Bu değerlendirme 31 Ocak-13 Şubat tarihli haber akışı esas alınarak hazırlanmıştır.

İÇ POLİTİKA

Yerel Seçimlere Giderken

Depremin birinci yıldönümünde Hatay’da konuşan Erdoğan, “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı” dedi. Erdoğan’ın yerel seçimlere giderken, “ya bize oy verirsiniz ya da hizmet alamazsınız” söylemini kullandığı görülüyor. Bu söylemin ters tepeceğini düşünenler olsa da kendi şehirlerine hizmet gelmeyeceğinden çekinen seçmenin oy tercihinin etkilenebileceğini söyleyenler de var.

Seçimlerde DEM Parti ve YRP’nin tavrı merakla bekleniyordu. Her iki partide seçimlere kendi adaylarıyla girme kararı aldı. Ancak CHP ile DEM Partinin bazı il ve ilçelerde ortak aday gösterme konusunda görüştükleri belirtiliyor. Bu durum özellikle İstanbul açısından kritik olarak değerlendiriliyor. Başak Demirtaş’ın aday olabileceğini açıklaması tartışmalara yol açtı. DEM Partinin bu kadar güçlü bir adayla İstanbul seçimlerine girmesinin İmamoğlu’na kaybettireceği dile getirildi. Ancak Başak Demirtaş aday olarak gösterilmedi. Bu durumun İmamoğlu’na yarayacağı ve Kürt seçmenin bir kısmının İmamoğlu’na oy verebileceği konuşuluyor. Başak Demirtaş’ın neden önce adaylığını açıkladığı ve daha sonra çekildiği konusunda ise DEM Parti ve Demirtaş’tan doyurucu bir açıklama gelmedi. Ayrıca Kürt illerinde ön seçim yöntemini kullanan DEM Parti’nin İstanbul gibi büyük şehirlerde atama yöntemine devam etmesi dikkat çekti. Bunun yanında YRP’nin, Necmettin Erbakan’ın damadı Mehmet Altınöz’ü aday göstermesi sonucunda, AKP’nin oy tabanından kaymalar olabileceği dile getiriliyor.

CHP’de ise değişen bir şeyin olmadığı görülüyor. Geçen seçim sürecinde taban çalışmalarının olmaması ve tabanın yeterince devreye sokulmaması eleştirilirken, bu seçim sürecinde de tabanın taleplerinden çok, yüksek siyaset tercihlerinin aday belirlemede etkili olduğu görülüyor. Özellikle İstanbul’da İmamoğlu’na yakın isimlerin aday gösterildiği ve genel olarak da CHP’nin garanti kazanacağı düşünülen yerlerde İmamoğlu ekibine yakın isimlere yer verildiği dile getiriliyor. Yine özellikle Hatay ve İzmir’de belirlenen adaylar ciddi tartışmalara neden oldu. Hatay’da halk tarafından tepki gösterilen Lütfü Savaş’ın aday gösterilmeyebileceği konuşulsa da Savaş’ın adaylığı kesinleşti.

DEM Partinin kendi adaylarını çıkarması, AKP ile anlaşma yapıldığı ve seçim sonrasında çözüm sürecinin yeniden başlayabileceği görüşlerini ortaya çıkarmış olsa da tam tersine, seçim sonrası özellikle Rojava’ya ve Irak’a büyük bir saldırı hazırlığı yapıldığını ve çözüm sürecinin başlamasının söz konusu olmadığını dile getirenler de var. AKP’nin sürdürmeye çalıştığı Türk- İslamcı ittifak düşünüldüğünde, seçim sonrası bir barış süreci olabileceği iddiası fazlasıyla spekülasyon gibi görünüyor. Kaldı ki Erdoğan, Kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, Rojava’ya yapılan saldırıların devam edeceğini açıkça belirtti.

