Türkiye’de 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından kültür-sanat dünyasında yaşanan gelişmeler bu yazıda derlenmiştir. Toplumun yaklaşık %48lik bir kesimini umutsuzluğa sevk eden ancak bundan çıkış yollarının aranmasını, dayanışmayı ve cesareti elzem kılan seçimlerin ardından kültür-sanat alanında konser, oyun, festival yasaklamaları ve ekonomik kriz gündemde idi. İlgili haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.

 

İktidar ve İktidarın Sanat Alanındaki Yaptırımları

Mayıs ayında 14 Mayıs ve 28 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen yeni dönem meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından 22 yıllık AKP iktidarının devamı tescillendiğinde ülkede daha sert yaptırımların olması beklenmekteydi. Ancak seçim öncesi dönemde olduğu gibi kültür-sanat alanında konser yasaklamaları ve muhalif sanata yönelik engelleyici müdahaleler benzer bir biçimde devam etti. Kamuoyu tarafından çok fazla tanınmayan kişilerden oluşan teknokrat bir kabinenin kurulmasıyla birlikte Türkiye kültür-sanat ortamında yaşanacak gelişmeleri yakından takip etmek ve değerlendirmek kritik bir noktada durmakta.

Seçimi izleyen haftalarda yaşanan gelişmeler geçtiğimiz dönemden farklı bir durum yaşanmayacağının sinyalini vermekte. Bu dönemde kültür-sanat gündeminin en önemli gelişmelerinden biri konser yasaklamaları oldu. Melek Mosso’nun konserini iptal etmesi ve ardından “Cumhurbaşkanımız en sert düzenlemeleri yapacaktır” açıklaması dikkat çekiciydi. Mosso’ya bu açıklamayı yaptıran gelişmeler neler idi? PowerTürk Müzik Ödülleri Töreni’nde “En Güçlü Cover Şarkı Ödülü”nü alan Mosso, bu ödülü katledilen bütün kadınların ruhlarına armağan etmişti. Ödül töreninde yaptığı konuşmanın ardından sosyal medyada gündem olan Melek Mosso’nun konserleri AKP’li belediyelerin merceğine girdi. Konserlerin iptal edilmesi yönünde yoğunlaşan taleplerin sonucunda Mosso 8 Haziran 2023’te İstanbul Kuruçeşme Açıkhava konserini iptal etti. Bu iptalin akabinde 57. Tekirdağ Kiraz Festivali’nde sahne alan Mosso kırdığı kişilerden özür dilerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kadın cinayetleri ile ilgili “en sert uygulamaları, en sert düzenlemeleri yapacağından emin olduğunu” belirtti. Bu açıklamaya rağmen festivalin gerçekleştiği Süleymaniye Belediyesi’nin başkanı Cüneyt Yüksel AKP Genel Merkezi’ne çağrıldı ve konuyla ilgili bir savunma yapması talep edildi. Bu savunmanın ardından Yüksel istifa etti.

Melek Mosso’nun hedef gösterilmesine paralel olarak Balıkesir’de festivallerin yasaklanmasına yönelik bir bildiri yayımlandı. TÜGVA, İlim Yayma Cemiyeti, İHH, AGD ve MÜSİAD gibi ana akım yapıların yayımladığı bildiride festivallerin “toplumun ahlakını” bozduğu ve “gayri ahlaki haram ilişkilere, sarhoş edici içki ve madde kullanımına, isyan ve başkaldırıya yönlendirdiği” iddia edilerek festivallerin iptal edilmesini talep etti. Bu bildirinin yayımlanmasının hemen ardından Balıkesir’de gerçekleşecek Hande Yener konseri iptal edildi. Buna ek olarak Melike Şahin ve Mabel Matiz’in Denizli’de vereceği konserleri, Elle Style Awards Ödülleri’nde yaptıkları konuşmalar gerekçe gösterilerek iptal edildi. Sanatçılar ödül töreninde ödüllerini kadınlara ve LGBTİ+’lara adadıklarını belirtmişti. Seçim sürecinde iktidar karşıtı görüşlerini belirten Türk Halk Müziği sanatçısı Hüseyin Turan’ın Bursa konseri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik açıklamalarda bulunan rapçi Eypio’nun Samsun konseri iptal edildi. İktidarı eleştiren söylemlerde, kadın hareketini ve LGBTİ+ mücadelesini destekleyen açıklamalarda bulunan sanatçıların ekonomik kriz günden güne perçinlenirken sanatlarını icra etmeye nasıl devam edecekleri ve nasıl desteklenecekleri takip edilmesi gereken önemli bir nokta olarak karşımızda durmaktadır. Diğer yandan, geçtiğimiz yıllarda daha ağırlıklı yerel yapıların çağrıcılığında Zeytlinli Rock Festivali engellenirken, bu sene sadece lokal, küçük yapıların değil, ana akım yapıların çağrıcılığında Balıkesir, Ayvalık Festivalleri iptal ettiriliyor. Muhalif yapılara dönük gözaltılar oluyor. Bu da, bu yasaklamaların, seçim evveli muhalif kanada desteğini açıklayan kesim ve sanatçılara dönük cezalandırma ve had bildirme pratiğinin ötesinde, seçim sonrası gayet örgütlü bir biçimde seküler alanın kazanımlarının geriletilmesine dönük daha güçlü zorlamalar, girişimler olduğunu gösteriyor.

