Toplumsal Gündem Çalışma Komisyonu – 12 Ağustos 2018

24 Haziran seçim sürecinin ve Muharrem İnce liderliğinin seküler kesimde yarattığı pozitif hareketlenme 24 Haziran gecesi itibariyle ve sonrasındaki günlerde yerini derin bir depresyon ve umutsuzluğa bıraktı. Bunun nedeni sadece Erdoğan liderliğinde parlamenter sistemi ve güçler ayrılığı ilkesini lağveden anti-laik yeni Türkiye’nin kuruluş süreci değildi. Bu sürecin karşısında duracak yüksek siyaset düzeyinde ve/veya toplum tabanında örgütlü bir muhalefetin olmayışı ve var olan muhalefetin topluma hiç bir güven duygusu vermeyerek daha ilk geceden çil yavrusu gibi dağılmasıydı.

 

Nerden baksan tutarsızlık…

 

Neredeyse tüm adayların “Hodri meydan!” deyip birbiriyle ataerkil erkeklik yarıştırarak girdikleri seçim süreci basının neredeyse tamamının iktidar tarafından ele geçirildiği, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan ve KHKlarla binlerce mağduriyet yaratan OHAL sürecinde değil de sanki demokrasinin hakim olduğu normal bir ülkede geçiyormuş gibi bir hava yaratılarak yürütüldü. Muhalefet de seçimi kazanma itkisiyle bu ortama eklendi. Seçim sonuçları daha açıklanmadan eli silahlı milisler sokakları doldurup ‘kutlamalara’ başladı. Sonuçlara yönelik olası bir protestoda o silahlar halkın üzerine doğrultulmaya hazırdı. Ekranlar Erdoğan’ın liderliğini anons ederken CHP Genel Merkezi seçimin ikinci tura kaldığını söylüyordu. Seküler kesimin yeni lideri Muharrem İnce’nin sesi çıkmadı -bir gazeteciye yolladığı “Adam kazandı.” whatsup mesajını saymazsak. Ertesi gün yaptığı basın toplantısında baskın seçimi meşru ilan edip Erdoğan’ı tebrik etti; “oylar çalındı ama sonucu değiştirecek kadar da çalınmadı” diyerek hem Erdoğan liderliğini hem de oyların çalınma meselesini meşrulaştırma işlevi gördü. “CHP Genel Başkanlığı’na aday değilim, tüm Türkiye’yi gezeceğim” sözünü verip kısa bir süre içinde sözünü tutmadı. Bir iki ziyaretten sonra Türkiye gezisini yapmadı; daha seçim sonuçlarını geniş çapta değerlendirip kamuoyuyla paylaşmamış CHP içinde Genel Başkanlığa aday olarak krize dönen kurultay sürecini “beni başkan yaptıracağım.” kampanyasına çevirmeye çalıştı.

 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise sanki ‘adamlar kazanmamış’ gibi seçimin kaybedeni olarak AKP’yi ilan etti. Türkiye’nin rejimini değiştiren seçim sürecinde partisinin yaptığı hataları geniş çaplı ve rasyonel bir şekilde değerlendirip de yerel seçimlere yeni bir yol haritasıyla gireceği süreci inşa etmeye yeltenmedi. İnce’nin başkanlık talebiyle belirlemeye çalıştığı kurultayı yaptırmamak için elinden geleni yaptı. İnce-Kılıçdaroğlu rekabeti CHP içinde sosyal demokrat politikalar geliştirmeye çalışan, sosyal demokrat örgütlenme anlayışı yönünde değişim isteyen, siyasi ve ekonomik kriz karşısında seçmeni de sürece katacak adımların nasıl atılabileceğini tartışan parti içi seslerin manipüle edilmesine yol açtı. CHP, seçimlerden hemen sonra tutuklanan geçen dönem milletvekili Eren Erdem’e sahip çıkmadığı gibi onu seçimlerde aday göstermeyerek tutuklanması için bizzat iktidarın eline bıraktı. Türkiye ekonomik ve siyasi bir krize sürüklenirken CHP yönetimi kurultay talebini geri püskürtmeye odaklandı. İşin daha da absürd tarafı Kemal Kılıçdaroğlu rahip Brunson olayında “anti-Amerikancı” kanatta yer alacağım diye, bir yıl önce günlerce adalet yürüyüşü yapan kendisi değilmiş gibi Türkiye adalet sistemini savunmaya kalktı. Tüm bu irrasyonalite içinde CHP, topluma güven vermenin uzağına düştü.