Can Atalay ve AYM

Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, Erdoğan’ın katıldığı bir tören sırasında; “Görüş farklılıklarının bulunduğu gerekçesiyle AYM kararlarına uyulmamasının hiçbir anayasal ve yasal zemini yoktur” açıklamasını yaptı. AYM başkanının konuşmasının ardından Devlet Bahçeli, AYM’yi yeniden hedef gösterdi. Bahçeli, AYM’nin kapatılması ya da yeniden yapılanması gerektiğini bir kez daha söyledi. Yakın bir zamanda, AYM’nin neredeyse tümüyle Erdoğan tarafından atanan üyelerden oluşacak olması MHP’yi rahatsız mı ediyor? Elbette AYM’nin tümüyle kontrol altına alınmak istendiği ve bugün neredeyse tek denetleme mekanizmasının da etkisizleştirilmeye çalışıldığı açık. Ancak yine de birkaç ay içinde tamamen Erdoğan’ın atadığı üyelerle yönetilecek AYM’ye karşı MHP’nin sert tavrı dikkate değer bir durum. Bilindiği gibi yerel seçimlerden sonra iki üyenin daha görev süresi doluyor. Erdoğan’ın atayacağı yeni iki üyeyle AYM’deki çoğunluk Erdoğan’ın atadığı üyelerin eline geçecek. Ancak AYM ile ilgili bu gelişmeleri, bir AKP-MHP gerilimi olarak okumanın yanlış olduğu ve yeni rejimin el birliğiyle inşa edilmeye çalışıldığı görüşünü dile getirenlerde var. Burada MHP’nin AKP ile ters düşmesinden çok, yeni rejimin kurumsal olarak inşasında öncü bir rol oynadığı ve yeni rejimin önünde engel olarak görülen AYM’nin etkisizleştirilmeye çalışıldığı belirtiliyor.

Erzincan İliç’te Maden Faciası

13 Şubat 2013’te Erzincan’ın İliç İlçesi Çöpler köyündeki “Çöpler Altın Madeni” atık sahasında büyük bir heyelan gerçekleşti. Heyelan sonucunda 9 işçi toprak altında kaldı. İşçilere ulaşmak için çalışmalar başlatıldıysa da milyonlarca metreküp toprağın altında kalan işçilerin bulunmasının çok zor olacağı belirtiliyor. Madenin 2010 yılında faaliyete başladığı ve Anagold Madencilik’e ait olduğu biliniyor. Anagold Madencilik’in hisselerinin yüzde sekseni uluslararası bir şirkete aitken, yüzde yirmilik bir kısmının Çalık Holdinge ait olduğu belirtiliyor. Bir başka önemli mesele ise maden sahasının bulunduğu bölgeden Bingöl-Yedisu fay hattının geçiyor olması.

Madenin bir fay hattının üzerine kurulmuş olması ve siyanür dışında 39 ayrı kimyasal kullanılarak altın çıkarılması, faaliyete başladığı dönemden itibaren çevreciler tarafından dile getiriliyordu. TMMOB başta olmak üzere pek çok meslek örgütü ve çevre aktivisti, madenin faaliyetlerinin durdurulması için mahkemelere başvurmuşsa da bir sonuç alınamamıştı. Maden kapatılmadığı gibi 2014 ve 2021’de ÇED raporlarıyla kapasite artışına gidilmişti. Madenin çevre ve insanlar açısından ne kadar büyük bir tehlike olduğu aslında 21 Haziran 2022’de yaşanan kazayla ortaya çıkmıştı. Bu tarihte siyanür taşıyan bir boru hattında patlama meydana gelmiş ve sızan siyanür su kaynaklarına karışmıştı. Bu olay üzerine madenin çalışmaları kısa bir süre durdurulmuş olsa da 23 Eylül 2022’de tekrar faaliyet başlamıştı. Faaliyetin başlaması bir yana en son 2023 tarihinde “ÇED raporu gerekli değildir” kararı çıkartılarak maden sahası 5,83 hektar genişletilmişti. Özetle tüm uyarılara ve hatta yaşanan küçük çaplı felaketlere rağmen madenin çalışması durdurulmamış ve büyük facia göz göre göre gerçekleşmiştir. Yetkililer reddetse de atık toprağın taşıdığı siyanür ve kimyasalların su kaynaklarına karışması muhtemel. Bu durum çok daha geniş alanlara yayılabilecek bir felaketin oluşmasına neden olabilir.

