Sadece Rusya’nın Ukrayna’yı işgali nedeniyle değil, aynı zamanda ABD’nin Çin’i kontrol altına alınması gereken süper güç bir rakip olarak kabul etmesi nedeniyle de yeni bir Soğuk Savaş riski son zamanlarda büyük ölçüde artmıştır. Bu yorum, güncel uluslararası meselelere ilişkin, ana akım analistler arasında karşılaşılan bir versiyondur. Ancak Lübnanlı sosyalist akademisyen Gilbert Achcar, günümüz dünyasında devletlerarası ilişkilerin bu şekilde yorumlanmasının, 1947-1991 yılları arasında süren ve Soğuk Savaş olarak bilinen dönemin resmi olarak sona ermesinden bu yana küresel siyasetin geçirdiği evrimi yanlış yansıttığını ve “yeni bir Soğuk Savaş” meselesi etrafında kafa karıştırıcı bir kavrayışa dayandığını iddia ediyor. Nitekim aşağıdaki söyleşide Achcar, 1990’ların sonundan bu yana Yeni Soğuk Savaş’ın devam ettiğini ve şu anda bunun sıcak savaşa dönüşebileceği bir aşamada olduğumuzu savunuyor.

Gilbert Achcar, Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda kalkınma çalışmaları ve uluslararası ilişkiler profesörüdür.  Aralarında The People Want: A Radical Exploration of the Arab Uprising‘in da bulunduğu pek çok kitabın yazarıdır. Kitaplarından bazıları şunlardır: The Clash of Barbarisms: The Making of the New World Disorder (Türkçesi: Barbarlıklar Çatışması, Gilbert Achcar  İTHAKİ YAYINLARI, 2012); Perilous Power: The Middle East and U.S. Foreign Policy (Noam Chomsky ile birlikte, Türkçesi: Tehlikeli Güç – ABD’nin Dış Siyaseti ve Ortadoğu Noam Chomsky, Gilbert Achcar İTHAKİ YAYINLARI, 2007) ve Marxism, Orientalism, Cosmopolitanism. Yeni yayımlanan son kitabı ise: The New Cold War: The United States, Russia and China from Kosovo to Ukraine (Haymarket Books 2023).

C. J. Polychroniou: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Çin ile kurduğu ortaklık birçok yorumcunun bir Yeni Soğuk Savaş’ın başladığından bahsetmesine neden oldu. Ancak yeni çıkan kitabınız The New Cold War: The United States, Russia, and China from Kosovo to Ukraine’de yeni bir jeopolitik Doğu-Batı bölünmesinin ve dolayısıyla Yeni Soğuk Savaş’ın ortaya çıkışının 1990’ların sonlarına ve özellikle de Kosova savaşına kadar geri götürülebileceğini savunuyorsunuz. “Soğuk savaş” teriminden ne anladığınızla başlayalım, çünkü Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önce küresel devletlerarası sistemde içinde devletlerin etkileşimine ilişkin yorumunuza itiraz eden pek çok kişi olduğunu görüyorum.

Gilbert Achcar: Yeni bir soğuk savaş konusunda gerçekten de çok fazla kafa karışıklığı var. Bu ifadenin kullanımı şimdi değil, ABD’nin Rusya ile ilişkilerinde 2014’ten bu yana, Çin ile ilişkilerinde ise Trump’tan bu yana yaygınlaşmaya başladı. Yine de, savaşın tam ortasında olduğumuza inananlar, savaşın Ukrayna’nın işgaliyle başladığına inananlar ve savaşın potansiyel bir sonuç olabileceği konusunda uyarıda bulunanlar arasındaki görüş ayrılıkları değişmedi! Ancak tüm bunlarda doğru olan şey, “soğuk savaş” kavramının Sovyet liderliğindeki ve ABD liderliğindeki bloklar arasında var olan ideolojik ve sistemik karşıtlık ile ilişkilendirilmemesidir. “Soğuk savaş” ifadesinin ve Yeni Soğuk Savaş kavramının kökenleri kitabımda ayrıntılı olarak tartışılmaktadır.

