Bu değerlendirme yazısı hazırlanırken linkte bulunan haber akışından faydalanılmıştır.

İÇ POLİTİKA

Masalar, İttifaklar, Birlikler

Yazının ele aldığı dönemde iç politika alanında yaşananlar demokratikleşmeyi sağlayacak bir hükümet değişikliğinin imkanlarını ve imkansızlıklarını sorgulamak açısından oldukça önemliydi. Sedat Peker’in ortaya koyduğu, eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı ve eski Halkbank Genel Müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu, Cumhurbaşkanı Danışmanı Serkan Taranoğlu, AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Deniz Meclisi Üyesi Salih Orakçı’nın içine dahil olduğu yolsuzluk ağları karşısında muhalefet liderlerinin suç duyurusunda bulunması ve süreç içinde Cumhurbaşkanı danışmanlarının istifa etmesi aslında iktidarın ve onun etrafında kurulan klientalist ilişkilerin ne kadar kırılgan olabildiğini de gösterir nitelikteydi. Muhalefetin kendinden emin hareket ettiği bir ideal evrende bu ifşadan sonra Türkiye’de bir temiz eller süreci başlatılabileceği düşünülebilirdi, fakat, 6’lı masanın genel eğilimi iktidarın tabanından destek bulma emeliyle yapılan pragmatik stratejik hamlelere yönelmek oluyor. Bu hamleler sırasında da çoğunlukla masanın kendisi, iktidarın körüklemeye çalıştığı antidemokratik muhfazakar baskıcı evrene maşa oluyor.

Gülşen meselesine verilen tepkide de bu görüldü. Zira, CHP’li Özgür Özel’in Gülşen’in davası ile ilgili olarak  ”Maksadını aşmış bir espri insanların kalbini kırdı, hızlı bir şekilde telafi edileceğini umuyoruz. Biz de sürecin takipçisi olacağız” diye açıklama yapması Gülşen’in suçlanmasına neden olan cümlelerden daha “talihsizdi”.  Muhalefetin yine Cumhur İttifakı’nın tabanını ürkütmemek adına demokrasinin temel ilkelerinden ödün vermesi ve Gülşen’in başına gelenleri ifade özgürlüğü bağlamında savunmaması ne yazık ki demokratik dönüşüme dair umutları da kırıyor.

Benzer bir bağlam içinde, CHP üzerinde bir İYİ Parti baskısı oluştuğu da görülebiliyor. İYİ Parti’nin CHP’ye yaptığı milliyetçilik polisliğini  İzmir’in Kurtuluşu kutlaması ile ilgili olaylarda gözlemleyebiliyoruz. Örneğin, İYİ Partili Dervişoğlu, İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’İn İzmir’in Kurtuluşu mesajında demokrasi, özgürlük ve barıştan bahsetmesini “kavram kargaşası” yaratmak olarak değerlendirdi ve sosyal medya üzerinden Soyer’den kutlama mesajlarının değiştirilmesini istedi. Bu diyalog bile 6’lı masanın nasıl kırılgan fay hatları üzerine inşa edildiğini gösteriyor.

6’lı masada bunlar olurken, HDP, TİP, EMEP, TÖP, EHP, Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun kurduğu Halkevleri’nin son dakikada parçası olmaktan vazgeçtiği başka bir altılı ittifak var: Emek ve Özgürlük İttifakı. HDP’nin sol partilerle ittifaklara girmesi yeni bir şey değil. Fakat bu ittifakların kazananının kim olduğu sorusu oldukça önemli. bu ittifaklar, HDP’nin Kürt Sorunu gündemine odaklanıp burada kurucu bir rol oynamasına yardımcı olmak yerine genelde HDP’nin bu sol partilerin gündemlerini sahiplenmesi ve HDP tabanının da bu partilerden kişilerin meclise girmesine katkıda bulunması şeklinde gerçekleşiyor.

