Bu değerlendirme, bağlantıdaki haber akşı esas alınarak hazırlanmıştır.

19 Ocak – 1 Şubat 2023 Gündem Değerlendirmesi

İç Politika

Seçim ve Adaylıklar

Seçim tarihi gayrı resmi bir şekilde 14 Mayıs olarak açıklanmış durumda. Seçim tarihinin iktidar tarafından telaffuz edilmesi Erdoğan’ın yeniden adaylığının da tartışılmasına yol açtı. Adaylığının önünde anayasal engeller olmasına rağmen Erdoğan kronometreyi 2017 değişikliğiyle sıfırladığını belirtti. Ana muhalefet de anayasaya aykırılığı kanıksamış durumda. Öyle ki Kılıçdaroğlu itiraz edecek yer olmadığını söyleyerek, kadroları tamamen hükümet lehinde şekillendirilen YSK’nın bu yönde aksi bir karar vermeyeceğine vurgu yaptı. Ancak Emek ve Özgürlük İttifakı Erdoğan’ın adaylığının Anayasa’ya aykırı olduğunu açık bir şekilde vurguladı. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın çıkışından bir süre sonra Millet İttifakı da Erdoğan’ın adaylığının Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtti. Bu arada Erdoğan’ın güven duyduğu aktörlerin sayısı oldukça sınırlanmış durumda. TBMM toplantılarına Erdoğan’ın serzenişine rağmen AKP milletvekillerinin katılmadığı görülüyor. Dolayısıyla Anayasa’ya aykırılıklara nasıl olsa bir şey yapılamaz önkabulüyle sessiz kalınmasının muhalefet açısından izahı yoktur.

Sinan Ateş Cinayeti

Cinayet, iktidarın önünde önemli bir çatlak olarak görünüyor. İktidar kanadı MHP tarafı olayı görmezden gelme ve üstünü kapama tavrına devam ederken, AKP kanadı cinayet soruşturmasında elde edilen delilleri şimdilik elinde tutuyor.  İktidar tarafında cinayet ciddi kopuşlara yol açmış durumda. Altılı Masa ise olayı gündemde tutmayı sürdürüyor. İmamoğlu Bursa’ya yaptığı ziyaret sonrasında Sinan Ateş’in ailesine başsağlığı ziyaretinde bulundu. Meral Akşener partisinin grup toplantısında bundan sonra susmayacaklarını belirtip Erdoğan’a “Sen bostan korkuluğu musun? Görevini yerine getir” diye seslendi. Kılıçdaroğlu da twitter hesabından yaptığı açıklamayla Ateş’in annesine seslenerek adaletin tecelli edeceği sözünü verdi.

Altılı Masadan Millet İttifakına

Altılı Masa, Millet İttifakı olarak ortak cumhurbaşkanı adayının seçim beyannamesini Ortak Mutabakat Metni adı altıda açıkladı. “Sağlıktan eğitime, yargıdan dış politikaya 2 binin üzerinde vaat Millet İttifakı’nın mutabakatında yer aldı”. Parti kapatma, kayyumlar ve üniversiteler ile ilgili düzenlemeler oldukça olumlu gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan Kürt Sorunu, Aleviler ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili başlıkların olmaması metnin eksik yanları olarak eleştirildi. Ancak, ittifak üyeleri metnin genel prensipleri belirttiğini ifade ediyorlar. Bu anlamda metnin belirli konularda, doğrudan ifadeler yerine dolaylı olarak, ilişkili yasa maddelerinde değişikliklerle sorunlara çözüm önermeye çalıştığı görülüyor. Bunun başlıca sebebi bir yandan ittifak bileşenlerini olabildiğince birarada tutmak, ki örneğin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda Saadet Partisi’nin ya da Kürt sorunu konusunda İyi Parti’nin tutumu biliniyor; diğeri de iktidarın ittifaka Kürt sorunu, toplumsal cinsiyet eşitliği ve Gülen meseleleri üzerinden saldırmasının önünün alınması oldugu anlaşılıyor. Mutabakat metninin bir demokratik zemin oluşturma niyeti olduğu söylenebilir. Bu anlamda yapılan düzenlemelerin demokratik hak mücadelesine kapı açması bekleniyor. Ancak genel olarak ittifakın temel sorununun, demokratik mücadelede gerekli olan geniş cepheyi kuramaması olduğu çok açık. İyi Parti’nin pozisyonunun netleşmemesi de ittifakın geleceğine dair endişeleri arttırıyor. Bu bağlamda ittifakı demokratik talepler açısından zorlayacak tek aktör Emek ve Özgürlük hareketi gibi görünüyor.

