8 Nisan-29 Nisan 2021 döneminde kültür-sanat alanındaki gelişmeleri Türkiye’de ve Dünyada Pandemi Koşullarında Sanat, Dijital Sanat (NFT ve Kripto Sanat) ve Sanatçıların Hak Mücadeleleri & Politik Gündemler başlıkları altında değerlendirdik. İlgili haber akışına buradan ulaşabilirsiniz. 

Türkiye’de ve Dünyada “Pandemi Koşullarında Sanat”

Tüm dünyada bir yandan Kovid-19 vakaları artarken, diğer yandan virüsle mücadele, normalleşme çabaları ve kültür-sanat alanında canlı etkinlikleri başlatmaya dönük denemeler devam ediyor. Hollanda, Avusturya, İspanya, İngiltere, ABD gibi ülkelerde bu yönde adımlar atılmaya başlandı; yapılan kimi deneylerin sonuçları açıklanarak uygun koşullarda, gerekli önlemler sağlandığı müddetçe sanatsal etkinliklerin yapılabileceğine dönük olumlu veriler paylaşıldı. Genel tabloya bakıldığında ise, bu “bir kerelik” deneylerin toplu bir açılma için yeterli olup olmayacağı belirsiz duruyor. İlgili ülkelerin kimisinde halen vaka sayıları yüksek ve aşılamada istenilen oranlara ulaşılamamış durumda, bir yandan da toplumda kapanmaya ve kısıtlamalara dönük bir huzursuzluk hâkim. Bu deneyleri sosyal hayatı normalleştirmeye ve dolayısıyla kültür-sanat alanındaki açmazı çözmeye yönelik bilimsel temellendirmeler olarak okumak da mümkün. Düşünülmesi gereken konulardan bir tanesi de sanatçı ve izleyicilerin sağlık açısından güvenliğini garanti eden denemelerin yalnızca belirli ülkelerle sınırlı olduğu. Görülen tabloda toplumun geniş kesimini aşılayabilen ülkelerde, gerekli tedbirin sağlandığı koşullarda kültür-sanat etkinliklerinin varlığından bahsetmek mümkün. Fakat bu durumu kültür-sanat alanında tüm dünyaya yayılan bir normalleşme dalgasının parçası olarak yorumlamanın henüz erken bir tespit olabileceği söylenebilir. 

Türkiye’deki tabloya bakıldığında, gerek vaka, hasta ve vefat oranlarındaki artış, gerekse aşılamadaki yetersizlik belli sektörlerdeki tehlikeli normalleşmenin sonuçları olarak da görülebilir. Kültür-sanat alanındaki etkinlikler ise halen online olarak kısıtlı bir şekilde izleyicisiyle buluşmaya çalışıyor. Örneğin geçtiğimiz aylarda, zor durumda olan müzisyenleri desteklemek amacıyla başlattığı “İstanbul Bir Sahne” programının bir benzeri için İBB özel tiyatrolara da çağrı yaptı. Önceki çağrılarından farklı olarak, Devlet Tiyatroları/Şehir Tiyatroları geliri olmayan ödeneksiz projelerin desteklenmesi hedeflendi. İBB gibi kimi belediyelerin veya bazı özel kurumların sanatçılar için başlattığı destek programları/oluşturdukları online sahne platformları olumlu adımlar olarak değerlendirilse de devlet desteğindeki yetersizlik, düzenli geliri ve sigortası olmayan binlerce sanat emekçisini mağdur etmeye devam ediyor. Yakın zamanda Tiyatro Üreticileri ve Yapımcıları Derneği’nin (TÜYAD) yayımladığı “Tiyatro Emekçilerinin Yaşadığı Hak İhlallerini İzliyoruz” başlıklı raporu da bu konuda somut veriler sunuyor

