Bu yazı hazırlanırken, linkteki haber akışından yararlanılmıştır.

İç Politika

Gündem değerlendimemize bu iki haftalık dönemde yargı alanında meydana gelen önemli gelişmeler ile başlamak istiyoruz. Bu gelişmeler arasında OHAL yetkilerinin 3 yıl daha uzatılmasını öngören torba yasanın Meclis Komisyonunda kabul edilip Genel  Kurul’a gelmesi kritik bir önemde. Bilindiği gibi OHAL’in Temmuz 2018’de resmen sona ermesinden sonra iktidar, mecliste kamu görevlilerinin görevden uzaklaştırılması, ihracı, rütbelerinin geri alınması, gözaltı sürelerinin uzatılması ve şirketlere TMSF’nin kayyum atanması türünden OHAL yetkilerini üç yıl daha kullanabilmek için bir kanun çıkarttırmıştı. Bu yetkiler ile iktidarın, OHAL’in sona erdiği Temmuz 2018’den günümüze kadar 3 yıl boyunca üniversitelerden bakanlıklara tüm kamuda toplam 16 bin 385 personelin ihraç ettiği açıklandı. Muhalefet partilerinin, “AKP seçime OHAL’le gitmek istiyor” eleştirileri karşısında iktidar geri adım atarak bu süreyi 1 yıla çektiğini açıkladı.

Yargı alanında bir diğer gelişme ise 4. Yargı Paketi’nin yasalaşması idi. Yargı paketi; “terör”, soykırım, insanlığa karşı suçlar, kasten adam öldürme, çocuğun cinsel istismarının da aralarında bulunduğu “katalog suçlar”dan tutuklamada “somut delil” aranması koşulunu getiriyor. Bu düzenleme, özellikle terör suçları açısından “otomatik tutuklama” uygulamasını sona erdirecek olsa da bazı tartışmaları da beraberinde getirdi. Hukukçular ve hak örgütleri paket ile birlikte gelen cinsel istismar, kasten öldürme, işkence gibi katalog suçlarda tutuklama için “somut delil” şartı aranması koşuluna büyük tepki gösterdi. HDP ve CHP ise bu maddeye muhalefet şerhi düştü. Bu pakette öngörülen “somut delil” şartı özelikle siyasi davalarda olumlu olsa da çocuklara ve kadınlara yönelik cinsel saldırılar konusunda büyük bir soruna yol açacak, ve maddeyle pek çok zanlı serbest bırakılacak.

AYM cephesinde ise üç önemli karar geçtiğimiz iki haftaya damgasını vurdu. Bunlardan birincisi Twitter’da yaptığı paylaşım nedeniyle milletvekilliği düşürülerek hapse atılan HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, AYM’nin verdiği ihlal kararı sonrasında TBMM’ye dönmesi idi. AYM’nin verdiği bir diğer olumlu karar ise Özgür Gündem’in kapatılmasına dair verdiği ihlal kararı idi. AYM, Anayasa’nın 26’ncı ve 28’inci maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verdi. Ancak AYM, infaz yasasının iptali için CHP’nin yaptığı başvuruyu reddetti. CHP, yasanın bazı maddelerinin “af” sonucu doğurduğunu belirtmiş, “TBMM’de Anayasa’nın öngördüğü 5’te 3 çoğunluğa ilişkin usul şartı yerine getirilmediği için düzenlemenin şekil yönünden iptali”ni talep etmişti.

Özellikle OHAL’in bir yıl daha uzatılmasına ilişkin teklif, TRT yönetim kuruluna partili isimlerin atanması ile birlikte düşünüldğünde baskın bir erken seçimin olası olduğunu ve bu seçimin yine OHAL koşullarında yapılacağını gösteriyor. Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti ve burada çözüm sürecini bozan tarafın kendileri olmadığına dair beyanı ve Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin iade edilmesi, AKP’nin bir erken seçim öncesi oy kaygısı ile muhafazakar Kürt seçmenin gönlünü almaya çalıştığına ilişkin işaretler olabilir. Ancak bölgedeki kaynaklar muhafazakar Kürt seçmenin AKP’den koptuğunu ve geri dönmeyeceğini söylüyor.

