Bu değerlendirme hazırlanırken şu linkteki haber akışı esas alınmıştır.

İç Politika Gündemi

CHP’deki hareketlenme

Son dönemde Milet İttifakı’nın  özelde CHP’nin gündemi belirlemeye başladığı görülüyor. Helalleşme çağrılarından sonra ekonomik krizin artan etkilerini protesto için CHP meydanlara inmeye karar verdi.  CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, dolardaki sert yükselişle beraber Türk lirasındaki değer kaybı üzerine açıklamalarda bulundu ve miting çağrısı yaptı. Mitinglerin ilk durağının 4 Aralık’ta Mersin Cumhuriyet Meydanı’nda olması planlandı. Ancak Cumhuriyet Meydanı’nın mitingler için tahsis edilmediği gerekçesiyle Mersin Valiliği daha küçük bir alan olan ‘Eski Tevfik Sırrı Gür Stadyumu Yanı Miting Alanı’nı miting için uygun gördü. Birkaç ay öncesinde Erdoğan’a açılan Cumhuriyet Meydanı’nın CHP’ye verilmemesine Kemal Kılıçdaroğlu “Mitingimizi yapacağız. Vali de görecek. Erdoğan da görecek. Herkes görecek” diyerek tepki gösterdi. CHP’nin çağrısına destek niteliğinde bir açıklama da Halkların Demokratik Partisi (HDP) tutuklu eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’tan geldi. Demirtaş, kur kriziyle birlikte kamuoyunda yükselen itirazların ardından muhalefet partilerine “7 bölgede 7 ortak miting” çağrısı yaptı.

Faiz kararları sonrası Merkez Bankası’nı ziyaret eden Kılıçdaroğlu, enflasyon rakamları açıklandıktan sonra da TÜİK’e gitti. Kılıçdaroğlu gitmeden önde Twitter’dan, “TÜİK’ten randevu istedim, vermediler. Saat 11.00’de geliyorum, haberiniz olsun @tuikbilgi” diye yazdı. Kılıçdaroğlu’yla birlikte TÜİK’e giden Engün Özkoç ve Selin Sayek Böke uzun süre kapıdaki görevlilerle Kılıçdaroğlu’nun içeri alınması için konuştu. Ancak TÜİK’in kapısı Kılıçdaroğlu’na açılmadı. Kılıçdaroğlu’nun ziyareti iktidar kanadında tepkiyle kaşılandı. Tepki Erdoğan tarafından Siirt’teki toplu açılış adı altında yapılan mitingde dillendirildi. Toplu açılışın CHP’nin Mersin mitingi ile aynı güne denk getirilmesi iktidar tarafından bir kantar olarak kullanıldı. CHP’nin Mersin mitinginde tahsis edilen alanın küçüklüğüne rağmen katılımın yüksek olması, Kılıçdaroğlu’nın yer yer kürsüyü ekonomik ve siyasi krizlerin mağdur ettiği vatandaşlara vermesi mitingi bir tür gösteriye dönüştürdü. Bunun Kılıçdaroğlu’nun verdiği mesajlardan daha etkili olduğu söylenebilir. İktidar kanadının yapılan mitinglerde toplanan kalabalıklar üzerinden yürüttüğü boy ölçüştürme tuzağına bazı CHP’lilerin de düşmesi didişmeci bir siyaset tarzını ortaya çıkardı. Bu tarz Kılıçdaroğlu’nun meclis konuşmasına da yansıdı. Derin yoksulluk altında ezilen insanların didişmeye değil, alternatif bir yaklaşım ve politikalara  ihtiyacı olduğu bir dönemde büyük olaylar olmadıkça CHP’nin yakaladığı bu ivmeyi koruması beklenebilir.

Seçime hazırlık

Millet İttifakı kanadında yaşanan hareketliliğe iktidar kanadından erken seçim hazırları olarak yorumlanabilecek adımlarla cevap geldi. Öncelik, tabiiki ekonomik krizin etkisini azaltacak söylemlere verildi. Asgari ücret görüşmeleri öncesi ve süresince örneğin Erdoğan demeçlerinde Türk-İş ya da TİSK’in telafuz ettiği rakamların üzerinde, ancak gerek pazardaki enflasyon ve gerekse de döviz kuruna göre hesaplanan miktarın altında bir rakam ima etti. Anlaşılan Erdoğan yapılacak artışın nefes aldıracağı kitlelerin ilgisini çekmeye çalışıyor. Maaş zamlarının asgari ücretle sınırlı kalmayacağı izlenimi yaratıldı. 4 milyon memur ve 2 milyondan fazla memur emeklisinin 2022 ve 2023’teki mali ve sosyal haklarını belirleyen 6. Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri sonrasında memur ve memur emeklilerinin maaşlarına yüzde 30 ile yüzde 35 arasında değişen kümülatif artış oranları ile enflasyon farklarından oluşan zam yapıldığı haberleri yayıldı. Ancak zamların maaşlara yansıyıp yansımadığı meçhul. Konuyu takip etmek gerekiyor.