Salgın sürecinde tiyatro alanına daha ayrıntılı şekilde bakıldığında ise, örneğin Türkiye’de tiyatroların, Hollanda’daki veya diğer ülkelerdeki gibi kapatılmadığı fakat fiilî olarak iş yapamaz hale getirildiği görülüyor. Hafta içi saat kısıtlamaları, hafta sonu yasakları gölgesinde, “yüzde 50’lik dolulukla çalışabilirsiniz” denilen tiyatrolar kira desteği ve ödenek de alamıyor. Kültür Bakanlığı, ödenekli tiyatrolara, Devlet Tiyatrosu çalışanlarına maaşlarını yatırmaya devam ediyor fakat özel tiyatrolar kendi kaderine terk edilmiş durumda. Devlet dairelerinin tam kapasiteyle çalışması, şirketlerin çalışanlarına özel izin ayarlayabilmesi, dizi setlerinin çalışmaya devam etmesi ama gelir getirmeyen tiyatro gibi oluşumların desteksiz bırakılması, izin prosedürlerinin de bürokratik anlamda zora koşulması gibi bir çifte standart söz konusu. Son süreçte yalnızca İBB örneğindeki gibi vergisi kesilerek proje bazlı hibeler yapıldığı görülüyor. Tiyatromuz Yaşasın İnisiyatifi’nce oluşturulan ve kira desteği, vergi indirimi, tiyatro yasası gibi çok temel konulara değinen taleplerin devlet yetkilileriyle masaya oturularak tartışıldığı bir süreç olmakla birlikte, gelinen noktada tiyatro örgütlerinin suskunlaştığı ve o masadaki taleplerin neredeyse hiçbirinin gerçekleştirilmediği görülüyor. 

Benzer şekilde, yakın zamanda Müzik Platformu adında bir oluşumun müzisyenlere dönük bir çağrısı oldu. Bu çağrıda; sanatçıların ve müzik endüstrisi emekçilerinin ihtiyaçlarına/çalışma koşullarına göre sigorta mevzuatının iyileştirilmesi ve çalışan herkesin sosyal güvencesinin sağlanması; müzik endüstrisinde çalışan herkesin “mesleki yeterlilik belgesi” alması; mesleki yeterlilik belgesinin sağlayacağı faydalardan müzik endüstrisi çalışanlarının faydalanması ve tüm bu veriler ışığında Türkiye müzik endüstrisi haritasının çıkarılması gibi hedefler olduğu ifade ediliyor. Kişisel verilerin paylaşılması, kayıt altına alınması, anonim paylaşım adına kullanılabilmesi için izin talep edilmesi, bu verilerin işleneceğine dair onay istenmesi ve bu verilerin tam olarak hangi amaçlarla kullanılacağının anlaşılamaması gibi noktalar, konuyla ilgili daha ayrıntılı bir bilgilenmeyi elzem kılıyor. Şu an için platform çağrısı dışında bir bilgiye ulaşılamıyor. Kültür Bakanlığı, MESAM, MÜYOR, MSG gibi kurumların bu çağrıyı desteklediği ifade ediliyor fakat çağrıda tüzel bir kişilik belirtilmediği için adı geçen kurumlardan konuyla ilgili bilgi alınmaya çalışılması öneriliyor.

Dijital Sanat (NFT ve Kripto Sanat)

Dünyada özellikle son yıllarda faaliyet alanı genişleyen dijital dünyada sanat çalışmalarının bir diğer örneği son dönemde gittikçe ismi duyulur hale gelen NFT sanat piyasası oldu. Uzun açılımı non fungible token olarak geçen NFT’nin Türkçe kelime anlamı; “değiştirilmesi mümkün olmayan dijital varlık” olarak ifade edilebilir. Bir nevi eşi benzeri olmayan bir dijital sertifika olarak değerlendirilebilecek NFT, bir anın, şeyin veya sanat eserinin soy kütüğünü oluşturmak anlamına da geliyor. Türkiye’den Refik Anadol, PAK, Tarık Tolunay gibi sanatçıların üretimleriyle duyulmaya başlayan NFT sanat piyasasıyla ilgili birkaç önemli nokta ön plana çıkmakta. Öncelikle bu piyasanın özellikle görsel ve plastik sanatlarda üretim yapan sanatçılara üretimlerini ilk elden satışa sunabilme, eserin geleceğiyle ilgili karar alabilme gibi avantajlar sağlayabileceği düşünülüyor. Bu dönüşümün bir örneğinin 2000’li yıllarda dijitalleşen müzik endüstrisi özelinde görüldüğü belirtilebilir. Bugün internete bir platform aracılığıyla konulan tüm müzik eserleri sanatçılar tarafından takip edilebiliyor. NFT teknolojisinin de buna görsel sanatlar alanından bir örnek oluşturduğu belirtilebilir. Fakat bu değişimin büyük sonuçları olacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Müzik sektörü özelinde benzerlik kurularak ilerlendiğinde gelecekte Spotify gibi büyük NFT satış ve kullanım platformları olacağı öngörülebilir. Pek uzak olmayan bir gelecekte, sanatçılar için bu mecralarda var olabilmek de zorlu mücadele alanlarından biri haline gelebilir. Bu bağlamda günümüz koşullarında ilk elden gelişmeye açık, özgür ve serbest görülen NFT piyasalarının bir süre sonra yerini tekellere bırakacağı öngörülebilir.