Dövizdeki yükselişin bir ölçüde yavaşlaması, IMF’den salgınla mücadele için üye ülkelere 650 milyar dolarlık rezerv yardımından Türkiye’ye de belli bir miktar dövizin gelecek olması, pandeminin yaz dönemi ile birlikte görece yavaşlaması ve aşılamanın ivme kazanması ile sonbaharda baskın bir seçim hamlesi beklenebilir. Ancak MHP anketlerde barajı geçemiyor görünüyor, bu nedenle de bir erken seçime sıcak bakmıyor. Buna rağmen, seçim barajı düşürülüpp bir yıl sonra bir erken seçim olursa MHP de onay verebilir. AKP, İstanbul sözleşmesi’nin feshedilmesi ve kadın haklarına yönelik saldırılar ile kendi tabanını konsolide etmeye çalışıyor, çünkü ekonomik kriz ve işsizlik nedeniyle partinin seçkinleri ile taban arasında muazzam bir uçurum oluştu ve seçkinlerin tabanlarına ulaşacakları başka yollar kalmadı. Seçime giden süreçte  toplumsal muhalefetin bastırılması ve kamudan tasfiyeler için de OHAL uygulamalarına ihtiyaç duyuluyor.

Boğaziçi Gündemi:

Boğaziçi Üniversitesi’ne 2 Ocak gecesi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile atanan Melih Bulu 15 Temmuz günü yine bir geceyarısı kararnamesi ile görevden alındı. Bulu’nun gitmesi BÜ direnişi adına önemli bir başarı olarak kabul edilebilir. Ancak Bulu’nun yerine vekaleten atanan Naci İnci’nin ilk icraatı direnişin medya ayağında önemli çalışmalar yürüten öğretim görevlisi Can Candan’ın işine hukusuz bir biçimde son vermek oldu. Öte yandan Yök rektörlük ataması için ilana çıktı ve Naci İnci adaylığını açıkladı. Öğretim üyeleri kendi aralarından üniversite kamuyounun kabul edebileceği akademik açıdan güçlü ve idari tecrübesi olan adayların başvurması için bir “rektör adayı arama komitesi” kurdu ve direniş saflarındaki bazı öğretim üyeleri adaylıklarını açıkladılar. YÖK’ün açıkladığı başvuru kapanış tarihi olan 2 Ağustos’tan önce adaylıklarını açıklayan öğretim üyelerinin bir çeşit güvenoylamasına tabi tutulması kararlaştırıldı. Bu adayların saray tarafından atanmaları olasılığı düşük olsa da atama sürecinde BÜ yönetişim ilkelerini savunan adayların ortaya çıkması hem direnişin taleplerinin kamusal görünürlüğünün sürmesi açısından hem de atama sonrası alacağı biçim açısından önem taşıyor.

Korona Gündemi

Yaz başında tüm dünyada önlemlerin gevşetilmesi ve delta varyantının yayılması nedeniyle salgında üçüncü dalga hızlı başladı. Aşılamanın yaygın olduğu Birleşik Krallık ve İsrail gibi ülkelerde bile vaka sayılarında hızlı artış gözleniyor. Birleşik Krallık’ta hem vakalar hem de ölümler, önlemlerin gevşetilmeye başlandığı Mayıs ortasından daha yüksek. Ancak vakalar yaygın aşılama sayesinde ölümlerden daha hızlı tırmandı. Günlük vakalar, Mayıs öncesinin yaklaşık 12 katı düzeyinde seyrediyor. AB ülkelerinde vaka sayıları bir öenceki haftaya göre %64.3 oranında arttı. Uzmanlar, koronavirüs pandemisinin kırılması için çok daha yüksek oranda kişinin aşılanmasının şart olabileceğini ifade ediyor. Bir yandan da ülkeler arasındaki aşı eşitsizliği bazı ülkelerde salgının daha şiddetli ilerlemesine neden oluyor. Türkiye’de de aşılama oranının en düşük olduğu Kürt illerinde koronavirüs vakalarında özellikle bayram sonrasındaki 10-15 gün içinde ciddi artış bekleniyor. Bu durum karşısında Selahattin Demirtaş “Așınızı mutlaka yaptırın. Söylentilere inanmayın, bilime güvenin” çağrısı yaptı. Türkiye’de de şimdiden vaka ve ölüm sayılarında artış başladı. Özellikle bayram tatilinde milyonlarca insanın seyahat etmesi ve salgının bittiği algısı ile tüm önlemlerin unutulmasıyla birlikte sonbaharda yeniden bir dalga ile karşılaşılabilir ve yeni bir kapanmaya gidilebilir.

