Bu değerlendirme, 11-24 Mayıs 2022 tarihli haber akışı dikkate alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

Seçimler belirlenen tarihte veya daha erken bir tarihte yapılacak olsa da, ülkede iyiden iyiye seçim sürecine girilmiş durumda. Seçim yaklaştıkça seküler yaşama müdahaleler, konser, gösteri iptalleri, HDP’ye yönelik operasyonlar, Kürt hareketine yönelik sınır ötesi askeri operasyonlar ve daha fazlasına yönelik beklentiler, siyasetçiler hakkında yargı makamlarınca verilen ve verilmesi muhtemel kararlar, hak ihlallerinde yaşanan gözle görünür artış dikkat çekiyor. Beklendiği üzere iktidar, yaşanan derin ekonomik krizi gündemden düşürebilmek ve inisiyatifi ele alabilmek için -1 Kasım 2015 seçimlerine gidilirken yaşanan sürece benzer- güvenlikçi politikaları ve beka söylemlerini öne çıkarıyor ve siyasi rakiplerine karşı devletin tüm olanaklarını orantısız bir şekilde kullanmak istiyor. Öte yandan muhalefet, özellikle de Kemal Kılıçdaroğlu son dönemde gündemi belirler hale gelmiş durumda. Son iki hafta içinde öne çıkan başlıca gündemler şöyle:

Canan Kaftancıoğlu’na siyasi yasak

Yargıtay, Canan Kaftancıoğlu’na “kamu görevlisine hakaret”, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni alenen aşağılamak” ve “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlarından verilen 4 yıl 11 ay 20 gün hapis cezasını onadı. Ekrem İmamoğlu’nun ciddi iletişim krizi yaşadığı, kimin aday olacağı tartışmalarının yoğunlaştığı, muhalefetin dağınık bir görüntü verdiğinin söylendiği bir aşamada gelen bu karar başta CHP olmak üzere muhalefette bir toparlanma etkisi gösterdi denebilir.  Eski Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Yargıtay’ın, Kaftancıoğlu’nun üç davadan aldığı cezanın onanması kararının yaptırımının olmadığını ve Kaftancıoğlu’nun görevine devam edebileceğini ifade ederken CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da bu görüş doğrultusunda hareket etti. İktidar tarafı ise bu kararı izlemeye aldıklarını belirtti. Bu kararla, İstanbul seçimlerinin kazanılmasında özellikle seçim güvenliğinin sağlanması ve parti örgütüne hakimiyeti ile ciddi katkısı olduğu bilinen, muhalefetin hemen tüm kesimleri ile iyi ilişkileri olan Kaftancıoğlu’nun milletvekili olmasının veya parti dışında başkaca siyasi görevler üstlenmesinin hukuken önüne geçilmiş oldu. Diğer yandan gerek mevcut görevine hukuken ve fiilen devam etmesiyle gerekse hemen hemen tüm muhalif kesimlerden aldığı destekle, Canan Kaftancıoğlu siyaset sahnesindeki yerini daha da sağlamlaştırmış görünüyor.

Milletin Sesi Mitingi

Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezaların onanması sonrasında CHP’nin bir diğer reaksiyonu da Bursa’da yapılması planlanan mitingin İstanbul’a alınması oldu. ‘Milletin Sesi’ adlı miting için kısa bir sürede iyi bir örgütlenme yapıldı. Mitingin, Canan Kaftancıoğlu kararı sonrası kısa sürede yüksek katılımla gerçekleşmesi ve 1 Haziran’da İmamoğlu’nun YSK üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla görülecek ceza davasından önce yapılmış olması iktidara karşı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik yapılacak olası hukuki ve siyasi müdahalelere yönelik bir gövde gösterisi işlevi gördü. Mitingin bir diğer yönü de Cumhurbaşkanı adaylığı açısından Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendini ve kitlesini 6’lı Masa’ya da göstermesiydi. Kılıçdaroğlu’nun aday olup olmayacağı tartışmalarının yapıldığı bir dönemde gerçekleşen mitingde Kılıçdaroğlu’nun aday olmaya bir adım daha yaklaştığı söylenebilir.

