13,5 milyon insanın etkilendiği, on binlerce insanın hayatını kaybettiği depremin ülke genelinde doğrudan etkilediği alanlardan biri de eğitim, özellikle yüksek öğretim oldu. Depremden birkaç gün sonra, 9 Şubat’ta YÖK, üniversitelerde Bahar döneminin açılışının ikinci bir duyuruya kadar ertelendiğini duyurdu. Halihazırda Bahar dönemine başlamış olan üniversiteler de eğitime ara verdiler. YÖK açıklamasında, depremden doğrudan etkilenen ya da yakınları etkilenen öğrencilerin eğitimlerine devam edemeyecek olmalarını, üniversite bileşenlerinin yardım ve kurtarma faaliyetlerine katılmalarını gerekçe gösterdi. (Bu arada, depremden birkaç gün önce Meclis’ten geçmiş olan, öğrencilere dönük disiplin cezalarının kapsamını genişleten, sözleşmeli araştırma görevlisi alımına izin veren, Milli İstihbarat Akademisi kurulmasını içeren YÖK Kanunu da aynı gün Resmi Gazete’de yayınlandı.) YÖK’ün duyurusundan iki gün sonra 11 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan KYK yurtlarının depremzedeler için kullanılacağını bu nedenle üniversitelerin ‘tatil edileceğini’ ilan etti.  (Uzaktan, ‘online’ eğitimin ‘tatil edilmeye’ denk düştüğünü doğrudan ifade eden konuşma haliyle doğru bir tespit barındırıyor.) YÖK de Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından sonra uzaktan eğitim kararını yazılı olarak duyurdu ve Bahar döneminin ne zaman başlayacağı ve sürecin nasıl ilerleyeceğini daha sonra bildireceğini açıkladı. Bu açıklamaların ardından öğrencilerin derhal KYK yurtlarını boşaltmaları istendi; öyle ki öğrencilerin eşyalarının siyah çöp torbalarıyla kapı önlerine bırakılmış fotoğrafları sosyal medyada ve basında yer aldı.

Depremzedeleri yerleştirmek üzere KYK yurtlarının boşaltılması ve üniversitelerde ‘uzaktan eğitime’ geçilmesine ciddi bir tepki oluştuğunu söylemek abartı olmaz. Hem üniversite bileşenleri hem de siyasi çevreler karara tepki gösterdiler: Eğitim-Sen yürütmenin durdurulması için dava açtı. Demirtaş, İmamoğlu, Kılıçdaroğlu gibi isimler ilk tepki gösteren siyasetçilerdi. Bu tepkiler karşısında geri adım atılacağı yönünde görüşler de vardı. Kimi devlet ve vakıf üniversiteleri en azından hibrit eğitim uygulamasına geçilebileceğini düşünerek öğrencilerine bu şekilde duyurular yaptılar. Ancak YÖK geri adım atmadı ve 17 Şubat’ta yaptığı açıklamayla üniversitelere Bahar döneminin 20 Şubat’ta online olarak başlayacağını, hibrit eğitim koşullarının Nisan’da yeniden değerlendirileceğini duyurdu. Çeşitli devlet ve vakıf üniversitesi öğrenci toplulukları sosyal medyada açıklamalar yaparak bu kararı protesto etti. ODTÜ bölümler düzeyinde yüz yüze eğitimden yana olduklarını bildiren açıklamalar yaptı. Sınırlı da olsa öğrenciler basın açıklamaları yaptı; Batman Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden öğrencilerin protestolarına polis müdahale etti. Akşener ve Davutoğlu da karara karşı olduklarını söyledi.

Bu kararı tek başına depremzedelerin barınma sorunu ile ilgili bir karar olarak değerlendirmek doğru olmaz. Karara karşı çıkan hemen herkesin vurguladığı üzere, otel ve tatil köyleri, devletin konukevleri, halihazırda boş olan konutlar gibi farklı mekanlar depremzedelerin barınma sorununa çözüm sunmak üzere kullanılabilir. ‘Online’ ya da ‘uzaktan eğitim’, pandemi sürecinde de deneyimlendiği üzere, yüz yüze eğitimin yerini alabilecek bir form olmaktan çok, destekleyici bir konumda işlevli olabilecek bir form olarak ele alınabilir. Üniversiteler kampüs ortamı, yurt hayatı, kulüp faaliyetleri, amfisi, sınıfı, kantini, yemekhanesi… ile eğitim ve öğretim sunar. Öğrencileri bu ortamdan mahrum bırakmak, eğitim hakkına ciddi bir müdahale olarak değerlendirilmelidir. Kampüsleri bu şekilde kapatmak, 10 ili kapsayan OHAL uygulamasının ülke geneline bir düzeyde yansıması olarak okunabilir. Seçimlerin ‘ertelenmesinin’ yani olası bir ‘sivil darbenin’ siyasetin temel gündemlerinden biri olduğu düşünüldüğünde, böylesi bir siyasi konjonktürde en etkin ve aktif muhalif alanlardan biri olan kampüslerin sessizleştirilmesinin politik işlevi göz ardı edilemez.

Bir diğer vurgulanması gereken nokta ise, üniversitelerin özerkliğinin ne kadar elzem olduğunu bir kez daha görmüş olmamız. Üniversiteler kendi koşullarını hazırlayarak en azından hibrit eğitim yapmaya hazırlanırken, kayyumla yönetilen Boğaziçi Üniversitesi bile bu yönde öğrencilerini bilgilendirmişken ve bu konuda karar alma yetkisi üniversite senatolarına aitken, YÖK hiçbir ‘istisnaya’ izin vermeyeceğini bildirdi. Uzaktan eğitim kararı sadece depremzedelerin yaşam koşullarını düzenlemekle ilgili olsaydı, makul olan her üniversitenin kendi koşullarını, öğrenci profilini dikkate alarak eğitim ve öğretim sürecini organize etmesi olurdu. Böylesi bir uygulama, depremden etkilenmiş öğrencilerin de parçası olabileceği dayanışmacı kampüs ortamlarının oluşmasına katkı sunabilirdi. Oysa şu anda üniversitelere dayatılan tek tip uygulama olan uzaktan eğitimle boşaltılmış kampüslerle başbaşayız. Bu travmatik süreçte başta öğrenciler olmak üzere, tüm üniversite bileşenleri yalnızlaştırılmaya itiliyor. Ancak, Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birine yaklaşıyoruz ve önümüzdeki süreç evde tek başına bilgisayar başında geçirilebilecek bir dönem değil, son bir haftaya bakıldığında, en çok öğrenciler bunun farkında görünüyor.