 

Dış Politika

Türkiye’nin Afganistan hamlesi – Taliban’ın tepkisi

Dış politikadaki en önemli gelişmelerden biri, Türkiye Afganistan’da Kabil Havaalanı’nı korumak ve “işletmek” üzere ABD ile istişareler yürütür ve asker göndermeye hazırlanırken, Taliban’ın Türkiye’nin asker gönderme planına sert tepki göstermesi oldu. Taliban Sözcüsü Suheyl Shaheen “Tüm yabancı güçler, üstleniciler, danışmanlar, eğitmenler, ülkeden çekilmeli, çünkü bir ihlal olan işgalin parçasıydılar. Tepki göstereceğiz ama bu tepki, lider kadromuzun kararları temelinde gösterilecek” dedi. Shaheen ayrıca diplomatik misyonlara ve STK’lara karşı olmadıklarını ekledi.

Bilindiği gibi, Türkiye ile başta Biden Yönetimi olmak üzere Batı Bloğu arasında Türkiye’nin Rusya’dan S-400 sistemi almasından kaynaklanan ciddi sorunlar devam ederken, Türkiye ilişkileri yumuşatmak üzere Afganistan hamlesini yapmıştı. Haziran’daki NATO zirvesinde Türkiye, Amerikan askerlerinin çekilmesinin ardından Afganistan’daki Kabil Havaalanı’nı koruma misyonunu üstlenmeye hazır olduğunu deklare etmişti. ABD’nin gerekli lojistik ve mali destek sağlaması halinde Afganistan’a askeri birlik gönderebileceğini açıklamıştı. Nitekim Türkiye’nin bu hamlesi, Biden Yönetimi ve NATO tarafından memnuniyetle karşılanmış, ilişkilerdeki gerilimin yumuşamasını sağlamıştı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Türkiye’nin Afganistan’da “kilit rol’ oynayabileceğini” belirtmiş, ABD Başkanı Joe Biden da, sadece bu rol konusunda değil Türkiye ile ikili ilişkiler konusunda da “iyimser” olduğunu vurgulamıştı.

Taliban 13 Temmuz’da başka bir açıklama daha yaptı. Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid’in açıklamasında Türkiye’nin Kabil’de asker bulundurma kararına ilişkin, “Türk yetkililer, ülkemizin işgaline devam ederse Afganistan İslam Emirliği onlara karşı duracaktır” denildi. Bu arada uluslararası medyada, ABD ve uluslararası güçler ülkeden çekilirken, Taliban’ın Afganistan’ın kuzey bölgesine dönük yoğun saldırılar başlattığı ve Tacikistan’a açılan ana sınır kapısı da dahil olmak üzere birçok bölgeyi ele geçirdiği haberleri yer aldı.

Türkiye’nin Kabil Uluslararası Havaalanı’nı korumak için Afganistan’a asker gönderme girişiminin, uluslararası hukuk ve diplomasi açısından dayanaktan yoksun olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Türkiye’nin Afganistan’a asker göndermesi, en azından şu aşamada, ne Birleşmiş Milletler (BM) ne de NATO bünyesine alınan bir karara dayanıyor. Üstelik söz konusu girişim Meclis’te alınmış bir karara da dayanmıyor. Afganistan Hükümeti’yle bir müzakere yürütülüp mutabakat sağlanmış da değil.

Afganistan’a Suriye’den cihatçılar paralı asker olarak mı gönderilecek?

Al Arab gazetesi, Türkiye’nin Libya ve Dağlık Karabağ’da olduğu gibi Afganistan’a da Suriye’den paralı asker göndermeyi planladığını yazdı. Fakat haberde uluslararası alanda zor duruma düşmemek için bu kez Suriyeli cihatçıların özel güvenlik şirketlerinin mensubu gibi gösterileceği belirtildi.