Temel olarak “soğuk savaş”, bir ülkenin (henüz) bir “sıcak savaşa” girmeden savaşa hazırlık durumunu sürdürdüğü bir durumdur. Başka bir deyişle, Soğuk Savaş’ın bu şekilde adlandırılmasına neden olan şey silahlanma yarışıdır ve 1990’ların sonlarından bu yana ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı eşzamanlı olarak yürütülen bir savaş senaryosuna dayalı olarak nasıl bir askeri harcama düzeyini sürdürmeye karar verdiğini açıkladım. Bu karar, Washington’un diğer provokatif tutumlarıyla ilişkiliydi ve bu da beni 1999’da Yeni Soğuk Savaş olarak adlandırdığım sürecin başlangıcını tespit etmeye götürdü. O zamandan bu yana yaşananlar bu teşhisi doğrulamaktan başka bir işe yaramadı ve bugün, dünya 1945’ten bu yana hiç olmadığı kadar sıcak bir dünya savaşına yakınken, bazılarının hala bunu açıkça dile getirmemekte diretmesi oldukça ironik!

CJP: Yeni Soğuk Savaş’ın doğuşunu konumlandırdığınız dönemde Washington için gerçek düşman kimdi ve Kosova’daki savaş Soğuk Savaş sonrası dünyada neden bu kadar dramatik bir dönüm noktasıdır?

GA: SSCB’nin çöküşünden sonra Washington’un yeni bir küresel düşman icat etmesi gerektiğine dair pek çok yorum yapıldı. Bazıları “terörizmin” sorunu çözdüğüne inanıyordu, ancak “terörizm” hiçbir şekilde Washington’un, Zbigniew Brzezinski’nin meşhur ifadesi ile  ABD’nin “vasalları” olarak adlandırdığı Soğuk Savaş müttefiklerinin bağlılığını güvence altına almak için ihtiyaç duyduğu türden bir “denk rakip” değildir. Fiili davranışlarını hem Rusya hem de Çin’in potansiyel düşman olduğu varsayımına dayandıran ABD, Rusya ile gerilimleri yeniden yarattı ve Soğuk Savaş’ın son 15 yılında SSCB’ye karşı işbirliği yaptığı Çin ile de yeni gerilimler yarattı.

Kosova savaşı belirleyiciydi çünkü Moskova ve Pekin’in, Baba George Bush’un 1990’da uluslararası hukuk adına Irak’a karşı ABD öncülüğünde yürütülen ve Moskova’nın onaylayıp Pekin’in çekimser kaldığı bir BM Güvenlik Konseyi kararıyla onaylanan ilk savaşa hazırlanırken vaat ettiği “yeni dünya düzeni” hakkında sahip olabilecekleri tüm yanılsamaları paramparça etti. Baba Bush -tarihin bir cilvesi olarak 11 Eylül 1990’da yaptığı ünlü konuşmasında- o andan itibaren dünyanın “bildiğimiz dünyadan oldukça farklı, hukukun üstünlüğünün orman kanunun yerini aldığı bir dünya” olacağına söz vermişti. Moskova ve Pekin, BM’nin bundan böyle başlangıçta tasarlandığı rolü oynayacağını ve böylece uluslararası ilişkilerde güç kullanımı konusunda kendilerine veto hakkı vereceğini umuyordu. Aynı şekilde Bill Clinton yönetimi de NATO’nun Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’ne genişlemesinin Rusya’ya karşı olmadığı konusunda Moskova’ya güvence vermişti. Oysa bu genişlemenin gerçekleştiği 1999 yılı, NATO’nun, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni atlayarak ve dolayısıyla uluslararası hukuku ihlal ederek giriştiği ilk savaşı olan Kosova savaşını başlattığı yıldır.

CJP: Putin, Kosova savaşından sadece birkaç ay sonra Rusya’nın başkanı seçildi ve hemen ardından Rusya’yı daha güçlü ve bir kez daha küresel meselelerde önemli bir aktör haline getirmek için tasarlanmış oldukça dramatik bir dizi iç ve dış politika önlemine girişti. Sizin bakış açınıza göre Putin’in Ukrayna’yı işgal etme kararı sadece NATO’nun genişlemesine ve Ukrayna ile artan stratejik ilişkisine bir tepki miydi yoksa bazı ana akım akademisyenlerin iddia ettiği gibi 19. yüzyıl emperyalist uygulamalarına geri dönerek Rus imparatorluğunu yeniden kurma planının bir parçası mıydı?

GA: Bana göre her iki açıklamada da doğruluk payı var. NATO’nun 1990’larda doğuya doğru genişlemesi, Washington’un Sovyet sonrası Rusya’da desteklediği neoliberal “şok terapisi” ve Boris Yeltsin’in antidemokratik davranışlarını teşvik etmesiyle birlikte Putin’in iktidara yükselişine zemin hazırladı. Putin, 2004 yılında imzalanan ve diğer Doğu Avrupa devletlerinin yanı sıra Baltık’taki üç eski Sovyet Cumhuriyetini de İttifak’a katan ikinci tur NATO genişlemesinin çok acı hapını yutmak zorunda kaldı. Ardından NATO’nun göz diktiği diğer iki eski Sovyet Cumhuriyeti olan ve Rusya ile ortak sınırı bulunan Ukrayna ve Gürcistan’da kırmızı çizgiyi çekti.