Endişe verici olan başka bir duruma daha dikkat çekmek gerekiyor. Erzincan İliç’te yaşanan faciaya neden olan altın madenine benzer başka madenler de bulunuyor. Bu madenlerde de benzer şekilde siyanürle altın aramaya devam ediliyor. İliç’teki faciaya benzer başka olayların da olması şaşırtıcı olmayacaktır. İktidar, bu konuda hiçbir önlem almayacaklarını gösterdikleri gibi bu madenlerin çevreye büyük zarar verdiğini söyleyenleri hala vatan hainliği ile suçlamaya devam ediyor.

Yaşananları daha iyi anlamak için, AKP döneminde, devletin maden politikalarına bakmak gerekiyor. AKP’nin iktidarda bulunduğu süre içerisinde maden yasası yirmi bir kez değiştirilmiştir. Bu değişikliklerle ülke toprakları, uluslararası maden tekellerine açılmıştır. AKP döneminde verilen maden ruhsatı sayısı, durumu çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Türkiye’de 1923 ile 2002 arasında verilen maden ruhsatı sayısı 1.186’dır. AKP iktidarı döneminde ise verilen maden ruhsatı sayısının dört yüz bine yaklaştığı dile getiriliyor. Günümüzde Türkiye’nin yüzde altmışlık bir bölümü maden sahasına dönüştürülmüş durumda. Maden ruhsatları verilirken, yol açılacak çevre zararları göz önünde bulundurulmuyor. Bu madenlerden devletin elde ettiği gelir ise bilinmiyor.

EKONOMİ

Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan, planlı bir operasyonla değiştirilmiş görünüyor. Erkan’ın yerine yardımcısı Fatih Karahan atandı. Atamanın ardından yapılan ilk enflasyon raporu sunumuna ise MB Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay’ın açıklamaları damga vurdu. Akçay yaptığı açıklamada yedi aydır mevduat faizi, politika faizi, enflasyon ve döviz kurları arasında kopan bağı tekrar kurmakla uğraştıklarını belirtirken bir anlamda, önceki dönemin ekonomi politikalarının verdiği zararları vurgulamış oldu. Enflasyon ise artmaya devam ediyor. TUİK’in açıkladığı rakamlara göre Ocak ayında aylık bazda enflasyon yüzde 6,70 olarak gerçekleşirken yıllık bazda yüzde 64,86’ye çıktı. ENAG ise aynı dönem için enflasyonu aylık bazda yüzde 9,38, yıllık bazda ise yüzde 129,11 olarak ölçtü. Farklı enflasyon rakamlarına daha fazla kulaklarını tıkayamayan TÜİK, literatüre yeni bir kavram kazandırarak “hissedilen enflasyon”un ölçülen enflasyonun çok üzerinden olduğunu belirtirken bir anlamda ücret artışlarına temel olan enflasyon ölçümlerinin gerçek enflasyonu yansıtmadığını itiraf etmiş oldu.

Cevdet Akçay’ın bahsettiği enflasyon ve kurlar arasında kopan/koparılan bağların ekonomi üzerindeki etkilerinden İstanbul Ticaret Odası (İTO) da şikâyet etmeye başladı. İTO Başkanı Avdagiç, gerçekçi, istikrarlı, enflasyonla korelasyon içinde bir kur olması gerektiğini, var olan durumun ihracatı kötü etkilediğini vurguladı.

Hissedilen enflasyonun doğrudan etkisi ise yaygın yoksullaşma olarak kendini gösteriyor. Satın alma gücü ciddi şekilde düşen geniş halk kesimlerinin oluşturduğu ucuz gıda, ücretsiz ekmek kuyrukları gündelik hayatın bir parçası oldu. Diğer yandan işçi ve işverenler arasında uzun sürelere yayılan zam görüşmeleri sonuçsuz kalırken, grevler de artmaya başladı. Erciyes Boru’nun Düzce ve Mersin fabrikalarındaki işçiler de grev kararı aldılar. Ancak grevlerde devletin işverenden yana olan tavrı da değişmiyor. Zira uzun süredir grevde olan Özak işçilerinin İstanbul’daki Özak Holding önünde yapmak istedikleri eylemler Zeytinburnu Kaymakamlığı’nın getirdiği 7 günlük eylem yasağıyla engellendi.

