Bu değerlendirmemizde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel tiyatrolara verdiği desteklerdeki usulsüzlükleri, AKM’nin açılışını, Türk Dünyası Günleri’ni, sansür ve yasaklamaları, farklı kültürleri konu alan dizileri ve kültürel çoğulcu sanat gündemini ele aldık. Yararlandığımız haber akışına buradan ulaşabilirsiniz.

Kültür Bakanlığı ve Özel Tiyatrolara Yardım Raporu

Tiyatro Kooperatifi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel tiyatrolara verdiği yardımla ilgili bir rapor yayınladı. Kooperatif üyesi olan 64 tiyatrodan %41’inin yardım için başvuruda bulunduğu belirtilen raporda geri kalan tiyatroların yardıma başvurmama sebebi olarak destek miktarının yetersiz kalması ve değerlendirme sürecinin adil ve şeffaf yürütüleceğine dair bir güvensizlik olması öne çıkıyor. Başvuru yapan kooperatif üyelerinin %92’sinin yardımdan yararlandığı vurgulanıyor. Kooperatif üyesi tiyatroların farklı koşullara sahip olması, yönetmelikte yer alan yardım kriterlerinin ne derece uygulandığına dair önemli verilerin açığa çıkmasını sağlamış. Yönetmelikte oyun metninin yerli yazara ait olması bir kriter olarak yer alırken yabancı oyun yazarına ait bir metinle yardıma başvuran bir tiyatronun daha çok yardım alması, salon sahibi tiyatrolara koltuk başına ekstra yardım verileceği belirtilirken bunun uygulanmaması, sigortalı çalışan sayısının yardımda belirleyici bir kriter olduğu belirtilirken daha az çalışana sahip tiyatroların daha fazla çalışana sahip tiyatrolardan fazla yardım alması gibi kritik veriler bulunuyor. Kooperatifin kamuoyuyla paylaştığı bu veriler yardım yapılırken nasıl bir usulsüzlüğe imza atıldığını belgelemesi açısından oldukça önemli.

 

 

 

AKM’nin Açılışı ve Cumhurbaşkanlığı Ödülleri

AKM’nin açılışı çeşitli etkinliklerle yapıldı. 10 Şubat 2019 tarihinde temeli atılan yeni yapının içerisinde 2 bin 40 kişi kapasiteli opera salonu, 802 kişilik tiyatro salonu, sergi salonları, 20 bin kitaplık kütüphane, Yeşilçam sineması, müzik kayıt stüdyosu, ofisler, restoran ve kafeler bulunuyor. Sanat yönetimine Remzi Buharalı getirildi. Mekanın adındaki “Atatürk” ibaresinin korunmasını bir kazanım olarak niteleyenler olduğu gibi açılış üzerine yapılan yorumlarda en dikkate değer nokta bu mekanın amatör ve profesyonel düzeyde farklı kültür-sanat etkinlikleri için halkın erişimine açık olup olmayacağı sorusuydu. Eğer sadece Devlet Opera Bale ve Devlet Tiyatroları’nın erişimine açık olacak, bunun dışında şirketlere yüksek bir rayiç üzerinden kiralanacak bir mekan olacaksa bunun kültürel bir kazanım olup olmadığı tartışmalı. İlk AKM’nin 1969 yılında “Kültür Sarayı” adıyla açılışının da benzer tartışmalara sahne olduğunu hatırlatmakta fayda var. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın programa alınmamasını protesto eden Muhsin Ertuğrul eleştiri literatürünün belki de en sivri taşlamalarından birini yazarak duruma tepki vermişti. Eski AKM, üç sahneyi, atölyeleri ve prova odalarını barındıran yapısıyla sadece Devlet Tiyatroları’nın ve Devlet Opera ve Balesi’nin kullanımına açıktı ve bunun dışında şirketlere kiralanıyordu. Şimdi açılan AKM’nin ise sadece iki salonu bulunuyor ve bu haliyle eskisinden daha düşük bir performans alanına sahip. Mevcut arazi üzerine çok daha fazla işleve sahip birçok sahne ve prova mekanı yerleştirilebilecekken iki sahne ve sergi salonlarıyla yetinilmesi önemli bir eksiklik olarak göze çarpıyor. 

Öte yandan opera seyircisinin yeni açılan binadaki gösterileri fazlasıyla sahiplendiğini ve biletlerin kısa sürede tükendiğini gözlemek de mümkün. AKM’yi, artık bir yanında büyük bir camii diğer yanında da kültür merkezi olan yeni bir meydan mimarisinin parçası olarak değerlendirmek gerekiyor. 

Mevcut iktidarın kültür politikalarını yansıtan eserlerin opera seyircisi ile buluşabileceği bir mekan oluşturulmuş durumda. Binanın açılışı için sipariş edilen ve açılışta canlı yayınlanan Sinan Operası sanatı yerlileştirme ve millileştirme çabalarına örnek olarak gösterilebilir. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun programdaki ağırlığının fazla olması da bu durumun uzantısı olarak değerlendirilebilir. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin gerçekleştiği mekanlar arasında AKM’nin yer almıyor olması da dikkat çekici bir diğer nokta.