Bütün bu yasaklamalardan kültürel çoğulcu sanatın da nasibini aldığını belirtmek gerekir. Milliyetçi grupların hedef gösterdiği Apolas Lermi’nin Gümüşhane konseri gerçekleşmedi. Tatvan Kaymakamlığı, ŞanoWan ekibinin “Haylo Dîsa Tevlihev bû” adlı tiyatro oyununu hiçbir gerekçe göstermeden yasakladı. Amed’de ise “izin alınmadığı ve gürültü ihbarı” gerekçesiyle Kasım Taşdoğan’ın konseri engellenmek istendi. Konser, hoparlör kullanılmadan devam etti ve Taşdoğan “rahatsız etmeye devam edeceğiz” açıklamasında bulundu.

Bütün bu yasaklamalarla beraber MÜYORBİR Genel Sekreteri Merve Eryürük’ün söyleşisi bütün bunlara ve aynı zamanda sanatçılar arasındaki dayanışmaya parmak basan bir noktada durmakta. Güvencesiz bir ortamda çalışan sanatçı ve sektör çalışanlarına yönelik, kıyafetleri, cinsel yönelimleri ve politik görüşleri nedeniyle yöneltilen saldırılar günden günden artmakta. Eryürük iktidar ve onun çevresindeki söylemler tarafından desteklenen bu saldırganlığın karşısında dayanışma kurması gereken sanatçıların ve muhalif çevrelerin bu tavrı örgütleyemediğini belirtiyor: Örneğin, Mosso’nun özür açıklamasına yönelik sanatçı ve muhalefetten gelen yorumların sağlıksız olduğunu belirtiyor. Bu nokta, sanatçıların hangi koşullar altında, hangi sistemsel ve toplumsal bağlamlarda ne gibi açıklamalar yaptığını değerlendirmek için daha derin analizlere ihtiyaç olduğunun altını çiziyor. Bununla beraber baskı dönemlerinde nasıl bir sanatçı duruşu ve kimliği inşa etmeli sorusu yakıcılığını Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında da koruyor.

Diğer yandan bu yasaklamalara karşı malesef seçim sürecinde seküler kesimin umut bağladığı parti yapıları, örneğin CHP bir açıklama yapmıyor ve kendi içindeki karmaşa ile boğuşuyor görünüyor. Yahut altılı masadan diğer siyasi odakların tüm bu yaşananlar karşısında bir açıklaması olmadı, olmuyor. Toplumsal kesimlerde ve de sanatçılarda, kısa dönem önce değişim vaadi ve beklentisi yaratan bu siyasi kesimlerdeki karmaşa ve örgütsüzlük, sanatçılarda bir hayal kırıklığı ve devamında apolitikleşme, kendi kabuğuna çekilme tepkisi yaratmış olabilir. Dolayısıyla da, Melek Mosso’nun yaptığı açıklamayı eleştirirken, sanatçıyı kuşatan koşul ve zorlamaları da analiz etmek, genel eğilimin aksine sanatçıyı güçlü hissettirecek dayanışma kanallarını tekrar canlandırmak gerekiyor. Seçimlerin ardından toplumsal muhalefetin kapıldığı umutsuzluk hangi odakların yararına olur sorusuna verilecek yanıtlar, sanatçıları dayanışma kanallarına yönlendirecek bir yol olabilir.