NFT sanat piyasası tartışmalarından biri de satılan işlerin estetik boyutuyla ilgili. Gündemde var olma biçimine bakıldığında içerikten ziyade ödenen meblağ ile paranın ön plana çıktığı bir piyasadan bahsetmek mümkün. Burada sanat eserinin estetik ve politik bağlamını tartışmaktansa her şeyin satılabilir hale gelmesinin bir örneğinin görüldüğünü atlamamak gerekiyor. Örneğin Türkiye özelinde Saba Tümer’in kahkahası, Cüneyt Özdemir’in “bu bir sanat eseridir” yazılı tweeti NFT olarak satıldı. Sanat eserinin kendisindense fikrinin bir sanat eseri olması konusu bir süredir kavramsal sanat alanında da sıkça karşımıza çıkan tartışmalardan biri. Dünyada da NFT sanat eserlerinin bir meme estetiğiyle, yani eklektizmin son noktası gibi bir çerçeveyle sunulması nedeniyle kripto sanat oldukça ağır şekilde eleştiriliyor. Blockchain teknolojisiyle çalıştığı için çevre düşmanı bir altyapıya sahip olması eleştirinin bir diğer boyutunu oluşturuyor.

Sanatçıların Hak Mücadeleleri ve Politik Gündemler

Usta tiyatrocu Genco Erkal, “Cumhurbaşkanlığına hakaret” iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeye çağrıldı. Yedi tweetinin buna kanıt olarak gösterildiği, bunlardan beşinin 2016 yılına ait olduğu ifade edildi. Dolayısıyla 2016 yılından beri kendisine dair bir dosya tutulduğu ortaya çıktı. Genco Erkal ifade sonrası yaptığı açıklamada, “İşimin politik tiyatro yapmak olduğunu, 60 yıldır bu işi yaptığımı, dünyanın her yerinde haksızlıklara, baskılara, adaletsizliğe, bağnazlığa karşı olduğumu ve bu düşüncelerimi hem sahneden hem de sosyal medyadan açıkladığımı anlattım. ‘Başkanlık sistemine karşıyım’ dedim. ‘İfade özgürlüğünün kısıtlanmasına, insanların düşünceleri yüzünden hapis yatmalarına, doğanın katledilmesine ve betonlaştırılmasına karşıyım’ dedim” diyerek süreci eleştirdi. 

83 yaşındaki usta sanatçının pandemi koşullarında sağlığı hiçe sayılarak ifadeye çağrılması ve suçlanması karşısında, Fazıl Say, Zehra İpşiroğlu, Dikmen Gürün, Ayşegül Yüksel, Zeynep Oral gibi isimlerden Genco Erkal’a bireysel düzeyde destek yazıları geldi fakat genel olarak sanat çevrelerinde örgütlü bir imza metni veya organizasyona rastlanmadı. Bu anlamda Genco Erkal davasının kültür-sanat dünyası için çok önemli bir sınav arz ettiği, Saray’a biat etmeyen sanatçılara saldırıların sadece yargı mekanizmaları aracılığıyla değil, yandaş sosyal medyadaki linç kampanyalarıyla da gerçekleştirildiği, Genco Erkal gibi yıllarını tiyatro sanatına adamış, sanatsal ve politik duruşundan ödün vermemiş bir ismi desteklemenin ne kadar önemli olduğu ifade edildi. Bu skandal hukuki işlem hakkındaki tüm gelişmeler ve yazılar Mimesis Sahne Sanatları Portali’nden de takip edilebilir.

Bir diğer dava gündemi Metin Akpınar ve Müjdat Gezen ile ilgiliydi. “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla yargılanan Metin Akpınar ve Müjdat Gezen hakkında verilen beraat kararına AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın avukatı itiraz etti. İtiraz dilekçesinde iki ismin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı husumet besledikleri iddia edildi.