Atatürk Havalimanı Pistleri Kırıldı

Atatürk Havalimanı’nda milyarlarca dolarlık kuzey-güney yönlü iki büyük pistin yıkımına başlanması tartışmalara neden oldu. CHP ve İYİP örgüt düzeyinde havalimanı önünde eylem ve basın açıklaması yaptı. Kaftancıoğlu bu konuda yaptığı basın açıklamasında, emri veren siyasilerden, uygulayanlara kadar herkesten hesap sorulacağını ifade ederken TMMOB, ‘millet bahçesi’ için pistleri kırılan Atatürk Havalimanı’ndaki inşaatın durdurulması için dava açtı. Pistlerin yüksek maliyetli olması, deprem riski olan İstanbul için bu pistlerin hayati önemde olması, sivil ve diğer güvenlik ihtiyaçları için kullanımda olmasalar da pistlerin korunması gerektiği gibi önemli gerekçelere karşın, pistleri kırma kararlılığının BAE, Katar sermayesinin taleplerinden kaynaklandığına dair iddialar ortaya atıldı. Bu tür durumlarda yargı kararlarını dahi bir şekilde uygulamayabilen Erdoğan’dan ise yıkım başladıktan bir süre sonra kafalarda soru işaretlerine yol açan “Bir ihtimal pistler kalacak. 29 Mayıs’ı da orada kutlayacağız” açıklaması geldi. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle hemen hemen her adımı atmaya hazır olan iktidarın bu konuyu nasıl ele alacağını, bunun bir geri adım mı yoksa başka bir hesabın neticesi mi olduğunu takip etmek gerekiyor.

SADAT Ziyareti

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kaftancıoğlu’na verilen hapis ve siyasi yasak cezalarının hemen akabinde beklenmedik bir şekilde SADAT önünde açıklamalarda bulundu. “Bu Türkiye asla paramiliter kuruluşlara, kurumlara, kişilere teslim edilmeyecektir” diyerek sözlerine başlayan CHP lideri, seçim güvenliğine dikkati çekti. “Şu anda önünde bulunduğumuz SADAT bir paramiliter kuruluştur. Düne kadar Erdoğan’ın danışmanlığını yapıyordu bunlar” diyen CHP lideri, “Bu kuruluşun hedefleri arasında gayrı nizami harp eğitimi de var. Dikkatini çekmek isterim kamuoyunun, yani sabotaj, baskın, pusu kurma, tahrip, suikast ve tedhit. Arapça terör tedhiş olarak tanımlanıyor, Türkçesi de terör. Aynı zamanda terörist yetiştiren bir kuruluş” ifadelerini kullandı. SADAT’ın Tokat ve Konya’daki kamplarından fotoğraflar gördüğünü ve suç duyurusunda bulunduğunu söyleyen İYİ Parti lideri Akşener de, ‘Ciddiye alınması gereken bir durum bu’ dedi.  Recep Tayyip Erdoğan,  SADAT’a ilişkin iddialara yönelik olarak, “SADAT’ın yöneticileri, kendileriyle yakından, uzaktan hiçbir alakam olmadığı halde bunu adeta bizim şu anda kullandığımız darbeci kuruluş olduğunu söyleyecek kadar bu başkan terbiyesizleşiyor.” açıklamasını yaptı. Erdoğan’ın üst düzey güvenlik toplantılarında yanı başında oturan başdanışmanı olmasına karşın, Tanırverdi’yi de kapsayacak şekilde “alakam yok” açıklamasını yapması, iktidar cenahının SADAT’ı sahiplenmekten kaçındığı yorumlarına neden oldu. Ayrıca SADAT’ın bu ziyaret sonrasında 19 Mayıs’ı kutlaması dikkat çekti.

