8 Temmuz – 21 Temmuz 2018 Gündem Değerlendirmesi[1]

 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Yeni Kabine ve İç Politika

Türkiye’de parlamenter sistem 9 Temmuz itibariyle yeni kabinenin açıklanmasıyla birlikte son buldu. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen ve neredeyse tüm kurumların Cumhurbaşkanlığına bağlandığı yeni bir yönetim biçimine geçti. Aynı gün yayınlanan 703 Sayılı KHK ile bazı bakanlıklar birleştirilerek bakanlık sayısı 26’dan 16’ya düşürüldü ve 6 yeni bakanlık oluşturuldu.[2]

  • Yeni kabineye[3] baktığımızda Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanı, Mevlüt Çavuşoğlu’nun Dışişleri Bakanı olarak görevlerine devam etmesi; Milli Savunma Bakanlığı’nın başına Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar’ın getirilmesi Türkiye’nin iç ve dış politikasında yer alan temel aktörlerin değişmediğini gösteriyor. Bu bağlamda Türkiye’nin dış politikasında beka sorunu ve AB ile mülteci meselesi üzerinden yapılan şantaj siyasetinin devam edeceği söylenebilir. İç politikada ise özellikle Kürt meselesinde güvenlikçi politikaların, saldırgan milliyetçiliğin ve özgürlük alanını kısıtlayan uygulamaların devamlılığı öngörülebilir. Adalet Bakanı olarak Abdülhamit Gül’ün[4] atanması ve müsteşar olarak Kenan İpek’in görevine devam etmesi de adalet alanında -Erdoğan çizgisinin dışına çıkmayan- son yıllardaki uygulamalardan farklı bir çizgi izlenmeyeceğini gösteriyor.

Bu çizgiye uyumlu olarak

– Mezuniyet töreninde pankart açan ODTÜ mezunlarının Cumhurbaşkanı’na hakaretten tutuklanması;

– tiyatrocu Orhan Aydın’ın sosyal medya paylaşımlarından dolayı ifadeye çağrılması;

– Rapci Ezhel hakkında şarkılarında uyuşturucuyu özendirme suçundan bir dava daha açılması;

– Zuhal Olcay’ın yine “cumhurbaşkanına hakaretten” 11 ay 20 gün hapisle cezalandırılması;

– gazetecilerin yargılandığı davalarda tutukluluklarının devam etmesi;

– tutuklu milletvekilleri Leyla Güven ve Enis Berberoğlu’nun tahliye edilmemesi;

– Eren Erdem’in cezaevinde Alevi dedesiyle görüşme talebinin reddedilmesi;

ayrıca Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) yönelik eleştirileri nedeniyle Eren Erdem hakkında TCK 301’den de soruşturma açılması…

ifade, örgütlenme ve vicdan özgürlüğü alanındaki kısıtlamalardan ve absürd davalar uydurmaktan taviz verilmeyeceğinin yakın örnekleri arasında yer aldı. Eren Erdem’in ÖSO’ya yönelik eleştirisi de “devleti aşağılama” suçu kapsamına sokulmuş oldu.

 