Ekonomik Kriz

Konser, festival ve oyun yasaklamalarının getirdiği maddi yüke ek olarak Haziran ayında Anayasa’nın 67. Maddesi’nde bulunan gelir vergisi oranlarında ve katma değer vergilerinde bir artış gerçekleştirildi. Bu durumdan özellikle, devlet nezdinde malesef hala esnaf/tüccar statüsünde görülen sanat kurumları ve özel tiyatrolar etkilenecek. Çünkü son vergi zamlarıyla özel tiyatroların bilet fiyatı üzerinden alınan vergi %8’den %10’a yükseltildi,  oyun satın alımlarında uygulanan vergi ise %18’den %20’ye çıkarıldı. Gelir vergisi ise %20’den %25’e yükseltildi. Bunun sonucunda, bilet fiyatlarında oluşacak artış, seyirci sayısını etkileyecek, kazanılan ücretlerin önemli bir miktarının vergi ve stopaj ücretlerine yatırılması özel tiyatro sanatçılarını ve çalışanlarını maddi olarak daha da zora sokacaktır. Bu durumla ilgili Tiyatro Kooperatifi’nin bir açıklaması oldu. Kooperatif, bu açıklamasında alanın devamlılığı için vergi yükünün hafifletilmesini talep etti. Talebe herhangi bir yanıt oluşturulmadı. Bu talep daha evvel de çok defa dile getirilmiş, pandemi döneminde çok kısa bir süreliğine tiyatroların vergisi %1’e düşürülmüş ama bu noktada yapısal, etkin bir çözüm hiçbir zaman üretilmemişti.

Artan vergiler ve ekonomik kriz karşısında satılığa çıkarılan mekanlardan biri Müjdat Gezen Tiyatrosu’nun binası oldu. Bilet fiyatlarında fazla artış yapmayan ancak vergi, çalışan ücretleri, mekan masrafları gibi giderleri karşılayamayan, hatta “dolu salonda/kapalı gişe oynarken dahi zarar ettiğini” belirten Gezen çözümü binayı satmakta buldu. Bunun sadece bir örnek olduğunu belirtmek gerekir. Bir mekana sahip olan özel tiyatroların ya da gezici kumpanya misali diğer sahnelere konuk giden grupların, bağımsız bir biçimde, seyircileriyle ve diğer sanatçılarla maddi-manevi bir dayanışma içine girerek varlıklarını sürdürüp sürdürmeyecekleri, hatta sezonu açıp açamayacakları önümüzdeki süreçte görülecek.

Deprem

Seçim öncesi ve sonrası gündemdeki ağırlığını azaltan deprem gündemi kültür-sanat alanında mevcudiyetini belirli bir ölçüde sürdürmekte. Grup Yorum ve Hollywood Vampires verdikleri konserlerin gelirlerini deprem bölgesine bağışladı. TED Bodrum Koleji ‘Deprem Geleceğimizi Yıkmasın’ kampanyası kapsamında bir konser düzenledi. Dayanışma konserine pekçok sanatçı iştirak etti. Konser gelirleri depremlerde ailelerini kaybeden çocukların eğitimine katkı sağlamak için bağışlanacak.

Maddi desteklere ek olarak sanatçıların bölgede gösterdikleri varoluş biçimi değerlendirmeye değer bir noktada durmaktadır. Zira Hatay’da çocuklara gösterilen “Korku ve Kederin Kaçtığı Gün” adlı oyun deprem anından sesleri barındırması, bacak kesme sahnelerinin olması ve depremin “tanrının günahkarları cezalandırması” sebebine bağlandığı sahneler içermekteydi. Uzmanlarca travmatize edici ve sağlıksız bulunan bu oyunun bölgede hangi kurumdan izin alarak gösterildiği ise muamma.