Bir de bu ittifaktan uzak durup kendi ittifakını kuran Sosyalist Güç Birliği var. ‘Ülkemizin Geleceğine Birlikte Sahip Çıkıyoruz’ sloganıyla ortaya çıkan bu ittifakta Devrim Hareketi, Sol Parti, TKP ve TKH var.  Kuruluş deklarasyonunda oldukça iddialı olsa da bu birliğin kamusal alanda sosyalizmin sesi olma iddiasından öteye gidebileceğini düşünmek oldukça zor.

 

EKONOMİ

Ekonomi alanında geçtiğimiz dönemin en sıra dışı gelişmesi Merkez Bankası’nın aldığı faiz indirimi kararı oldu. Piyasaları ve ekonomistleri ters köşede bırakan hamle sert eleştiri ve endişelere  yol açtı.TCMB faiz oranını 100 puan düşürerek yüzde 13’e indirdi. Merkez Bankası, geçen yılın son dört toplantısında faizde toplam 500 baz puan indirime gittikten sonra, bu yılın ilk yedi toplantısında faizde bir değişiklik yapmamıştı.Bu gelişmeler üzerine, dolar kuru faiz indiriminin etkisiyle Aralık 2021’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı ve 18,13 seviyesinin üzerini gördü. Ünlü ekonomist Timothy Ash karar ile dalga geçti ve ‘Belli ki ceplerinde Rusya ve Körfez’den gelen nakit para var, faizi indirerek lirayı tutabileceklerini düşünüyorlar. Ama böylelikle yeni buldukları rezervleri de çar çur edecekler’ dedi. Açıklama yapan birçok ekonomist hamlenin akıl dışılığının altını çizerken, sonucun süregiden aşırı yoksullaşmayı kaçınılmaz olarak şiddetlendireceği görüşünde birleştiler.

Bu hamlenin kredileri ucuzlatarak iç tüketimi teşvik etme ve birçok alanda sıkışan ekonomiyi bu adımla ısıtma çabası olduğu yönündeki iddialar en azından takip edilmeyi hak ediyor. Benzer hamlelerin devam etmesi seçim ekonomisinin uygulanmakta olduğu yönünde çok önemli göstergeler olarak okunacaktır.

Rusya’dan para geleceği iddialarını, Türkiye’nin Rusya’ya ihracatındaki ve petrol ithalatındaki büyük artış haberleri izledi. Türkiye ve Rusya arasında yaşandığı iddia edilen ekonomik yakınlaşma Avrupa’da endişe, ABD’de ise kızgınlık ve karşı hamlelerle karşılandı: ABD önce Rusların yaptırımları aşmak için Türkiye’yi kullanmaya çalıştığını ileri sürerek Türkiye’yi uyardı. Ardından ABD yaptırım listesindeki Rus şirketlerle iş yapan Türk şirket ve bankalarının yaptırımla karşılaşacağı uyarısını içeren bir mektubu TUSİAD’a gönderdi.  Yaşadığı ekonomik çöküşün etkilerini kısa vadede bulduğu ve bedeli belirsiz tüm kaynakları hızla tüketerek zayıflatmaya çalışan rejimin Rusya’dan gelmesi muhtemel kaynaklar konusunda elinin sıkıştığı ortada. Alışageldiğimiz irrasyonel tutumlara ve “ne olursa olsun, yeter ki sıcak para girişi olsun”cu politikalara devam edilmesi muhtemel. Bu tür politikalara devam edilip edilemeyeceğini ve edilirse ne tür bedeller ödeneceğini ise hep birlikte göreceğiz.