Ekonomik adımların yanında muhalefete yönelik baskılar da artmaya başladı. Geçtiğimiz dönemin dikkat çeken haberlerinden biri DEVA Partisi’nin kurucu isimlerinden Metin Gürcan’ın siyasi casusluk suçlamasıyla gözaltına alınması oldu. 26 Kasım’da İstanbul’da gözaltına alınan Gürcan, 29 Kasım’da çıkarıldığı Nöbetçi Sulh Mahkemesi’nce tutuklanarak cezaevine gönderildi. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, partisinin kurucu üyesi Metin Gürcan’ın ‘siyasal ve askeri casusluk’ suçundan tutuklanmasıyla ilgili, “Metin Gürcan hakkında isnat edilen suçlamanın yasal unsurlarının oluşmadığı çok açıktır. Yasada tanımlandığı şekliyle bir suç oluştuğuna dair somut bir delil ortaya konulamamıştır. Bundan sonraki adli süreç içerisinde de arkadaşımızın yanında olacağız” dedi. Metin Gürcan’ın tutuklanması henüz sıcaklığını korurken bir saldırı da Mansur Yavaş’a karşı yapıldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Alparslan Türkeş anmasınaki kavgaya ilişkin açıklamalarda bulundu. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı suçlayan Bahçeli, “Mansur Bey’in elinin altında geliştiği kanaati hakim. Bundan sonra Mansur Bey dikkat etsin. Artık kendisinin arkasında bir ülkücü nefes vardır” tehdidinde bulundu. Bu olay ittifaklara dahiliyet konusunda Ülkücü Hareket içindeki ayrışmanın geldiği boyutu göstermiş oldu.

Öte yandan HDP’ye karşı yürütülen gözaltılarla yıldırma operasyonları da hız kazandı. Kocaeli, İstanbul ve Manisa’da düzenlenen ev baskınlarında çok sayıda HDP’li gözaltına alındı. Operasyonlar diğer illere de yayıldı. Mardin’de ortaya çıkan fotoğraf operasyonların insan hakları ihlalleri boyutunu gösterir nitelikteydi. Operasyonlara ek olarak parti kapatmaya ilişkin açılan davada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı esas hakkındaki görüşünü Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) sundu. Başsavcı, iddianamedeki görüşlerini ve HDP’nin kapatılması talebini tekrarladı. Hatırlanacağı üzere iddianamede 451 partili hakkında siyasi yasak istenmişti. Bu arada Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Nahit Eren, HDP’ye yönelik hazırlanan iddianame ve yargılamaya ilişkin AYM’ye “Amicus Curiae (Mahkeme dostu)” sıfatıyla başvurdu.

İktidara karşı çıkan tüm seslerin susturulma çabalarında Sedat Peker de nasibini almış görünüyor. BAE Veliaht Prensi’nin ziyareti sonrasında Sedat Peker’in konumu hakkında pek çok spekülasyon yapılmıştı. Sonrasında El-Cezire’deki bir haberde geçen ve sonradan kaldırılan “gözaltı” sözcüğü ve sonrasında Sedat Peker’e ulaşılamaması spekülasyonları güçlendirdi. Her ne kadar  avukatı kendisiyle  haberleştiğini belirtmiş olsa da Sedat Peker üzerindeki baskının arttığı, dış dünya ile iletişim kurma kanallarının azaldığı  söylenebilir.

Barolar seçimi

Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) iki gün süren 36. Olağan Genel Kurulu 4-5 Aralık tarihlerinde yapıldı. 348 delegenin oy kullandığı TBB Genel Kurulu’nda Ankara Baro Başkanı Erinç Sağkan ve mevcut Başkan Metin Feyzioğlu başkanlık için yarıştı. Hatırlanacağı üzere 2014’te yaşanan Erdoğan-Feyzioğlu vakasından sonra avukatların büyük desteğini alarak Barolar Birliği Başkanı olan Feyzioğlu sonrasında iktidarla yakınlaşmış ve çoklu baro sisteminin hayata geçirilmesinde, TBB seçimlerinde oy kullanacak delege sayılarının manipüle edilmesinde rol oynamıştı. Bu kadar manipülasyon üzerine yine kazanacağı düşünülen Feyzioğlu, Kürt illerindeki barolara kayıtlı delegelerin Erinç Sağkan’ı desteklemesiyle seçimi kaybetti. Metin Feyzioğlu’nun Erinç Sağkan’a karşı seçimi kaybetmesinin iktidar karşıtları açısından çok önemli bir kazanım olduğu söylenebilir.