  • Yeni kabinede yer alan ve iş dünyasından gelen üç isim özellikle kamuoyunun dikkatini çekti. Türkiye çapına yayılmış özel hastaneler sahibi Fahrettin Koca’nın Sağlık Bakanı;  turizm şirketi ve oteller sahibi Mehmet Ersoy’un Kültür ve Turizm Bakanı; özel okul sahibi Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olması kapitalist rekabetin işleyiş ilkelerine aykırı bir durum olarak değerlendirildi. Diğer yandan sektörün içinden gelen isimlerin bakan olarak atanmasının sektörün sorunlarını daha rahat çözebilecekleri yorumlarına da neden oldu.  Burada seküler kesimin sempatisini kazanan isim eğitimde evrenselci değerleri, bilimsel yaklaşımı ve evrim teorisini savunan açıklamalarıyla tanınan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk oldu. İlk bakışta Ziya Selçuk’un savunduğu evrenselci değerlerin AKP’nin dindar nesil yetiştirme projeleriyle uyumlu olmadığı söylenebilir. AKP’nin en başarısız olduğu alanlardan birinin özellikle 2012-2018 yılları arasındaki eğitim politikaları olduğu ve bu konuda AKP tabanından da tepkiler yükseldiği biliniyor. Ziya Selçuk’un hem AKP tabanını hem de seküler kesimleri rahatsız eden eğitimdeki başarısızlıkları gidermek için bakanlığa getirildiği düşünülebilir. Diğer yandan Ziya Selçuk’un AKP iktidara geldiği dönemde 2003-2006 yılları arasında Talim Terbiye Kurulu Başkanı olduğu dolayısıyla eğitimdeki başarısızlıkların sorumlularından biri olduğu da hatırlanmalıdır. Ziya Selçuk’un bakanlığıyla AKP hükümetinin ilk iki dönemde uyguladığı eğitim politikalarına döneceği de düşünülebilir. Ziya Selçuk’un savunduğu evrenselci eğitim anlayışıyla bugünkü AKP’nin dindar ve kindar nesil yetiştirme projesinin nasıl yan yana yürüyeceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz.

 

  • Yeni kabine oluşturulurken Erdoğan ailesinin iç dengeleri üzerinden de hareket edildiğinin en net örneği devletin hazinesinin Cumhurbaşkanı’nın damadı Berat Albayrak’a teslim edilmiş olması.  Aile ve devletin iç içe geçirilmesi siyasi etik ilkelerine de aykırı. Damadın Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanmasına piyasaların ilk tepkisi dolar ve euro’nun yükselişinde kendini gösterdi. Aileci ilişkilere dikkat çeken diğer bir atama ise Zehra Zümrüt Selçuk’un yeni adıyla Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanı olmasıydı. Kabinenin iki kadın bakanından biri olan Zehra Zümrüt Selçuk, Cumhurbaşkanı’nın kızı Sümeyye Erdoğan’ın başkanlığını yaptığı Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) üyesi. Özellikle bağımsız kadın kurumlarının KADEM’i hükümetin kadın ve aile politikalarını meşrulaştırma işlevi görmekle eleştirdiği biliniyor. Bakanlığın adından kadın kelimesinin tamamen çıkarılması Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı adını almasıyla AKP’nin kadını aile içinde tanımlayan politikalarının devam edeceğini gösteriyor.
  • OHAL’in kaldırılması 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL, 18 Temmuz gecesi itibariyle kaldırılmış olsa da olağan dönemde etkin mücadele adı altında getirilen uygulamalar OHAL’in üç yıl itibariyle kalıcı hale getirilmesi anlamına geliyor. Yeni kanunda valilerin yetkileri artırılor, valiler uygun görmediği kişilerin kente giriş çıkışını 15 günlüğüne yasaklayabiliyor. Belli saatlerde ve belli yerlerde vatandaşların dolaşmasını, toplanmasını kısıtlayıp, araçların seyrini değiştirebiliyor. Araç ve yayaların nerede, ne zaman, nasıl duracağı valilik iznine bırakılma komedisinin yanında bu durum aslında pek çok hak eyleminin engellenmesi anlamına geliyor. Ayrıca yürüyüşlere havanın kararmasıyla dağılacak şekilde izin verilmesi kadınların geniş katılımla örgütlediği 8 Mart Gece Yürüyüşü gibi eylemlerin yapılmaması anlamına geliyor. Diğer yandan bazı eylemler için bir pazarlık payı da bırakılarak yürüyüşün 24.00’e kadar uzatılması mülki amirin iznine bırakılıyor. OHAL uygulamasında 14 gün olan gözaltı süresi 4 güne indirilmiş olsa da bu süre, iki uzatmayla 12 güne çıkarılabiliyor. Telefon dinleme, bilgisayar aranması gibi uygulamalarda özel hayata saygı alanı daraltılıyor. KHK ile işlerinden atılan kişiler geri döndükleri takdirde o süre zarfındaki mali ve sosyal hakları ödeniyor ancak bu kişiler yaşadıkları mağduriyete dair tazminat talebinde bulunamıyor. Getirilen bu uygulamalar Erdoğan liderliğinde yeni rejim inşa edilirken rejim oturana kadar üç yıl daha OHAL koşulları altında yaşayacağımızı gösteriyor.