‘Kaçış Planı’ İddiası

Geçtiğimiz iki hafta boyunca gündemi belirleyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği bir diğer konu Erdoğan ve ailesinin yurt dışına para aktardığı iddiasıydı. TÜRGEV ve ENSAR vakıfları üzerinden Erdoğan’ın çocukları ve diğer aile bireylerinin de işin içinde olduğu bazı para transferi kayıtları yayımlandı. ABD’de bulunan TÜRKEN adlı vakfa gönderilen paraların toplam tutarı açıklandığı kadarı ile 65 milyon USD civarı. Gönderilen bu paralarla, öğrenci yurdu adı altında dünyanın en pahalı emlak bölgelerinden biri olan Manhattan’da yurt binası alındığı ve Muhammed Ali’nin çiftliğinin satın alındığı iddiaları var. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği sorulardan birisi de paraları gönderen vakıfların bu paraları nereden bulduğuydu. Kızılay’ın da vergi muafiyeti elde etmek için bir şekilde devreye sokulduğu, bu paraların ihale karşılığı yapılan bağışlar olduğuna dair iddialar da mevcut. Bu iddialar dile getirilmeden önce beklentinin yükseltilmesi, uzun yıllardır yolsuzlukla ilgili sansasyonel açıklamalar yapıldığı halde bunların etkisiz kalması nedeniyle bu belgelerin de devede kulak kaldığı, Kılıçdaroğlu’nun beklentiyi boşa çıkardığı yorumları yapıldı.  Diğer yandan iktidar tarafında önceki sansasyonel durumlardan farklı bir panik havası gözlendi. A Haber’de peş peşe üst düzey iktidar görevlilerinin canlı yayında açıklamalar yapması dikkat çekiciydi. Tepkilerin beklenenden fazla olması, Kılıçdaroğlu’nun devlet içine, bürokrasiye seslendiği ve bir şekilde karşılık bulduğu yorumlarına da neden oldu. Erdoğan iddialar karşısında dava yoluna başvururken, muhalefette ise hamlenin doğruluğu, yanlışlığı üzerinden tartışmalar devam ediyor.

Yasaklanan konserler, gösteriler

Geçtiğimiz iki haftanın önemli siyasi gündemlerinden birisi de sistematik olduğu aşikar olan konser, gösteri yasaklarıydı. Amed Şehir Tiyatrosu, Metin – Kemal Kahraman, Stêrka Karwan, Mem Ararat, Ara Malikian, Niyazi Koyuncu, Apolas Lermi, Melek Mosso, Burhan Şeşen konserleri iptal edilen sanatçılardı. Aynur Doğan’ın Derince Belediyesi tarafından yasaklanması sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu dahil olmak üzere destek açıklamaları yapıldı. Apolas Lermi’yi hedef gösteren çıkışının ardından Ümit Özdağ ve adına sosyal medya fenomeni denen birtakım kişiler bu defa Aynur Doğan’ı itibarsızlaştırmak için devreye girdi. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki seçim döneminde bir yandan iktidar cenahı, güvenlikçi politikaları devreye sokarak başta Kürt hareketini ve seküler yaşama müdahaleyi, kadın, LBGTİ+ düşmanlığını kendisine misyon ve propaganda alanı olarak görecek.  Diğer yandan da ayrımcı söylem ve çıkışları ile topluma suçlayabilecekleri açık hedefler sunan Ümit Özdağ da Kürtler, sığınmacılar ve kendi yurttaş tanımında yer almayan kim varsa onları hedef göstermeye devam edecek gibi duruyor. Yükselen milliyetçi dalga karşısında 6’lı Masa’nın neler yapacağı, bu söylemlere ne kadar teslim olacağı veya karşı söylem geliştirebileceğini ve Ümit Özdağ’ın muhalefet ve iktidar odaklarından oy koparmak için daha neler yapacağını da dikkatle izlemek gerekiyor.

Gençlere Yönelik Olan ve Olamayan Politikalar

Festivaller ve konser yasakları gençlikle kurulan ilişki(sizlik) üzerinden de değerlendirilebilir. Çünkü yasaklanan alanlar gençler için önemli buluşma noktaları. Örneğin, Eskişehir Valiliği’nin açık alanlarda yapılması düşünülen her türlü yürüyüş, oturma eylemi, stant, çadır kurma, afiş, pankart asma, konser, şenlik ve festival gibi etkinlikleri 15 gün süreyle yasaklaması nedeniyle Anadolu Fest!’in yapılamaması Eskişehirli gençleri bir buluşma zemininden mahrum bıraktı. Boğaziçi Üniversitesi’nde daha önce sorunsuzca yapılagelen Onur Yürüyüşü’ne polisin saldırması ve pek çok öğrenciyi ve bir öğretim görevlisini gözltına alması ise başka bir örnek. Temel hak ve özgürlüklerde, özellikle seküler yaşam biçimine yönelik ciddi manada bir geri gidiş söz konusu. Buna karşın yasaklara karşı etkili bir tepkiden bahsetmek mümkün değil.