 

 

Türk Dünyası Günleri

Bu sene hem Kültür ve Turizm Bakanlığı hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu konuda ayrı etkinlikler düzenlediler. Bakanlığın düzenlediği Korkut Ata Türk Dünyası Film Festivali’nde 42 belgesel ve kurgu film gösterimi yapıldı. Aynı dönemde İBB de “Türk Dünyası Ülkeleri 30. Bağımsızlık Yılı Sanat Kutlamaları”nı düzenledi. Söyleşilerin yer aldığı bu etkinlikte Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Aziza Mustafa Zadeh’in yer aldığı bir konser de sahnelendi. İBB organizasyonunda yer alan, Pelin Batu’nun moderasyonu yaptığı, Yaşar Çoruhlu’nun konuk olduğu “Türk Mitolojisi” başlıklı bir söyleşide “Türk Mitolojisi”nin ne kadar doğa dostu, şiddetten ve ataerkiden uzak olduğu üzerinde duruldu. İki farklı organizasyonda da Türk milliyetçiliği yarışının gerçekleştiğini söylersek yanlış olmaz. Özellikle İBB etkinliklerinde Türk dilinde üretilen kültürel ve sanatsal eserler ön plana çıkarılırken Türklük anlatısında savaş ve şiddetten ziyade sanatı, doğa sevgisini, kadın tanrıça figürünü vs. ön plana çıkaran bir restorasyon çabasına girildiği göze çarpıyor. Her iki etkinlikte de kültürel çoğulculuk, kültürlerin biraradalığı gibi kavamlar göz ardı ediliyor.

Sansür ve Yasaklamalar

Bu değerlendirmede sansür ve yasaklara dair oldukça geniş bir örnek yelpazesiyle karşılaştık. Amed Şehir Tiyatrosu’ndan Özcan Ateş’in Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nde sergileyeceği “Dawîya Dawî” isimli stand up gösterisi Fatih Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. İBB’nin sanat etkinliğinde sahnelenecek “Ölüm Uykudaydı” adlı oyun da yine Fatih Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. Cem Yılmaz, Rüstem Batum’un programında Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu ile ilgili “Olan biteni evrensel standartlarda, bir ülkede böyle şeylerin olmaması gerektiğini düşünüyorum” diye konuştu ve bunun üzerine Devlet Bahçeli’nin danışmanı Yıldıray Çiçek tarafından tehdit edildi. Orhan Pamuk’a, Veba Geceleri romanında “Atatürk’e ve Türk Bayrağına hakaret” ettiği iddiasıyla yeniden soruşturma açıldı. Levent Üzümcü’ye, devletin sanatı desteklemesinin anayasal bir zorunluluk olduğunu vurguladığı performansı nedeniyle “halkı kin ve nefrete sevk etmekten” soruşturma açıldı. KHK’larla işlerinden olan 11 akademisyenin OHAL Komisyonu’na yaptıkları başvurular reddedildi. Antakya’da Meclis Sanat Kültür Merkezi’nde sahnelenmek istenen “Karahindiba” oyununun gösterimi, içeriğinde geçen “testis” kelimesinden dolayı müstehcen olduğu gerekçesi ile Hatay Valiliği tarafından iptal edilmişti. Oyunu iptal edilen Sertaç Demir’in Valilikteki işine de son verildi. Sertaç Demir oyunun yetişkinlerin seyri için hazırlanmış bir oyun olmasına rağmen MEB görüşü alınarak oyunun engellendiğini belirtti. Kültür Balıkçılığı tesislerine karşı basın açıklaması yapmadan iki saat önce evi yanan ressam Gökçe Erhan’ın evine dair itfaiye raporu tamamlandı. DHA’nın haberine göre, savcılığa sunulan raporda, yangına evden teleferik hattına çekilen seyyar kablonun kısa devresi ile oluşan kıvılcımların ahşaplara sıçramasının yol açtığı aktarıldı. Bilim Eğitim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı (BEKSAV) geçen aylarda polisin tacizine uğrayan BEKSAV Kadın Meclisi üyesi ve Tiyatro İmge oyuncusu Ayşenur Demir ve sonraki süreçlerde artan tacizlere dair yazılı açıklama yaptı. Sanatçı Mem Ararat’ın, 4 Aralık tarihinde Ankara Keçiören Neşet Ertaş Kültür Merkezi’nde gerçekleştireceği konser, Keçiören Belediyesi’nin salon sözleşmesini feshetmesi nedeniyle iptal edildi. Konserin Kürtçe olması nedeniyle iptalin gerçekleştiği belirtiliyor.

Bahsettiğimiz baskı uygulamalarının toplumun farklı kesimlerinden sanatçılara yönelmiş olması kayda değer bir durum. Ayrıca son gündem değerlendirmelerimizde özellikle Kürt sanatçılara yönelik baskı ve yasakların bir ağırlık oluşturduğunu belirtmek gerekiyor. Özellikle MKM’nin yıldönümü etkinliğinin yasaklanması bu konuda önemli bir örnek teşkil ediyor.