 

Seçim güvenliğini sağlamak

 

Seçim gecesine dönecek olursak hem yüksek siyaset hem de toplumsal muhalefetin temsilcisi olduğunu iddia eden kesimler açısından en büyük skandallardan biri Adil Seçim Platformu web sitesinin çökmesiydi. Bilindiği gibi seçim güvenliğini sağlamak için oluşturulan Adil Seçim Platformu seçim gecesi haber kanallarına alternatif olarak sandık bilgilerini sunacağını belirtmişti. Ancak uygulamanın altyapısıyla entegrasyon problemleri nedeniyle sistem çalışmadı ve bu kaynaktan hiçbir veri alınamadı. Adil Seçim Platformu’nun diğer bir taahhüdü de seçim günü görevli olan sandık kurulu üyeleri ve müşahitler sayesinde oyları çaldırmayacağıydı. Oysa seçimlerin ardından neredeyse 50 bin sandıkta görevlisinin olmadığı yani sandıkların %25’inin kontrol edilmediği bilgisi açığa çıktı. AKP ve MHP’nin hakim olduğu sandıklarda ise neler olup bittiğinin akıbeti araştırılmadı.

 

Seçimlerin kaybedilmesi ve Adil Seçim Platformu’nun hatalarının ortaya çıkmasından sonra seküler kamuoyu öfkesini CHP’den çıkarmayı tercih etti. Oysa CHP ile birlikte sandık güvenliği konusunda topluma söz veren çok geniş bir kesim vardı: İyi Parti, Saadet Partisi, Halkların Demokratik Partisi, Emek Partisi, DİSK, KESK, Birleşik Kamu İş, Atatürkçü Düşünce Derneği, Demokrasi için Birlik, Hak ve Adalet Platformu, Birleşik Haziran Hareketi, Memleket Biziz, Hürriyet Hareketi, Sandık Gücü, Sensiz Olmaz, Seçim Süreci Meclisleri, Oyum Güvende, Anıtpark Forum, Seçim 2018 Yurttaş Haber Ağı da platform bileşeni iken başarısızlık ihalesi CHP’nin üstüne kaldı. Bu manzara bile Türkiye’nin kaderini belirleyen seçim sürecinde muhalefetin alt alta imzalarını yazdırdığı halde sürecin takip ve işleyişinde emek yoğun sorumluk almayarak işleyişi CHP’ye devrettiğini gösteriyor. Emek lafını ağzından düşürmeyip pratikte “az emek çok sonuç” şiarıyla hareket eden muhalefet, tabanını seferber etme kapasitesini gösterse iktidar odaklarının hileli seçim tezgahını boşa çıkarabilir ve büyük ihtimalle de seçimi kazanması bir ihtimal haline gelebilirdi.

 

Muhalefette ittifakların dağılması

 

Seçim değerlendirmelerinde Adil Seçim Platformu’nun başarılarını vurgulayanlar da oldu. Parlamenter muhalefetin ittifaklarla kuramadığı güç birliğini Adil Seçim Platformu’nun pek çok bileşeni bir araya getirerek sağladığının altı çizildi. Bu gibi savunular yenildik ama iyi oynadık psikolojisini tetiklemekten başka bir işe yaramaz -ki ortada iyi oynanmış bir oyun da yokken. Eğer sürecin sonunda muhalefet odakları dağılmamış ve yakaladığı ittifakı eksiklerini telafi ederek sürdürme iradesini gösterebilmiş olsaydı bir umut vaat edebilirdi. Buna karşın seçimlerin hemen ardından Millet İttifakı dağıldı. İYİ Parti ve Saadet Partisi bekledikleri oyu alamamalarının nedeni olarak CHP ile yapılan ittifakı gösterdi.