Yüksek siyaset alanı ile gençler arasında da ciddi bir kopukluk söz konusu. Devletin ve muhalefetin de gençliğe yönelik politikası bu hayati sorunlara dokunmuyor. 2023 seçimlerinde 64 milyon seçmenin 18 milyonunu oluşturan, yüzde 16’sı, ilk defa oy kullanacak “Z kuşağı”ndan oluşuyor. AKP iktidarı boyunca örgütlü siyasal muhalefetin ve gençlik hareketlerinin yok edildiği, sendikaların işlevsizleştiği, siyasi partilerin yüksek siyasete sıkıştırdığı siyaset alanının, gençlere erişim için kim oldukları belirsiz birtakım fenomen kişiliklere röportaj vermenin ötesine geçmesi gerekiyor.

EKONOMİ

Son iki haftanın ekonomi gündeminin başında, uzun zamandır olduğu gibi enflasyon var. Durumun giderek bir hiperenflasyon sürecine doğru ilerlediği endişeleri dile getiriliyor. Hükümet enflasyon karşısında önlem almadığı gibi ekonomi yönetimiyle enflasyonun artmasını adeta teşvik ediyor. Burada özellikle bu durumun yarattığı insani sonuçların üzerinde durulması gerekiyor. Pek çok insan artık en temel tüketim ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma geldi. Derin yoksulluk ve yetersiz beslenme özellikle büyüme çağındaki çocukları olumsuz etkiliyor. Temel gıda maddeleri dışında yer alan ama insanlar açısından çok önemli olan ped ve doğum kontrol ilaçları bile artık ulaşılamaz fiyatlara satılmaya başladı. Dünyada yaşanan buğday krizi ve gıda fiyatlarındaki yükselişe bir de durdurulamayan enflasyon eklenince önü alınamaz bir yoksullaşma başlamış durumda. Asgari ücretin dört bin iki yüz lira olduğu bir ortamda açlık sınırı yedi bin liralara ulaştı. Tüm bunların yanında son verilere göre geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde kırk bir civarında.

Yine enflasyona ve hükümetin politikalarına bağlı olarak yükselen kira fiyatları inanılmaz boyutlara vardı. Bu koşullarda dar gelirli insanların insanca yaşayabilecekleri bir konut bulmaları imkânsız görünüyor. Bununla birlikte ev sahibi – kiracı kavgalarının arttığını, bunun ciddi bir huzursuzluk alanı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Hükümet bu konuyu ele alacağını söylese de bu ekonomik ortamda durumun düzelmesi olası görünmüyor.

Diğer bir nokta ise durdurulamayan kur artışı. Hükümet uzun zamandır, kur artışlarını durdurabilmek için döviz satma yolunu kullanıyor. Bu durum Merkez Bankası’nın dolar rezervlerini tümüyle bitirme noktasına getirdi. Bu nedenle büyük şirketlere baskı yapılarak döviz satmaları isteniyor. Türkiye tarihinin en büyük borçlanmasını yapıyor. Ancak buna rağmen MB rezervleri her gün eriyor. Son günlerde konuşulan bir habere göre Türkiye artık altın rezervlerini de satmaya başlamış olabilir.

Enflasyonun büyük bir hızla yükseldiği, faizin yüzde on dört olduğu bir ortamda kimse parasını TL’de tutmak istemiyor. Döviz, konut, altın, araba gibi yatırım araçlarına yönelim gözleniyor. Bu durum enflasyonu daha da körüklerken, Türk lirasının da değer kaybetmesine neden oluyor. Hükümet bu durumu düzeltmek için adım atmadığı gibi, bu duruma neden olan politikalarını sürdürmek konusunda kararlı ve ısrarlı görünüyor. Bu da ekonominin daha da kötüye gideceği yolundaki tahminleri doğruluyor.

Bankacılık sektörü yüksek kar oranları açıklasa da son zamanlarda bankacılık yapısının da dağılabileceği yönünde yorumlar yapılıyor. Milyonlarca insanın kredilerini ödeyemediği, icra takiplerinin on milyonları bulduğu böyle bir ortamda, bankacılık sisteminde de ciddi sorunlar yaşanabilir. Bütün bu çıkmaz içinde, kulislerde, başka çaresi kalmayan hükümetin sermaye kontrolü anlamına gelebilecek tedbirler alabileceği konuşuluyor. Tüm ekonomi politikalarını seçim sürecine göre dizayn eden hükümet, Türkiye ekonomisinde uzun yıllar çözülemeyecek yapısal hasarlara yol açabilecek politikalarını sürdürüyor