Rap müzik sanatçısı Ezhel, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, hükümetin meşruiyetini tamamen yitirdiğini belirtti. Ezhel, “Türkiye apaçık bir parti devletine dönüşmüştür. Şu an Nazi Almanya’sından farkı yoktur” dedi. Ezhel son dönemdeki eleştirel-politik açıklamalarıyla protest kesimi temsil eden, bir yandan da sözü, müziği ve duruşuyla farklı kuşakları ve sınıfsal katmanları birbirine bağlayan isimlerden biri haline geldi. Bu yönüyle daha ayrıntılı bir inceleme ve yazının konusu da olabilir. 

Cizre’de 2004 yılında açılıp binlerce öğrenciye kültür-sanat eğitimi veren Mem û Zîn Kültür Sanat Merkezi, 2016 yılında ilan edilen OHAL süreci ve sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte geçici süre kapalı kalmıştı. O günden sonra açılması fiilî olarak engellenen Kültür Merkezi, mülk sahibi tarafından yıkıldı. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bir yazıya yine Art-izan sitesinden ulaşabilirsiniz.

Bir süre önce de gündeme gelen ve müzisyenler arasında dayanışmayı esas alan bir oluşum olarak yoluna devam eden Olta Dayanışma’nın yedinci albümü yayımlandı. Halk müziği sanatçılarının katılımıyla hazırlanan bu türkü albümüne Feryal Öney, Gülay, Erdal Erzincan, Mercan Erzincan, Mazlum Çimen gibi isimler destek verdi. Gelirleri pandemi süreciyle beraber işsiz kalan sahne emekçilerine ve müzisyenlere aktarılacak olan albüm önceki albümler gibi imece usulüyle üretildi. Endüstriyel müzik piyasasına bir alternatif olarak örgütlenen ve Türkiye’de kültür-sanat alanında örneğine çok da sık rastlamadığımız Olta Dayanışma ile nasıl bir sanatsal ve ekonomik paylaşım modeli ürettikleri konusunda daha detaylı bir görüşme de yapılabilir. 

AKP’ye yakınlığıyla bilinen Cengiz Holding’in İkizdere ve İşkencedere Vadisi’ne yapmak istediği taş ocağı projesine karşı köylülerin direnişi devam ediyor. Eylemlere sanat camiasından da kimi destekler geldi. Tarkan, Hasibe Eren, Mert Fırat, Erkan Can, Leman Sam’ın da olduğu çok sayıda sanatçı videolar ve mesajlarla eylemlere dayanışma çağrısı yaptı

Politik gündemle sanatçıların ilişkileri bu şekilde özetlenebilecekken Nisan ayında iki önemli haber sanatçıların hak mücadeleleri ve politik gündemle ilişkileri bağlamında oldukça çarpıcı tartışmalara yol açtı: Grup Yorum’un ayrılan üyesi hakkında yaptığı açıklama ve Erkan Oğur’un İbrahim Kalın ile birlikte yapmış olduğu şarkı çalışması. 

Grup Yorum, bünyelerinde aktif olarak sanat faaliyeti yürüten ve bir süre önce gruptan ayrılma kararı alan bir kadın üyeleriyle ilgili olarak “ihanet” paylaşımında bulundu ve kamuoyuna “yüzüne tükürme, lanetleme” çağrısı yaptı. Gerek kamuoyunda gerekse Kültür-Sanat Komisyonumuzda, bir kadını recm benzeri yöntemlerle hedef gösteren ve şiddeti teşvik eden bu metnin insani değerlerle ve devrimci bir söylemle bağdaşmadığı, bu alanda oluşmuş tarihi ve değerleri de kirlettiği ifade edildi. Uzun yıllar boyunca, sanat ve siyaset ilişkisi üzerinden, iktidarın kültür-sanat alanlarını daraltması, sanata ve sanatçılara uygulanan baskılar karşısında, özgür ve bağımsız bir sanatın savunulması adına kendisine destek sunulan Grup Yorum, bu açıklamasıyla birlikte destek zeminini de tamamen yitirmiş oldu. Murat Meriç, Yasemin Göksu, İlyas Salman gibi isimlerin eleştirdiği “ihanet” metnine bir “kınama” da Grup Yorum’un yaşadığı hak ihlallerini takip eden, gündeme getiren, İbrahim Gökçek ve Helin Bölek’in ölüm oruçları süresince bu davanın takipçiliğini yapan İnsan Hakları Derneği’nin Merkezi Kadın Komisyonu’ndan geldi. Yapılan açıklamada, “Bir kadını şiddete açık bir hedef haline getiren açıklamayı son derece tehlikeli buluyor ve kınıyoruz. Kadınlar hem kamusal alanda hem de özel alanda şiddete maruz kalıyorlar. Maalesef ki kendilerine ‘muhalif’ diyen kesimler de kadına yönelik şiddet konusunda egemenlerden ve muktedirlerden farklı olamayabiliyorlar. Bir kez daha yaşamın tüm alanlarında kadına yönelik şiddete karşı tavrımızı sürdüreceğimizi tüm kamuoyuna ilan ediyoruz” ifadelerine yer verildi.