 

Bilindiği gibi, İYİ Parti yöneticileri Millet İttifakı’na baştan beri olumlu bakmamış ve HDP’nin ittifak içinde yer almasına engel olmuşlardı. Meral Akşener’in başkan adayı olmakta ısrarcı davranması da ittifakın ortak bir aday gösterememesine neden olmuştu. Seçimlerden sonra da Yeni Türkiye’nin iktidarına “MHP yoksa biz burdayız” diye çiçek atıp iktidardan nemalanmaya çalıştı. İYİ Parti’nin seçimlere girmesi CHP’nin kendilerine verdiği 15 vekil; parlamentoya girmesi de CHP ile yapılan ittifak sayesinde olmuşken hiçbir siyasi etik tanımayarak başarısızlığın nedenini CHP’ye yükledi. Hatırlanacağı gibi Millet İttifakı’nın bir araya gelme nedeni[1] seçimler sonrası parlamenter sisteme geri dönülmesi, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının sağlanması, ifade ve basın özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesi idi. Bu koşulların hiçbiri yerine gelmediği gibi seçimler sonrası durum daha da kötüleşmişken İYİ Parti, siyasi etik kurallarını yerle bir ederek Millet İttifakı’nı bitirdi. Kendi içinde de seçim yenilgisi yıkıcı sonuçlar doğurmaya devam etti. Partisinin Afyon çalıştayında kendisine getirilen eleştirilerden rahatsız olup Meral Akşener’in istifa edeceğini söylemesi taraftarlarının evinin önünde sabahlamasına neden oldu. Türkiye felakete sürüklenirken Meral Akşener, RTE’nin ilan ettiği “ekonomik kurtuluş savaşında” hükümetin yanında olduğunu ilan etti. İYİ Parti’nin de tek meselesi 12 Ağustos’taki kurultayları oldu ve burada da kendini başkan seçtirdi.

 

HDP meselesi

 

HDP’nin Türkiyelileşme politikaları, Kürt toplumuyla ilişkisi başka bir yazının konusu iken seçim öncesi ve sonrasına dair HDP’yle ilgili şunlar not edilebilir. Çözüm sürecinin bitmesi ve Hendek siyasetiyle birlikte özellikle Doğu’da Kürt toplumu ve HDP seçimlere savaş konjonktüründe müthiş bir devlet baskı altında girdi. Hendekler sonrası dönemde yaygın gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla, KHK ihraçları ve kayyum atamalarıyla birlikte HDP, Doğu’da çoğu il ve ilçe örgütlerinde yönetici ve çalışan bulmakta zorlanmış, parti olarak tasfiye noktasına gelmişti. Kürt toplumunun hendekler meselesiyle ilgili partiye yönelik eleştirilerine özeleştirel yaklaşımlar geliştirilememiş, süreçten etkilenen insanlara yönelik dayanışma ağları yeterince kurulamamıştı. Baskın seçim kararının alınmasıyla birlikte hem Kürt siyasi hareketinin bölgede nasıl çalışma yürüteceği hem de halkın partiye desteğinin sürüp sürmeyeceği tahmin edilebilir değildi. Seçim döneminde halk, seçim tartışmalarına katılmadı; ön seçimle belirlenmemiş, merkezden atanan tanımadığı adaylarla karşılaştı. Bölgede seçim çalışması yürütenlerin aktardığına göre atama ile yapılan adayların çok az bir kısmı halkla ilişki kurabildi. İnsanlarda hakim olan korku sınırlı temaslarla kısmen kırılmaya başladı. Bunun hem halka hem de Kürt siyasi haketine moral verdiği söylenebilir.

 

HDP’nin kurduğu seçim takip sistemi de düzenli çalışmadı; çünkü işin ihale edildiği Adil Seçim Platformu’nun işleyeceği var sayıldı. Seçim sonunda tüm olumsuzluklara rağmen halk HDP’ye sahip çıktı. Oylarda gerileme devam etse de Doğu’da Kürtlerin HDP’ye sahip çıkması, Batı’da seküler kesimlerin desteğiyle HDP barajı aştı. Diğer partilerin aksine HDP seçim sürecini ve yola nasıl devam edeceğini değerlendirmek üzere toplantılar yapmaya devam ediyor. Bunların ne kadarı anti-faşist mücadeleyi toplumla birlikte yürütmeyi içeriyor bilmiyoruz. Görünen şu ki HDP, Türkiyelileşeceğim diye halktan kopuk mücadele yürüttükçe, ne yaparsa yapsın Kürt halkının kendisine sahip çıkağını düşündükçe destek kaybetmeye, Türkiye’de de faşizm kazanmaya devam edecek. Hatta Kürt toplumuyla ilişkisini kurmazsa HDP’nin doğunun CHPsi pozisyonunu alacağı iddia edilebilir.