 

DIŞ POLİTİKA

 

NATO’yla Pazarlık ve Rojava’ya Operasyon

Son haftaların en önemli gündemi İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği başvurusu ve Türkiye’nin bu konudaki olumsuz tavrı oldu. Türkiye, bu iki ülkenin terörü desteklediğini ve bu nedenle üyeliklerini kabul etmeyeceğini açıkça dile getirdi. Ancak gelişmeler izlendiğinde Türkiye’nin bu durumu yeni bir pazarlık malzemesi haline getirdiği görülüyor. Yapılan yorumlara göre, Türkiye İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini onaylamak için bir dizi istekte bulunuyor. Basına yansıyanlardan, İsveç’teki siyasi sığınmacıların ve hatta İsveçli bir milletvekilinin teslim edilmesi gibi propaganda amaçlı isteklerin yanında daha ciddi bir pazarlığın döndüğü anlaşılıyor. Bu pazarlıklar sırasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun İsveçli mevkidaşına, feminist politikalarından rahatsız olduğunu bağırarak söylemesi de kayıtlara geçti.

Haberlere ve yapılan yorumlara göre Türkiye’nin temelde iki isteği bulunuyor. Bunlardan birincisi F-35 projesine yeniden dahil edilmek ve F-16 satışlarının başlaması, ikincisi Rojava bölgesine operasyon yapılmasına izin verilmesi. Her iki konu da bu haftalar içerisinde tartışmalara neden oldu. Seçim sürecine girilmişken, öyle anlaşılıyor ki AKP yeni bir sınır ötesi operasyon yapmak ve yeni bir fetih atmosferi yaratmak peşinde. Bilindiği gibi Türkiye zaten uzun bir süredir hem KDP’nin hem de ABD’nin izin ve onayıyla Irak Kürdistanı Federe Bölgesine üsler kurmuş ve yerleşmiş durumda. Irak hükümeti son olarak bu durumu BM’ye şikâyet etti. Nitekim bu bölgede çok uzun süredir PKK ile çatışmalar yaşanıyor. Özellikle de Şengal bölgesi yeni çatışmaların alanı olacak gibi görünüyor. Yine Türkiye çok uzun süredir Kobane bölgesini bombalıyor. Ancak Rojava bölgesine operasyonun şimdilik blgede söz sahibi olan ABD’den onay görmediği anlaşılıyor. ABD dışişleri sorumluları Türkiye’nin Rojava’ya yapacakları bir operasyonun bölgedeki dengeleri bozacağını düşündüklerini söylediler. Ancak pazarlıkların devam ettiği görülüyor.

Diğer taraftan bu operasyonun farklı yönlerinin de olduğunu görmek gerekiyor. Seçime doğu giderken yapılacak bir sınır ötesi operasyonla milliyetçi bir atmosfer oluşturmayı ve muhalefeti sıkıştırmayı düşünen AKP, diğer taraftan Suriyeli mültecilerle ilgili planlar yapıyor. Türkiye, bölgeye girerek “terör odaklarını” yok edeceğini, güvenli bir hat oluşturacağını ve bu hatta evler inşa ederek bir milyon Suriyeli mülteciyi buraya yerleştireceğini söylüyor. Yani bir taşla iki kuş vurma niyetinde olduğunu belirtiyor. Hem seçime fetih atmosferiyle girme hem de kendisine yönelen mülteci tepkisini bir şekilde hafifletme niyeti göze çarpıyor.

Görüldüğü kadarıyla ABD Rojava operasyonuna olumlu bakmıyor ve operasyona izin vermiyor. Ancak bunun kesinlikle böyle olacağını söylemek zor. Bundan önceki seçimde Afrin operasyonu için verilen izini düşündüğümüzde benzer bir şeyin bu kez sadece Tel-Afer gibi belirli bölgeler için verileceği düşünülebilir. Böylelikle hem Rojava’daki yapı tümüyle tahrip edilmemiş olur hem de AKP’nin istediği sınır ötesi operasyon (ve bunun yurtiçinde yaratacağı milliyetçi dalga yükselişi) gerçekleşebilir. Özetle AKP’nin NATO ile yaptığı pazarlık sürüyor ve bu pazarlığın tam olarak nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor.