İpek Er davası

Siirt’te İpek Er’e tecavüz ettikten sonra intihara sürükleyerek yaşamını yitirmesine neden olan uzman çavuş Musa Orhan hakkında, “nitelikli cinsel saldırı” suçundan Siirt 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava karara bağlandı. Hazırlanan bilimsel mütalaada, “Mağdur İpek Er’in içinde bulunduğu sosyal, kültürel çevre bekâretini bozan bir cinsel ilişki yaşadığını kolayca dile getirebileceği bir çevre değildir. Buna rağmen tüm aşamalardaki beyanlarıyla bu beyanlar sonucu elde edilen bulgular tutarlılık taşımaktadır. Olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde ve sanık Musa Orhan’ın her aşamadaki çelişkili beyanları dikkate alındığında, mağdurun beyanlarının inandırıcı olduğu kanaatine ulaşılmıştır” denmesine rağmen duruşmalara SEGBİS ile bağlanan ve davanın tanığıyla adliye gelip giden Musa Orhan’a, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Nitelikli cinsel saldırı” fiilini düzenleyen 102/2 maddesi uyarınca verilen 12 yıl hapis cezası, “iyi hal” indirimi uygulanarak 10 yıla indirildi. Mahkeme ayrıca failinin kaçma şüphesi bulunmadığı gerekçesiyle adli kontrol tedbiri uygulanarak, tutuksuz yargılanmasına karar verdi.

Cumhuriyet Gazetesi

Cumhuriyet’te sendikalı sekiz gazetecinin işten çıkartılmasına tepki gösterdiği için genel yayın yönetmenliğinden alınarak yayın baş danışmanlığına atanan Aykut Küçükkaya gazeteden istifa etti. Küçükkaya yaptığı açıklamada, 29 Temmuz 2021’de Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun ve şirket yönetiminin ‘Cumhuriyet’te sendikaya son verme girişimini’ istifasıyla önlediğini belirtirken, işten atılan 8 arkadaşıyla ilgili karardan bu defa geri dönülmediği için gazeteden ve genel yayın yönetmenliğinden istifa ettiğini belirtti. Ancak bir süre sonra gazeteden yapılan açıklamada ekonomik nedenler gerekçe gösterilerek işten çıkarılan 8 gazetecinin yeniden işe alacağı açıklandı. İşten çıkarılan sekiz kişi geri alınırken Küçükkaya’nın dışarda bırakılması soru işaretlerini de beraberinde getirdi. Ancak yayın yönetmenini değiştirme operasyonun, yayın politikasında da bir değişiklik olabileceği anlamına gelmesi beklenmiyor.

Boğaziçi Üniversitesi

Boğaziçi direnişi birinci yılına yaklaşırken en ufak bir talebini dahi yönetime kabul ettirememiş durumda. Senato tamamen devre dışı bırakılırken, ÜYK mümkün olduğunca by-pass ediliyor. Sosyal Bilimler Enstitüsü müdürü dışardan atandı. Dekanlar hakkında soruşturmalar açılırken, bazı hocalar gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten savcılığa çağırılıyor. Sözleşmesi feshedilen hocalara Mohan Ravichandran da eklendi. Öğrenciler hakkında soruşturmalar devam ediyor. Okul içinde öğrenim hakkını temel alan özgür bir eğitim öğretim faaliyeti yürütmenin asgari koşulları kalmamış durumda. Öyle ki, Rektör Naci İnci, 3 Aralık günü yapılması planlanan “Duvarlar ve Sınırlar: Göç, Kırılganlık ve Sanat Üzerine” başlıklı akademik etkinlikte üniversitedeki derslerine son verilen Feyzi Erçin ve Can Candan’ın kampüse giriş izinlerinin bulunmaması nedeniyle yer almaması istedi. Direnişin seyrini bileşenlerin bu duruma karşı bütünlüğü koruyarak nasıl cevap vereceği belirleyecek.

 

Ekonomi Gündemi

Yeni ekonomi modeli: Rejimin söylemi ve icraatı

Hazine ve Maliye Bakanı değişti

Burada ele aldığımız dönemde ekonomi cephesinde önemli gelişmeler yaşandı. Tayyip Erdoğan’ın “ekonomide kurtuluş savaşı” olarak nitelendirdiği yeni “ekonomik model” tartışılır ve uygulanırken, Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan “görevden affını” istedi. Elvan’ın yerine yardımcılığını yapan Nureddin Nebati atandı. Nebati’nin verdiği ilk demeçler, Erdoğan’ın “ihracata, üretime ve istihdama” dayalı yeni “modelini” kayıtsız şartsız destekleyeceğini ortaya koydu.

Faizler düşecek söylemi, “Çin modeli” ve artan döviz kurları

Cumhurbaşkanı Erdoğan çeşitli vesilelerle yeni ekonomi modelini savundu, “faiz sebep, enflasyon netice” tezini tekrarladı ve faizleri düşürmeye devam edecekleri sinyalini verdi. Türkmenistan’daki Türk Devletleri Teşkilatı 15. Liderler Zirve Toplantısı’nın dönüşünde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan “Büyüme yolculuğumuzda yatırım, üretim, istihdam, ihracat hep önceliğimiz oldu. Felaket tellallarına, mandacı iktisatçılara, ekonomik tetikçilere aldırış etmeden hedeflerimize yürümeyi sürdüreceğiz” dedi.