Makro ekonomik verilerde de beklentiler tutmadı. Orta Vadeli Programda 2023 yılı için öngörülen 42,5 milyar dolar cari açık 45,2 milyar dolar olarak gerçekleşti.

DIŞ POLİTİKA

Ortadoğu’da gerilimin tırmanması

Uluslararası Adalet Divanı’nın kararına rağmen Gazze üzerindeki saldırılarında hız kesmeyen İsrail bu dönemde Gazze’nin güneyinde, Mısır sınırında bulunan Refah kentine yöneldi. “Gazze Şeridi’nde Hamas’ın onayladığı ateşkes anlaşmasına karşı çıkan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Gazze’de yerinden edilmiş Filistinlilerin sığındığı Refah bölgesine saldırı hazırlığı için orduya emir verdiklerini açıkladı”. Filistin resmi haber ajansı WAFA yapılan saldırılarda en az 100 kişinin öldüğünü duyurdu. Hava saldırılarında sivil yerleşimlerin yanında, göçe zorlanmış insanların sığındığı bir anaokulunun da hedef alındığı, ölenler arasında çocukların da olduğu ajanslar tarafından duyuruldu. İsrail hava harekâtıyla yetinmeyip, kara harekâtı hazırlığında olduğunu duyurdu. Filistin Yönetimi, İsrail saldırılarından kaçan yaklaşık 1,5 milyon insanın sığındığı Refah kentine kara harekâtının insani krizi daha da büyüteceği ve sığınmacıları yeni bir soykırım döngüsüne sokacağı uyarısında bulundu. İsrail devlet televizyonu Refah’a saldırılara başlanmadan önce kentin boşaltılacağını duyurdu. İsrail’in hazırladığı boşaltma planına göre Refah’ın kıyı şeridinde 15 ayrı bölge oluşturulacak ve her birinde 25 bin çadır kurulacak. Çadır kentlerin masraflarının ise ABD ve Arap ülkeleri tarafından finans edilmesi öngörülüyor.

İsrail’in kara harekâtına hazırlandığı haberleri gerek Amerika ve Almanya gibi doğrudan İsrail’i destekleyen hükümetler ve gerekse Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkeleri tarafından tepkiyle karşılandı. Amerika ve Almanya bu tür bir harekatın insani bir felaket olacağını belirtti. Suudi Arabistan Filistinlilerin zorla sınır dışı edilmelerinin kabul edilemeyeceğini belirtirken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni acilen toplanmaya çağırdı. Filistinlilerin sürülmeye çalışıldığı Mısır ise Refah sınırına askeri yığınak yapmaya başladı. 7 Ekim’den bu yana yaşananlara pek ses çıkarmayan Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin İsrail’i, Filistinlileri Mısır’a sürmeye girişmesi durumunda Camp David Barış Anlaşması’nı askıya almakla tehdit ettiği iddia ediliyor.

“İsrail’in Gazze’de bugüne kadar yaptığından bile daha büyük katliama yol açmasından korkulan Refah’a kara harekâtı hazırlığı karşısında, Güney Afrika tekrar Ulusal Adalet Divanı’na (UAD) başvurdu. Mahkemeden durdurma kararı için yetki değerlendirmesi istedi.” İsrail’in Refah’a yaptığı saldırılar ve muhtemel kara harekatına karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan da İsrail’i uluslararası hukuka uymaya davet ederek “Silahlı çatışmalarda geçerli olan hukuk, içi boş veya anlamdan yoksun hale getirilecek şekilde yorumlanamaz… Hukuka uymayanlar, mahkeme daha sonra yetkisi uyarınca harekete geçtiğinde şikayet etmemeli” dedi.

İsrail saldırılarına devam ederken, ABD, Mısır, İsrail ve Katar’dan yetkililerin Gazze’de ateşkes anlaşması amacıyla Kahire’de bir araya geldiği, ABD heyetine CIA direktörü William Burns, İsrail heyetine Dış İstihbarat Servisi (Mossad) Başkanı David Barnea ve İç İstihbarat Servisi (Şin Bet) Başkanı Ronen Bar’ın başkanlık ettiği haberi basına yansıdı.