George W. Bush 2008’de her iki ülkenin de NATO’ya katılması için bastırdığında ve Fransa ve Almanya’nın isteksizliğine rağmen İttifak’tan bu ülkeleri entegre etme sözü aldığında, Putin önce 2008’de Gürcistan’a saldırarak, ardından Kırım’ı ilhak ederek ve aynı yıl Ukrayna’daki ayaklanmanın ve Kiev’in Rusya’dan uzaklaşmasının ardından 2014’te Doğu Ukrayna’ya saldırarak harekete geçti. Bu saldırılar, İttifak’ın kendisini Rusya ile bir savaş durumunda bulmaması için her iki ülkeyle de NATO’ya katılımlarını imkansız kılacak bir savaş durumu yaratmayı amaçlıyordu.

Bu amaç için Doğu Ukrayna’ya yapılan saldırı yeterli olurdu. Kırım’ın ilhakı bir başka amaca daha hizmet etti: Putin’in 2012’de kitlesel protestolar eşliğinde devlet başkanı olarak geri dönmesinin ardından dibe vuran ülke içindeki popülaritesini arttırmak. Putin, rejiminin itibarını tazelemek için Rus milliyetçiliği ve intikamcılığına oynadı ve o zamandan beri bir tür Rus imparatorluğu nostaljisi söylemi geliştiriyor. NATO’nun Ukrayna’ya genişlemesi 2014’ten beri imkansız hale gelmişti. Bu nedenle 24 Şubat 2022’de Ukrayna’nın işgali NATO faktörüyle açıklanamaz. Bu, Putin’in Ukrayna’yı muhtemelen Rusya ile birleştirmek amacıyla kontrol altına almaya yönelik başarısız ve büyük ölçüde yanlış hesaplanmış bir girişimiydi. Bu aynı zamanda rejiminin neo-faşizme doğru sürüklenmesini de hızlandırdı: sahte demokrasiye dayalı milliyetçi bir diktatörlük.

CJP: Bugün Rusya ve Çin her zamankinden daha yakın ve dünya düzenini değiştirmeye çalışıyorlar. Yeni Soğuk Savaş ile Eski Soğuk Savaş arasındaki farklar ve benzerlikler nelerdir?

GA: Sorunuzun cevabının bir kısmı sorunun kendisinde saklı: Çin 1961’den beri SSCB ile çok çatışmalı bir ilişki içine girdi ve bu da sonunda 1970’lerden başlayarak Sovyet sistemi çökmeye başlayana kadar “komünist” rakibine karşı ABD ile birlikte çalışmasına yol açtı.

İkinci olarak, Rusya ve Çin arasındaki ilişkiye ilişkin söyleyebileceğim şudur: bugünlerde en büyük güç Çin’dir: Rusya, Ukrayna’daki mevcut başarısızlığıyla çok fazla “güvenilirlik” kaybetmiş olsa da, üst düzey bir askeri kapasiteye sahiptir, ancak GSYİH’si 2021’de Güney Kore’ninkinden daha düşüktü!

Üçüncü bir fark ise Soğuk Savaş’ın iki blok arasında sistematik bir karşıtlıkla karakterize edilmesine karşın, Yeni Soğuk Savaş’ın böyle olmamasıdır. Putin’in, Donald Trump da dahil olmak üzere aşırı sağ cenahta, Putin’in Stalin’in reenkarnasyonu olduğuna inanarak zaman tünelinde yaşayan solculardan daha fazla hayranı var. Öte yandan Çin, aşırı sağcılar tarafından “komünist” bir ülke olarak nefretle anılmaktadır. Moskova ve Pekin arasındaki ittifak, sistemik yakınlıklardan kaynaklanmıyor. Demokrasi ve otoriterlik arasında bir çatışmaya tanıklık ettiğimiz fikri, Washington’un Soğuk Savaş dönemindeki Özgür Dünya’yı temsil etme iddiasını geri getirme çabasından başka bir şey değildir. Hindistan’ın aşırı sağcı otoriter yöneticisi Narendra Modi gibi birinin Joe Biden’ın Demokrasi Zirvesi’nin düzenli yıldızlarından biri olması ve Brezilya’nın aşırı sağcı lideri Jair Bolsonaro’nun Aralık 2021’de düzenlenen bir önceki zirvede yer alması yeterince açıklayıcıdır.

