. Seçimlere hile karıştığını, Cumhur İttifakı’nın kazanmadığını söyleyenler de spekülatöre dönüştürülecek.

Seçmenle ilişki kurma

Seçimlerin kaybedilmesinin en önemli nedenlerinden biri muhalefetin seçim döneminde de toplumla ilişki kurma konusunda inisiyatif geliştirmemesi. Muhalefet açısından toplumla ilişki seçim dönemlerinde yüksek siyasetle seçmen arasındaki ilişkiye indirgeniyor. 24 Haziran 2018 seçimlerinden bugüne aradan geçen 5 yılda da ne yüksek siyaset ne de sivil toplum, toplum içinde örgütlenme konusunda hiç ders çıkarmamış durumda.

Bu kader seçimi döneminin bile seçmenle ilişki kurmak için etkili kullanılmadığı görülebilir. Meydanlarda Kemal Kılıçdaroğlu, -Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın desteğiyle- mitingden mitinge koştururken siyasi partilerin örgütleri mahalle çalışmalarını boş bıraktı. Cumhur İttifakı, seçim kampanyasını yürütürken muhalefetle ilgili akla hayale gelmeyecek yalan haberleri her kanaldan yaydı. Herkesin evindeki en büyük propaganda aygıtı televizyon sabahtan akşama bunları yayınladı. Muhalefetin insanların evine televizyonla girmesi mümkün değildi. Tek yol kapı kapı gezip televizyonlarda ve sokaklarda üretilen yalanlarla ilgili seçmeni doğru bilgilendirmekti. Mesela ilk tur öncesinde İstanbul’da CHP’ye en çok oy çıkan semtlerden biri olan Beşiktaş kapı kapı gezilmiş olsa Muharrem İnce’nin ve Sinan Oğan’ın CHP seçmeninde yarattığı kafa karışıklığı görülebilir ve insanlarla birebir temas edildiğinde bunun önlemleri bir ölçüde alınabilirdi. Ama bu yapılmadı. Ne de olsa bu semtler cepteydi ve liderler miting meydanlarını dolduruyordu.

AKP’den kopan Gelecek ve DEVA partileri AKP’nin oy deposu şehirlerinde kapı kapı gezip seçmenlerle yüz yüze ilişki kurmuş muydu? Hiçbir partinin programında olmayan ama AKP’li seçmenin inandığı hemcinsler arası evlilikler ya da insan-hayvan evliliği saçmalığı karşısında onları doğru bilgilendirmiş miydi? CHP listelerinden meclise giren vekilleri onlar için yeterliydi ve başka bir şey yapmaya gerek yoktu. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına baştan beri karşı olan, masayı devirip kalkan sonra geri dönen İYİ Parti benzer çalışmayı milliyetçi, ülkücü seçmen arasında yapmış, ülkücü seçmeni Sinan Oğan ve Devlet Bahçeli çizgisinden çekmeye çalışmış mıydı? Mitingler bu tarz yüz yüze çalışmaların ancak sonucu olabilecekken meydanları dolduran kalabalıklar yeterli görülmüş ancak meydanlara çıkmayan kafası karışık kalabalıklar es geçilmişti. Kader seçimi denen bu seçimde dahi parti örgütleri seferber edilmedi ve kader seçimi keder seçimi olarak tarihe geçti.

Seçimlerin en hayırlı sonucu tüm muhalefet partilerine artık bu şekilde devam edemeyeceklerini, toplumla bağ kuracak şekilde yeniden yapılanmaya hatta yeniden kurulmaya gitmek zorunda olduklarını göstermesi. Bu mesele sadece parti kadrolarının değişmesi olarak algılanmamalı, seçimleri kazanmadığı için Kılıçdaroğlu’nu eleştirenler, parti içinde istifaya çağıranlar dönüp kendi pratiklerine bakmalılar. Kılıçdaroğlu yerine başka bir lider olsa kazanırdı diyenler asıl meselenin ‘kazanacak kişi’ değil örgütlenme olduğunu görmeliler. Siyasi partilerin üye sayısına bakıldığında dahi kimin seçmenle ilişki kurduğu; tüm muhalefet partilerinin toplam üye sayısının AKP’nin üye sayısının yanına bile yaklaşamadığı görülebilir. 5,5 milyonu kadın 11 milyon üye sayısıyla AKP, toplumla en çok temas kuran örgüt durumunda. Bu temas sadece seçim dönemleriyle de sınırlı değil. Erdoğan “Biz büyük bir aileyiz” derken boşuna konuşmuyor. Çoğu yerde AKP’liler adeta bir aile gibi hareket ediyor. Bulundukları mahallerde insanları nasıl tanıdıklarını seçim günü müşahitlik yaparken de görmek mümkün.

Ekonomik kriz ve deprem seçimi kazandırır mı?