AKP MYK toplantısında ise Erdoğan yeni ekonomi politikasını “Çin modeli” çerçevesinde tanımladı. “Türkiye’yi üretimle büyütmek, faiz kıskacından çıkarmak ve bunun tamamen bitirilmesi için ‘ekonomide yeni dönemi’ başlattık” diyen Erdoğan, 4-5 ayda ekonominin toparlanacağını öne sürdü. Çin’i örnek göstererek “Çin böyle büyümüş. Biz onlardan daha avantajlıyız. Biz pazara daha yakınız” açıklamasında bulundu.

Bu arada Erdoğan’ın bu yöndeki her konuşmasının ardından döviz kuru sert bir yükseliş gösterdi. Örneğin, Türkmenistan dönüşünde yaptığı açıklamalarının ardından dolar 12,80 TL’nin üzerini gördü.

MGK: “Yeni ekonomi modeli” devlet politikası oldu

MGK toplantısında yeni ve önemli bir gelişmeye tanık olundu. MGK, Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın “düşük faiz, yüksek kur”a dayalı ekonomi modelinin devlet politikası olarak benimsendiğini ilan etti. MGK açıklamasında Türkiye’nin hedeflerine uygun şekilde ekonomi politikalarını hayata geçirme sürecinde karşılaştığı ve karşılaşabileceği sınamalar ve tehditler değerlendirilmiştir” denildi. Böylece sözü edilen modelin karşılaşacağı eleştiri ve güçlükler milli güvenlik sorunu olarak tanımlanmış oldu.

Model mi, retorik mi?

Bu noktada, “yeni ekonomik model”in maddi temellere ve rasyonaliteye sahip ciddi bir tasarımın ürünü olup olmadığı tartışabilir. Söz konusu ekonomik model, cari açığın bir sorun olmaktan çıkarılmasını; düşük faizler ve yüksek kur sayesinde ihracatın başını çekeceği bir yatırım, üretim ve istihdam atılımı  yapılmasını öngörüyor. Öncelikle Türkiye’de tarım da dahil üretilen ve ihraç edilen nihai ürünlerin büyük kısmında yüksek oranda ithal hammadde/ara malı payı olduğu biliniyor. Bu olgu, cari fazla vermek şöyle dursun cari açığın kolay kolay kapatılamayacağını ortaya koyuyor. İkincisi, ithal ikameci bir üretim altyapısının kurulması, uzun vadeli ve planlı bir çaba gerektiriyor; 4-5 ayda gerçekleşme ihtimali sıfıra yakın denebilir. Üçüncüsü, faizleri düşürerek büyümeyi sağlamak, ekonomi yönetimine ve TL’ye güvenin çok azaldığı mevcut şatlarda, dalgalı kur rejiminden vazgeçmekle ve sermaye kontrolleriyle, yani kuru denetim altına alacak bir kambiyo/kur rejimiyle mümkün. Mevcut dalgalı kur rejiminde faizlerdeki her indirim, dövize artan taleple ve TL’nin değersizleşmesiyle sonuçlanıyor. Bu faktörler ışığında, “yeni ekonomi modeli”nin ciddi bir politika yönelimi olmaktan çok bir retorik olarak görülebileceğini, önümüzdeki süreçte Merkez Bankası’nın yüksek bir faiz artışına gitmesinin sürpriz sayılamayacağını söyleyebiliriz.

 “Yeni model”in sonuçları: ekonomide durağanlaşma tehlikesi

Yeni model”in uygulanmasıyla birlikte birçok sektörde üretimin durmasına doğru gidebilecek sıkıntılar başgösterdi. Örneğin, Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, “Üretim ve ihracat durmak üzere. Türk ekonomisinde hammadde, enerji, lojistik başta olmak üzere pek çok girdi dövize endeksli” dedi. İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akyüz ise tedarik sisteminde bozulma olduğunu ve firmaların alımları yavaşlattığını dile getirdi. Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Kaya da ihracatçı olmalarına rağmen maliyetlerinin arttığını söyledi. İnşaat sektöründe de inşaat malzemele fiyatlarının artması, müteahhitlerin artan maliyetlerden dolayı inşaat projelerini durdurmalarına yol açıyor.

Farklı işveren kuruluşlarının tepkisi: TÜRKONFED ve İSO

“Yeni ekonomi modeli”, iktidara yakınlığıyla bilinen Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) tarafından eleştirildi. TÜRKONFED kurlardaki aşırı dalgalanma yüzünden “üretim, iç piyasadaki alışveriş ve dış ticaret durma noktasına gelmiştir” açıklaması yaptı. Büyük sanayi kuruluşlarını bünyesinde toplayan İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan ise, “sadece dövize bağlı bir ihracat geliştirme modeli gerçekçi de değil kalıcı da değil” dedi.