Diğer yandan Hatay’da 22 yıldır kesintisiz olarak düzenlenen Evvel Temmuz Kültür ve Sanat Festivali, 6 Şubat depremlerinde yaşanan büyük yıkıma rağmen bu yıl 6-17 Temmuz tarihlerinde yapıldı. Samandağ Kalkındırma Derneği ile Akdeniz Dayanışma ve Kültür Derneği tarafından organize edilen festivalde, Samandağ başta olmak üzere, Defne ve Antakya’da konserler, film gösterimleri, söyleşiler, paneller, kadın ve çocuk etkinlikleri düzenlendi. Daha evvelki senelerde 3-4 gün süren festival bu sene ilk kez 11 güne yayılan uzun bir festival olarak örgütlendi ve etkinlikler tek merkezde toplanmayıp birçok mahalle ve köye yayıldı. Dikkat çekici etkinliklerden biri Kardeş Türküler konseri ardından Kardeş Türküler projesi müzisyenlerinden Selda Öztürk ve Burcu Yankın’ın Defne ilçesinde kadınlarla beraber gerçekleştirdiği müzik atölyesiydi; 7 yaşında çocukların da 70 yaşında nenelerin de katıldığı atölyede bidonlar, kovalar gibi eldeki objelerle ritim kompozisyonları ve parçalar düzenlenip beraber şarkılar söylendi. Evden normalde çıkmayan, hatta bazıları deprem sonrası derin yas sürecinde “yaşamaktan ötürü dahi kendisini suçlu hisseden” kadınlar için çok güçlendirici bir etkinlikti. Bu tür etkinliklerin sürekliliği de sağlanarak bölgeye taşınmak, oradaki deperemzedelerle ve depremzede sanatçılarla dayanışmaya devam etmek yahut bunu halihazırda gerçekleştiren yapı ve sanatçılara destek vermek çok değerli.

Metamorfoz Dizisi

2000’i aşkın gündür hukuksuz bir biçimde cezaevinde tutulan Osman Kavala, TRT’nin dijital platformunda yayınlanan ve kendisine yönelik bir itibarsızlaştırma çalışması olarak değerlendirilebilecek Metamorfoz adlı dizi hakkında yazılı açıklama yaptı. Açıklamasında “Kamu kaynaklarının bu amaç için kullanılmış olması beni yadırgatmadı” ifadelerini kullanan Kavala’nın dizide yer alan “oyunculara” yönelik ifadeleri dikkate değerdi: “Benimle ilgili hazırlanmış bir senaryonun TRT tarafından finanse edildiğini ve dizi-film olarak yayınlandığını öğrendim. Kişi itibarını koruyan yasalardan kaçmak için hileye başvurulmuş, ismim açıkça kullanılmamış. Hukuksuz olarak cezaevinde tutulmam için kullanılan iddianamelerde olduğu gibi, bu dizide de gerçek olayların tahrif edilmesi yöntemine başvurulduğu, komplo teorileriyle suçlu olduğum algısı yaratmanın amaçlandığı anlaşılıyor. Kamu kaynaklarının bu amaç için kullanılmış olması beni yadırgatmadı. Beni şaşırtan ve bana üzüntü veren genç sanatçıların bu itibar suikastı projesinde yer almaktan rahatsızlık duymamaları.” Osman Kavala’nın kendisini çok iyi ifade eden bu açıklamasının son cümlesi, sanatçının sorumluluğu, seçimi, etik çerçevesi anlamında da çok şey söylüyor. Maalesef piyasada, özellikle oyunculuk söz konusu olduğunda, oyuncunun yaptığı işin içeriğinden sorumlu tutulamayacağı, oyuncunun sadece bir icracı olduğu yönünde bir inanç hakim. Hatta, oyuncularda ‘ben sadece bir aktarıcıyım, ekmeğime bakarım, yaptığımın her işin dramaturjisine müdahalem olamaz’ gibi, oyuncunun etkinliğini pasifize eden, sanat ve zanatının etkisini azımsayan bir yaklaşımları var. Halbuki oyuncu, bir yapımcı, yazar, yaratıcı kadar olmasa bile, yaptığı iş, yapmayı tercih ettiği iş ya da yapma biçimi  üzerinden toplumsal bir sorumluluk taşıyor. Örneğin bir karalama kampanyasının içinde olmamak, olmamayı tercih etmek, suça iştirak etmemek, bir oyuncunun kendisi açısından belirleyeceği kırmızı çizgilerden biri olmalı. Oyuncu kendi sanatsal hikayesi içinde bir ilkesel çerçeve içinde hareket etmeli; Osman Kavala’nın açıklaması bu gerçekliği bize çok acı bir biçimde tekrar ifade ediyor.