BÜ Gündemi

Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum yönetiminin keyfi ve hukuksuz kararları bu dönemde de devam etti. “Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cem Ersoy, “dekan ile uyumlu çalışmama” ve hakkında açılmış disiplin soruşturması bulunması gerekçeleri ile üç yıl olan görev süresi bitmeden görevden alındı”. Ardından geçtiğimiz dönem değerlendirme yazımızda da belirtilen ve Mezunlar Derneği’nin yürütmeyi durdurma başvurusuna rağmen, dernek binası boşaltıldı. Tahliye işlemleri sürerken mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararı ise kayyum yönetimi tarafından yok sayıldı ve hukuksuz bir biçimde mezunlar kampüse alınmadı.

Diğer yandan kayyum “rektör Naci İnci’nin aracına zarar verdiği iddiasıyla yargılanan 14 öğrenci hakkında “kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma”, “toplantı ve yürüyüşlere katılarak ihtara rağmen dağılmama”, “ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma” ve “görevi yaptırmamak için direnme” suçlarından 5 yıl üçer aydan 25 yıl altışar aya kadar hapisle cezalandırılmaları isteniyor“.

Kuraklık

Uzunca bir süredir küresel ısınmanın Türkiye üzerindeki etkilerine ilişkin haberler haber taramalarımızda yer alıyordu. Ancak geçtiğimiz dönem arda arda basına yansıyan haberler konunun daha fazla gözardı edilemeyeceğini gösterdi. Türkiye hem son yılların en sıcak kışını yaşıyor hem de yağış seviyesi son 40 yılın en düşüğü. Kuraklığın tarım üretimi üzerinde ciddi etkileri olacağı kaçınılmaz. Büyük şehirlerin içme suyu ihtiyacı da tehlikeye girmiş durumda. Büyükşehir belediyeleri sürekli tasarruf çağrısında bulunuyorlar. Örneğin Ankara’da barajların doluluk oranı yüzde 27’lere düşmüş durumda. İznik Gölü’ndeki su çekilmesi bazı yerlerde kıyıdan 100 metreye kadar ulaştı. Karadeniz’de de yağışlarda ciddi azalmalar görülüyor. Azalan yağışların yeraltı sularını da etkileyeceği ve içme suyunu özellikle yaz aylarında genelde kuyulardan karşılayan yöre halkı için kuraklığın ciddi bir sorun olacağı bilim insanlarınca vurgulanıyor.

Ekonomi

Ekonomik veriler emekçiler açısından gittikçe daha karanlık bir tablo çiziyor. Aralık sonu itibarıyla asgari ücrete yaklaşan açlık sınırı, Ocak ayı itibarıyla 8 bin 864 TL ile asgari ücreti geçti.  Yoksulluk sınırı ise 28 bin 874 TL olarak hesaplandı. Giderek artan yoksullaşmaya karşı emekçiler de greve çıkmaya başladılar. İktidar da beklendiği üzere grevleri bir güvenlik sorunu olarak ele aldı ve ertelemeye gitti. Ancak iktidarın erteleme kararına rağmen greve devam Schneider Elektrik çalışanlarının sözleşme imzalaması olumlu bir gelişmeydi.

Diğer yandan emeği ucuzlatarak ihracatı arttırmayı planlayan iktidarın dövizin baskılanmasına dayanan ortodoks olmayan ekonomi modeli dış ticarette rekor açığa neden oldu. 2022 yılında 109,5 milyar dolar dış ticaret açığı gerçekleşti. Aynı dönemde Merkez Bankası da piyasaya 108 milyar dolar satarak dövizi baskıladı. Ancak, Türkiye’nin Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2022 Yolsuzluk Algı Endeksi‘nde 180 ülke arasında 101. sırada yer alması da düşünüldüğünde dışarıdan kaynak bulmanın zorluğu ve Merkez Bankası’nın eriyen rezervleri önümüzdeki dönemde ciddi bir devalüasyon olasılığı doğuruyor. Seçimlere kadar kuru bu seviyelerde tutmak isteyen iktidarın şapkadan ne tür tavşanlar çıkaracağını göreceğiz.

Önceki dönem değerlendirme yazımızda bahsettiğimiz Borsa İstanbul’da yaşanan spekülatif gelişmeler ve fiyatlardaki aşırı oynaklık bu dönemde de devam etti. BİST-100 endeksi art arda dokuz gün düşüşle kapandı. Ayrıca fiyat oynaklıları yaşanan hisselere tedbir kararları alındı.