Yabancı finans kuruluşlarının tepkileri

Rejimin yeni ekonomik model adı altındaki uygulamaları uluslararası finans ve rating kuruluşlarından ciddi tepkilerle karşılaştı. Kredi derecelendirme kuruluşu Standart&Poors’tan yapılan açıklamada, MB’nin swap yoluyla bankalardan sağladığı dövizle piyasaya müdahale etmesinin TL’ye güveni azaltacağını öngördü. Bir başka rating kuruluşu olan Fitch, Türkiye’nin görünümünü “negatif”e çevirdi ve gerekçe olarak “Merkez Bankası’nın para politikasında erken bir gevşemeye gitmesi ve faizin daha fazla düşürülmesine yönelik beklentiyi” gösterdi. Moody’s ise Türkiye’nin “negatif” olan görünümünü korurken enflasyonun   daha da yükseleceğine, satın alma gücünün eriyeceğine ve büyümede keskin bir yavaşlama olabileceğine dikkat çekti.

Uzayan ekmek kuyrukları

Art arda gelen zamlar halkın en temel ihtiyaçlarını karşılamasını zorlaştırıyor. Ekmeğe sürekli zam yapılması birçok yerde Halk Ekmek büfeleri önünde uzayıp giden kuyruklara neden oldu.

Asgari ücrete yapılacak zam oranı tartışılıyor

Bu döneme, asgari ücrete yapılacak zam etrafında dönen tartışma ve açıklamalar da damga vurdu. Türkiye’de işçilerin yüzde 40’ından fazlasının asgari ücretle çalıştığı dikkate alındığında yapılacak zam oranı iktidarın seçim siyaseti açısından önem taşıyor.

Asgari ücret zammına ışık tutacak veriler Türk-İş tarafından açıklandı. Kasım ayında yapılan araştırmaya göre 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 3 bin 191 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 10 bin 396 liraya yükseldi. Asgari ücret ise halen 2.825 TL.

Asgari ücret görüşmeleri başlamadan önce üç büyük işçi konfederasyonu DİSK, TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ ortak bir açıklama yaptı. Açıklamada, “asgari ücretin işçi ve ailesinin günün ekonomik ve sosyal koşullarına göre insanca yaşamasını mümkün kılacak, insanlık onuruyla bağdaşacak bir ücret olduğu” belirtildili.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu, ilk toplantısından sonraki ikinci toplantısını Türk-İş Genel Merkezi’nde gerçekleştirdi. Burada Türk-İş Başkanı Atalay talep ettikleri rakamı bakana ilettiklerini, bakanın da Cumhurbaşkanı’na ilettiğini düşündüklerini, beklentinin altındaki bir ücret artışına “katılmayacaklarını” açıkladı.

Medyaya yansıyan kulis haberlerine göre, bakanlar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a asgari ücret için uygun gördüklerini rakamın 3.750 TL olduğunu ilettiler. iktidar çevrelerinde dilledirilen bu rakamın “açlık sınırının” çok az üzerinde olması dikkat çekiyor.

 

Dış Politika Gündemi

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Osman Kavala, S. Demirtaş ve A. Öcalan kararları

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hüküm ve kararlarını denetlemekle yükümlü olan ve üçer aylık periyotlar ile toplanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AK BK), 30 Kasım-2 Aralık tarihlerinde Fransa’nın Strasbourg kentinde toplandı. Toplantıda Avrupa Konseyi Osman Kavala konusunda “ihlal prosedürü” başlatma yönünde bir ara karar aldı. Avrupa Konseyi üyesi 47 devletin daimî temsilcilerinin çoğunluğu ihlal prosedürü lehinde oy kullandı. (İhlal prosedürü için 47 ülkeden en az 32’sinin onayı gerekiyordu.) Türkiye’de bir sonraki Kavala duruşmasının tarihi 17 Ocak olması nedeniyle karar tarihi bir hafta ertelendi ve 19 Ocak olarak belirlendi. Ankara’ya AİHM’nin Kavala kararını nasıl uygulayacağını belirtmesi için 19 Ocak’a kadar süre tanınmış oldu. Sivil toplum kuruluşları ve diplomatik kaynaklar bu durumu “Ankara’ya son bir şans daha tanındı” şeklinde değerlendiriyor. Türkiye, 17 Ocak’ta Kavala’nın serbest kalmasını sağlar ve hakkındaki suçlamaları düşürürse ihlal prosedürünün ikinci aşamasının uygulanmasına gerek kalmayacak. Aksi halde Komite, Türkiye’nin vereceği görüşle birlikte gerekçeli kararını oluşturacak ve yine bir oylama sonucunda üçte iki çoğunluğu bulması durumunda AİHM’e resmi bildirimi yapacak. Ardından da somut yaptırım süreci başlatılmış olacak. Açıklamada belirtildiği gibi, süreç 2 Şubat’ta hayata geçecek.