Seçim sürecinde bunun kadar önemli olan diğer konu ise deprem ve ekonomik krizin çok bir şey yapmadan seçimleri muhalefete kazandıracağı düşüncesiydi. Ne de olsa ekonomik krizin, depremin ağır sonuçlarının nedeni iktidardı. Ancak yoksul kesimler, işçiler ve depremzedelerin çoğunluğu muhalefeti değil iktidarı seçtiğinde ilk tur sonrasında onlara tepeden bakıp kabahatli olduklarını söyleyenler oldu. İktidarın sivil toplumu olarak çalışan çeşitli cemaat ve tarikat yapıları deprem bölgesinde de aktif sorumluluk aldılar. Seküler sivil toplum ise yıllardır toplum içinde örgütlenme ve toplum adına sorumluluk alma konusunda kriz yaşıyordu. Deprem sonrası yaraların sarılmasında yeterli olmaları mümkün değildi. Sivil toplumda en etkili gruplardan biri olan Ahbap, depremin ilk günlerinde devletten daha fazla topluma güven verdiğinde iktidarın hedefi haline gelmesi tesadüf değildi. Bu dönemde muhalefet Ahbap’a dahi sahip çıkamadı.

Yoksul kesimlerin, işçilerin uzun yıllardır kitleler halinde AKP-MHP’ye oy verdiği, işçi haklarını savunan sendikaların, siyasi partilerin işçilerle ilişki kurmadıkları biliniyor. Bu seçim dönemi de bu yapıların proletaryayı es geçtiğini ortaya koydu. Seçimde Yeniden Refah Partisi’nin bile Türkiye solundan daha fazla işçi desteği aldığı görülebilir. Türkiye solunun büyük bir kısmı işçiler arasında örgütlenmek yerine emekçi sınıfları Türk-İslam çizgisine mahkûm etmeye devam ediyor; yüksek siyasetin peşine takılarak ekonomik krizin kendileri adına işçileri örgütlediği hayalini kuruyordu.

Seçimin kazananı ülkücü milliyetçilik

Seçim tarihi ilan edilmeden aylar önce seçimin asıl belirleyeninin Kürt oyları daha çok HDP oyları olduğu konusunda geniş kesimler hemfikirdi. Millet İttifakı, Kürt meselesine dair sessiz kalsa da bunu bir terör sorunu olarak öne çıkarmayarak Kürt seçmeni arkasında yedeklemek istedi. Kılıçdaroğlu, Kürtler videosunda ilk kez bu kadar net bir şekilde Kürtlere seslendi. HDP aday çıkarmaktan vazgeçerek bileşeni olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ile seçmenleri Kılıçdaroğlu’na oy vermeye çağırdı. HDP seçmeninin büyük bir kısmının Kılıçdaroğlu’na oy vermesi seçimi ilk turda ona kazandırmaya yetmediği gibi, Erdoğan’ın önüne geçecek oy çokluğunu da sağlamadı.

Birinci tur sonuçlarında Sinan Oğan’ın %5’lik oyunun seçimin kaderini belirleyeceği görüldü. Bundan sonra ikinci turu almak için Kürt oylarının yanında ülkücülerin oylarına da ihtiyaç vardı. Bu iki haftalık dönemde Kılıçdaroğlu söylemini değiştirdi, göçmen karşıtlığını ve milliyetçi söylemi öne çıkardı; kalp işareti yerini bozkurt işaretine bıraktı. İkinci tur, Ata İttifakı içinde ayrışma yarattı. Sinan Oğan, iktidarını devirmek istediği Erdoğan’ı; Ümit Özdağ da protokol şartıyla Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı aldı.

AKP’yi kuşatmış olan MHP, CHP’nin ensesindeki İYİP, %5’lik oyuyla Sinan Oğan ve protokol çıkışıyla Ümit Özdağ birlikte düşünüldüğünde siyasette asıl belirleyici olanın ülkücü milliyetçilik olduğu söylenebilir. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında kurulan iktidar odağını bir araya getiren Kürtlerle savaş tercihi sadece iktidarla sınırlı değil, Milli İttifakı’nı oluşturan bileşenleri de kapsayan bir devlet politikasıydı. Devlet, yeni döneme de Erdoğan liderliğinde devam etmeye karar verdi; seçim süreci ve sonuçları bu tercihin Millet İttifakı içinden de desteklendiğini göstermektedir.

Bu çerçevede Özdağ protokolünün seçimden çok seçim sonrasını şekillendirdiği söylenebilir. Bundan sonraki dönemde de Erdoğan’la devam etmeyi seçen devlet, muhalefeti de yeniden dizayn edecek gibi görünüyor. Özdağ mutabakatı bunun ilk adımı oldu. Erdoğan da seçim gecesi yaptığı konuşmalarda Kılıçdaroğlu karşıtlığını öne çıkararak CHP içindeki Kılıçdaroğlu’na karşı tavır alma eğilimini destekledi. Birinci turun kaybedilmesinden sonra CHP içinde başlayan Kılıçdaroğlu’na istifa çağrıları ikinci turun ardından iyice hız kazandı. Seçimler sonrasında Millet İttifakı’nda olan bitenlere bakıldığında toplumla ilişki kurmaktan çok yeni dönemde devlet içinde konumlanın öne çıkarılacağı söylenebilir.