Temel benzerlik, ilk etapta “soğuk savaşı” neyin oluşturduğu: duvarın her iki tarafında da devam eden askeri yığınak ve uluslararası ilişkileri, üç kahramanın küresel nüfuz için rekabet ettiği sıfır toplamlı bir oyun olarak görme eğiliminin giderek artması.

CJP: Bu Yeni Soğuk Savaş bir sıcak savaşa dönüşebilir mi?

GA: Maalesef evet ve bu da Yeni Soğuk Savaş ile eskisi arasındaki bir başka farka işaret ediyor. Soğuk Savaş sırasında SSCB ile ilgili olarak bir dereceye kadar öngörülebilirlik vardı. Bürokrasiler doğaları gereği muhafazakârdır ve Sovyet bürokrasisi de bir istisna değildi. Çoğu zaman savunmadaydı, 1979’un sonunda Afganistan’ı işgal ederek 1945 sonrası etki alanının dışına ilk kez çıktığı zaman da durum böyleydi. Daha sonra İran’daki “İslam Devrimi “nin ardından İslami köktendinciliğin Orta Asya Sovyet Cumhuriyetlerine yayılması ihtimali karşısında dehşete kapıldı.

Putin ile birlikte işler değişti. Siyasi olarak otokratik ve ekonomik olarak oligarşik olan milliyetçi bir rejim, askeri maceralara bürokratik bir rejimden çok daha yatkındır. Sonuç olarak Putin şimdiden SSCB’nin 1945’ten sonra dağılana kadar girdiği savaşlardan daha fazlasını başlattı: Çeçenistan, Gürcistan, Ukrayna, Suriye, bunlara Wagner paramiliter grubunun Libya, Sudan, Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne müdahalesini de eklemek gerekir. Wagner Grubunun varlığı, kamu ve özel çıkarlar arasındaki sınırların oldukça geçirgen olduğu Rusya rejiminin doğası hakkında çok şey anlatıyor.

Çin ise hala yönetici bürokrasisinin muhafazakar mantığına göre hareket ediyor. Henüz kendi toprakları dışında herhangi bir savaş başlatmadı. Tayvan’a yönelik eylemlerini ve topraklarını çevreleyen denizlerde gerçekleştirdiği deniz tatbikatlarını, ABD’nin Çin’i askeri olarak kuşatmasına ve bitmek bilmeyen ABD provokasyonlarına karşı bir savunma olarak görmektedir.

ABD’ye gelince, 1945’ten sonra Kore ve Vietnam’daki iki büyük savaş ve daha küçük çaplı birkaç müdahale de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde emperyal askeri seferler başlattı. Ardından 1991’de Irak’a yönelik büyük bir saldırıyla Soğuk Savaş’ın sonunu başlattı, bunu Balkanlar ve Afganistan’daki savaşlar ve 2003-2011 Irak işgali izledi. ABD, başta insansız hava araçları olmak üzere yoğun ve yasadışı bir şekilde “uzaktan savaşa” başvurmaktadır. Ve Çin’e karşı giderek daha kışkırtıcı bir tutum sergiliyor: Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra ABD, Çin’i Moskova’dan uzaklaştırmaya çalışmak yerine Pekin ile çarpışma rotasında hızla ilerliyor.

Tüm bunlara Putin’in nükleer silah kullanma tehdidini de eklerseniz, mevcut dünya durumunun ne kadar tehlikeli bir hal aldığını anlayabilirsiniz. Küresel silahlanma yarışı gerçekten de yeni boyutlara ulaşmıştır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) kısa bir süre önce dünya askeri harcamalarının 2022 yılında tüm zamanların en yüksek seviyesi olan 2240 milyar dolara ulaştığını gözlemledi. Enstitü şunları ekledi: “Orta ve Batı Avrupa’daki devletlerin askeri harcamaları 2022 yılında 345 milyar dolara ulaştı. Reel olarak, bu devletlerin harcamaları ilk kez soğuk savaşın sona erdiği 1989 yılındaki harcamaları aştı.” Ayrıca “ABD’nin askeri harcamalarının 2022 yılında 877 milyar dolara ulaştığını, bu rakamın toplam küresel askeri harcamaların yüzde 39’unu oluşturduğunu ve Çin’in harcadığı miktardan üç kat daha fazla olduğunu” belirtmişlerdir. Bu muazzam meblağların sadece bir kısmıyla iklim değişikliği, salgın hastalıklar ve açlıkla mücadelede neler yapılabileceğini bir hayal edin.