Karardan önce kamuoyunda oldukça geniş bir kesim Türkiye’nin Kavala’yı serbest bırakmaya dönük adım atacağını veya bunu bir süre sonra yapacağını belirteceğini bekliyordu. Ama şu an itibarıyla bu beklenti gerçekleşmemiş görünüyor. Komite’nin kesin kararı bir sonraki duruşma olan 17 Ocak’tan 2 gün sonrasına bırakması da dikkat çekici. Bu konuda bir pazarlığın olup olmadığını bilemeyiz ama Avrupa’nın Türkiye’ye karşı tavrında Türkiye’yi “kaybetmeme” endişesinin öne çıktığını gösteren örneklerden birine daha tanık olduğumuzu görüyoruz. Avrupa’nın “son şans” için tanıdığı ek sürenin  sebebi, Almanya’da yeni hükümet kurulma çalışmalarının devam ediyor olması ve kesin kararda yeni Alman hükümetinin tavrının belirleyici olmasına imkân tanınması olabilir.

Aynı toplantılarda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 30 Kasım-2 Aralık tarihlerindeki toplantılarında basında fazla öne çıkmayan iki kritik kararı daha söz konusu oldu.

Bakanlar Komitesi, Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM’in 22 Aralık 2020’de verdiği “derhal serbest bırakılma” kararının uygulanmamasını değerlendirdiği oturumda, AYM’nin en kısa sürede “Demirtaş başvurusunu, AİHM kararları ile uyumlu bir şekilde karara bağlaması ve Türkiye’ye Demirtaş’ı serbest bırakma” çağrısı kararını aldı. Toplantıda Türkiye’nin itirazı kabul edilmedi. Komite, Demirtaş ile ilgili aldığı başka bir kararda ise Türkiye’yi, tam yargı bağımsızlığını sağlamaya yönelik adımlar atmaya çağırdı ve bu çerçevede Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısının değiştirilmesi için yasal düzenleme yapılmasını istedi. Siyasi özgürlükleri, çoğulculuğu ve özellikle seçilmiş kişiler için ifade özgürlüğünü güçlendirecek adımlar atılması çağrısında bulundu. Komite, Demirtaş dosyasını Mart 2022’deki AİHM gündemli toplantıda yeniden görüşecek.

Öte yandan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, sivil toplum ve hukuk örgütlerinin “Öcalan-2” kararına dair yaptığı başvuruya ilişkin kararını da açıkladı. AİHM, Abdullah Öcalan’a verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3’üncü maddesine aykırı olduğu yönünde karar vermişti. AİHM bu kararı adadaki diğer tutsaklar Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için yapılan başvurular için de verilmişti.

Komite, “umut hakkı”na dair ise Türkiye’nin bugüne kadar kararın gereklerini hiçbir şekilde yerine getirmediği tespitinde bulunularak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının belirli bir asgari sürenin ardından gözden geçirilmesine dair yasal ve diğer yeterli tedbirlerin yerine getirilmesi gerektiği tavsiyesinde bulundu. Komite ayrıca müebbet hapis cezasına çarptırılmış kişilerin sayısı hakkında bilgi istedi ve Türkiye’deki yetkilileri de “genel tedbirlerin uygulanmasında kaydedilen ilerleme hakkında” en geç 2022 Eylül ayı sonuna kadar bilgi sunmaya davet etti.

Bu konularda Türkiye herhangi bir adım atmazsa bu kararların seyrinin de Kavala kararının benzeri bir yol haritasını izleyeceği görülüyor: Hatırlatacak olursak, AİHM, Kavala’nın gözaltı koşullarıyla ilgili davada kararını 10 Aralık 2019 tarihinde açıklamıştı. Kararda, Kavala’nın “hukuk dışı nedenlerle ve susturulmak için hapiste tutulduğu” sonucuna varılmış ve bu ihlalin ortadan kaldırılması için Kavala’nın “derhal tahliye edilmesi” gerektiğine hükmedilmişti. Karar Mayıs 2020’de kesinleştikten sonra AİHM kararlarının infazının denetleyicisi olan Bakanlar Komitesi gündemine gelmişti. Bakanlar Komitesinin karar gereği Kavala’nın tahliye edilmesi için bugüne kadar yaptığı çağrılar sonuçsuz kalmıştı.

IŞİD Irak’ta yeniden canlanıyor

IŞİD’e karşı Irak’ta ‘zafer’ ilan edilmesinin üzerinden 4 yıl geçmesinin ardından IŞİD, özellikle Kerkük, Diyala, Musul, Salahaddin ve Enbar’ın kırsal bölgelerinde saldırılara başladı.