 

DIŞ POLİTİKA ve DÜNYA:

Rojava

Türkiye’nin Suriye’ye yapmayı planladığı olası kara harekatına karşı Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Kremlin’de “Suriye’de yeni bir askeri harekat kabul edilemez” diyerek,  Ankara’yı “Suriye-Türkiye ilişkilerinde hali hazırda var olan siyasi ilkelere dayanan diplomatik kanallar yoluyla anlaşmaya varma”ya çağırdı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da bu açıklamadan kısa süre sonra Suriye ile diyalog için şart koşmayacağını açıkladı. Çavuşoğlu, Büyükelçiler Konferansı’nda da muhalif Suriyelilerle rejim arasında arabuluculuk yapılabileceğini belirtmişti.  ABD Dışişleri Sözcüsü bu gelişmelere cevaben “Beşar Esad’ı normalleştirme veya rehabilite çabalarına destek vermeyece[ğini]” ifade etti. Fakat, anaakım medyada bir Esad-Erdoğan görüşmesi olasılığı tartışılmaya başlandı bile. Türkiye Gazetesi’nin yaptığı habere göre Şam-Ankara temaslarında karşılıklı beklentiler konuşulmaya başlandı. Bu arada herhangi resmi bir görevi olmayan ve hangi sıfatla hareket ettiği de anlaşılmayan Doğu Perinçek de Esad ile görüşeceğini duyurdu. Perinçek İsmail Saymaz’a verdiği röportajda görüşme talebinin Suriye tarafından uzun süredir geldiğini iddia etti. Perinçek hükümetin denetiminde ve yönetiminde olmadığını fakat görüşmeleriyle ilgili hükümete de bilgi verdiğini belirtti.

Bu bağlamda Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğü ve terör sorunu başlıkları altında iki farklı kategori yaratmış durumda. Buna göre Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğüne her zaman saygılı olma iddiasını dile getirirken, kendi güvenliğini tehdit eden terör unsurları nedeniyle sınırötesi operasyonlar gerçekleştiriyor. Erdoğan bu iki durum arasında bir çelişki görmüyor. Dolayısıyla bir yandan Esad ile görüşme ihtimalleri değerlendirilirken diğer yandan Rojava’da kısmi saldırılar düzenleniyor ve daha kapsamlı bir operasyon için bölgedeki aktörlerin nabzı yoklanıyor. Halihazırda Türkiye topyekün bir operasyon düzenlemiyor olsa da bölgedeki tansiyonu da sürekli yüksek tuttuğu görülüyor. Erdoğan’ın açıklamaları Suriye’de Rusya ile irtibat halinde davranıldığı yönünde. Rusya’nın da özellikle Ukrayna savaşı ile önüne koyulan yaptırımları aşmak açısından Erdoğan ile yakınlaşmak istemesi şimdilik bu ittifakı güçlendirecek nitelikte. Hüsnü Mahalli ise Türkiye’nin son dönemde İsrail ile yakınlaşmasını da bu çelişkilere dahil ediyor ve bir yandan Esad ile diyalog kapılarını aralayan Türkiye’nin diğer yandan da İsrail‘e yeni büyükelçi atayacağını açıklamasının ve Erdoğan’ın Suriye açıklamasından önce ve sonra İsrail Başbakanı Lapid ve Cumhurbaşkanı Herzog’u aramasının işaret ettiği problemlerin altını çiziyor. Mahalli Suriye’nin iç politikayı hizaya sokmak için oynanan bir kart olmaktan çıkarılması gerektiğini belirtiyor. Nitekim, Erdoğan’ın terör ve toprak bütünlüğü arasındaki ayrımın Suriye tarafında pek de kabul gördüğü söylenemez.  Esad’a yakınlığı ile bilinen Suriyeli Eski milletvekili Şerif eş-Şehade “Türkiye gökyüzünden inmiş bir ilah değil, işgalcidir… Çıkarsa o zaman diyalog olur” dedi.  Rusya, İran, ABD, AB ve BM’nin kara operasyonu konusunda Türkiye’ye yol vermediği iddia edilebilir. Fakat, Türkiye’nin kara harekatına izin verilmese de hava sahasında özgürce hareket etmesine göz yumulduğu, bu yöntemlerle yapılan saldırılarla da birçok insana zarar verildiği ortada. Bu müdahalelerin kanıksanması ve gündemleştirilmemesi ise olası bir kara harekatında da bir barış muhalefetinin örgütlenebileceğine dair umutları azaltıyor ve Erdoğan’ın böyle bir harekatı, etrafında bir milli mutabakat koalisyonu yaratmak için kullanmakta başarılı olabileceğini düşündürüyor.