Dış Politika

Ukrayna-Rusya

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin birinci yılı yaklaşırken savaş tüm şiddetiyle devam ediyor. Önceki değerlendirme yazılarımızda da vurgulanan sivil ölümleri, bu dönemde de yaşandı. Batı’nın savaşı sonlandırmak icin girişimlerde bulunmak yerine sürdürülebilir bir düzeyde tutma tavrı iyice belirginleşmeye başladı. Haber taramasına konu olan dönemin ana tartışmaları Ukrayna’nın yoğun silah talebi etrafında döndü. Ukrayna tarafı her fırsatta gelişmiş tank, füze ve uçak taleplerini tekrarladı. 50’ye yakın NATO ve müttefiki ülkenin savunma bakanlarının Almanya’daki toplantılarında da ana gündem Ukrayna’ya ağır silahların sağlanması konusuydu. Sonuçta Almanya’dan Ukrayna’ya tank gönderilmesine yeşil ışık yakıldı. Almanya sadece tank göndermekle kalmadı, yeniden ihraca izin vererek elinde Leopar tankı olan diğer ülkelere de yol verdi. Nitekim Ukrayna’nın en büyük destekçilerinden biri olan Polonya da daha önce gönderdiği tanklara ek olarak elindeki 14 Leopar 2 tankını da göndereceğini belirtti. ABD de 31 adet Abrams tankı göndereceğini belirtti. Ancak Ukrayna’ya gönderilen silahların genelde konvansiyonel silahlar olduğu görülüyor. Ukrayna’nın ısrarlı savaş uçağı ya da uzun menzilli füze talepleri karşılanmıyor. Batı, bir anlamda Ukrayna’nın yenilmemesi için gerekli her şeyi yaparken ortada Ukrayna açısından kısa vadede bir kazanç durumunun olamayacağının da farkında. Zira Ukrayna’nın saldırı gücünün arttırılmasının nükleer bir felakete yol açabileceği şüphe götürmez bir durum. Bu yüzden Ukrayna’ya yapılan destekler Rusya’yı bu batakta tutacak düzeyde kalıyor. Burada Amerika’nın duruşuyla Avrupa’nın nereye kadar uzlaştığına bakmak gerekiyor. Savaşın etkilerinin Avrupa’da daha yakıcı bir şekilde hissedildiği düşünüldüğünde Avrupa’nın buradaki duruşunun yakından incelenmesi oldukça önemli. Özellikle Amerika ile Almanya arasındaki gerilimler ileride yeni çatlaklara neden olabilir. Bu arada Ukrayna’nın yerli İHA yapma girişimleri ve bu bağlamda Baykar Teknoloji ile yapılan anlaşmaların etkileri de izlenmeli. Öte yandan Ukrayna topraklarının yüzde 40’ına mayın yerleştirildiğine dair yorum ve analizler, savaşın yıkıcılığının savaşın bitmesiyle sınırlı olmayacağını bir kez daha hatırlatmış oldu.

NATO-Türkiye

Önceki dönem değerlendirme yazımızda bahsettiğimiz, üçlü mutabakat çerçevesinde ele alınan sorunlar çözülmek yerine daha da artmaya başladı. Son olarak aşırı sağcı bir parti lideri olan Rasmus Paludan’ın 21 Ocak günü Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kuran yakması ve İsveç’in konuyu ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmesi iki ülke arasındaki gerilime bir yenisini ekledi. Eylemin Rusya tarafından finanse edildiği ortaya çıktı. Bu eylem Rusya’nın NATO’nun genişlemesini engelleyici bir hamlesi olarak değerlendirilebilir. Amerika ise İsveç ve Finladiya’nın NATO üyeliğine dair Türkiye’nin veto konusunun üç ülkenin kendi arasında halletmesi gerektiğine dair görüşünü yineledi. Türkiye İsveç’in üyeliği için “kapıları kapatırken” Finlandiya’nın üyeliğinin ayrıca değerlendirilebileceğini söyleyerek konuyu bir gerilim noktası olarak tutmaya çalıştı. Ancak İsveç’ten gelen üyelik başvurusunu 11-12 Temmuz’da Litvanya’daki NATO toplantısına -bir anlamda seçimlerden sonrasına- kadar geçici olarak dondurma kararı ve Finladiya’nın İsveç ile birlikte katılma açıklaması oldukça önemli. Gelinen noktada AKP iktidarının hem iç hem de dış politika bağlamında  kullandığı bu kozun önemini yitirdiği söylenebilir.