 

Cemaatlere Yönelik Operasyonlar

Yeni bakanlar kurulunun dikkat çeken özelliklerinde biri de Erdoğan’ın cemaatler dışından bir kabine oluşturması. Geçmiş dönemde cemaatlere bakanlar kurulu içinde yer verilirken bu dönemde ilk kez böyle bir yola gidilmedi. Kabinenin açıklanmasının hemen ardından da belli tarikat ve dini gruplara yönelik hukuk operasyonu başladı. 15 Temmuz sonrası Fetullah Gülen cemaatinin tasfiyesi devam ederken yerel bir grup olan Furkan Vakfı’na da operasyon yapıldı. Kabinenin açıklanmasından bir gün önce çıkarılan 701 Sayılı KHK ile kapatılan 12 dernekten biri de Furkan İlim ve Hizmetleri Derneği idi. Kabinenin açıklandığının ertesi günlerinde Adnan Oktar ve çevresine yani Adnan Hocacılara yönelik yoğun bir operasyon ve tutuklamalar başlatıldı; varlıklarına el konuldu. Adnan Hocacılar yıllardır göz önünde oldukları halde neden bu dönemde sert bir operasyona maruz kaldıkları; sırada başka cemaatlerin olup olmadığı da bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor.

Türkiye’de laik bürokrasi iktidardayken İslamcı gruplara yönelik devlet operasyonları yapılırdı. Ancak bugünkü operasyonların AKP ve Erdoğan gibi İslamcı çizgide olan iktidar tarafından ve daha önceki iktidarların başvurmadığı bir sertlikte yürütülüyor olması meseleye daha incelikli yaklaşmayı gerektiriyor.[5] Bu operasyonlarla Yeni Türkiye yönetiminin devleti yeniden kurduğu gibi İslami kimliği de yeniden kurduğu/biçimlendirdiği iddia edilebilir. Tıpkı cumhuriyetin ilk döneminden itibaren devlet, Diyanet kurumu aracılığıyla laik cumhuriyetin din algısını şekillendirirken bugünün Yeni Türkiyesi de belli tarikatların etkilerini ortadan kaldırarak kendi din anlayışını yeniden kuruyor. Bu bağlamda bu operasyonlarla devletin dininin şekillendirildiği söylenebilir. 

 

Uluslararası Güçlerin Yeni Türkiye’ye Yaklaşımı

Türkiye’de güçler ayrılığı ilkesi yerini güçler birliğine bırakır ve devleti, aileyi ve neoliberal sermayeyi iç içe geçiren yeni bir devlet inşa edilirken uluslararası güçlerin bu yeni Türkiye inşasına onay verdiği görülüyor. 9 Temmuz’daki başkanlık törenine Batı ülkelerinin yöneticileri ve Rusya başkanlık düzeyinde katılım göstermedi. Batı açısından bu durum, güçler ayrılığı ve demokratik temayüllerden uzaklaşan bir Türkiye’nin AB içinde artık aday ülke olarak var olmayacağının göstergesi olabilir.  Birkaç gün sonra Erdoğan, 11-12 Temmuz’daki NATO zirvesinde Türkiye’nin ilk başkanı olarak yerini aldığındaysa ABD başkanı Trump ve Fransa başkanı Macron’un kendisini tebrik eden fotoğrafları basına servis edildi. Bu da Türkiye’nin karşılıklı çıkarlar gereği Batı ve ABD ile ilişkilerinin devam edeceğini gösteriyordu. AB açısından Türkiye hâlâ Batı çizgisinde olsa da AB’nin Türkiye’ye verdiği rol netleşmiş durumda. Tek adam rejimi takdis edilen Türkiye’nin AB üyeliği artık söz konusu olmasa da AB açısından Türkiye’nin önemi Avrupa ve Ortadoğu arasında mülteci trafiğini kesen tampon bölge işlevi görmesidir. Mültecileri, Avrupa’ya göndermemesi için AB ülkeleri Türkiye’ye bir kira bedeli ödemektedir.  Türkiye-AB ilişkilerinin bundan sonraki ana eksenini de mülteci meselesi oluşturacağı için Türkiye’nin kendi içindeki anti-demokratik uygulamalarının AB’nin yeterince gündeminde olmayacağı öngörülebilir. Türkiye’nin Suriye iç savaşıyla birlikte AB üyesi olma hayali bitmiş; AB, Türkiye’ye mültecilerin kirasını ödediği bir tampon ülke rolünü biçmiştir. Mültecileri Avrupa’ya ‘salmadığı’ sürece de Türkiye’nin parayı mültecilere mi kendi ekonomik açıklarını kapatmaya mı harcadığı çok da umurunda olmayacaktır.