Gelinen noktada, şiddet çağrısı yapan ilgili metnin, ölüm oruçları üzerinden yaşanan politik bir ayrışmanın sonucunda oluşturulduğunu belirtmek gerekiyor. Yakın zamana dek ısrarla sürdürülen ve insan hayatının pazarlık konusu yapıldığı ölüm oruçları eylemlerinin -özellikle pandemi dönemiyle birlikte bunca ölüm yaşanırken- nasıl bir meşru zeminle gerçekleştiğinin de tartışılmasının önemli olduğu söylenebilir. 

Erkan Oğur’un Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’a “Hiç Oldum” eserinde eşlik etmesi kamuoyunda büyük tepkilere, kutuplaşmalara yol açmış, sosyal medyada epey tartışılmıştı. Tepkiler sonrası Erkan Oğur özeleştirel bir açıklama yayımlayarak hata yaptığını, durduğu yerin iktidarın değil muhalefetin yanı olduğunu ifade etti. Benzer şekilde, yakın geçmişte OHAL sonrası birçok sanatçı bu kutuplaşmanın birer parçası haline gelmek zorunda kalmış hatta çok ses getiren “Sabah Söyleşileri” dalgasında da bu tür örneklerle karşılaşılmıştı. Erkan Oğur’un durumu bu örneklerle benzerlik gösteriyorsa da tartışmalar sonucunda kendisinin daha kararlı bir duruş sergileme ihtiyacı duyması, diktatörlük karşıtı muhalefet açısından bir kazanım olarak değerlendirilebilir. 

AKP’nin kültürel anlamda bir iktidar kuramaması, sağlam bir kültür-sanat altyapısı inşa edememesi çok uzun zamandır zaten gündemde olan bir konu. Türkiye’de bastırmaya ve diktatörlükle yönetmeye dönük girişimler olsa da bu girişimlerin toplumsal rıza üretebilme potansiyeli çok yüksek değil. Dolayısıyla böyle bir ortamda biat jesti sergilemenin ciddi bir hata olduğu söylenebilir. Ömer Faruk Kurhan’ın “Erkan Oğur – İbrahim Kalın Buluşması, Genco Erkal’a Savcılık Soruşturması” yazısı bu konuyla ilgili başvurulabilecek önemli değerlendirmeler içeriyor: “Asıl mesele, Saray’a biat etme konusunda muhalif pozisyon alan ya da kararsız davranan sanatçıların devlet ve belediyelerin sağladığı altyapı ve finans imkânlarından yoksun bırakılarak sivil ölüme mahkûm edilmesi, eleştirel politik açıklamalar yaptıklarında, ‘Silivri soğuktur’ denilerek haklarında savcılık soruşturmaları açılması, ‘ya biat et ya yıkıl git’ ikileminin dayatılması ile ilgilidir.

Muhalefetin ise bu durum karşısında konsolide olma krizi yaşadığı görülüyor. CHP’li belediyelerin, muhalif kesimlerin kendi içinde bir dayanışma sistemi oluşturup sanatçıları desteklemesi ve yaşatabilmesi gerekirken böyle bir kanal işletilemiyor. Sanatçılar tek başına ve örgütsüz kaldıkları için bu tür jestler artıyor. En nihayetinde ise sanatçıların kimlerle, nasıl bir araya geldiği, önemli jestler olarak tarihe yazılıyor.