HDP’nin tercihi

HDP’nin seçim sürecindeki tavrı ve Kürt toplumuyla kurduğu ilişki açısından şunlar not edilebilir: HDP belediyelerinin kayyımlarla alındığı, yasal siyasetin yargı tehdidi altında olduğu ve bu durumun HDP çalışmalarını olumsuz etkilediği biliniyor. Diğer yandan HDP yüksek siyaseti, bir süredir Kürt toplumuyla ilişki kurmayı tercih etmeyerek bölgenin CHP’si olma yolunda ilerliyor ve bu durumla yüzleşmemeyi tercih ediyor. HDP, seçim döneminde aday çıkarmayarak Kürt toplumunun demokratik talepleri etrafında örgütlenmemeyi tercih etti. Milletvekili adayları belirlenirken dahi Kürt toplumuyla ilişki kurmadı. Erdoğan’a kaybettirmeyi öne çıkardı, Kılıçdaroğlu’na seçimi kazandıracağına güvendi. HDP, Kürt toplumunun demokratik talepleri etrafında örgütlenip seçime kendi adayıyla girebilir, ikinci turda da Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklayabilirdi. Bunu tercih etmeyerek Kılıçdaroğlu’na desteğin ötesinde bir pozisyon aldığı, Millet İttifakı’nın peşine takıldığı görülebilir.

Seçim sonuçları HDP açısından da ciddi bir tartışma başlattı. Selahattin Demirtaş’ın seçim sonrası toplum önünde dile getirdiği eleştiriler bu tartışmadan kolay kolay kaçılamayacağını gösteriyor. Seçimin en hayırlı sonuçlarında biri, Kürt yüksek siyasetine Kürt toplumuyla yeniden içeriden bir ilişki kurma imkanı vermesidir. Seçimi Kılıçdaroğlu kazanmış olsa bu karşılaşmaların yaşanmayacağı, yüksek siyaset düzeyinde yeni pazarlıkların gündeme geleceğini tahmin etmek zor değil.

Entelektüel sorumluluk

Yukarıda da belirtildiği gibi muhalefet açısından toplumla ilişki uzun yıllardır seçim dönemlerinde yüksek siyasetle seçmen arasındaki ilişkiye indirgeniyor. Entelektüellerin sivil toplum adına sorumluluk aldığı güçlü toplumsal dayanağa sahip örgütlenmelerin yokluğu da bu ilişkiye zemin sağlıyor. Aydın sorumluluğu belli dönemlerde bireylerin öne çıktığı imza kampanyalarına indirgeniyor. Mesleki, sınıfsal örgütlenmelerin olmaması, hak temelli örgütlenmelerin zayıflaması pek çok alandaki ihlallerin, çürümelerin önüne geçilememesine neden oluyor. Seçimlerin kaybedilmesinin en önemli nedeni yüksek siyasete yön verebilecek toplum tabanında örgütlü bir muhalefet, sivil toplum hareketi olmamasıdır. Toplum yıllardır seçimden seçime yüksek siyasetin peşine takılmaya mahkûm edilmiş ve her seferinde travmalar yaşamıştır. Bu gibi travmaların yaşanmaması ya da aşılabilmesinin yolu örgütlü toplumsal dayanakları olan yapıların yüksek siyaset üzerinde belirleyici olabilmesinden geçiyor. İktidarın şahlanış döneminde koşulların daha da sertleşeceğini öngörmek zor değil. Siyasete yön verebilecek toplumsal dinamikler gelişmezse yüksek siyaset muhalefeti manipüle etmeye devam edecektir. Sivil toplumun, entelektüel sorumluluğu sahiplenenlerin bu seçimlerden çıkaracağı sonuçlar toplumun kaderini belirleyecek. Ya daha iyiye ya daha kötüye doğru…

 

[1] Hatırlanacağı gibi 2018 seçimlerinde haber kanallarına alternatif olarak sandık bilgilerini sunacağını belirten Adil Seçim Platformu sistemi çökmüş ve topluma hiçbir veri sunamamıştı. Siyasi partiler seçimde görevli olan sandık kurulu üyeleri ve müşahitler sayesinde oyları çaldırmayacaklarını taahhüt etmiş ancak binlerce sandıkta oyları koruyan görevlilerin olmadığı, sandıkların %25’inin kontrol edilmediği ortaya çıkmıştı. AKP ve MHP’nin hakim olduğu sandıklarda ise neler olup bittiği araştırılmamıştı. 24 Haziran 2018 seçimlerinin parlayan lideri Muharrem İnce tüm gece ortada görülmemiş, bir gazeteciye yolladığı WhatsApp mesajında “Adam kazandı” demiş, ertesi gün yaptığı basın toplantısında da “oylar çalındı ama sonucu değiştirecek kadar da çalınmadı” diyerek hem Erdoğan’ın liderliğini hem de oyların çalınmasını meşrulaştırmıştı.