ABD Mektubu

ABD ise Türkiye-Rusya yakınlaşmasından oldukça rahatsız. ABD Rusların ve Rus kurumlarının, Ukrayna’nın işgalinden dolayı Batı’nın uyguladığı yaptırımları Türkiye üzerinden aşmaya çalıştıklarını belirtiyor. Bu bağlamda da Rus kurum ve şahıslarla iş yapan Türk şirket ve bankalarına yaptırımla karşılaşacakları konusunda uyarı da gönderiyor. Wall Street Journal gazetesinin haberine göre TÜSİAD’a ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Wally Adeyemo imzalı bir mektup gönderildi. Adeyamo Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Yunus Elitaş’ı da aradı ve yine bu konuda uyarılarda bulundu. Suriye bağlamında da tartışıldığı gibi Türkiye’nin Rusya ile yakınlaştığına dair emareler var. Rusya ile ihracatın arttığı söylenirken, Rus Dış İlişkileri’nden S400’lerin ikinci kısmının tedarik sürecinin başladığı şeklinde açıklamalar da geldi. Fakat bu durumdan ABD’nin rahatsız olduğu da ortada ve TÜSİAD’a gönderilen mektup bu anlamda önem arz ediyor. TÜSİAD’a yakın şirketlerin bu mektubu ciddiye aldığı ve çözüm aradığı söyleniyor.

Irakta İç Savaş

Irak’ta geçen yıl yapılan genel seçimlerin galibi Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamayla “siyasetten tamamen çekildiğini” duyurdu. Bunun üzerine Sadr destekçisi bir grup protestolara başladı ve Cumhurbaşkanlığı sarayını bastı. Gösteriler kısa süre içinde kitleselleşti.  2003 yılında Irak’ın ABD büyükelçiliğine atanan Rend Al Rahim, Hediye Levent’e Gazete Duvar için verdiği röportajda Irak’ta olanları “muhassasa (güç paylaşımı) temelli bir çatışma” olarak nitelendirdi ve iki tarafın da sicilinin demokrasi açısından temiz olmadığının altını çizdi.  Varolan muhassasanın yolsuzluk üzerinden beslendiğini ifade eden Al Rahim, 2019’daki protestolardan sonra Ekim 2021’de yapılan seçimden önce seçim yasasında köklü bir değişime gidildiğini ve bunun sonucunda da Mukteda Es Sadr’ın 73 sandalye ile seçimin en büyük kazananı olduğunu belirtti. Al Rahim yeni seçim yasasıyla önceki dönem 25 kadının girdiği parlamentoya Ekim 2021 seçimlerinde 96 kadının girdiğini de ifade etti. Al Rahim Sadr’ın çoğulcu hükümet sistemine karşı ona muhalif olan kesimlerin bir konsensüs hükümeti kurmak istediğini belirtti ve ikisi arasındaki farkı şöyle anlattı: “2003’ten beri bizde konsensüs hükümetleri var. Yani bakanlıklar ve önemli konumlar siyasi partiler arasında pay ediliyordu ve her parti pay alıyordu. Bütün partilerin parlamentoda kaç sandalye kazandığından bağımsız olarak kurulan koalisyon hükümetleriydi. Elbette Şiiler her zaman bakanlıkların çoğunu alırken Kürtler ve Sünniler daha az alıyordu. Ancak istisnasız bütün siyasi hareketler hükümette yer alıyordu ve muhalefet yoktu. Tabii ki hepsi yolsuz olduğu, partinin veya kendi aşiretlerinin çıkarları için çalıştığı, herkes kendi yakınlarını bir yerlere atadığı, herkes kamu ihalelerini kontrol ederek çıkar sağladığı için kimseden hesap sorulmuyordu. “Yanlışların, usulsüzlüklerin hiçbirini ortaya çıkarmayacağız çünkü hepimiz bunun içindeyiz” şeklinde konuşulmayan bir ittifak vardı.”