Muhalefet ise Afganistan hamlesinde iktidarın arkasında durmadı. CHP Milletvekili Ünal Çeviköz, “Kabil Havaalanı’nın güvenliğini sağlamaya heveslenmek Mehmetçik’i ateşe atmaktır” dedi.

Türkiye-İsrail yakınlaşması

Tayyip Erdoğan’ın, İsrail Cumhurbaşkanı Yitzak Herzog ile yaptığı 40 dakikalık telefon görüşmesi bir başka önemli gündem maddesi oldu. Türkiye’de yandaş basında konuşmanın içeriği, Erdoğan’ın Filistin meselesinde İsrail’i uyarması olarak işlenirken İsrail basını tamamen farklı yorumlara yer verdi.

İsrail basınında sıradaki görüşmenin Erdoğan ile İsrail’in yeni Başbakanı Bennett arasında olacağı yazıldı. Devlet başkanlarının enerji, turizm ve teknoloji alanlarında işbirliği potansiyelini tartıştıkları belirtildi. Dikkat çekici bir yorumda ise, Türkiye’nin, Biden Yönetimi’yle ilişkileri rayına sokmak için İsrail’in aracılığından faydalanmak istediği vurgulandı. Bilindiği gibi, Türkiye-İsrail ilişkilerinde süregiden uzun süreli bozulma, Türkiye’nin ABD yönetimlerinin politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda etkileyebilmek için Yahudi lobisinin desteğinden yoksun kalması anlamına geliyor.

Erdoğan-Bahçeli’nin Kıbrıs ziyareti ve Türkiye-KKTC ilişkileri

Erdoğan, ittifak ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yle gelecek hafta KKTC’ye gidecek. İki lider 20 Temmuz “Barış ve Özgürlük Bayramı” nedeniyle Kuzey Kıbrıs’ta bulunacak. Ayrıca KKTC Cumhuriyet Meclisi’ni ziyaret edilecek.

Son dönemde, Türkiye uzun süredir resmi olarak desteklediği, Kıbrıs sorununun çözümüne dönük BM Güvenlik Konseyi’nin “iki toplumlu federasyon” perspektifinden vazgeçmiş ve “iki devletli çözüm” perspektifini benimsemişti. Buna göre, KKTC’nin uluslararası alanda tanınılırlığı olan başlı başına bir ülke olması öngörülüyor. Elbette bu politika değişimini, mevcut rejimin fetihçi vizyonundan ve Kıbrıs’ı çevreleyen deniz sahasında zengin doğalgaz rezervlerinin bulunmasından bağımsız ele almak pek doğru olmaz.

Geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin adayı tamamen kontrolüne almak ve Kıbrıs Türk toplumunun önemli bir bölümünü temsil eden muhalefeti baskı altına almak yolunda çabalarına tanık olmuştuk. Muhtemelen söz konusu gelişmelerin sonucu olarak sol eğilimli iki parti (Cumhuriyetçi Türk Partisi-CTP ve Toplumcu Demokrasi Partisi-TDP) Erdoğan’ın bulunacağı toplantılara katılmayacaklarını ve boykot edeceklerini açıkladılar.

Kuzey Kıbrıs’taki gelişmeleri ve özellikle Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki toplumsal muhalefet üzerindeki baskılarını yakından izlemek gerekiyor. Türkiye’nin resmi bir ilhak gerçekleştirmesi mümkün görünmüyor. Fakat pratikte KKTC’ye “çökme” planının ne ölçüde hayat bulacağını, yerel muhalefetin tepkilerini takip etmek gerekiyor.

Ekonomi

Türkiye Elektrik İletim AŞ’nin (TEİAŞ) Resmi Gazete’de 3 Temmuz’da yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararıyla  özelleştirme kapsamına alınması pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Şirketin ülke genelindeki elektrik iletimi gibi stratejik bir konuda tekel olması ve karını 2020 yılı itibarıyla 4.8 milyar TL’ye çıkarması özelleştirme gerekçelerini pek anlamlı kılmıyor. Yapılan son zamlarla zaten aile bütçesinde ciddi bir oran tutan elektirik faturalarının, özelleştirme sonrası daha da artması kaçınılmaz olacaktır. Şirketin zarar etmesi durumunda ne olacağı ise Türk Telekom örneğine bakılarak tahmin edilebilir.

