Tüm dünyada hükümetler iklim değişikliğiyle mücadelede başarısız oluyorlar çünkü gezegenden ziyade kârı önceliyorlar. Gerçek bir değişim için kapitalist üretim biçiminin elden geçirilmesi gerekiyor.
İklim hareketi bir çıkmazda. Geçtiğimiz yıllarda etkileyici başarılar elde etti, yüz binlerce insanı yürüyüşlerle ve protestolarla harekete geçirdi ve iklim krizi hakkında toplumsal farkındalık inşa etti. Fakat artık görülüyor ki iklim kriziyle mücadelenin önündeki engel farkındalığın yokluğu veya halk iradesinin eksikliği değil; her ikisinden de bolca mevcut. Sorun şu ki, hükümetlerimiz kapitalist ve iklim krizi kapitalizm içinde çözülemez.
Bazıları için bu durumla yüzleşmek zor olabilir, fakat bu gerçeği anlamamız ve buna göre stratejiler geliştirmemiz hayati önem taşıyor; aksi takdirde kesin bir başarısızlığa doğru yol alıyoruz. Ne yazık ki bu konuda başarısızlık bir seçenek değil. Anlaşılması gereken en önemli şey, iklim krizinin -ve daha genel olarak ekolojik krizin- yüzde 100 üretim sisteminin bir sorunu olduğudur. Tamamen çıktıyı kimin kontrol ettiği, ne ürettikleri ve enerji ile kaynakları nasıl kullandıklarıyla ilgilidir.
Kapitalizmde üretim son derece antidemokratiktir. Elbette birçoğumuz demokratik siyasi sistemlerde yaşıyoruz ve bu sistemlerin yozlaşmış ve yetersiz olduğunu kabul etsek bile, zaman zaman hükümet liderlerini seçebiliyoruz. Fakat söz konusu ekonomi, üretim sistemi olduğunda, demokrasi kisvesine bile izin verilmiyor. Üretim ezici ölçüde sermaye tarafından kontrol ediliyor: büyük bankalar, büyük şirketler ve yatırıma dönüştürülebilir varlıkların çoğuna sahip olan yüzde birlik kesim.
Sermayeye gelince üretimin amacı, ekolojik hedefleri bir tarafa bırakalım, insan ihtiyaçlarını karşılamak veya toplumu geliştirmek dahi değildir. Amaç, kârı maksimize etmek ve biriktirmektir. Bu belirleyici amaçtır. Bu, “kapitalist değer yasası” olarak bilinir: sermaye yalnızca sermaye için kârlı olanı üretmek üzere yatırım yapar. Bu durum, iklim değişikliğiyle mücadele söz konusu olduğunda bazı büyük sorunlara yol açıyor.
Sermayeye güvenilmez
Öncelikle fosil yakıtları azaltmalı ve yenilenebilir enerjiyi artırmalıyız. Ekonomistler, uzun yıllar boyunca yenilenebilir enerji kaynaklarının fosil yakıtlardan daha ucuz hale gelmesiyle bu geçişin otomatik olarak gerçekleşeceğini söylediler. Bu 2018’de gerçekleşti. Günümüzde yenilenebilir enerji kaynakları, fosil gazın yaklaşık yarısı kadar maliyetli. Ancak sermaye fiyatları umursamıyor. Kârı önemsiyor. Fosil yakıtlar, yenilenebilir enerji kaynaklarından yaklaşık üç kat daha kârlı. Bunun nedeni, yenilenebilir enerji kaynaklarının giriş engellerinin düşük olması ve oldukça rekabetçi olmaları (bu da fiyatları düşürüyor), fosil yakıtların ise piyasa kontrolüne ve tekelci fiyatlandırmaya daha elverişli olmasıdır. Dolayısıyla sermaye, dünya gözümüzün önünde yanarken dahi fosil yakıt üretmeye ve yenilenebilir enerji kaynaklarına çok az yatırım yapmaya devam ediyor. Bu ölümcül mantığın esiriyiz.
Bu hesaplamanın yapıldığını gerçek zamanlı olarak görebiliyoruz. Son iki yılda, birçok büyük yatırım şirketi, yeşil dönüşümün kendileri için yeterince kârlı olmadığını açıkça kabul ederek iklim taahhütlerinden vazgeçti. İspanya bir başka endişe verici örnek sunuyor. Ülke son yıllarda güneş enerjisi kapasitesinde hızlı bir artış sağladı, ancak güneş enerjisi fiyatları düştükçe -ki bu vatandaşlar ve gezegen için harika bir haber- kârlar azalıyor ve özel sektör yatırımcıları frene basarak hükümetin hedeflerini tehdit ediyor. Bunun başka yerlerde de başlaması muhtemel.
Bu hepimiz için aydınlatıcı bir an olmalı: İklim krizini çözmek için sermayeye güvenilemez. Sermaye yatırım ve üretimi kontrol ettiği sürece, gerçekten de çok kasvetli bir geleceğe doğru hızla ilerliyoruz. Ayrıca bu sorun sadece enerji alanında ortaya çıkmıyor. Yeşil dönüşüm birçok başka yatırım gerektiriyor: toplu taşımayı genişletmeli, binaları yalıtmalı, daha verimli teknolojiler geliştirmeli, ekosistemleri canlandırmalı ve ekolojik tarım yöntemleri uygulamalıyız. Bunlar geçiş için olmazsa olmaz ve yapılması kolay, ama sermaye bu tür faaliyetlere yeterince kârlı olmadıkları için yatırım yapmıyor. Kapitalizm altında, aksi takdirde kolayca elde edilebilecek yaşamsal olan ihtiyaçlarda ciddi bir kıtlık yaşıyoruz.