Diğer yandan bu tartışmalar içerisinde Rusya ve Suriye devletlerinin konumlarını unutmamak gerekiyor. Suriye Rusya açısından çok önemli ve kaybedilmesi telafi edilemez bir alan olarak görülüyor. Türkiye’nin bu bölgeye yapacağı bir operasyona sadece ABD’nin izin vermesi yeterli olmayabilir. Bölgede hala güçlü bir şekilde var olan Rusya ve Suriye ordusu faktörünün de göz önünde bulundurulması gerekiyor. Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini tanıma karşılığında Rojava’ya girme iznini koparsa bile bu kez Rusya ile karşı karşıya gelecektir. Rusya, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıktığı için Türkiye’nin yapacağı bu seçimi sıcak karşılamayacak ve bölgede yapılacak bir operasyona sıcak bakmayacaktır. Dolayısıyla bölgedeki dengeler özellikle Rusya – Ukrayna savaşından sonra fazlasıyla karışmış görünüyor. Daha önce ABD ve Rusya arasında denge politikası yürütmekte olan Türkiye için bu artık pek mümkün görünmüyor. Ya ABD ve dolayısıyla NATO’yu ya da Rusya’yı seçme noktasına daha da yaklaşılmış durumda. Bu süreçte Türkiye’nin Rusya’yı seçme ihtimali oldukça düşük görünüyor.

Bununla bağlantılı olarak son günlerde Türkiye’nin İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır gibi, ABD’nin Ortadoğu’daki önemli müttefikleriyle yakınlaşma çabaları düşünülürse Rusya kartına oynaması kolay görünmüyor. Erdoğan oluşan ortamı bir pazarlık unsuru olarak kullanıp seçime dönük avantajlar elde etmeye çalışsa da bu kez işler sanıldığı kadar kolay olmayacak gibi görünüyor.

Ukrayna – Rusya Savaşı ve ABD

Savaş hâlâ bütün şiddetiyle devam etse de son dönemde Türkiye basınının savaşa ilgisi azalmış durumda. Savaşla ilgili haberler neredeyse yok denecek kadar az. Ancak bu savaş küçümsenmeyecek kadar ciddi tehlikeler barındırıyor. ABD ve Avrupa, Ukrayna’yı NATO’ya doğrudan almasalar bile çok ciddi yardımlarla onun bir parçası haline getirmiş durumdalar. Hem Avrupa devletleri hem ABD Ukrayna’ya ciddi askeri ve mali yardım kararları aldılar. Bütün bunlar olurken Rusya’nın durumu sessizce izleyeceğini ve bu yenilgiyi kabulleneceğini düşünmek fazla iyimser bir görüş olur. Bu savaşın barındırdığı nükleer savaş riski göz önüne alındığında, savaşı doğuran sorunların Rusya’nın kabul edebileceği bir zeminde çözülmesi gerekiyor. Ancak ABD bu konuda kışkırtıcı bir tavır sergileyerek Rusya’yı tümüyle devre dışı bırakmaya çalışıyor.

ABD gerilimi sadece bu bölgede ve Rusya’ya karşı yükseltmekle kalmıyor, benzer bir durumu Çin’le de yaşıyor. ABD, Çin’in Tayvan’a müdahale etmesi durumunda müdahale edeceğini söyleyerek açıkça bir savaş çıkabileceği tehdidini savuruyor. Tüm bu gerilimli alanlarda sorunların hep ABD lehine çözüleceğini düşünmek pek mantıklı olmayacaktır. Bu nedenle insanlık, önümüzdeki süreçte, nükleer savaş tehlikesi de dahil pek çok tehlikeli durumla karşı karşıya kalabilir.

İran’da Protestolar

Ekonomi bölümünde bahsettiğimiz gibi tüm dünyada gıda fiyatları konusunda büyük bir sorun yaşanıyor. Bu sorunu yaşayan ülkelerden biri de İran. Son günlerde İran’da pek çok bölgede yüksek gıda fiyatlarını protesto eden göstericiler sokaklara döküldüler. Protestoların büyük katılımlarla gerçekleştiği ve pek çok insanın gözaltına alındığı belirtiliyor. Yine Devrim Muhafızları Ordusu’nda Albay olan bir askerin öldürülmesi de İran’da yaşanan önemli bir gelişme olarak basına yansıdı.