Öte yandan “Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olarak tanımlanan yüksek enflasyon, vatandaşın alım gücünü eritmeye devam ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, yıllık enflasyon Haziran ayında yüzde 17,53 ile son iki yılın zirvesine çıktı. Üretici fiyatlarında yıllık artış ise yüzde 42,89 ile rekor seviyeleri gördü. TÜİK rakamlarının güvenilirliği bir yana, açıklanan rakamlar bile gelecek günlerin çok da parlak olmayacağını gösteriyor. ÜFE ile TÜFE arasındaki fark tarihi bir zirvede ve birkaç ay içinde üretici enflasyon rakamlarının gündelik hayata yansımaları kaçınılmaz olacak. Piyasa beklentileri de bu yönde. Ayrıca 1 Temmuz 2021 itibariyle uygulamaya giren elektirik ve doğalgaz zamlarının etkileri henüz görülmedi. Ancak bütün bunların ötesinde, küresel ısınmanın çevre katliamlarıyla birleşerek artan eksinin yarattığı kuraklık gelecek günlerin daha sıkıntılı olacağının habercisi. Son yıllarda tarım ürünleri fiyatlarında tüm dünyada yaşanan artışların da etkilerini gözden kaçırmamak gerek.

Hükümetin kısa vadeli gelir ihtiyacını karşılamak için elde kalan stratejik kurumları satışa çıkarmaya çalıştığı, enflasyonun yükselmeye devam ettiği ve yoksulluğun giderek arttığı bir ortamda iki haber dikkat çekti. İlki, İstanbul Havalimanı’nı inşa eden Kalyon, Limak, Cengiz İnşaat ve Mapa konsorsiyumunun havalimanını işletmek için kurduğu “İstanbul Havalimanı’nın işletmecisi İGA, 5,8 milyar avro borcunu mevcut kreditörlerle yaptığı görüşmeler sonucunda refinanse etmesiydi. “Salgından olumsuz etkilenen havayolu işletmecilerine verilen destek çerçevesinde İGA, karşılıklı mahsuplaşma esasıyla devletten garanti ödemeleri almazken, karşılığında devlete kira da ödememişti. İGA’nın her yıl devlete ödemesi gereken 1 milyar 45 milyon avro kira bedeli, 2020’de olduğu gibi 2019’da da ötelenmişti. İGA’ya devletin ödemesi gereken ve ertelenen yolcu garanti bedeli ise 2020’de yaklaşık 230 milyon avro seviyesinde olmuştu”. Aralarında üç büyük kamu bankasının da bulunduğu kreditörlerin (Ziraat Bankası, Halkbank, Vakıfbank, Denizbank, QNB Finansbank ve Garanti Bankası) daha düşük faiz be daha uzun vadeli bir refinansmana razı olmaları, kamunun zararına yol açacak şekilde üzerlerinde hükümetten bir baskı olup olmadığı konusunda şüphelere yol açtı.

Dikkat çeken diğer haber de, Adıyaman’daki tütün üreticilerinin mücadelesi oldu. Hatırlanacağı üzere “Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan “yetki belgesi” almadan veya bildirimde bulunmadan tütün ticareti yapmak 1 Temmuz 2021 tarihinden itibaren yasaklandı”. Yasağa karşı Adıyaman ve ilçelerindeki üreticiler protesto gösterilerinde bulundular. Çoğunluğu 2 ile 5 dönüm arasında bir araziye sahip olan üreticiler yasanın küçük üreticiyi korumadığına vurgu yaptılar. Protestolara katılan 17 üreticinin sabah evleri basılarak gözaltına alınması tepkilere neden oldu. “2019 yerel seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) Çelikhan Belediye Başkan adayı olan Abdurrahman Yaylagül, MHP meclis üyesi Selim Tokgöz ve MHP’ye üye 6 kişi, tütün işçilerinin tutuklamalarına tepki olarak partilerinden istifa etti.”