Farklı Kültürleri Konu Alan Diziler

Netflix’te yayınlanan Türkiye’deki Sefarad Yahudilerinin 1940-1960 arasındaki yaşamını konu alan “Kulüp” dizisi büyük bir ilgi gördü. Bu konuda yapılmış önemli yapımlardan biri olarak dikkat çeken dizide Ladino dilinin kullanımına ve Ladino şarkılara da yer verilmiş. Dizi hakkında Yahudi toplumundan belli kişilerle yapılan söyleşide de oldukça olumlu görüşler dile getirilmiş. Etnik kültürel temsilin hazırlanışında özenli davranılması özellikle beğeni topluyor. Fakat dizinin kurgusunda temel bir mantıksal hata olduğunu da atlamamak gerekiyor. Dizinin ana karakterinin Varlık Vergisi (1942) döneminin ardından hapse giderken hamile olduğunu öğreniyoruz. Dizinin ilk altı bölümünün dramatik yapısı ise  hapiste dünyaya gelmiş olan Raşel’in gençlik yıllarına odaklanıyor. Doğal olarak 1959-1960 yıllarını izlediğimizi düşünürken dizinin tanıtımından olayların 1955 yılında geçtiğini öğreniyoruz. Bu bilgi bize dizideki olayların 6-7 Eylül olaylarından hemen önce yaşandığını gösteriyor. Ancak 1955’te genç kızın en fazla 13 yaşında olması gerekir, fakat seyirci 17-18 yaşlarında bir genç kızın başından geçenleri izliyor. Böylesine temel bir kurgu hatasının yapılmış olması, kültürel temsile gösterilen özenin toplumsal dramaturjiye gösterilmemiş olduğu anlamına geliyor. Bu hatanın öylesine bir hata olmayıp dizinin Netflix’te yayınlanabilmesi için verilmiş bir ödün olması ise oldukça muhtemel.

Bir yandan da Show TV’de yayınlanan romanların konu edildiği Üç Kuruş dizisi oldukça tartışma yaratmış durumda. Senaristleri arasında Murat Uyurkulak’ın da yer aldığı dizi, kriminal dünyaya angaje olmuş bir Roman karakterin hikayesini konu alırken aynı zamanda beyaz Türk seyircinin Romanlarla ilgili önyargılarını da kırmayı hedefliyor. Ne var ki dizi Roman toplumunun temsilcileri tarafından oldukça eleştirilmekte. Roman dernekleri diziyi RTÜK’e şikayet ederek yayından kaldırılmasını istedi

Toplumun ötekilerini konu alan bu dizileri gündeme almaya devam edeceğiz.

Kardeş Türküler Konserleri ve Kültürel Çoğulculuk

14 Kasım’da Halk TV’de Serhan Asker’in sunduğu canlı yayınlanan programda Kardeş Türküler konseri vardı. Halk TV izleyicileri tarafından yüksek oranda beğeni toplayan bu konser yayınlandığı gün sosyal medyada öne çıkan gündemler arasında yerini aldı. Bu yayına gelen yorumlardan Halk TV izleyicisi olup Kardeş Türküler konsepti ile ilk kez karşılaşan bir seyirci kitlesi olduğu anlaşılıyor. Kültürel çoğulcu bir konsepte sahip sanatsal üretimlerin seküler ve Atatürkçü kesim içinde günümüze kadar yaygınlaşmamış olmasını sorgulamak gerekiyor.

Bir önceki gündem değerlendirmemizde Diyarbakır Buluşması, Hafıza Odası Sergisi ve Kardeş Türküler, Delil Dilaner ve Diyarbakır Kadın Def Topluluğunun konserleriyle yer aldığı yemekli etkinliği ele almıştık. Bu değerlendirmenin ardından Diler Özer konuyu daha derinlikli ele alan bir yazı kaleme aldı. Bu iki yazıda da geçmişte yaşanan ve bugün hâlâ yaşanmakta olan hak ihlallerine dair sanatsal üretimlerin nasıl bir etik-politik çerçeveden hareketle gündeme getirilmesi gerektiğinin tartışmaya açılmasının çok önemli olduğu vurgulanıyor. Özer yazısında “Kültür-sanat çevreleri olarak bizlerin bu konjonktürde izleyeceği yol haritası nedir?” sorusunu öne çıkarıyor. Devlet nezdinde bir yandan kültür-sanat üzerinde baskıyı artıran bir yaklaşım varken diğer yandan da toplumun farklı kesimlerini, kültürlerini kucaklamaya çalışan, ancak bunun için gerekli olan yüzleşmeyi de erteleyen bir yaklaşım söz konusu. Birbiriyle çatışan, yer yer de birbirini destekleyen bu eğilimler Türkiye’deki mevcut sistemin bir krizde olduğunun ve devlet içinde bir çatışmanın sürdüğünün de göstergesi. Kültürel çoğulcu üretim yapan sanatçıların gelişmelerin peşinde sürüklenmeden kendi yol haritalarını belirlemeleri giderek daha önemli hale geliyor.