27 Kasım’da Süleymaniye’nin Kifri ilçesinin Kuleco bölgesindeki saldırıda 6 Peşmerge hayatını kaybetti, 3 Peşmerge yaralandı. 29 Kasım’da Kifri ilçesine düzenlenen saldırı sonucunda ise 1 Peşmerge hayatını kaybetti, 3 Peşmerge yaralandı. Son olarak IŞİD’in Musul’a bağlı Mahmur ilçesinde düzenlediği saldırıda, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) bağlı 7 Peşmerge ve 3 sivilin hayatını kaybettiği açıklandı. Sivillere yönelik saldırı sonrası Peşmerge’nin bölgeye intikal etmesinin ardından IŞİD tarafından kurulan pusuya maruz kaldığı belirtildi.

6 Aralık’ta IŞİD’in Irak’ta bir köye saldırdığı ve bir kasabayı da kontrol altına aldığı iddia edildi. Aynı gün, Kerkük’ün Sergeran ilçesine bağlı Lehiban köyünün IŞİD tarafından ele geçirildiği, köydeki evlerin ateşe verildiği bildirildi.

IŞİD’in bu şekilde tekrar faaliyete geçmesinin tesadüf olduğu düşünülemez. Belli ki bazı güçlerin desteği devreye girmiş durumda. Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden gazeteci Bêritan Zagros, IŞİD’in artan saldırıları ve KDP’nin tutumuna dair önemli değerlendirmelerde bulundu. IŞİD’in saldırılarını KDP güçlerinin gözü önünde yaptığını belirten Zagros, bunun ‘Türkiye, KDP ve IŞİD arasında bir bağlantı olduğu şüphesini uyandırdığını’ söyledi. YNK’den Federe Kürdistan Bölgesi Parlamenteri olan Zîkrî Zebarî, Pêşmerge Bakanlığı’ndan saldırıları artıran IŞİD’e karşı müdahale emri gelmediğine işaret ederek, koalisyon güçlerinin verdiği ağır silahların IŞİD’e karşı kullanılması gerektiğini söyledi. IŞİD’in Federe Kürdistan Bölgesi’nde peşmergelere yönelik saldırısını kınayan SDG Genel Komutanı Mazlum Ebdi, saldırılara karşı ulusal birlik çağrısı yaptı.

Konunun önümüzdeki dönemde yakından takibi gerekiyor. Özellikle SDG kontrolündeki bölgelere saldırı konusunda ABD ve Rusya’dan onay alamayan Türkiye’nin Irak bölgesinden Kürtlere karşı bir cephe açmak için çaba gösteriyor olması muhtemel görünüyor.

Türkiye Şengal’e SİHA’larla saldırdı

Türkiye’nin Irak bölgesine doğrudan müdahalelerinin de devam ettiği görülüyor.

Türkiye’nin 7 Aralık’ta Şengal’e yönelik SİHA füzeleriyle düzenlediği saldırıda Yönetim Konseyi Eşbaşkanı Merwan Bedel, yaşamını yitirdi. Bedel’in iki çocuğunun da aracında bulunduğu belirtildi. Şengal Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Merwan Bedel’e yönelik saldırıya tepki gösteren Şengal Özerk Yönetimi, Türkiye’nin saldırılarından Irak ve KDP’nin de sorumlu olduğunu belirtti.

Irak’taki bu gelişmelerin Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’nun Moskova’da 22 Kasım 2021’de Rojava heyetini ağırlamasından sonra yoğunlaşması dikkat çekiyor. Türkiye Rojava’ya planladığı dördüncü askeri müdahaleyi, Rusya ve ABD’nin caydırıcı tutumu sayesinde gerçekleştirememesi nedeniyle Irak’taki muhalif Kürtlere ve Süryanilere yöneldiği anlaşılıyor. Türkiye olası bir seçim arifesinde ihtiyaç duyduğu “dış düşman” olarak bu bölgeyi seçip daha sert adımlar da atabilir. Zira KDP’nin tutumu nedeniyle son yıllarda epey güç kazanan PKK’nin Irak’taki konumu güçlenebilir. KDP ve Türkiye bu durumdan daha da büyük rahatsızlık duyacaktır. Bu konunun takip edilmesi gerekiyor.