Türkiye-ABD ilişkileri ise Ortadoğu’da özellikle Rusya ve Suriye’de YPG, PKK ile ilişkiler noktasında düğümleniyor. NATO zirvesinin hemen ardından gerçekleşen Rusya-ABD uzlaşma görüşmelerinde iki ülkenin birlikte nasıl bir ilişki tarzı geliştirebileceklerine dair net bir resim çizilmedi. Bu netlik oluşmadığı için Türkiye her iki odakla da işbirliği yapabiliyor. Türkiye açısından bu ilişkiler şu anda temel bir kriz çıkmadan yürütülebiliyor. Şimdilik Türkiye’yi net bir çizgi seçmeye zorlayan bir durum olmadığı söylenebilir. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin İran karşıtı eksende yer almasının istenmesi Türkiye için kolay bir durum olmayacak. Diğer yandan ABD-YPG ilişkileri de Türkiye’yi Kürt meselesinde zorlamaya devam ediyor. İşin dramatik tarafı Erdoğan rejimi, ABD ile ilişkilerde esen rüzgara göre Kürt meselesinde herhangi bir politika yumuşamasına gitmek istese içeride MHP-Ergenekon odağını karşısında buluyor olacak. Dolayısıyla başkanlık rejimi Kürt meselesinde MHP-Ergenekon’un avucuna düşmüş bir şekilde inşa ediliyor.

 

[1] Bu yazı Artizan sitesinde yayınlanan şu kronolojiden hareketle hazırlanmıştır: https://www.art-izan.org/guncel/8-temmuz-21-temmuz-gundemi

[2] Kararname ile birleştirilen ve ismi değişen bakanlıklar şöyle: Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Maliye ve Hazine Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı. “Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı” ibaresi “MİT”, “Müsteşar” ibaresi ise “Başkan” şeklinde değiştirildi. “2945 sayılı Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Genel Sekreterliği Kanunu” yürürlükten kaldırıldı. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlandı. (Resmi Gazete)

[3] Yeni kabinedeki bakanlarla ilgili detaylı bilgi için şu kaynaklara bakılabilir: KRTKultur TV; Çağlar Cilara & Ali Tarakçı; 10 Temmuz tarihli programı https://www.youtube.com/watch?v=R2M5JtXC_KM  

[4] Siyasi çalışmalarına Milli Görüş hareketi (Refah – Fazilet ve Saadet Partisi) içinde başlayan sırasıyla Ankara İl Gençlik Kolları Yönetim Kurulu üyesi olarak başladı. 2010-2012 yıllarında Has Parti içinde yönetici sorumluluk alan Gül, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde Gaziantep Milletvekili olarak seçildi. Eylül 2015 tarihinden itibaren de AK Parti Genel Sekreteri olarak görevlendirildi.

[5]Bu konuda uzun bir süredir İslamcı hareketler üzerine araştırmalar yapan Ruşen Çakır’ın değerlendirmelerine bakılabilir: Dini grupların devletin hedefinde olmasının derin anlamı https://www.youtube.com/watch?v=dMe2hLCVufw