Ayrıca, Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmak için yüksek gelirli ülkelerin toplam enerji kullanımını azaltması gerektiğini biliyoruz. Evet, bunun bir kısmı verimlilik artışıyla sağlanabilir ve bu alana daha fazla yatırım yapmamız gerekiyor. Ancak bu, zararlı ve gereksiz üretim biçimlerinin azaltılmasını da gerektiriyor; sadece fosil yakıtlar değil, aynı zamanda SUV’ler, özel jetler, malikaneler, hızlı moda, endüstriyel sığır eti, reklamcılık ve planlı eskitme uygulaması gibi şeylere de son verilmeli. Yeterince hızlı bir karbonsuzlaşma istiyorsak, bunların masada olması gerektiğini bilim insanları açıkça ortaya koydular.
Bu yaklaşımın güçlü faydaları olabilir. Sadece enerji kullanımını azaltmakla ve karbonsuzlaşmayı kolaylaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal ve ekolojik bakımdan gerekli üretimi hızlandırmak için yeniden harekete geçirilebilecek üretim kapasitelerini (işgücü ve fabrikalar) de serbest bırakıyor. Ancak burada da karşımızda bir duvar var: sermaye kârlı üretim biçimlerini gönüllü olarak küçültmeyecek. Ne yazık ki tüm bunlar (SUV’ler, özel jetler vb.) oldukça kârlı, bu yüzden onları üretmeye zorlanıyoruz. Sermaye gereksiz üretimi azaltmaya gönüllü olsa bile, emeği toplumsal olarak gerekli faaliyetlere yönlendirecek herhangi bir mekanizmanın bulunmadığı mevcut sistemimizde bu durum işsizliğe ve toplumsal krize yol açacak, kapitalizm altında insanları zaten canından bezdiren güvencesizlikleri daha da artıracaktır.
Demokrasiye yaslanmak
Politikacılarımız iklimin karmaşık ve çözülmesi zor bir sorun olduğunu söylemeyi seviyorlar, ancak bu doğru değil. Aslında bu son derece kolay. Tam olarak ne yapmamız gerektiğini biliyoruz ve bunu yerine getirmek için gerekenden daha fazla üretim kapasitesine sahibiz. Sorun şu ki, kapitalist değer yasasına tabiyiz ve bu nedenle gerekli adımları atmaktan alıkonuluyoruz. Peki, kapitalizmin çaresi nedir? Ekonomik demokrasi. Demokrasi ilkesini üretim alanına yaymalı, kapitalist değer yasasını aşmalı ve emeği demokratik olarak onaylanmış sosyal ve ekolojik hedefler etrafında örgütlemeliyiz.
Bu, basit politikalarla başarılabilir. Gerekli şeylerin üretimini göreli kârlılıklarından bağımsız olarak harekete geçirecek bir kamu finansmanı mekanizmasına ve bir sanayi politikasına ihtiyacımız var. Enerji sektöründe bu aynı zamanda millileştirmeyi de gerektirir. Örneğin İspanya’da, ulusal bir güneş enerjisi şirketi kurulabilir ve gerekli yatırımları doğrudan, kârdan tamamen bağımsız şekilde üstlenebilir. Tüm ülkeler bunu yapmalıdır. Benzer değerlendirmeler, toplu taşıma gibi iklim bakımında stratejik diğer sektörler için de geçerlidir. Hızlı karbonsuzlaşmanın anahtarıdır bu.
Aynı zamanda, küçültmemiz gereken zararlı sektörlere yapılan özel yatırımları azaltmak için bir kredi rehberliği çerçevesi uygulanabilir. Otomotiv endüstrisi gibi özellikle büyük ve güçlü sektörler söz konusu olduğunda bu, karşı direnci önlemek ve üretimi ulusal ihtiyaçlarla uyumlu hale getirmek için şirketlerin demokratik kamu denetimine alınmasını gerektirebilir. Daha genel olarak, özel firmaların demokratikleştirilmesi -işyeri demokrasisi- işletmelerin kârı maksimize etmekten ziyade sosyal ve ekolojik ihtiyaçları karşılamaya odaklanmasını sağlayabilir.
Emeğimizi iklim hedefleri etrafında yeniden harekete geçirmek için kamu istihdam garantisi ve kamu hizmetlerine ihtiyaç var. Bu geçiş için çok fazla çalışma gerekiyor ve sermayenin bunu yapmaya değer olduğuna karar vermesini bekleyemeyiz. Kamu istihdam garantisi herkesin, neslimizin en önemli kolektif projelerinde -toplu taşıma inşa etmek, elektrik şebekesini yeşilleştirmek, ekosistemleri canlandırmak- iyi ücretler ve işyeri demokrasisiyle eğitim almasını ve bu projelere katılmasını sağlayabilir.
İyi haber şu ki, bu politikalar oldukça popüler ve başarılı bir siyasi platformun temelini oluşturabilir. Demokratik sosyalizm, güvenli ve adil bir geleceğe giden uygulanabilir bir yoldur -aslında tek yoldur. İklim hareketi şimdiye kadar farkındalık yaratmaya ve hükümetleri harekete geçmeleri için zorlamaya odaklandı. Fakat artık sorun bilgi eksikliği değil. Politikacılarımız harekete geçmeyi reddediyorlar çünkü kapitalist sınıfla hizalanmışlar ve nihayetinde kapitalizme adanmışlar. Yeni bir yola ihtiyacımız var: İşçileri ve çevrecileri ortak bir dönüşüm projesinde birleştirebilecek, seçimleri kazanabilecek, iktidara gelebilecek ve herkesin ulaşmak istediği hedeflere ulaşabilecek yeni, kitle tabanlı siyasi partiler inşa etmeliyiz.