Ukrayna-Rusya-ABD gerilimi

Son haftalarda, ABD basınında Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağı iddiaları yer aldı. Önce Washington Post gazetesi, ardından da ABD’li yetkililer, Rusya’nın Ukrayna sınırına yığınak yaptığını belirtti. Hatta ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ukrayna konusunda çatışma yolunu izlemesi durumunda Rusya’ya ağır bedeller ödeteceklerini belirterek, Moskova’ya askeri planlarını sonlandırma çağrısı yaptı. İki ülkenin dışişleri bakanları (Lavrov ve Blinken) Ukrayna krizini görüşmek üzere zaman zaman bir araya geldi; zaman zaman da sert tartışmalar yaşandı. 7 Aralık’ta ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna konusunun da ele alındığı 2 saat süren görüşme gerçekleştirdi. Tüm bunlara karşın, ABD ile Rusya’nın Ukrayna’da (diğer ihtilaflı bölgelerde olduğu gibi) doğrudan bir çatışmaya girmeleri pek mümkün görünmüyor. Son olarak Rusya Devlet Başkanı Putin Batı kaynaklı güvenlik tehdidinin arttığını belirterek NATO’nun doğuya genişlemeyi durdurmasını talep etti. NATO ise Rusya’yı Ukrayna’ya saldırmaması konusunda uyardı. Şimdilik sorunu diplomatik çerçevede devam etmesi bekleniyor. Zira Ukrayna halkı’nın da olası bir Rus saldırısı beklemediği iddia ediliyor.

Türkiye – Birleşik Arap Emirlikleri anlaşması, Cumhurbaşkanı’nın Katar ziyareti

Ekonomide ciddi sorunlar yaşayan ve döviz rezervleri negatife düşmüş olan Türkiye’nin sıcak döviz girişi sağlamak amacıyla Körfez sermayesine yöneldiği görülüyor.

24 Kasım’da Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) fiili lideri Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed Al Nahyan Ankara’ya gelerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü. Görüşme sonrası Türkiye ile BAE arasında, 9 alanda Türkiye’ye doğrudan yatırımları içeren anlaşmalar imzalandı. Yatırım anlaşmalarının enerji, petrokimya, teknoloji, ulaşım, altyapı, sağlık, finansal hizmetler, gıda ve tarım alanlarını kapsadığı belirtiliyor.

Bilindiği üzere Türkiye ile Arap Baharı sürecinde farklı duruşlar sergileyen ve o zamandan beri muhtelif cephelerde karşı karşıya gelen Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tam manasıyla hasım olmuştu. İlişkiler özellikle 2016 sonrası daha da sorunlu hale gelmiş ve Türkiye 15 Temmuz 2016 kalkışmasında BAE’nin finansör olduğunu ve FETÖ’yü desteklediğini iddia etmişti.

15 Temmuz’un “finansal patronu” ve Sedat Peker’in barındığı ülke ile masaya oturulması bir yandan ekonomik durumun vahametini gösteriyor. Ama öte yandan ABD ekseninde hareket eden Ortadoğu ülkeleri ile Türkiye’nin gelişmeye başlayan ilişkilerinde yeni bir dönüm noktasına da işaret ediyor.

Türkiye’nin ekonomik krizde medet umduğu bir diğer Körfez ülkesi Katar oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretinde Katar ile ekonomik ve askeri işbirliklerini kapsayan çeşitli anlaşmalar imzalandı. Anlaşma imzalanan kurumlar arasında İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Diyanet, Turizm Bakanlığı ve KOSGEB gibi kurumlar var. Ziyaret öncesi Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed Abdulrahman Al Sani’nin, “Türkiye’deki ekonomik sorunlardan çıkacak fırsatları dört gözle beklediklerini” söylemesi ve Katarlı bir gazetecinin, Çavuşoğlu’na ‘Acaba, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik kabusu aşması için Katar’a mali destek talep etmek için mi geldiniz?’ diye sorması her şeyi aleni kılıyordu.

Pandemi yeni varyantlarla yayılmaya tekrar başladı

Güney Afrika’da çok sayıda mutasyona uğradığı belirtilen ve bu nedenle bulaş riskinin yüksek olmasından endişe edilen “B.1.1.529”  kodlu Omicron adı verilen yeni tür koronavirüs, dünyayı alarma geçirdi. Çok sayıda ülke art arda Güney Afrika’ya seyahat kısıtlaması kararı alırken, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bir yandan ülkelere seyahat kısıtlamaları konusunda aceleci davranmama çağrısında bulunurken diğer yandan da küresel riskin çok yüksek olduğunu açıkladı. Bunun üzerine birçok ülke önlemlerini artırdı. Hollanda’da hükümet kısmi kapanma önlemlerini sertleştirdi. İsrail yabancıların ülkeye girişinin istisnalar dışında tamamen yasaklandığını duyurdu. Öte yandan Omicron varyantına ilişkin ilk bilimsel veriler açıklandı. Bulgular Omicron’un daha daha önceki enfeksiyonla elde edilen bağışıklıktan kaçabileceğini ve üç katı oranında yeniden enfeksiyona neden olduğunu gösteriyor. BioNTech’in kurucuları Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci, varyantın aşılı kişileri de enfekte edebileceğini söyleyen Şahin, yeni bir Covid-19 aşısına ihtiyaç duyulacağını kaydetti.

Omicron varyantının tehlikelerine rağmen ülkelerin çok sert kapanma kararları almalarının mevcut ekonomik koşullar dahilinde epey zor olduğu görülüyor.