Suriye

Rusya himayesinde Suriye ile Türkiye arasındaki görüşmeler devam ediyor. Suriye, ilişkilerin normalleşmeye başlaması için Türkiye’nin bölgeden çekilmesi konusunda ısrarcı görünüyor, ancak Türkiye’nin bu adımı atmaya niyetli olduğunu söylemek mümkün değil. Yapılan görüşmelerde Halep-Lazkiye uluslararası karayolunun yeniden açılmasının gündeme geldiği haberleri basında yer aldı. Bu görüşmelerde, Astana görüşmelerine dahil olmuş olan İran’ın yer almaması dikkat çekiciydi. Lavrov geçtiğimiz günlerde, İran’ın Türkiye, Suriye ve Rusya arasında süregiden görüşmelere dahil olacağını duyurdu. Bu noktada İran ve Suriye arasındaki ilişkinin gerilimli bir hat üzerinde ilerlediğini hatırlamakta fayda var. İran, Suriye’ye akaryakıt krizini aşması konusunda yardım etmezken, Suriye de Tahran-Bağdat-Şam-Beyrut karayolu üzerindeki İran kontrolünü kırmaya dönük adımlar atıyor, böylece İran’ın Akdeniz’e erişim imkanını ortadan kaldırıyor. Rusya, Suriye, Türkiye ve (muhtemelen) İran arasında yürütülen ve çeşitli iç gerilimler barındıran görüşmelerde ABD’nin nasıl konumlandığının anlaşılması önemli görünüyor. Bu süreç ilerlerken, Türkiye’nin Rojova’ya operasyon yapma ihtimaline ilişkin haberler de basında yer alıyor. Türkiye’nin Federe Kürt bölgesindeki karakol sayısını artırdığı bildiriliyor. Rojova’daki ABD destekli silah potansiyeli nedeniyle olası bir saldırının şiddetli bir savaşa dönüşme ihtimalinden de bahsediliyor. Bu noktada, İran, Suriye, Türkiye ve Rusya arasındaki görüşmelerde karşılıklı hangi tavizlerin verildiği, ne tür pazarlıkların yapıldığı belirleyici olacaktır. İran’daki halk ayaklanmasında İran Kürdistan’ın oynadığı rol, İran’ın Kürt güçlerini bastırmak için motive olmasında etken olabilir.

Filistin-İsrail

Netanyahu Hükümeti’nin işbaşına gelmesinden sonra Filistin-İsrail geriliminin yeniden tırmanışa geçtiği gözleniyor. İsrail güçlerinin işgal atındaki Batı Şeria’nın Cenin Kampı’na düzenledikleri saldırıda 9 Filistinli öldü. Hemen ardından Kudüs’teki bir sinagoga yapılan saldırıda 7 kişi yaşamını yitirdi.  13 yaşındaki bir Filistinlinin yaptığı saldırıda ise İsrailli bir Baba ve oğlu yaralandı. Netanyahu Hükümeti’nin yeni güvenlik önlemleri ise binlerce İsrailli sivile, silah ruhsatı verilmesini de kapsıyor. İsrail tarihinin en ırkçı yönetimlerinden birinin iş başında olduğu düşünülürse bunun hem Filistinlilerle hem de İranla ilişkilerde ciddi fay hatları oluşturması kaçınılmazdır. Ortadoğu turu kapsamından Mısır’dan İsraile gecen ABD Dışişleri Bakanı Blinken iki tarafa da gerilimin düşürülmesi çağrısında bulundu ve iki devletli çözüm önerisine vurgu yaptı. Blinken ayrıca ekibinden üst düzey bir heyetin kalarak İsrail-Filistin arasında arabuluculuk yapacağı söyledi.

Azerbaycan-İran

Kafkaslar ve Ortadoğu’da yeni bir gerilime daha tanık olduk.  Azerbaycan’ın Tahran Büyükelçiliği’ne silahlı saldırı yapıldı. İran saldırının ailevi bir sebepten gerçekleştirildiğini söylese de Azerbaycan saldırıyı bir terör eylemi olarak niteleyip İran’a güvenmediğini belirterek büyükelçiliğini kapattı. Azerbaycan ile Rusya arasındaki ilişkiler çok yakınken ve İran ve Rusya’nın yakın müttefikliği biliniyorken, bu saldırı ve sonrasında yaşananların Kafkaslar ve Ortadoğu’daki ittifaklar açısından oldukça ilginç denklemlere yol açacağı söylenebilir.