Batı’nın ikiyüzlü tutumu Filistin’e yapılan insani yardımlar konusunda da kendini gösteriyor. Bilindiği üzere Birleşmiş Milletlerin yardım kuruluşu UNWRA, Gazze’nin yanı sıra Batı Şeria, Ürdün, Lübnan ve Suriye’ye yayılan Filistinli mültecilere insani yardım sağlayan en önemli uluslararası yardım kuruluşu. İsrail’in 12 UNWRA çalışanının Hamas’ın 7 Ekim saldırısına katıldığı iddiası üzerine aralarında ABD, Birleşik Krallık, Almanya ve Japonya’nın da olduğu en az 17 ülke UNWRA’ya sağlanan finansmanın askıya alındığını açıkladı. BM Genel Sekreteri António Guterres İsrail’in suçlamalarını reddederek, tarafları Uluslararası Adalet Divanı kararlarına uymaya çağırdı. Kaldı ki UNWRA suçlanan 12 çalışanı işten çıkardığını ve gerekli incelemelerin başlatıldığını açıklamıştı. İsrail askerlerinin karıştığı insan hakları ihlalleri ve katliamlar ortadayken ABD ve Batılı müttefikleri İsrail’e karşı herhangi bir yaptırım uygulamıyorlar. Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus da yardımların kesilmesi halinde Gazze halkının açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.

ABD’den 3 ülkeye saldırı

ABD, Ocak ayında Ürdün-Suriye sınırında bulunan üslerine yapılan saldırılara misilleme olarak Irak, Suriye ve Yemen’de İran destekli gruplara hava saldırıları düzenledi. Husilere ait Al-Masirah televizyonu Suudi Arabistan sınırındaki Hacce kentine 7 saldırı yapıldığını duyururken, kayıplar konusunda bilgi vermedi. Irak hükümet sözcüsü saldırılarda aralarında sivillerin de bulunduğu en az 16 kişinin yaşamını yitirdiğini belirtirken, Suriye ordusu da İran yanlısı 23 savaşçının yanında sivil ölümlerinin de yaşandığını duyurdu. İran destekli Direniş Ekseni’nin Irak ayağı da ABD’nin Irak ve Suriye’deki saldırılarına misilleme olarak “ABD’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’deki Harir askeri üssünü hedef aldığını duyurdu”. Suriye’nin doğusundaki Deyrizor ilindeki bir ABD askeri üssüne düzenlenen insansız hava aracı (İHA) saldırısında da Suriye Demokratik Güçleri mensubu 6 askerin yaşamanı yitirdiği bildirildi. Saldırıyı İran destekli “Iraklı milislerin çatı örgütü konumundaki Irak’ta İslami Direniş üstlendi“. ABD yönetiminin bölgedeki farklı hedeflere yoğun şekilde saldırlar düzenlediği ve bu saldırılarda en az 40 kişinin hayatını kaybettiği düşünüldüğünde, çatışmaların bölgeye yayılmasını istemediği yönündeki açıklamalarının ne derece samimi olduğu da bir soru olarak ortada duruyor.

Silahlanma yarışı

Sıcak çatışma bölgelerindeki gerilimler artarken, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Alman Welt am Sonntag gazetesine yaptığı açıklamada, Ukrayna Savaşı’na referansla, özellikle Avrupa ekonomilerinin Rusya’ya karşı silah üretimini artırmaları gerektiğini söyledi. Rusya’nın silahlanmadan vazgeçmediğini ve uzun bir savaşa hazırlandığını belirten Stoltenberg “ancak kendimizi on yıllarca sürebilecek olası bir savaşla karşı karşıya gelmeye hazırlamalıyız” dedi.

Benzer şekilde Welt am Sonntag gazetesine röportaj veren Almanya Genelkurmay Başkanı Carsten Breuer de Rusya’nın durumuna işaret ederek, 5 yıl içinde savaşa hazır hale gelmeleri gerektiğini belirtti. Rusya’nın Ukrayna’nın ötesine uzanma olasılığı konusundaki soruya verdiği cevap da Stoltenberg ile paralellik gösteriyor. Breuer de Rusya’nın savaş ekonomisine geçtiği görüşünde.