 

Kadın Muhalefeti

 

Seçim çalışmalarına baktığımızda parlamentodaki temsiliyetleriyle ters orantılı olarak hangi partide olursa olsun kadınların sahada emek-yoğun çalıştığını görüyoruz. Seküler kesim açısından bunun nedeni açık; çünkü Türk-İslam faşizminin ilk saldıracağı kesim kadınlar ve kadınlar kazandıkları hakları kaybetmek istemiyorlar. Ülkenin yüksek siyaset gündemi arasında gözden kaçmış olabilir. Yeni Türkiye’nin kadınların siyasi hukuki kazanımlarını geri alma niyetine geçtiğimiz hafta ‘sivil’ alandan da bir destek geldi. Aile Platformu[2] kadın erkek eşitliğiyle ilgili bazı yasaların ve Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerin geri çekilmesi için bir eylem yapma hazırlığındaydı. 161 kadın örgütünün Haklarımızdan da Mücadelemizden de Vazgeçmeyeceğiz! diyen ortak bir açıklamasının ardından[3] bu eylemden şimdilik vazgeçildi. Kadın örgütlerinin açıklamasının diğer anlamlı yanı Türkiye’nin tüm siyasetçilerini, siyasi partilerini ve sivil toplum bileşenlerini siyasal/toplumsal sorumluluk almaya davet etmesiydi. Muhalefet dökülürken ya da iktidarı meşrulaştırmaya çalışırken bu çağrıya yanıt verirler mi bilinmez ama şu anda Türkiye’de haklarına sahip çıkan ve laikliğin tasfiyesine karşı duran en önemli kesimin kadın muhalefeti olduğu söylenebilir. Seçim dönemlerinde sahada kadın aktivizminden yararlanıp sonrasında kadın haklarının talan edilmesine göz yuman bir muhalefet de sadece kadın emeğini sömürmekle kalmış olur. Bununla birlikte kadın hareketi açısından  imza vermenin ötesine geçip Türkiye’de dinsel dozu gittikçe yükselen cinsiyetçiliğin neden olduğu sorunlara dair kalıcı birliktelikler ve çözümler geliştirip geliştiremeyeceği önemli bir yerde duruyor. 

Sonuç olarak;

Türkiye ekonomik ve siyasi krize sürüklenirken Ne Yapmalı? sorusunun nasıl yanıtlanacağı belli değil.[4] Hatta neredeyse muhalefetin Türkiye’nin çöküşünü seyrettiği ve Erdoğan’ın bu şekilde devrilmesini beklediği söylenebilir. Ancak şu gerçek gözden kaçıyor ki, faşizm her zaman krizden beslenir ve toplumsal ve ekonomik krizler faşist bir iktidarı çökerteceği yerde onun daha da güçlenmesine neden olur. Ülkenin yönetilemez hale gelmesini beklemekten çıkıp toplumu işin içene katacak ve topluma güven verecek politikaları hayata geçiremediği müddetçe Yeni Türkiye’de muhalefetin varlığından söz etmek mümkün değil.

[1] http://www.yenicaggazetesi.com.tr/millet-ittifakinin-protokolu-191578h.htm

[2] Boşanmış İnsanlar ve Aile Platformu bir süredir kadınların elde ettikleri hakların zararlarına dikkat çekerek kamuoyunu yanlı bilgilendirmeye çalışan bir oluşum. Nafaka miktarı ve süresi hakim takdirinde olduğu halde nafakayı süresizmiş gibi lanse ederek bu hakkı sınırlandırmaya çalışıyor. Kadın-erkek eşitliği ilkesi ailede kadını güçlendiren bir imkan sağlarken bunun yerine ataerkil aile yapısına zarar verdiğini gündeme getiriyor ve eşitlik ilkesinin kaldırılmasını talep ediyor. 

[3] http://feminisite.net/index.php/2018/08/haklarimizdan-da-mucadelemizden-de-vazgecmeyecegiz/

[4] Bu konuda iki yol açı yazı  dikkate değer. Orhan Bursalı; Ne Yapmalı? Mecliste Tek Kişi Nöbetçi Bırakmak Yeter! http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1026944/Ne_yapmali__Meclis_te_tek_kisi_nobetci_birakmak_yeter_.html

Ömer F. Kurhan; Muhalefet Dökülüyor: https://www.art-izan.org/guncel/muhalefet-dokuluyor